• Sonuç bulunamadı

Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun gençlik ve edebiyat hatıraları:14:Kıbrıslılar Yalısının gözde misafiri

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun gençlik ve edebiyat hatıraları:14:Kıbrıslılar Yalısının gözde misafiri"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

YAZAN : YAKUP KADRİ

K A R A O S M A N O Ğ L U

ÇIKAN KISMIN

ÖZETİ —

Karaosmarıoğlu, Mehmet Rauf,

Şahabettin Süleyman ve Ah­

met Haşim’den sonra bugünkü

yazısında büyük fair

Yahya

' Kemal’i anlatmaya devam edi­

yor. Çok ince ruhlu ve değerli

bir fair olan Yahya Kemal, soh­

betleriyle dostlarını kendine bağ­

lamaktadır. Ancak izzeti neftine

dokunan bir hâdise

olunca,

bütün dostluk bağlarını unu­

tup, en yakın

arkadaflarına

bile hücum etmekten çekinme­

mektedir. Nitekim bir dediko­

du yüzünden Yakup Kadri Ka-

raosmanoğlu’na bir düelloya da­

vet mektubu dahi göndermiftir.

EKTUBU okuyunca şa­ şırdım mı, korktum mu sanırsınız? Hayır; beni sadece bir gülme almış ve ilk işim Falih Rtfkı'ya, olağan­ üstü bir haber gibi bunu bildirmek ol­ muştu. Meğer işin olağanüstü bir tara­ fı daha varmış. Telefonu açıp Fatih'e «Biliyor m u su n ?* diye söze başlamama kalmadı, telin öbür ucundan Falih bana hemen şöyle seslendi:

«— Biliyorum, biliyorum. Düello mek­ tubu değil m i? Ben de aldım.»

Onu hayrete düşürmek isterken o be­ ni iki kat hayrete düşürmüştü. Yalnız hayret değil; doğrusunu söylemek lâzım- gelirse, Yahya Kemal'e karşı bir acıma duygusu. Gözünü bürüyen öfke onu öy­ lesine çileden çıkarmış olacaktı ki, akıl, mantık ve sağduyu namına ne varsa hep­ sini kaybetmiş, hattâ hareketinin kendi­ sini ne kadar gülünç bir duruma soktu­ ğunun bile farkına varmamıştı ve bir za­ manlar, müşterek ahpaplarımızdan Kıb- rıslı Şevket'le M ısır Prenslerinden Mus­ tafa Fazıl arasında geçen bir düello ola­ yını dünyanın en komik komedyaların­ dan biri gibi anlatırken şimdi kendisi de öyle bir komedyanın kahramanı ha­ line girmekten çekinmeyecek derecede gözü kararmıştı.

Kaldı ki, hatırladığıma göre, biraz ön­ ce adı geçen ahpaplarımız, memleketi­ mizde düello yasak olduğu için şahitle- rile birlikte Romanyaya gitmişlerdi. Bi­ zim ise o sıralarda memleket dışına bir adım atmamızın imkânı da yoktu ve Yahya Kemal bize yazdığı mektupta «Şa­ hitlerinizi gönderin, silâhlarınızı tayin edin» derken bu imkânsızlığı dahi aslâ düşünmemişti. Onun için, Falih Rtfkı kendisine cevap vermeğe bile lüzum gör­

13

O

Y a k u p K a d r i K a r a o s m a n o ğ l u ' n u n G e n ç l i k j

?

e E d e b i y a t H â t ı r a l a r ı :

14

Günlerce ne gördüm, ne de bir kimseye sordum,

Yarab, bele kalp ağrılarım durdu diyordum.

His var mı bu âlemde nekahet gibi tatlı,

Gönlüm bu sevincin heyecanıyla kanatlı.

Bir taze bahar âlemi seyretti felekte,

Mevsim mütehavvil, vakit akşamdı Bebek'te.

Lekesiz, sâf, iyi bir yüz gibi akşam,

Ta karşı bayırlarda tutuşmuş iki, üç cam.

Sakin koyu, şen cepheli kasrıyla Küçüksü,

Ardında vatan semtinin ormanları kuytu.

Bir neşeli hengâmede çepçevre yamaçlar,

Hep aynı tehassüsle meyillenmiş ağaçlar.

Dalgın duyuyor rüzgârın âhengini dal, dal,

Baktım süzülüp geçti açıktan iki sandal.

Bir lâhzada bir pancur açılmış gibi yazdan,

Bir bestenin engin sesi yükseldi Boğaz'dan.

Coşmuş gene bir aşkın uzak hâtırasıyla,

Aksetti uyanmış tepelerden sırasıyla.

Dağ dağ o güzel ses bütün etrafı gezindi,

Görmüş ve geçirmiş denizin kalbine sindi.

Ani bir üzüntüyle bu rüyadan uyandım,

Tekrar o alev gömleği giymiş gibi yandım.

Her yerden o, hem aynı bakış, aynı emelde,

Bir kanlı gül ağzında ve mey kâsesi elde.

