• Sonuç bulunamadı

Yanyalı Süleyman Efendi’nin Şerh-i Dîvân-ı Urfî Adlı Eseri (İnceleme- Transkripsiyonlu Metin-Şerh Sözlüğü)

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Yanyalı Süleyman Efendi’nin Şerh-i Dîvân-ı Urfî Adlı Eseri (İnceleme- Transkripsiyonlu Metin-Şerh Sözlüğü)"

Copied!
1368
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

ANKARA YILDIRIM BEYAZIT ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

YANYALI SÜLEYMAN EFENDİ’NİN ŞERH-İ DÎVÂN-I URFÎ ADLI

ESERİ (İNCELEME- TRANSKRİPSİYONLU METİN-ŞERH

SÖZLÜĞÜ)

DOKTORA TEZİ

Mustafa Yasin BAŞÇETİN

TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANABİLİM DALI

(2)

T.C.

ANKARA YILDIRIM BEYAZIT ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

YANYALI SÜLEYMAN EFENDİ’NİN ŞERH-İ DÎVÂN-I URFÎ ADLI

ESERİ (İNCELEME- TRANSKRİPSİYONLU METİN-ŞERH

SÖZLÜĞÜ)

DOKTORA TEZİ

Mustafa Yasin BAŞÇETİN

TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANABİLİM DALI

Prof. Dr. İsrafil BABACAN Tez Danışmanı

(3)

ONAY SAYFASI

Mustafa Yasin BAŞÇETİN tarafından hazırlanan “Yanyalı Süleyman Efendi’nin Şerh-i Dîvân-ı Urfî Adlı Eseri (İnceleme- Transkripsiyonlu Metin-Şerh Sözlüğü)” adlı tez çalışması aşağıdaki jüri tarafından oy birliği ile Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı’nda Doktora tezi olarak kabul edilmiştir.

Ünvan Adı Soyadı Kurumu İmza

PROF. DR. İSRAFİL BABACAN AYBÜ

PROF. DR. HİCABİ KIRLANGIÇ AÜ

PROF. DR. SAİT OKUMUŞ AYBÜ

PROF. DR. MUSTAFA ARSLAN AYBÜ

DOÇ. DR. NESLİHAN İLKNUR KOÇ

KESKİN AHBVÜ

Tez Savunma Tarihi: 03.09.2019

Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı’nda Doktora tezi olması için şartları yerine getirdiğini onaylıyorum.

Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü Ünvan Ad Soyad

(4)

BEYAN

Bu tez çalışmasının kendi çalışmam olduğunu, tezin planlanmasından yazımına kadar bütün aşamalarda patent ve telif haklarını ihlal edici etik dışı davranışımın olmadığını, bu tezdeki bütün bilgileri akademik ve etik kurallar içinde elde ettiğimi, bu tezde kullanılmış olan tüm bilgi ve yorumlara kaynak gösterdiğimi beyan ederim. 03.09.2019

Mustafa Yasin BAŞÇETİN İmza:

(5)

TEŞEKKÜR

Çalışmam esnasında üstün bilgi birikimi ve tecrübesiyle kıymetli zamanlarını ayırarak beni yönlendiren ve aydınlatan danışman hocam Prof. Dr. İsrafil BABACAN’a sonsuz teşekkürü bir borç bilir; Arapça kısımların tercümelerinde yardımlarını esirgemeyen hocam Doç. Dr. Osman DÜZGÜN’e de ayrıca teşekkür ederim.

Bu Doktora çalışması, Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu’nun (TÜBİTAK) 2211-A Genel Yurt İçi Doktora Burs Programı çerçevesinde 1649B031404518 başvuru numaralı bursu ile desteklenmiştir. Eğitimim boyunca çalışmalarımı destekleyen TÜBİTAK’a teşekkürlerimi sunarım.

(6)

I İÇİNDEKİLER

1. BÖLÜM: ŞERH ... 4

1.1. Şerh Nedir? ... 4

1.2. Şerh Sebepleri ... 5

1.3. Şerhle Alâkalı ve Benzer Terimler... 7

1.4. Şerh İlminin Tarihî Gelişimi ... 8

1.5. Klâsik Şerhlerde Yöntem ve Metodoloji ... 9

1.6. Klâsik Türk Edebiyatında Şerh Geleneği ve Şerhlerin Tasnifi ... 11

2. BÖLÜM ... 23

2. 1. URFÎ-İ ŞİRÂZÎ ... 23

2.1.1. Eserleri ... 37

2.1.2. Türk Edebiyatında Urfî Tesiri ... 40

2.2. YANYALI SÜLEYMAN EFENDİ ... 48

3. BÖLÜM: ŞERH-İ DÎVÂN-I URFÎ’NİN İNCELENMESİ ... 50

3.1. Sebeb-i Teşrih ve Şerhin Dîbâcesi ... 50

3.2. Şerh-i Dîvân-ı Urfî’nin ve Şiirlerin Başlıklandırılması ... 51

3.3. Şerh Metodu Açısından Şerhin İncelemesi ... 52

3.3.1. Analojik Örnekleme / Kıyas ve Akıl Yürütme ... 53

3.3.2. Analojik Şiir Örneklendirmeleri ... 56

3.3.3. Tümdengelim ve Tümevarım ... 60

3.3.4. Bütüncül Şerh/Geştaltçı Yaklaşım ... 61

3.3.5. Delil/Dayanak Gösterme ... 62

3.3.6. Açıklama ... 68

3.3.7. Atasözü/Deyim/Kelâm-ı Kibar ve Kalıp İfade İzahları ... 69

3.3.8. Aralarında Anlamsal Bütünlük Olan Beyitlerin Şerhi ... 71

3.3.9. Avâma Yönelik Şerh ... 73

3.3.10. Bağlama Göre Farklı Şerh İhtimallerinin Değerlendirilmesi ... 73

3.3.11. Beyitlerin Konusu ve Yazılış Sebebi Hakkında Bilgilendirme ... 75

3.3.12. Beytin arka planındaki Tarihî Gerçeklik ... 76

3.3.13. Beytin Edâsına Dair İzahlar ... 77

3.3.14. Bilinen Kelime, Mefhum ve Durumların İzahı ... 77

3.3.15. Birleşik Yapı ve Terkip İzahları ... 77

3.3.16. Belâgat İzahları ... 78

3.3.16.5. Gramer İzahları... 96

3.3.16.5.1. Arapça Gramer İzahları ... 96

(7)

II

3.3.17. Gizli Özneyi Belirtme ... 108

3.3.18. Sembol (İşaret) İzahları ... 108

3.3.19. Kelime izahları... 109

3.3.20 Birleşik Yapı İzahları ... 117

3.3.21. Kıssa Nakletme ... 118

3.3.22. Menkıbe Nakletme ... 122

3.3.23. Mazmun İzahları ... 123

3.3.24. Metin İçi Göndermeler ... 125

3.3.25. Okuyucunun Yorumuna Bırakılan Şerh ... 127

3.3.26. Rivayet Nakletme ... 127

3.3.27. Sembol İzahları ... 130

3.3.28. Somutlayıcı Anlatım ... 130

3.3.29. Şâirin Psikolojisi Hakkında Fikir Yürütme ... 131

3.3.30. Şerhin Özeti/Serbest Tercüme ... 132

3.3.31. Tahkiye Metodu/Hikâye Nakletme ... 133

3.3.32. Vurgu İzahları ... 134

3.4. Şerh Metninde Yer Alan Derkenarların Fonksiyonları... 135

3.5. Şerh Türü Açısından Şerh-i Dîvân-ı Urfî’nin Değerlendirilmesi ... 136

3.6. Şârihin Dil ve Üslûbu ... 138

3.6.1. Dil Özellikleri ... 138

3.6.2. Üslûp Özellikleri ... 143

3.7. Şerh-i Dîvân-ı Urfî’nin İmlâ Hususiyetleri ... 155

3.8. Şerhin Muhtevâ Kaynakları ... 156

3.9. Şerh-i Dîvân-ı Urfî’nin Bilgi Dökümü ... 168

3.9.1. Din... 168

3.9.2. Coğrafi Bilgi/Mekân ... 189

3.9.3. Hayvanlar ... 193

3.9.4. Farklı İnanç Sistemlerine Dair Bilgiler ... 200

3.9.5. İlm-i Hendese ... 202 3.9.6. İlm-i Musikî ... 203 3.9.7. İlm-i Nücûm/Kozmoloji/Felekiyât ... 205 3.9.8. İlm-i Tebabet ... 214 3.9.9. İnsan Tipleri ... 217 3.9.10. Kavimler ... 222

