• Sonuç bulunamadı

Yaşamlarında ilklerle sanatçılarımız:Edip Cansever

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Yaşamlarında ilklerle sanatçılarımız:Edip Cansever"

Copied!
2
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

YAŞAMLARINDA “İLİÇ’LERLE SANATÇILARIMIZ

EDİP CANSEVER

Okuduğum ilk ya pıt? Gördüğüm ilk film? Dinle­ diğim ilk ezgi? Bugün bun­ ları anımsamam olanaksız. Gene de bu konuda bir iki söz söyleyebilirim. Okuma­ ya, ciddi olarak okumaya 13-14 yaşlarımda başladım. O zamanlar kendime verdi­ ğim bir söz vardı: Günde elli sayfadan az okumamak. Bu sözü eksiksiz gerçekleş­ tirebildiği mi, şimdi pek anımsayamıyorum. Boş günlerimde sık sık kütüp­ hanelere giderdim. Çoğu kez eski yazın dergilerini karıştırır, notlar alırdım.

Çocukluğumda Saraçha- nebaşı’nda oturduğumuz için, gittiğim ilk sinema da Şehzadebaşı sinemaların­ dan biriydi herhalde. İki, hatta bazan üç film birden gösterilirdi. İlkini bilmeyi çok isterdim.

İnsan ninnilerden başla­ yarak birçok ezgi dinler ya­ şamı boyunca. Ama bilinçli olarak bir seçim yapmam, yirmi yaşımı astıktan sonra gerçekleşti, önce kendimi batı sanat müziğine iyice alıştırmaya karar verdim. İlk işim bir pikap edinmek oldu. İlk plağım da, Çaykovski’nin bugün de hâlâ çok sevdiğim bir par­ çasıydı. Doğruyu söylemek gerekirse, bu konuda hâlâ öğrenci sayılırım. Müziğe duygusal olarak yaklaşma­ nın ötesine geçebilmiş de­ ğilimdir de ondan. Şunu da eklemem gerek: Türk müzi­ ğinin eski ustalarını da çok severim. Büyük bir impa­ ratorluğun görkemini sezin­ lerim bu müzikte.

ItUHİ BEY’ t NASIL BULDUM?

Bunca yıldır birçok ilginç olay yaşamışımdır elbette. En iyisi şiirle ilgili bir olayı anlatmaya çalışayım. "Ben

İsa Çelik’in objektifinden \

Ruhi Bey Nasılım” adlı ki­ tabımı, bugünden çocuklu­ ğuma doğru uzanan bir

çizgiyi bölüm bölüm yaza­ rak sürdürmeyi düşünmüş­

tüm. Baştan dört bölümünü de bu amaçla yazmıştım. Kitap hem yavaş yürüyor­ du, hem de bu yerde tıkanıp kalacak gibiydi. Bir süre

yazmayı bıraktım. Bir gün Krepen Pasaj ı’nda bir başı­

ma oturuyordum. Yazdı, hava sıcaktı. Pasaj da ol­ dukça tenhaydı. Dipte, kö­ şede bir garson uyukluyor­ du. Diyebilirim ki, şiirime bir dekor hazırlanıyordu sanki. Nitekim biraz sonra

ilk oyuncu sahneye girdi. Pasaj'a sık sık gidenler iyi bilirler: sakalları uzamış, saçları dökük ve yağlı, askılı pantolonunu karnınm üstüne kadar çekmiş, omu­ zunda birkaç kemerle dola­ şan ve kimselerle konuşma­ yan bir adam vardır. Daha önceleri çok gördüğüm hal­ de ilgimi pek çekmeyen bu adam, dışardaki masalar­ dan birine, tam karşıma oturdu. Dikkatle izlemeye başladım. Kendi kendiyle konuşur gibi dudaklarını hafiften kıpırdatıyordu. Bir kadeh içki verdiler, içti. Birdenbire Ruhi Bey’i, da­ ha yazılmamış olan Ruhi Bey’i bulduğumu anladım. Çocukluğumdan, gençli­ ğimden ve ‘şimdi’lerden sıyrılarak onun dünyasıyla özdeşleştim. Eve döndüm, ilk notlarımı yazdım. Kitap

(2)

Yedeksubay Cansever (sağda) bir arkadaşıyla, litou

o günkü rastlantıdan sonra

hızla gelişti.

HER İSTE BİR HAYIR!

Bunalımlı evre? Y «pıtla­ rıma yansıması?

Çoğu zaman erinçle bu­ nalım, acıyla m utluluk, umutla umutsuzluk içiçe yaşar insanda. İşte, yaşa­ dığım bir sürü ikilemden yalnızca birini anlatmak is­ tiyorum ben de.

