27 AĞUSTOS 1997 ÇARŞAMBA CUMHURİYET
KÜLTÜR
ALLEGRO
EVİN TLYASOĞLU
Yunus’
4. Bilkent Uluslararası Müzik Festi vali’nin 24 Ağustos günü Saygun’un Yunus Emre Oratoryosu ile Yunus Em- re’nin Sivrihisar’daki külliyesiıide baş laması çok anlamlı bir olay: Her şeyden önce Ahmed Adnan Saygun’un doğu munun 90. yılına rastlaması; Yunus Emre’ye ait çağdaş bir yapıtın onun öz gün mekânında seslendirilmesi; koca man bir orkestra-koro ve solistler top luluğunun Sivrihisar ortamına taşınma sı; Bilkent Senfoni gibi görkemli bir or kestra ile başta Ayhan Baran olmak üzere Cemaliye Kıyıcı, Pekin Kırgız ve
Gölge Şekeramber gibi deneyimli so
listlerimizin katılımı... (19. İstanbul Festivali’nde 1991 Yunus Emre yılı ne deniyle seslendirilen oratoryoda devlet sanatçısı Ayhan Baran’m ustalıklı yo rumunu hâlâ unutamadık.
İçerik açısından Yunus’un tarihsel kimliği çağdaş kavramlarla birleşirken yerel değerlerimizin uluslararası katkı larla çoğalması da kıvanç verici. Çin asıllı şef Julian Shevv’in orkestrayı; Bul gar şef Georgi Robev’in Bulgaristan Devlet Filarmoni korosunu yönetmesi ve Bilkent Senfoni Orkestrasının için de yer alan 12 ayrı ülkeden 120 sanat çının katılımı, Türk solistlerle birlikte geniş yelpazede bir dünya sanatını ser giliyor.
‘insanın, insanlığın sembolü’
Bu tablo, 1991 ’de yitirdiğimiz Ah med Adnan Saygun’un öz amacına da çok yakışıyor. Saygun, bir besteci kadar bir düşünce adamıydı. Çağını izlediği kadar çağların derinliğine inebilen zen gin kültür birikimiyle 21. yüzyıla akta racağımız bir sanat elçimiz... Kendi özünü evrensel olanla kaynaştırabilme- yi amaç, “Kökünden koparılmadan ye-
nileşme”yi ilke edinmişti, iliğinde ke
miğinde Atatürkçülüğü duymuş; Ata türk’ün devrimlerini bir toplumbilimci titizliği ile değerlendirmişti. Tüm bes tecilere de “Önce Anadolu insanının ne
fesini duymak” gereğini öğütlemişti.
Uluslararası müzik çevrelerinde adı mızı en çok duyuran yapıtlardan biridir
m ı ışığında başlayan festival
TT» Bilkent Müzik Festivali’nin Saygun’un Yunus Emre
Oratoryosu ile Yunus Emre’nin Sivrihisar’daki külliyesinde
başlaması çok anlamlı bir olay. Saygun’u suçlayanlar, onun
simgesi altında tüm çoksesli müziğimizi eleştirenler, şimdi
gidip bu yapıtı tarafsız bir kulakla dinleyebilseydiler,
toplumumuzda nice kavram kargaşasını çözebilirdik.