3.9.11. Metinde Bahsedilen Klâsik Eserler ... 225

3.9.12. Kozmogoni ... 226

(8)

III

3.9.14. Âdet, Gelenek, Görenek ve İnanışlar... 229

3.9.15. Tabiat ... 237

3.9.16. Tarihî, Efsanevî ve Mitolojik Unsurlar ... 245

3.9.17. Tarihî, Efsanevî, Mitolojik Şahıslar ... 255

3.9.18. Şerhte Şârih Tarafından Verilen Yanlış Bilgiler ... 291

(9)

IV

ÖZET

Yanyalı Süleyman Efendi’nin Şerh-i Dîvân-ı Urfî Adlı Eseri (İnceleme- Transkripsiyonlu Metin-Şerh Sözlüğü)

Başçetin, Mustafa Yasin

Doktora, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Tez Yöneticisi: Prof. Dr. İsrafil BABACAN

Eylül, 2019, 1356 sayfa

Urfî-i Şirâzî (m. 1555-m. 1591)’nin öncülüğünde Hindistan’da gelişen Sebk-i Hindî, özellikle Afganistan ve Anadolu sahasında önemli bir tesir uyandırmıştır. Bu tesirin sonucu olarak Anadolu sahasında, Urfî’nin şiirlerine çok sayıda şerh kaleme alındığı görülür. Bu şerhler, Urfî’nin şiirlerinin Anadolu’da merak uyandırdığı ve okunduğunu gösteren önemli bir delildir.

Bu tez çalışmasının amacı, özellikle Sebk-i Hindî’de şiirler kaleme alan dîvân şâirlerini büyük oranda etkilemiş ve Anadolu sahasında önemli ölçüde şöhrete mazhar olmuş olan İranlı şâir Urfî-i Şirâzî’nin Dîvân’ına Klâsik Türk Edebiyatı şerh geleneği çerçevesinde yazılmış şerhlerden, XVIII. asrın sonu XIX. asrın başlarında Yanyalı Süleyman Efendi tarafından kaleme alınan “Şerh-i Dîvân-ı Urfî” adlı şerh metninin ilmî usûllere uygun şekilde hazırlanarak eser üzerinde yapılacak yeni çalışmalara kaynaklık edecek bir metin oluşturmak; Türk kültür ve edebiyat dünyasının önemli kaynaklarından biri olan şerhlere yeni bir eseri daha kazandırarak araştırmacıların istifadesine sunmak ve özellikle Sebk-i Hindî çerçevesinde şiir yazan Dîvân şâirlerine büyük oranda tesir etmiş olan Urfî-i Şirâzî’nin dil ve üslûp özelliklerini ortaya çıkararak yapılacak olan karşılaştırmalı çalışmalara zemin hazırlamaktır.

(10)

V

Çalışmada, Urfî’nin hayatı, sanatı ve eserleri hakkında bilgiler verilerek Türk edebiyatına yapmış olduğu tesire dair tespitlerde bulunulmuştur. Şerh türünün tarihî gelişimi, Türk edebiyatında klâsik şerh geleneği, klâsik ve modern şerhle ilgili tespitler ve bu alanda geçmişten günümüze yapılan bazı çalışmalar tartışılarak yorumlanmıştır. Klâsik şerh geleneğimiz çerçevesinde yazılan şerhler ve bu şerhlerin metodolojisi hakkında bilgiler verilmiştir. Tezimizde, birçok şârih tarafından şerh edilen Urfî’nin şiirlerine yazılan en hacimli şerhlerden biri olan (258 varak) Yanyalı Süleyman Efendi tarafından kaleme alınan Şerh-i Dîvân-ı Urfî’nin “İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi”nde tespit ettiğimiz simâ kayıtlı tek nüshası ilmî transkripsiyon sistemine uygun olarak günümüz Latin harflerine aktarıldıktan sonra Urfî'nin Yanyalı Süleyman Efendi tarafından şerh edilen iki bini aşkın Farsça beytinin günümüz Türkçesine tercümelerinin metne dipnot olarak verilmesiyle klâsik şerh metinleri üzerine yapılan çalışmalar içerisinde bir ilk gerçekleştirilmiştir. Böylece çalışmadan, klâsik şerh metinlerinin amaçları arasında yer alan dil öğrenimi için de istifade edilebilmesi amaçlanmıştır. Son olarak hazırlamış olduğumuz Urfî Dîvânı Şerhi Sözlüğüyle şerh metninde yer alan kelime, mazmun ve ibarelere dair şârihin kendi cümleleriyle yapmış olduğu açıklamaların bir sözlüğü hazırlanmıştır.

Anahtar Sözcükler: İran Edebiyatı, Karşılaştırmalı Edebiyat, Sebk-i Hindî, Yanyalı Süleyman Efendi, Şerh, Dîvân Edebiyatı, Şerh-i Dîvân-ı Urfî, Urfî-i Şirazî.

(11)

VI

ABSTRACT

Yanyali Suleyman Efendi's Commentary Text of Divan-ı Urfi (Study-Transcribed Text-Commentary Dictionary)

Başçetin, Mustafa Yasin

Ph.D., Department of Turkish Language and Literature Supervisor: Prof. Dr. İsrafil BABACAN

Eylül 2019, 1356 pages

Sebk-i Hindi developed under the leadership of Urfi-i Shirazi (c.e. 1555- c.e. 1591), had an important influence especially in Afghanistan and Anatolia. As a result of this influence, many commentaries were written about Urfi's poems in the Anatolian literary field. These commentaries are important proofs that shows Urfi's poems arouse curiosity in Anatolia and were read by people.

The aim of this thesis is to reveal a text that will be used as a source for new comparative studies by preparing the text of commentary which was written by Yanyalı Suleyman Efendi at late XVII. and early XIX. century named “Serh-i Divan-ı Urfi” which is a commentary to the Divan of the Persian poet Urfi-i Shirazi who has influenced the poets who wrote poems especially in Sebk-i Hindi, and which has greatly gained fame.

In this study, information has been given about Urfi’s life, art style, works and it has been determined about his influence on Turkish Literature. The historical development of the commentary genre, the classical commentary tradition in Turkish literature, the determinations related to the classical and modern commentary, and some studies in this field from the past to the present were discussed. Information about the commentaries written in the context of our classical commentary tradition and the methodology of these commentaries were given. In our thesis we studied the commenatry text which is one of the most voluminous commentaries written in the poems of Urfi (258 leafs) was written by Suleyman Yanyali. The commentary text registered in Istanbul University Rare Works Library were transfered to the current transcription alphabet system. On the other hand, in our study, the translations of over two thousand Persian couplets of Urfi were given as

(12)

VII

footnote to the text. Thus, it is aimed to make use of the study for language learning, which is one of the objectives of classical commentary texts. At the end of the study, a commentary dictionary was prepared the commentator’s own sentences about the words, concepts, compositions in the commentary text.