Her yerden o hem aynı güzellikte göründü,

Sandım bu biten gün beni râmettiği gündü.

YAHYA KEMAL

KıM ılar falısının

Yahya Kemal de, ben de garip bir tesadüf

eseri olarak pek büyük bir geçim sıkıntısı

içindeydik. Annem bize, ufak tefek

yardım-memişti. Fakat ben, sinirlerini'yatıştırı­ cı ve bizi birbirimize düşüren dedikodu­ ların aslı esası olmadığını ispat edici bir uzun mektup yazmayı hem dostluk, hem insanlık vazifesi bilmiştim.

Buna rağmen, Yahya Kemal uzun yıl­ lar bize küs kalmış ve onunla en az dört beş yıl sonra, Avrupadaki ihtiyari sürgününden dönüşünde Atatürk'ün sof­ rasında barışmış veya barıştırılmış idik. Ben, gerek bu barışma olayını, gerek Yahya Kemal'in, son postu Madrit El­ çiliğinden niçin çekildiğini ve çekildik­ ten sonra neden «ihtiyari sürgün» dedi­ ğim şekilde uzun zaman memleket dı­ şında kaldığını bir yana bırakarak ona dair hatıralarımı biraz yukarda bıraktı­ ğım noktadan alarak anlatmağa devam edeceğim: Hatıralarımın bu kısmı 1911 den 1916 ya kadar hemen daima birlik­ te geçirdiğimiz yıllara aittir. Daha önce, «tatlı ve acı» diye vasıflandırdığım günle­ ri, ayları ve yılları da en ziyade bu devrenin içine alabilirim :

Yahya Kemal Paris'ten dönüşünden beri düşüp kalktığı kimselerin çoğu «Muhalefet» te olduğu, kendisi de hiç dilini tutmasını bilmediği İçin bir iş bu­ lamamış, müşterek dostlarımızdan Şefik Esat'ın Divan yolundaki konağıyla Kıb- rıslıların Kandillideki yalısı arasında pa­ rasız ve yersiz yurtsuz bir kimsenin ha­ yat şartları içinde yaşayordu. Gerçi, bu İki dost evinde o — eğer tâbir caizse— bir şeref misafiri gibi ağırlanmakta, el üstünde tutulmakta İdi ve birinden öbü­ rüne gittiği vakit yerinin boşluğu doldu­ rulamazdı. Sanki o evden paha biçilmez bir sanat eseri kalkmış ya da oranın ha­ vasında bir ışık, bir ısı sönmüş gibi olurdu.

Evet, Yahya Kemal, bütün manasile bu dost evlerinin şenliği idi. Hattâ, bun­ lar sahiplerinin politika mücadeleleri yüzünden vakit vakit polis nezareti altı­ na alındığı ve etraflarının gözcülerle çev­ rildiği sıralarda bile onun sohbetleri, nükteleri, fıkraları, şiir «kumalarıyla he­ pimiz için fikri hazların, lirik coşkun­ lukların kaynağı olmakta devam eder ve bu kaynağın, arada bir, yine onun bir nekreliği ya da bir yergiciliği üzerine salıverdiğimiz kahkahalara yol açtığı olurdu. Polis baskısı altında, etrafı göz­ cülerle çevrili bir evde miyiz? Günün birinde, belki yarın, belki yarından son­ ra o evin sahiplerde birlikte zindanları, sürgünleri veya derağaçlarını mı boyla­ yacağız? Bu ihtimallerin hiçbiri aklımız­ dan geçmezdi; nasıl bir terör havası içinde yaşedağımızı unutur giderdik.

GÜNDÜZLERİ SALON, G EC ELERİ YATAK ODASI

Ama hayatımızın bu umursamazlık

devresi çok sürmeyecekti. Bir gün, bu

Yahya Kemal Beyatlı’nın son yıllarında çekilinif bir resmi

larda bulunmasa, ne bir paket sigara alma­

ya, ne de kendimize iş aramak için, Kızıl-

toprak’tan şehre gidip gelmeye imkân vardı.

rürlüğü beklemek ne mümkündü I Kimi zindanlara atılarak, kimi sürülerek, ki­ mi de yukarıda bahsi geçen arkadaşları­ mız gibi Avrupa'ya kaçırılarak kökleri kazınmakta olan muhaliflerle düşüp kalk­ tığımız için hemen bütün tanıdıklarımız tarafından hesabı henüz görülmemiş mimlilerden telakki edildiğimize de şüp­ he yoktu.

SIKIN TILI GÜNLER

Nitekim, bir gün, evde kapanıp pinek­ lemekten can sıkıntımız son haddine va­ rarak, Yahya Kemal'in Göztepe'de otu­ ran bir Paris arkadaşına — ki o genç adam ayni zamanda benim de ahpapia- rımdandı — ziyarete gidince âdeta ko­ vulmaktan beter bir muameleye uğramış­

tık.