1954 yılında çıkan büyük Kapalıçarşı yangınında dükkânım tamamen yandı. Sigortadan aldığım para, yeniden bir işyeri açamaya- cak kadar azdı. Günler, haftalar geçti. Sonunda bir dükkân buldumsa da, dük­ kânın satış değeri elimdeki paranın hemen hemen iki katıydı. Kendime bir ortak aradım. Buldum da. Her neyse, küçük bir anapa­ rayla dükkânı açtık. Yeni­ den bir geçim yolu tuttur­ mak önem liydi elbette. Ama daha önemlisi şuydu: Birkaç ay sonra ortağım bana, alım satımla kendisi­ nin uğraşabileceğini, be­ nimse yukardaki asma katta istediğim gibi çahşa- bileceğimi, saatlerimin de kısıtlı olmadığını müjde­ ledi. İşte, kitaplarımdan dokuzunu bu asma katta yazdım. Tam yirmi yıl. Bu­ gün düşünüyorum da, ya o yangın olmasaydı?

BİR u z u n ŞÎIRE BAŞLAMAYA GÖREYİM

Yapıtlarımdan birini de, genel olarak nasıl yazdığımı anlatmaya çalışayım, önce­ likle şiir yazmaya eğilimli olmalıyım. Yani şüre yatkm bir duyarlıkla yüklü ol­ duğumu bilmeliyim ilkten. Sabahları başlarım yazma­ ya. Kaç saat çalışacağım hiç belli olmaz. Belli bir saatte, belli bir yerde, her­ hangi bir işim olmamalı. Günlerce masa başından kalkmayacakmış gibi ko­ yulmalıyım işe. Çok sigara içerim. Alkolün damlasını koymam ağzıma, öyle esin filan beklemem, esini ken­ dim çağırırım masama. Dergiler karıştırırım, bazı kitaplara bakarım, hiç belli olmaz, bir de bakarım ki, o nereden ve nasü geldiği bi­ linmeyen ses sözcüklere, di­ zelere dönüşüvermiştir bir­ den. Uzun bir şiire başla­ mışsam rahatım dır o l­ dukça. Çünkü her gün ya­ pacak bir işim var demektir ki, sürekli çalışırım. Şiirle­ rimi yazı makinasıyla yaza­ rım. Yazarken aynı anda şiiri görmek önemlidir be­ nim için, ön çalışmalarım kalabalıklara karışm ak, yolculuklara çıkmak, yıllar­ dır bitiremediğim İstan­ bul’u adım adım dolaşmak­ tır. Bir de denizsiz yapa­ mam. Yaşamım bir kıyıiıın yaşamı gibidir.

FRANZ LEHAR

(Devam)

cek, metin yazarlarının adları afiş ve programlarda yer alma­ yacaktır. Lehar her şeye karşın mutludur bu karardan. Onun i- çin müziği yaşamıdır; kalbinin atışıdır, soluğudur.

1 9 3 â ’ d e n s o n r a Avusturya'nın Almanya sınır­ larına katılmasıyla toplumdan elini eteğini çeker, dünya olay­ ları karşısında tek bir kelime söylemez, susar. Bu susku, İkinci Dünya Savaşı’nın sonu­ na dek sürecektir. Fakat, baş­ langıçta Nazilere gösterdiği hoşgörü unutulmamış, sev aş m başlamasıyla çevresinde beliren kırgınlık artm ış, yen ilgiy le küskünlük ve terkedilmişliğe dönmüştür.

Yıl 1945... Avusturya, M üt­ tefiklerin işgali altındadır. Vi- yana’nm cadde ve sokaklarında işgal birliklerinin devriyeleri dolaşmakta, kentin yanıp y ı­ kılmış bölgelerindeki kalıntılar temizlenmekte, yiyecek ve gi­ yecek satan dükkânların önün­ de kuyruklar uzanmaktadır.Vi- yanalıların yeterli yiyeceği, ve giyeceği yoktur ama elde kalan tiyatro, opera ve konser salon­ ları hemen açılmış, kültür ve sanat yaşamı aksatılmadan sürdürülmeye başlanmıştır. Üzerine inen her biri birer ton­ luk iki bombayla alevler için- deyanıp bütün AvusturyalIlara gözyaşı döktüren Devlet Ope­ rası binası isli duvarlarıyla bir enkazdır. Kurum, temsillerini tarihi “ an der Wien“ Tiyatro- su’ nda düzenlem ekte, Halk Operası binası kısa bir onarma­ dan sonra kapılarını açmış bu­ lunmaktadır. Ancak program­ larda Lehar’ın yapıtlarına yer verilmemekte, bestecinin baş­ langıçta Nazilere gösterdiği hoşgörü bağışlanmamaktadır. Yaşlı sanatçı kalbi kırılmış ola­ rak karışım alıp İsviçre’ye yer­ leşir. Burada yaşamına renk katan tek olay, ikinci yaratış çağında yapıtının en büyük gü­ cü tenor Tauber’le buluşması­ dır. 1934'ten sonra birbirlerini görmeyen iki sanatçı sanki bir giin önce ayrılmışlar gibi aynı yakınlık ve içtenlikle konuşup dertleşirler. Lehar kendine gel­ miş. morali düzelmiş, eski ne­ şesini bulmuştur. Bu arada beklenmeyen bir olay çökerlir sanatçıyı;karısıSophie kısa sü­ ren bir hastalık sonucu ölüve- rir. D ört ay sonra daha topar­ lanmadan ikinci bir haberle , sarsılır;Richard Tauber geçir­