Key Words: Commentary, Comparative Literature, Divan Literature, Iranian Literature, Sebk-i Hindi, Suleyman Yanyali, Şerh-i Davan-ı Urfi, Urfi-i Shirazi.

(13)

VIII

Kısaltmalar

a.g.e.: adı geçen eser a.s.: Aleyhisselam

AKMY: Atatürk Kültür Merkezi Yayınları bkz.: bakınız c.: Cilt Çev.: Çeviren d.: doğum Dan.: Danışman

DİA: Diyanet İslâm Ansiklopedisi E. T.: Erişim Tarihi h.: Hicrî haz.: Hazırlayan Hz.: Hazreti İSAM: İslâm Araştırmaları Merkezi İÜ: İstanbul Üniversitesi Ktp.: kütüphanesi M.: Miladî m.: metin Nşr. Neşreden ö.: ölüm Ör.: Örnek s.: Sayfa S.: Sayı

s. a. v.: Sallallâhu aleyhi ve sellem SBE: Sosyal Bilim Enstitüsü TDK: Türk Dil Kurumu Terc.: Tercüme Thk.: Tahkik Eden TTK: Türk Tarih Kurumu vr.: Varak vs.: Vesaire Yay.: Yayınları yty: Yayın tarihi yok

(14)

1 GİRİŞ

Şerhler, “metin-mesaj-okuyucu” üçgenindeki iletişimin doğru sağlanması için yazılan eserlerdir. Şârihin amacı burada şiiri Arap belâgatçılarının ifade ettikleri gibi “müellifin karnındaki manâya en yakın şekilde anlamak”, yorumlamak ve müellifin anlam dünyasının derinliklerine inerek eserdeki kapalı kısımları açıklığa kavuşturarak anlatmaktır. Bu yönüyle klâsik olsun modern olsun, şerh metinleri geçmiş ve gelecek arasında köprü vazifesi görür. Ayrıca, bu köprü vesilesiyle, dönemi ilk el kaynakların bakış açısıyla gözlemleme fırsatı elde ederiz.

Dîvân Edebiyatı nesir geleneğinin önemli bir kolu olan metin şerhlerinin başlangıcı, çok eski dönemlere dayanmaktadır. Şârihin bilgi birikimine, içinde bulunduğu çevreye ve şerh edilen metne göre klâsik şerhler lügat, ansiklopedi veya mazmunlar kitabı hüviyetine bürünebilir. Bu gelenek çerçevesinde, XIII. asırdan itibaren, birçok ilim dalında Türkçe, Farsça ve Arapça kaleme alınmış pek çok klâsik esere şerh yazılmıştır. 1928’de Harf İnkılâbı ve daha sonrasında dilde meydana gelen değişimle birlikte, şerhlerin yapısında da bazı değişmeler meydana gelmiştir. Bu doğal bir değişimdir. Zira bu dönem şerhlerinin önemli bir amacı da dilsel kopmaları tamir etmektir.

Üzerinde çalışma yapılmamış dîvân ve mesnevî metinlerinin azalmasının da etkisiyle metin şerhi çalışmalarında son yıllarda dikkate değer bir artış gözlemlenmektedir. Aslında çok önemli bir sayıya karşılık gelen bu eserlerin dikkati bu kadar geç celb etmesi; uzun yıllar bu eserlerin ihmal edilmesi, şaşırtıcıdır. Zira şerhler, şimdiye kadar yapılan metin neşri ve tahlilinin her ikisini de kapsayan ürünlerdir.

Klâsik şerhlerin önemli bir kısmını oluşturan Farsça klâsiklere yazılan şerhlere baktığımızda, Mevlânâ, Feridüddin Attar, Abdurrahman Mollâ Câmî, Hâfız-ı Şirâzî gibi şâirlerin yanı sıra, Sâib-i Tebrizî, Şevket-i Buhârî ve Urfî-i Şirâzî gibi Sebk-i Hindî şâirlerinin şiirlerine yazılan şerhler de bulunmaktadır. İran’dan Hindistan’a göç eden şâirler tarafından temelleri atılan Sebk-i Hindî’nin kurucuları arasında gösterilen Urfî-i Şirâzî’nin şiirleri tıpkı Sâib ve Şevket gibi çok sayıda şârih tarafından şerh edilmiştir. Bu şerhler, onun edebiyatımıza tesirinin en somut delilleridir. Burada çalışmamıza gelecek olursak, en hacimli Urfî şerhlerinden olan Yanyalı Süleyman Efendi’nin kaleme aldığı ve Urfî’nin kasîdelerinin ağırlıkta olduğu, toplamda Urfî’den 44 şiirin şerh edildiği “Şerh-i Dîvân-ı Urfî” adlı eser, Urfî’nin şiir dünyasının anlaşılması, gizli kalan anlam dünyasının aydınlatılması

(15)

2

ve Dîvân şâirleri üzerinde yapmış olduğu tesirin gözlemlenebilmesi açısından son derece kıymetli bir eserdir. Böyle bir eserin harf aktarımının yapılarak içeriğinin analiz edilmesiyle, hem şerh edebiyatımıza yeni bir eserin kazandırılması hem de daha sonra Urfî’nin “Dîvân Edebiyatı”ndaki takipçileri arasında yapılacak olan karşılaştırmalı çalışmalara malzeme sunması amaçlanmaktadır. Zira Klâsik Türk Edebiyatının daha doğru bir şekilde anlaşılması için ortak remiz ve mazmunlar dünyasına sahip olduğumuz İran edebiyatına mukayeseli bir bakışa ihtiyaç vardır.

Tez çalışmasına, Yanyalı Süleyman Efendi tarafından kaleme alınan “Şerh-i Dîvân-ı Urfî” isimli eserin İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesinde tespit ettiğimiz TY 9603 numaralı tek nüshası esas alınmıştır. Zira yapmış olduğumuz taramalar sonucunda eserin başka bir nüshası tespit edilememiştir.

Çalışmanın ilk bölümü, Yanyalı Süleyman Efendi ve Urfî-i Şirazî’nin hayatı, sanatı ve eserleri hakkındadır. Yaptığımız araştırmalar sonucunda Yanyalı Süleyman Efendi hakkında kaynaklarda kayda değer bir bilgi bulunamamıştır. Bununla birlikte, Yanyalı hakkında şerhten hareketle yapmış olduğumuz tespitler bu kısımda verilmiştir. Ayrıca bu bölümde, Urfî-i Şirazî’nin hayatı, mizacı, itikadı, sanatı ve eserleri hakkında bilgiler aktarılmıştır. Öte yandan Urfî’nin Türk edebiyatına tesiri, ismen zikredildiği yerler ve etkileşime örnek olacak örnek beyitler üzerinden ele alınıp Urfî’nin şiirlerine yazılan şerhler çerçevesinde değerlendirilmiştir.

İkinci bölüm “şerh” türüne ayrılmıştır. Bu bölümde şerhin tanımı, Batı’da ve Doğu’da şerhin tarihî gelişimi, şerhle alâkalı ve benzer terimler, klâsik şerhlerde metodoloji, şerh sebepleri, modern şerhler gibi konulara değinilirek Türk edebiyatında şerh ve şerh örnekleriyle bu şerhlerin bir tasnifi yapılmıştır.

Üçüncü bölümde, Şerh-i Dîvân-ı Urfî’nin şerh metodu açısından incelemesi, şerhte dil öğretimi: Farsça öğretimi, Arapça-Farsça kelimelerin farklı telaffuzları, Arapça-Farsça mukayeseli dil öğretimi, kelimelerin anlam nüansları gibi hususlar incelenmiştir. Ayrıca, şerhin kaynakları: âyetler, hadîsler, darb-ı mesel, kelâm-ı sufiyye, evliya menkıbelerinden alıntılar, İslâm tarihi ve peygamberler tarihi, lügatler vs. olarak incelenmiştir. Öte yandan, şerh metninin coğrafî bilgi, ilm-i nücûm, mitoloji, musikî, sosyal hayat, tabiat, tarihî bilgi, tasavvuf, tıp vs. bilgi dökümü hazırlanmıştır.