Oysa, pek iyi biliyordum ki, Yahya Kemal, bir zamanlar, bu arkadaşının köşkünde nice akşam yemeklerine davet edilmek ve gece misafirliklerine alıko­ nulmak suretlle, en sevgili bir aile dos­ tu gibi ağırlanıp nazlandırılırdı.

Lâkin, ben, o günlerde yalnız politika bakımından değil, sosyal durumumuz yü­

zünden de tabulaşmış bir hale düştüğü­ müzü sanıyorum. Fransızcada «Bir nik- bet tek başına gelmez, ardından başka nikbetler de sürükler» diye bir mesel vardır. İmdi, o sıralarda Yahya Kemal de, ben de garip bir tesadüf eseri ola­ rak, pek büyük bir geçim sıkıntısı için­ de idik. Annem bize ufak tefek para yar­ dımlarında bulunmasa ne bir paket ct- gara almamızın, ne de kendimize bir iş aramak için Kızıltoprak'tan şehre gidip gelmemizin imkânı vardı. Gerçi, benim elime İkdam gazetesine haftada bir defa yazdığım küçük hikâyelerin ücreti olarak her ay üç dört lira kadar bir para ge­ çerdi. Fakat, bu da aramızda paylaşıldığı için, ne bana ne Yahya Kemal'e hayre- diyordu. Bu şartlar altında, meselâ, ara­ da bir Fenerbahçe'ye gidip Belvü oteli­ nin kazinosunda birkaç bardak bira iç­ mek, ya da — bundan daha büyük bir hayal kurarak — Beyoğlurıda, şimdi adı­ nı unuttuğum bir Fransız lokantasında, biftekile, şarabile bir akşam yemeği ye­ mek bize erişilmez bir mutluluk gibi görünürdü.

( Devamı gelecek sayıda)

havanın baskısına dayanamayan arkadaş­ larımız, birer birer memleketi terk edip gitmek zorunda kalınca Yahya Kemal'le ben sudan çıkmış balığa dönecek ve Kı- zıltoprak'ta annemle birlik oturduğum daracık bir eve çekilip sığınacaktık.

Bu, etrafı tahta parmaklıklarla çevrili bakımsız bir bahçe ortasında, pencere­ leri kafesle örtülü küçücük bir evdi ve Yahya Kemal'i ancak bunun salon diye kullandığımız bir odasında yerleştirebil- mlştlk. Yerleştirmek derken bir mübala­ ğaya düştüğümü hissediyorum. Zira, bu oda gündüzleri yine bir salon vazifesini görür ve geceleri yere bir döşek serilmek suretile yatak odası haline çevrilirdi. An­

neme bir misafir gelince de Yahya Ke­ mal pıtısını pırtısını toplayıp yukarı kat­ taki sofaya taşınırdı. Bereket versin ki, küçücük bir valizden başka eşyası yok­ tu. Yine bereket versin ki, diyeceğim, bizi, o sıralarda Kurbağalıdere'de oturan Ali Neci (Karacan) den başka kimse zi­ yarete gelmeyordu. O da gelir gelmez, yazdığı yazıları bize okumak heyecanı içinde ne halde olduğumuzun farkına varmıyor ve kim bilir, belki de, okuduk­ larını dikkatle dinler görünüşümüze ba­ karak kendini bir muhteşem köşkte ya da bir sarayda sanıyordu.

Fakat, Ali Naci gibi coşkun bir edebi­ yat aşıkından başka birinden bu

hoşgö-• hoşgö-•

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

AB Yüksek Öğretimi Kriterleri Bağlamında Türkiye'de İl:1hiyat Öğretimi: Kelam Örneği{>- 17 Türk yüksek öğretimirün Avrupa Birliği yüksek öğretimi

Örneğin demir, bakır ve çinkodan üretilen gereçler paslanmaz çelik ya da altından üretilen- lere göre daha kolay tepkimeye girebildikleri için yiyecek- lerin tadında

Saltuk, 20 aralık günü saat 14.30’da, 21 aralık günü saat 14.30’da ve 22 aralık gü­ nü saat 19.30’da Ankara Çağdaş Sahne’de üç konser verecek..

200 metre kadar yüksekliği varsa da, denize Çamlıca gibi uzak olmadığından, göze daha yüksek gibi görünür.. Ağaçları, suyu, manzarası ve ziyaret- gâhı

Bu çalışmada, genel anestezi altında sol taraf endoskopik sinüs cerrahisi yapılırken, hastanın sağ gözünde pro- pitozis gelişen ve anesteziden uyandırılma sonrası göz

This touched one of the more vexed discussions at San Francisco: the balance between the General Assembly and the Security Council, or the balance between small and large powers

LYS-3’te size verilen Türk Dili ve Edebiyatı Testinin Soru Kitapçık Numarasını cevap kâğıdınızdaki “Türk Dili

Yahya Kemal gibi bir türlü kitap haline getiremediği şiir­ lerini sonunda bu yakınlarda Yeditepe yayınları arasında bas­ tırmıştı.. Huzur adlı romanından