diği bir ameliyattan kurtula­ mamıştır. Besteci, bu çok

sev-diği arkadaşıyla yaptığı ola­ ğanüstü verimli işbirliğine a- danmış bir konser yönetir. Zü- rich'de düzenlenen bu konser müzik alanındaki son çabası o- larak kalır. Artık en büyük is­ teği yaşamının en tatlı günle­ rini geçirdiğimi schl’a dönmek, orada dinlenmek, uyuma!', öl­ mektir. 1948 yılı Ağustos ayı sonunda doktorlar gitmesine i- zin verirler oraya.

Avusturya ve Isehl kente dönüşünü törenlerle kutlar. Bandolar ulu-*al giysili gençler, resmi karşılayıcılar ve halk Isehl Garı’nı doldurmuş, yollar çiçeklerle süslenmiştir. Sa­ natçıya 1945 yılında beslenen duygular korkulu bir düş gibi unutulup gitmiştir.

Lehar, yaşamının son günle­ rinde tek avunuşu eski arkada­ şı kendisi gibi operet bestecisi olan Strauss’da bulur. Le- har’dan üç hafta daha büyük olan Strauss savaş yıllarım Amerika’da geçirmiş, sonra vatamna dönerek Ischl’a gel­ miştir. İki dost eski günleri an­ makta, operet sanatının gele­ ceği konusunda konuşup tah­ minler yapmaktadırlar. Eylül sonlarında Lehar'ın sağlık du­ rumu büsbütün bozulur, yata­ ğa düşer. 23 Ekim günü - mı- nldanır;“ Artık yeryüzünde ya­ pacak hiçbir şeyim kalmadı..." sonra gözlerini kapar, sakin bir uykuya dalar. Ve ertesi gün öğleye doğru kalbi sonsuza dek durur.

ölüm haberi bir saat içinde bütün dünyaya yayılmıştır. Ischl’daki villa, telgraf yığınla­ rıyla dolar., Radyolar yalnız o- nun yapıtlarım yayınlamakta, anısına tpplantılar ve konserler düzenlemektedir. Daha birkaç ay önce dönüşü nedeniyle çi­ çeklerle donanan Isehl kentinin her köşesinde bu kez kara bay­ raklar dalgalanmaktadır. Ce­ naze töreni 30 Ekim günü yapı­ lır. Bandolar, çelenk ve çiçek­ lerle dolu yirmiye yakın araba kentin caddelerinden geçerek mezarlığa yollanır. Viyana’dan gelen bakanlar, kentin ileri ge­ lenleri, işgal kuvvetleri komu­ tanları, sanatçılar, Zürich, Berlin ve Londra’dan koşan kurullar ve binlerce kişi çağın büyük bir sanatçısına son say­ gıda bulunmak ve veda etmek üzere küçük mezarlığı doldur­ muştur. Konuşmalar sona erip de tabut yavaş yavaş gözden kaybolurken bestecinin son is­ teği yerine getirilmekte, ban­ dodan “ Çareviç” adlı operetin “Volga Şarkısı" yansımakta­ dır.

FARUK YENER

İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Gene bence ideal kadının tarifini yapabilmek için biraz zevk sahibi, biraz estetikten an­ lar, biraz sanat duygusuna sa­ hip olmak gerekir.. Zevki selim sahibi

i “Şimdi, edebiyatımızın son durumu yürekler acısı. Hatta bu konuda bugünlerde yazılar yazmayı düşünüyorum. Önce şu meseleyi koymak lazım: Edebiyat bir

Bu teknikte sıvı azot içerisine kısmen batırılmış ve aliminyum folyoy- la kaplanmış olan metal cismin üzerine yumurta (oositleri) veya embriyoları içeren

Katılımcıların genel sağlık durumları ile ilgili olarak diş hekimini bilgilendirmelerinin başvuru merkezlerine göre dağılımı (ADSM, ağız ve diş sağlığı merkezive

期數:第 2009-05 期 發行日期:2009-05-04 腕隧道症侯群新療法--鐳射光療法 ◎台北醫學大學附設醫院神經外科主治醫 師羅文政◎

癌症是長期抗戰的治療過程,可以是手術、放射線治療及化學療法,現多有

Vü- cudumuzda kötü koku yayan maddelerin koku yay- mayan başka kimyasal maddeler haline dönüştürül- mesi için genetik mekanizmalar var.. Örneğin kro- mozomlarımızın

Adnan Adıvar, Halide Edip Adıvar, Hüse­ yin Cahit Yalçın, Refik Halit Karay, Rıza Tevfik Bölükbaşı gibi isimlere Sedat Si­ mavi gazete ve dergilerinin