Dördüncü bölümde, şerh metni, ilmî usûller ışığında transkribe edilmiştir. Bu aktarımda, Arapça ve Farsça bütün kısımların tercümeleri dipnotlarda verilmiştir. Çalışmanın bu bölümünde, bugüne kadarki çalışmalar içerisinde bir ilk olarak Yanyalı

(16)

3

tarafından şerh edilen Urfî beyitlerinin, günümüz Türkçesine tercümeleri dipnot olarak eklenmiştir. Son derece girift bir yapıya sahip olan bu beyitlerin tercümelerinde Yanyalı tarafından yapılan şerhten, diğer şârihlerin şerhlerinden ve farklı Farsça sözlüklerden istifade edilerek tercüme yanlışlıkları asgarîye indirilmeye çalışılmıştır.

Çalışmanın beşinci bölümünde, şerh metninden hareketle bir şerh sözlüğü hazırlanmıştır. Bu sözlük, kinâye, telmih ve mazmunlar sözlüğü mahiyetindedir.

(17)

4

1. BÖLÜM: ŞERH 1.1. Şerh Nedir?

Batı’da “commentary” kelimesiyle ifade edilen, Arapçada “ح ر ش” sülasi kökünden “şerh” kelimesine, sözlüklerde, “açma, ayırma, yarma, genişletme, bast etme, parçalara ayırma, dilim dilim etme” gibi anlamlar verilmiştir (Nâcî: 497; Sâmî, 2007: 773; Cûdî, 2006: 497; Redhouse, 2009: 458; Devellioğlu, 1999: 991). Kelime anlamının ötesinde, bir edebiyat terimi olarak bizi asıl ilgilendiren manâlarına dair şu bilgiler yer alır: “keşfetmek, beyân etmek; bir kitabın ibaresini kelime kelime açıp izah ederek yazılan kitap; müşkil, şüpheli ve gizli sözlerini keşfetmek, izhâr eylemek için söylenilen sözler ve bu yolda yazılan kitap; Şey’in gizli ve anlaşılması zor olan inceliklerini izah ve tefsir için söylenilen sözler ve bu yolda yazılan kitaplar; metnin sırlarını, ince dikkatler gerektiren ifade ve nüktelerini açıklama ve yorumlamak; Bir kitabın müşkülünü açıp beyan etmek (Ahterî, h. 1310: 434; Âsım, h. 1305: 484; Kadrî, 1943: 217; Devellioğlu, 1999: 991; Redhouse, 2009: 458). Kur’ân-ı Kerîm’de ise, “ َك َرْدَص َك َل ْح َرْشَن ْمَلَأ” (Ey Muhammed!) Senin göğsünü açıp genişletmedik mi?) âyetinde geçer (İnşirâh/94: 1). Ali Nihat Tarlan, bir eserin başka ilim dalları için değil, kendisi için şerh edilmesi gerektiğini belirterek “Metin şerhi, birçok edebiyat teorileri, edebiyat tarihi ve psikoloji gibi alanlarla ilgili olmakla birlikte, kendi içinde özel formülleri olan bir disiplindir.” ifadelerinde bulunur. Ayrıca Tarlan, şerhin objektif olduğunu; şârihin esere güzel ya da çirkin vasıflarını vermediğini savunur. Lâkin günümüzde geldiğimiz noktada, şerhin hem kendisinin hem de sonuçlarının objektif olmadığı kabul edilmektedir. Her ne kadar Tarlan, yazısında şârihin eseri bir operatör veya kimyager tarafsızlığı ile şerh ettiğini (Tarlan, 1982: 191) Tunca Kortantamer ise, “Bir metnin daha iyi anlaşılsın diye, metni başkalarından daha iyi anladığı kanaatinde olan kişiler tarafından açıklanması.” tanımını (Kortantamer, 1994: 1) dile getirse de sosyal bilimler nesnellik, genel geçerlik ve determinizm açısından doğa bilimlerinden büyük farklılık arz etmektedir. Zira şerhlere baktığımızda, aynı metinlerin farklı mezhep ve meşrepte şârihler tarafından şerh edildiğinde, çok farklı yorumlamaların olduğu görülmüştür. Hatta Sûdî Bosnevî, şerhlerinde, diğer şârihlerin yorumlarındaki eksiklik ve yanlışlıkları belirtmiştir. Bu durum da şerh metinlerinin sorgulanamaz doğrulukta metinler olmadığını; yorumlamalara dikkatle yaklaşılması gerektiğini göstermektedir. Zira Arapların belâgat

(18)

5

kitaplarında sıkça geçen “el-ma’nâ fî-batnı’ş-şâir”1 düsturunca, şiirde denilmek isteneni, en

iyi, yine, şâirin kendisi bilir. 1.2. Şerh Sebepleri

Klâsik şerh metinlerinin sebeb-i teşrih bölümlerinde, şârihler, dostlarının ricası ve hatrı için gibi klâsikleşmiş şerh sebepleri sunmuşlardır. Bu klâsikleşmiş ve gelenek hâline gelmiş sebep dışında, bizi asıl ilgilendiren, şerhin arka planda yer alan gerçek sebepleridir. Bu sebepleri öğrenebilmek için şerhin faydaları ve fonksiyonlarını bilmek gerekmektedir.

Her eserin okuyucusuna vereceği bir mesaj vardır. Hiçbir eser, anlaşılmaz olmak için kaleme alınmaz. Bazı tasavvufî metinlerde olduğu gibi, birileri için kapalı ve müphem olmasına rağmen, ehline malum olacak eserler kaleme alınmıştır. Bunun gibi durumlarda, yazarın mesajının her zihin için anlaşılır olmaması; mesajın okuyucuya iletileceği kanal olan metindeki dil ve üslûptan kaynaklı olarak yazarın mesajının okuyucuya iletilememesi durumu ortaya çıkar. Böyle durumlarda metinleri yorumlamak ve yazar-eser-okuyucu arasındaki bilgi akışını sağlamak için şerhlere ihtiyaç duyulmuştur. Şerh tamamıyla yeni bir eser olmamakla birlikte tamamlayıcı bir görev üstlenmektedir. Bununla birlikte bilginin işlenmesi, yayılması ve yeni nesillere nakledilmesi de şerhler aracılığıyla olmuştur.

Bir beyti günümüz Türkçesine tamamıyla anlayabileceğimiz kelimelerle aktardığımız takdirde bile, bu beytin ne demek istediğini anlamayabiliriz. Burada şerh devreye girer; anlam katmanlarını kelimeler ve mazmunlar üzerinden izah eder. Âgâh Sırrı Levend, metin şerhinin amacını, “Eski dönemde yazılan eserlerdeki mazmunları anlamak; onların yazıldığı devrin özelliklerini tanımak” olarak ifade eder (Tarlan, 1988: 14). Batı’da metin yorumlama bilimi Hermeneutik üzerine araştırmalar yapan Dilthley de benzer görüşleri savunur. Dilthley’e göre, sadece metinlerdeki yüzeysel anlamları yorumlayarak o devir ve kültür anlaşılamaz. Ona göre, her devrin kendi tinsel bir arka planı vardır. Bu nedenle, kelimelerin tinsel yönüne vurgu yaparak kelimelerin o devrin ruhunu taşıdığını savunur. Bu nedenle, kelimelerin anlam dünyasını kavramak için dönemin tinsel arka planının iyi anlaşılması gerektiğini ifade eder (Toprak, 2003: 120). Böylelikle yorumcunun veya şârihin en önemli görevi, metindeki çoğu kişinin anlayamayıp kavrayamadığı bu “gizli” anlamları, okuyucunun anlayacağı bir bilgiye dönüştürmektir. Klâsik şerhlerde görülen kelimelerin anlam dünyasına yoğunlaşmanın da nedeni, yukarıdaki görüşlerde belirttiği gibi,

(19)

6

dönemin kelimelere yüklediği özel anlamların ortaya çıkarılmasıdır. Bu yüzden, içerisinde o döneme ait özel anlamlar taşıyan “mazmun” ibaresi, Klâsik Türk Edebiyatı için çok önemlidir.