Saygun’un Yunus Emre Oratoryosu. Bağnaz çevreler bu yapıtı yıllarca dil lerine dolamışlar, gâvur müziğine ör nek verdiğini, oratoryonun Katolik ki lisesine ait bir müzik olduğunu, hatta Yunus Emre’nin adını böyle bir forma yerleştirerek Saygun’un taklitçilik yap tığını, dolu dolu ağızlarla söyleyip yaz mışlardı. Oysa bu oratoryo bestelendi ği tarihten, 1946’dan itibaren Fransa’dan Amerika Birleşik Devletleri’ne kadar nice dış ülkede ünlü şeflerle seslendiril miş, övgüler kazanmıştı. Hemen şunu belirtmek gerek: Oratoryo biçimi,
on-yedinci yüzyılda operaya karşı kilisenin kendi çevresinde yarattığı bir müzik tü rüdür. Opera gibi dünyasal konulu, dra matik bir oyun yerine orkestra, koro ve solistlerin statik bir şekilde seslendirdi ği dinsel konulu bir yapıttır. Yirminci yüzyılda biçim saklı tutularak, içerik açısından her konuda oratoryolar yazıl mıştır. Evrensel bir müzik formudur ve her ülkeden bestecinin kullanımına açıktır. Biçimi, formu da seçmek bes tecinin hakkıdır. Kaldı ki Yunus Em re’nin tasavvufi dizelerinden yola çı karken, gizemli içeriğe en uyan biçim
olmuştur oratoryo. Bestecinin Anka ra’da Halkevleri müfettişliği yıllarında yazılmış ve ilk kez Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası tarafından çalınmış; bir yıl sonra Paris Radyosu’nda ve Pa ris’in ünlü Pleyel salonunda Fransızca olarak icra edilmiş; 1958’de Leopold
Stokowski yönetiminde Symphony of
the Air Orkestrası tarafından İngilizce olarak New York’ta seslendirilmiştir.
“Yunus Emre benim için insanın, in sanlığın sembolü oldu” diyen Saygun,
arayışın, çilenin ve vahdetin huzurunu kendine özgü bir anlayışla dile getir
miştir. Şöyle anlatır bu çalışmasını:
“Yunus Emrç’nin şiirlerini ona aykın düşmeyecek bir hava içinde mûsikiye yansıtabilmek kolay bir iş değildi. Ta mamıyla makami bir anlayışın hâkim olduğu, içinde yer yer kendine göre şe killendirdiğim ilahilerin bulunduğu bu yazı, bu yüzden geleneklerimize dayanı yor demektir. Geleneğimize ait unsurla rı, geleneğimizin dışında kalan bir çok seslilik ile bağdaştırmak istedim.”
Bülent Tarcan bir yazısında Yunus
Emre Oratoryosu’nun Saygun’un sanat yaşamındaki yerini şöyle değerlendir miştir: “Sonraki eserlerinde duyduğu
muz modal yapıların karmaşık ve ezo- terik müziğinin kökeni de işte bu abide dir.”
‘Dinledikçe anlayacaklar’
Saygun giderek kırılmıştı, kabuğuna çekilmiş ve iş dünyasına kapanmıştı. Ona göre kâmil insan tıpkı Yunus’un kâmil insanı gibi karanlığın derinliğin de ışık bulacaktı. Yetiştirdiği onca öğ renci bugün sınırlarımızın dışında başa rı gösterirken, yazdığı 75’ten fazla ya pıt dalga dalga yarınlara uzanırken onun şu sözleri yine kulaklarımda yankılanı yor: “Beni zamanla, eserlerimi dinledik
çe anlayacaklar.”
Saygun’u suçlayanlar, onun simgesi altında tüm çoksesli müziğimizi eleşti renler, şimdi gidip Yunus Emre’nin kül- liyesi içinde bu yapıtı tarafsız bir kulak la dinleyebilseydiler, toplumumuzda ni ce kavram karmaşasını çözebilirdik. İs lama, dine, gelenekçiliğe sahip çıkan lar acaba ne kadar Yunus’un felsefesi ni tanımışlardır? Bu oratoryonun son dizelerinde Saygun’un koroyla seslen diği dizeleri kaçı duymuş, kaçı değeri ni bilmiştir?
“Şensin kerim, sensin Rahim, Allah sana sundum elim
Senden artuk yoktur emim, Allah sa na sundum elim,
Ecel geldi vade erdi bu ömrüm kade hi doldu
Kimdir ki içmedin kaldı Allah sana sundum elim.”
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Ta h a To ro s Arşivi