Klâsik dönem şârihlerinin birçoğu, döneminin ilimlerine vâkıf âlim ve sanatkâr kişilerdir. Bu yüzden, şerh metinlerinde, bütün bilgi birikimlerini sergilerler. Ayrıca, şârih hem kaynak dile hem ana dile hem de konuya vâkıf olmalıdır. Öte yandan, iyi bir şârih olabilmenin temel şartı; Arapça, Farsçaya hâkim olmaktır. Ayrıca, İslâmî ilimleri ve belâgati da iyi derecede bilmek metni şerh edebilmek için gerekli kaidelerdendir. Bu yüzden, klâsik dönem şârihlerini hem dönemi yakından tanıması hem de şiir sanatına olan vukufiyetleri sebebiyle, metinleri yorumlama ve açıklamada en yetkin kişiler olarak kabul edebiliriz. Bu durum da şerh metinlerinin klâsik eserlerimizi tam anlamıyla anlamak için ne kadar önemli olduğunu gösterir.

Klâsik dönemde şerh metinlerinin yazılış nedenlerine baktığımızda, Kâtip Çelebi şerh yazılma nedenlerini Keşfü’z-Zünûn adlı eserinde şöyle sıralar:

1. Yazarın düşünce ve ifadedeki üstün ve özel kabiliyeti dolayısıyla, okuyucuların yazarla bu konuda aynı seviyede olmaması nedeniyle eserin anlaşılamaması

2. Zaten açık ve biliniyor olduğu düşüncesi ile ya da bir başka ilim dalını ilgilendirdiği için bazı ön bilgilerin verilmemesi

3. Lafzın birden fazla anlama gelecek tarzda mecazlı ve kinâyeli bir üslûpla yazılmış olması veya metnin yazarının insan olması hasebiyle önemli noktaları dile getirmeyi unutmuş olması (Kâtip Çelebi, 2016: I/38)

Yukarıda belirtilen şerh sebeplerine ek olarak yaptığımız araştırmalar sonucunda tespit ettiğimiz şerh sebepleri şunlardır:

1. Kaynak metnin dilinin (Arapça, Farsça) ve edebiyatının öğretimi şerhlerin amaçları arasında yer alır. Zira bazı şerh metinleri, ek kök izahları ile tam bir dil bilgisi görünümündedir. Sûdî’nin Bostan Şerhi’nde geçen “Fârsi taallümüne râğıb olanlar eshel vech ile istifâde idüp” ifadeleri, bu düşünceyi destekler niteliktedir (Yazar, 2011: 61).

2. Farklı dil edebiyat sahalarındaki eserleri, başka edebiyat sahalarındaki eserlerle karşılaştırma isteği de diğer bir şerh sebebi olarak söylenebilir. Şerh metinlerinde, şârihlerin şerh edilen kaynak metinde yer alan bazı unsurları kendi edebiyat sahasındaki eserlerle benzerlik ve farklılıklarına değinerek örneklendirmesi, bu düşüncemizi destekleyen bir hususiyettir. Ayrıca, şârihlerin farklı edebiyatlardaki benzerlik ve farklılıklara şerhlerde yer vermesi, karşılaştırmalı edebiyat çalışmaları için de örneklik teşkil etmektedir.

(20)

7

3. Medreselerde, belâgat derslerinde okutulmak üzere, bazı eserler şerh edilmiştir. Belâgatın yanı sıra, tarih, mantık, tıp, matematik ve astronomi gibi alanlarda da medrese öğrencilerinin eğitimi için şerhlerin yazıldığı görülür.

4. Bazı şerh metinlerinde yer alan “Fâidesi âmm olsun içün”, “Arabî vü Fârisî bilmeyen karındaşlar dahi andan istifâde ideler.”, “Âmme-i müslimîn andan müntefî olalar.” (Yazar, 2011: 195-196) ibareleri, şerhlerde toplumsal faydanın da gözetildiğini gösterir. Özellikle dinî-tasavvufî ve bilimsel şerhlerde toplumsal faydanın gözetildiği çok açıktır. Görüldüğü üzere, pek çok şerh sebebi vardır. Bu sebepler, şârihlerin üzerine büyük sorumluluk yüklemektedir. Şârihliğin temel şartı, birçok ilim alanında söz sahibi olmaktır. Osmanlı dönemi şârih profiline baktığımızda, şârihlerin büyük bir kısmının şeyhülislamlar, kadılar, müderrisler, müfessirler vs. âlim şahsiyetler olması, bu durumun en önemli göstergesidir.

1.3. Şerhle Alâkalı ve Benzer Terimler

Şerh kelimesinin farklı bilim dalları altında kullanımı olduğu gibi, şerhle alâkalı ve şerhe benzer kullanımları olan terimler de mevcuttur. Bunlardan eski edebiyatla alâkalı olanları şu şekilde sıralayabiliriz: Metin açıklaması, metin çözümlemesi, metin eleştirisi metin izahı, metin şerhi, metin tahlili, metin tenkidi, metin tespiti, metin tetkiki, vs. lâkin hâlâ bu terimlerin tam olarak sınırları, özellikleri, metin incelemesi içindeki yerleri; benzer ve farklı yanları netlik kazanmamıştır (Mengi, 2000: 73). Şerhle benzer ve ortak yönleri olan ve sıkça şerhle karıştırılan bu terimlerin hepsi, metni daha iyi yorumlama, anlama ve anlamlandırma çalışmalarının sonucunda doğmuştur.

Şerhin diğer bir amacı da kaynak metnin tercümesidir. Bu yüzden, klâsik şerhlerde, şerhten önce veya sonra kaynak metnin tercümesi de verilir. Tercüme ile şerh arasındaki fark, günümüzde oldukça net olmakla birlikte, klâsik şerh metinlerinin isimlendirilmesinde şerh ve tercüme kelimelerinin tercihinde, bir sistem görülmemektedir. Şerh başlıklı bazı çalışmaların tercüme olarak isimlendirilmesi, daha doğru olacaktır. Bu karışıklığın en önemli sebebi, bazı şerhlerin tercümeye yakınlığıdır.

Şerhle en sık karıştırılan izah yöntemlerinden biri olan “tahlil”in edebiyat terminolojisi içerisinde kullanımı, şerhe göre daha yenidir. Tahlilde de şerhte olduğu gibi, bilgilendirme esastır. Tahlil çalışmalarında, bir metnin dilinden, edebî sanatlarından, kâfiyesinden, konusundan, ölçüsünden, şeklinden, sanatçının metin içerisinde oluşturduğu, hayal, duygu ve düşünce dünyasından, metnin sanatçı, toplum ve dönemiyle olan

(21)

8

ilişkisinden vs. söz edildiği görülür. Bu yönüyle tahlil, şerhe göre daha kapsamlı ve bütüne yöneliktir. Tahlil edenin yorumu, işin içine daha çok girer. Metin şerhi metni anlaşılır kılmak amacıyla yapılırken, “tahlil” edebî metinlerin edebiyat tarihi içindeki yerlerini, o dönem edebiyatının tanıtımını, kültürel zenginliklerini, sosyal hayatını, değerlerini ortaya koymayı amaçlar (Mengi, 2000: 76; Mengi, 2007: 409). Buna ek olarak Cem Dilçin ise, tahlilin bütüne değil parçalara yönelik olduğunu, parçalardan hareketle bütün hakkında hükümler verdiğini ifade eder (Saraç, 1999: 209). Öte yandan, metin tahlili ve şerhinin en önemli farklarından biri de şerhin metinde ne söylendiği; tahlilin ise, metinde hem ne söylendiği hem de nasıl söylendiği ile ilgilenmesidir.

Her ne kadar tahlil çalışmaları şerhe göre yeni olsa da bu tür çalışmalar artarak devam etmektedir. Eski Türk Edebiyatı alanında geçmişten günümüze, Ali Nihat Tarlan’ın Şeyhî Dîvânını Tedkîk, Harun Tolasa’nın Ahmet Paşa’nın Şiir Dünyası, Mehmet Çavuşoğlu’nun Necati Bey Dîvânının Tahlili, M. Nejat Sefercioğlu’nun Nevî Dîvânı Tahlili, Cemâl Kurnaz’ın Hayâlî Bey Dîvânı Tahlili gibi eserler, önemli tahlil çalışmaları arasında gösterilebilir. Bunların dışında, son yıllarda birçok Dîvân şâirinin “dîvân”ı tahlil çalışması çerçevesinde tez yapılmıştır.

Şerhle alâkalı ve benzer terimlerden bir diğeri de tefsirdir. Bununla birlikte tefsir kelimesi, bazı ilim dallarında şerh kelimesinin müteradifi olarak kullanılmaktadır. Tefsir: “Kur’ân âyetlerinin anlamlarını sarf, nahiv ve belâgat gibi dil bilimlerinden; hadîs ve tarih gibi rivayet ilimlerinden, mantık ve fıkıh usûlü gibi yöntem bilimlerinden faydalanarak nâsih mensûh, muhkem müteşâbih gibi niteliklerine göre ayırarak iniş sebeplerini ve metindeki bağlamlarını ortaya koyarak açıklama işidir.” (Cerrahoğlu, 1983: 214). Bunun yanı sıra, edebî bir terim olarak şerh manâsında da kullanılmıştır.

Şerhle ilgili ve benzer terimlerden sayfaların kenarlarına alınan açıklayıcı not manâlarına gelen derkenar, hâşiye, hâmiş, telhis, ta’likât gibi, eserlerin de şerhle ortak amacı, eseri açıklamayı esas almalarıdır. Şerhten en önemli farkları ise, kısa olması ve şerhin aksine eserin tamamına değil, bir kelime veya ibareye açıklık getirmeyi amaçlamasıdır.

1.4. Şerh İlminin Tarihî Gelişimi

Şerh ve şerh geleneği, sadece İslâm medeniyetine ait bir ürün değildir. Hem Doğu’da hem de Batı’da metin şerhinin kaynağının kutsal metinleri daha iyi ve daha doğru anlayıp yorumlama çabalarına dayandığı bilinmektedir. Her ne kadar Batı’da şerhe benzer çalışmalar yapılmış olsa da Doğu’daki şerh geleneğinin kendine has özellikleri mevcuttur. Doğu’daki

(22)

9

şerh geleneğinin kaynağı İslâmî kültürdür. Şerh çalışmalarının ilk izleri Hz. Peygamber döneminde görülür. Bilindiği üzere Kur’ân-ı Kerîm’in en önemli icaz hususiyetlerinin başında onun dilsel yapısı gelir. Bu yönüyle Kur’ân'ı anlama ve anlamlandırma çalışmaları; hatta, Hz. Peygamber’in Kur’ân’ın bazı âyetlerini bizzat açıklaması etrafında gelişen tefsir çalışmaları, ilk şerh ürünleri arasında değerlendirilir (Şensoy, 2010: 556). İslâmiyet’in ilk dönemlerinde, Kur’ân-ı Kerîm üzerine tefsirlerin yanı sıra, muhtelif bilimsel metinlere de tefsir çalışmalarının yapıldığı görülür (Gilliot, 1997: 317). İslâm medeniyetinde şerh geleneğine kaynaklık eden konulardan biri de tasavvuftur. Kuşeyrî’nin Risâle’sine, İbni Arabî’nin Füsûsü’l-Hikem’ine Mevlânâ’nın Mesnevî’sine, Irâkî’nin Lemaât’ına şerhler yazılmıştır.

Şerh geleneği, Araplardan Selçuklu ve daha sonra da Osmanlılara geçmiştir. İslâm medeniyetinde ilk önemli şerh ve tercüme faaliyetleri, Hz. Ömer döneminde Mısır’ın ele geçirilmesiyle başlamıştır. Burada İskenderiye Kütüphanesindeki Yunan medeniyetine ait eserler tercüme ve şerh edilmiştir (Ülken, 1997: 38). Daha sonra belli dönemlerde Bağdat, Şam, Buhara, Semerkand ve Endülüs gibi bazı şehir ve bölgeler tercüme ve şerh faaliyetlerinin merkezi olmuştur (Ülken 1997, 118, 120). Anadolu’da tercüme ve şerh faaliyetlerinin başlangıcı ise, Anadolu Selçukluları dönemine rastlar. Bu dönemde özellikle Farsçadan birçok eser tercüme ve şerh edilmiştir. Bu dönemde dinî-tasavvufî şerhlerin ağırlıkta olduğu görülür. Bunun yanı sıra, felsefe, dil bilgisi, coğrafya gibi alanlarda eserlerin de tercüme şerh çalışmalarına konu edildiği görülür (Ceylan, 2000, 20). Her ne kadar metodolojik açıdan birbirleriyle benzerlik gösterseler de klâsik şerhler içerisinde bizi asıl ilgilendiren edebî metin şerhlerinin kendi hususiyetleri bulunmaktadır.

1.5. Klâsik Şerhlerde Yöntem ve Metodoloji

Klâsik Türk Edebiyatı şerh geleneği içerisinde birçok şerh kaleme alınmıştır. Bu şerh metinlerinde, şârihler, metinleri daha anlaşılır kılmak amacıyla, bilgi ve kabiliyetleri çerçevesinde, farklı izah yöntem ve uygulamaları geliştirmişlerdir. Klâsik şerh metinlerindeki yöntemlere ilişkin Tunca Kortantamer, “Klâsik dönem şiir şerhlerine bakıldığında, bu metinlerde filolojik izahların ağırlıkta olduğu görülür. Bu tür şerhlerde, öncelikle kaynak metin verilir. Daha sonra ise, kelimelerin ek kök vs. dil bilgisi izahları yapılır. Farklı kaynaklardan alıntılarla fikirler desteklenir. Metinde yer alan telmihlerin izahı yapılır.” ifadeleriyle, klâsik şerh metinlerinin metodolojik yapısını kısaca özetler (Kortantamer, 1994: 2-3) Bununla birlikte, klâsik şerhlerde genel olarak benimsenmiş bir

(23)

10

tertip düzeni vardır. Bu düzene göre, besmele, hamdele ve salvele bölümlerini, eserin şerh sebebinin ifade edildiği “sebeb-i teşrih” bölümü takip eder. Daha sonra ise, şerh edilen kaynak metinden beyitler yazılır; altında şerh metni yer alır. Klâsik şerh metinlerinin izah kısımlarında, genellikle beyitler mısralara ve kelimelere tecziye edilerek ele alınmaktadır. Bu nedenle, ilk aşamada kelime ve dil bilgisi açıklamaları yapılır. Birçok klâsik şerhte şârih, metinde geçen kelimelerin veznini belirtip farklı anlamlarını izah eder. Bazı şârihler, kelimenin Arapça, Farsça ve Türkçedeki anlamlarını aktarırken farklı sözlükleri kaynak gösterirler. Kur’ân ve hadîs başta olmak üzere, tefsîr, hadîs, fıkıh, kelâm, akâid, tasavvuf, felsefe, mantık, tıp, astronomi, coğrafya, tarih, tezkire, siyaset, dil bilgisi, lügat, belâgat, inşâ gibi alanlarda yazılmış kitaplardan; dîvân, mesnevî ve bazı mensur edebî metinlere kadar birçok kitaptan kaynak gösterilerek şerh metni delillendirilir (Dağlar, 2007: 294-95). Şerhlerde çok sık kullanılan, farklı nazım nesir eserlerden delil göstermeye dayalı bu metoda, “istişhad”; yani, şahid gösterme denilmektedir. Beyitte yer alan manâya göre menkıbeler, hikâyeler ve tarihî olaylar nakledilir. Yine şerh edilen beyitteki anlama benzer başka bir şâirin Dîvânı’ndan örnekler verildiği de görülmektedir. Metinle alâkalı alâkasız çok geniş malumat ve izahatdan sonra, kaynak metin farklı bir dilde yazılmışsa, şârih, “mahsûl-ı beyt”, “mahsûl manâ”, “takdîr-i manâ”, “mana budur ki”, “pes âkile lâzım olan budur ki”, “sâlike lâzımdır ki”, “bendeye lâzım olan budur ki”, “bunda tenbîh budur ki”, “tenbîh eyler ki”, “netice-i kelâm budur ki”, “hâsılı mânâ budur ki”, “bunda hisse budur ki”, “zübde-i kelâm”, “pes mâlûm oldu ki”, “pes mübtedî ve mukallide lâzımdır ki” vs. ifadelerle, beyti Türkçe olarak anlamlandırır. Leâlî’nin (ö. 1563) Şerh-i Kasîde-i Bürde ve Şuûrî Hasan Çelebi’nin (ö. 1693) Şerh-i Pendnâme-i Attâr adlı eserlerinde olduğu gibi, bazı şerhlerde şârihler, Türkçe olarak şerh ettikleri metinleri manzum olarak da tercüme etmişlerdir (Yazar, 2011: 17-18). Bu yönüyle, klâsik şerhlerin tercüme fonksiyonlarının da bulunduğu görülür. Bütün bunların yanı sıra, bazı aktarım amaçlı şerhlerde, kelime anlamı, delillendirme, yorumlama vs. izahlar olmadan doğrudan tercümeye geçilir. Sürûrî ve Şem’î Efendi’nin şerhleri, bu tür şerhler arasında gösterilir. Hatta, Sürûrî’nin kaynak metni kelime kelime tercüme ettiği görülmektedir. Bu tür çalışmalarda şerh ve tercüme arasındaki çizgi belirgin değildir.

Şerh geleneği içerisinde önemli bir oranı oluşturan tasavvufî şerhlerde dikkat çeken hususlar ise şöyledir:

1. Metinle ilgili açıklamalarda, tasavvufî terminoloji, yoğun bir şekilde kullanılır,

(24)

11

2. Âyet-hadîs iktibasları ve tasavvufî kaynaklardan alıntılar yapılır,

3. Hadîs, fıkıh, kelâm, hikmet, ilm-i nücûm, tıb, kimya, ilm-i tabir-i rüya ve ebced muamma gibi çesitli ilimlerden istifade edilir

4. Şerhlerin birçoğunda, şârihin eseri neden şerh ettiğine dair klâsik sebepler sunduğu “sebeb-i teşrîh” bölümü bulunur.

5. Arapça, Farsça ve Türkçe manzum iktibaslar yapılır. 6. Şârihler, kendi şiirlerinden örnekler de naklederler.

7. Kaziyye, mefhum, darb-ı mesel, kelâm-ı kibar adıyla takdim edilen çok sayıda kalıp ifade kullanılır.

8. Şâirin hayatıyla ilgili birtakım bilgilerden yola çıkılarak şiirin manâsı anlaşılmaya çalışılır.

9. Manzumeyle alâkalı alâkasız birçok konu muhakeme edilerek tenkide tâbî tutulur (Ceylan, 2002: 894-895)

Görüldüğü üzere, klâsik şerhlerde izlenen yöntem, metin, metin çevirisi, gramatik izahlar ve sözlük bilgileri, açıklama (şerh, izah), açıklamayı güçlendirme, delillendirme, örnekleme, anlamı yorumlama amacıyla ek bilgi verme ve metin tercümesi olarak özetlenebilir. Buna karşın, günümüz şerh anlayışında görülen metne bütüncül bir yaklaşımla farklı açılardan yaklaşılarak eserin genel kurgusu, iç ve dış yapı özellikleriyle ele alınması, klâsik şerhlerde görülmez. Klâsik şerhlerde, şârih metnin anlam boyutuna odaklanır; genellikle bunun dışına çıkmaz.

1.6. Klâsik Türk Edebiyatında Şerh Geleneği ve Şerhlerin Tasnifi

Arap ve Fars edebiyatından sonra Türk edebiyatında ilk şerh metinleri, XIII. asırdan itibaren dinî-tasavvufî mahiyette yazılmaya başlanmıştır. Ayrıca, ilk şerhlerin genellikle Arapça ve Farsça metinlere yazıldığı görülür. Bu nedenle, ilk dönem şerhleri, daha çok tercümeye yakın eserlerdir. Çoğunlukla nesir olarak kaleme alınan şerh eserlerinin klâsikleşmesi ise, XVI. asırdan itibaren gerçekleşmiştir. Klâsik Türk Edebiyatında yazılmaya başlanan ilk şerhler, genellikle dinî-tasavvufî mahiyettedir. Anadolu’da yazılmış en eski şerh metni olarak gösterilen eser, Mehmed b. Âşık Selmân el-Lâzkî’nin 1397’de, Şâtıbî’nin tecvîd ile ilgili kasîdesini manzum olarak Türkçeye aktardığı “Keşfü’l-Me’ânî”dir. Bu eseri kaynak metinle karşılaştıran Muharrem Daşdemir, eserin şerh olarak değerlendirilmesi gerektiğini ifade eder (Daşdemir, 2007). Bu eserden sonra ilk şerh

(25)

12

eserlerinden bir diğeri, Hızır b. Ya’kûb el-Hatîb’in 1406’da kaleme aldığı Cevâhirü’l-Me’ânî fî-Şerhi Esmâi’l-Hüsnâ adlı esmâ’ü’l-hüsnâ şerhidir (Yazar, 2011: 41).

Anadolu sahasında şiirlerine şerhler yazılan ilk şâirlerden biri de Yunus Emre’dir. Yunus’un “Çıktım erik dalına” diye başlayan ünlü şathiyesi, ilk defa XV-XVI. asır şârihlerinden Şeyhzâde Muhyiddin Mehmed Efendi tarafından şerh edilmiştir. Daha sonraki asırlarda Niyâzî-i Mısrî, İsmail Hakkı Bursevî, Ali Nakşibendî, İbrahim Hâs da bu şathiyeye şerhler yazmışlardır. Türkçe eserlere kaleme alınan şerhlerden Hacı Bayrâm-ı Velî (ö. 833/1430)'nin “Çalabım bir şar yaratmış…” diye başlayan İlahîsine birçok şârih tarafından tarafından daha sonraki asırlarda şerhler yazılmıştır. Şerh edilen Türkçe eserlerden şiirleri en fazla şerh edilen şâirlerin başında gelen Niyâzî-i Mısrî(ö. 1105/1694)’nin Dîvân’ı ise Edremidli Mürîd-zâde Mustafa Aczî Ağa, Salâhaddîn Abdullâh el-Uşşâkî es-Salâhî, Hüseyin Vassâf ve XIX. asır sûfî şâirlerinden Muhammed Nûrü'l Arabî tarafından şerh edilmiştir (Ceylan, 2010: 567; Dağlar, 2007: 21).

XV. asırda dikkat çeken şerhlerin başında Sultan II. Murad devrinin önemli şâir ve âlim şahsiyetlerinden Muiniddin b. Mustafa (ö. XV. yüzyıl)’nın 1436’da manzum olarak kaleme aldığı, edebiyatımızdaki ilk mesnevî tercüme ve şerhi olan “Mesnevî-i-Muradiyye” isimli şerh gelir. Muînî, eserinde önce metni vermiş; sonra da metnin tercüme ve şerhini yapmıştır. Muini, bazı beyitlerde tercüme sınırlarını aşarak şerh boyutunda izahlarda bulunmuştur. Demirel, 2007: 481) Mevlânâ’nın Mesnevî’si klâsik şerh geleneğimiz içerisinde daha sonra birçok defa şerh edilmiştir. XV. Asrın öne çıkan diğer şârihi ise, Nakşibendî şeyhi İlâhî-i Simavî’dir. Esmâü’l-Hüsnâ şerhi ile birlikte, halifesi olduğu Dede Ömer Rûşenî’nin iki Türkçe şiirine şerhi vardır. İlâhî, Türkçe metinlerin şerhi hususunda ilk adımları atmıştır (Yazar, 2011: 42) Öte yandan, XIV. asırdan itibaren, kırk hadîs tercüme ve şerhlerine rastlanır. XV. yüzyıldan itibaren artarak devam eden kırk hadîs geleneğinde yazılan eserler, tercüme olarak adlandırılsa da metot olarak şerhlerden farklı değildir. XVI. yüzyılda yazılmış olan Usûlî, Melâmî Dede, Fuzûlî, Nev’î, Latîfî, Mecdî, Âli, Rihletî, Abdülmecid b. Nasuh, Âşık Nettâ’î, Selâmî Mustafa Efendi, Merdumî gibi sanatçılara ait on beş civarında kırk hadîs tercümesi bulunmaktadır (Karahan, 1991: 161-205)

XVI. yüzyılın birinci çeyreğinden itibaren şerh faaliyetlerinde önemli bir artış görülür. Bu dönem şerhlerinin büyük çoğunluğu, Arapça-Farsça eserlere yazılan şerhlerdir. Türkçe şerhler ise, genellikle dinî-tasavvufî, didaktik ve ahlâkî nitelikteki eserlere yazılmıştır. Bu asırda en çok şerh yazılan eserler: Kırk Hadîs mecmuaları, evrâd mecmuaları, hilye-i nebî mecmuaları, Esmâ-i Hüsnâ risâleleri, Fıkh-ı Ekber, Hâfız Dîvânı,

(26)

Füsûsü’l-13

Hikem, Mesnevî, Gülşen-i Râz, Bostân, Gülistân, Bahâristân’dır (Ceylan, 2000: 25). Bu asırdan itibaren şerh eserlerinin konu alanının genişlediği ve klâsikleşmeye başladığı görülür. Bu asırda dinî-tasavvufî şerhlerin yanı sıra, edebî şerhler de önemli bir artış göstermiştir. Mevlânâ’nın Mesnevî’si Türkçe; Şeyh Sâdî’nin Gülistan’ı Arapça olarak ilk kez Sürûrî tarafından şerh edilmiştir. Öte yandan, Şâhidî İbrahim Dede (ö. 1550), Sûdî, Şem’î, Hüseyin b. İbrâhîm el-Kefevî (ö. 1601) gibi isimler tarafından Türkçe olarak şerh edilmiştir. Sa’dî (ö. 691/1292)’nin diğer eseri Bostan ise, yine Sürûrî tarafından Farsça olarak şerh edilmişken, Sûdî ve Şem’î tarafından da Türkçe olarak şerh edilmiştir. Yine bu asırda Lâmiî’nin şerhiyle Gülistan Dîbâcesi şerh edilmeye başlanmıştır (Yazar, 2011: 43). Yine bu asırda şerh edilen en önemli eserlerin başında Sûdî, Sürûrî ve Şem’î tarafından şerh edilen “Hâfız Dîvânı” gelir.

XVI. asırda dikkat çeken önemli bir şerh sahası da lügat şerhleridir. Pîrî Paşazâde Cemâlî Mehmed b. Abdülbâkî (ö. 1532)’nin, Tuhfe-i Mîr (Şerh-i Tuhfe-i Şâhidî), Merkezzâde Ahmed Efendi (ö. 1555)’nin Bâbüsü’l-Vasît Tercüme-i Kâmûsi’l-Muhît, Abdülcelîl b. Yûsuf el-Akhisarî (ö. 1571)’nin Şerhü’l-Mustafî fî Fethi’s-Sükkeri’s-Sâfî, Abdülcelîl b. Yûsuf Akhisarî (ö. 1571)’nin Şerh-i Seb’a-i Ebhur, Mehmed b. Mustafâ el-Vanî (ö. 1591)’nin, Tercüme-i Sıhahü’l-Cevheri (Vankulî Lüğati), Şârih-i Füsûs olarak bilinen Sûdî Bosnevî (ö. 1596)’nin, Şerh-i Tuhfe-i Şâhidî adlı şerhleri, asrın öne çıkan sözlük şerhleridir (Gümüş, 2006)

XVI. asırda şerh edilen eserlerden bir diğeri, İranlı şâir Nizâmî (ö. 611/1214)’nin “Hamse”sinde yer alan mesnevîlerdir. Bu mesnevîlerin tercüme mahiyetinde birçok aktarımı yapılmıştır. Şem’î, Nizâmî’nin Mahzenü'l-Esrâr’ı, Attâr’ın Pendnâme ve Mantıku’t-Tayr’ı, Mollâ Câmî’nin Bahâristân, Sübhatü’l-Ebrâr ve Tuhfetü’l- Ahrâr’ı ile Şâhî’nin Farsça Dîvân’ını şerh etmiştir (Yazar, 2011: 43). Öte yandan, Mollâ Câmî (ö. 898/1492)’nin “Bahâristân”, “Sübhatü’l-Ebrâr” ve “Tuhfetü’l-Ahrâr” ı şerh edilen diğer önemli eserlerdir. Yine dinî-tasavvufî şerhlerden Kasîde-i Bürde şerhleri bu asırda yazılmaya başlanmıştır. İlk olarak Ka’b bin Züheyr’in Hz. Peygamber’e Banet Suâd veya Kasîde-i Bürde olarak meşhur olan kasîdesinden sonra, Muhammed el-Bûsîrî de Kasîde-i Bürde adıyla meşhur bir kasîde yazmıştır. Özellikle Muhammed el-Bûsîrî’nin Kasîde-i Bürde’sine, klâsik şerh geleneğimiz içerisinde birçok tercüme ve şerh yazılmıştır. Tespit edebildiğimiz kadarıyla kasîde üzerine 110’dan fazla şerh yazılmıştır. Kasîde-i Bürde, ilk defa, Fatih dönemi âlim ve şâirlerinden Abdurrahîm-i Karahisârî tarafından 1453 senesinde manzum olarak Türkçeye çevrilmiştir. Yine “Kemâl Paşazâde (ö. 1533), Şemseddin Sivâsî (ö. 1597), Nahîfî Süleyman (ö. 1738)

(27)

14

ve Şeyhülislam Mehmed Mekkî, Visâlî Mehmed (ö. 1621) ve Âbidin Paşa (ö. 1908) Kasîde-i Bürde şerhKasîde-i yazan dKasîde-iğer önemlKasîde-i şâKasîde-irlerdKasîde-ir (Cankurt, 2014: 283-284).

Şerh geleneğinin zirve devri sayılabilecek XVI. asırda muammalar da şerh geleneği içerisine dâhil olmuştur. Şerh-i Muammayât-ı Câmî, Şerh-i Muammayât-ı Alî Ker, Şerh-i Muammayât-ı Mîr Hüseyn ve Şerh-i Şebistân-ı Hayâl adlı eserleri ile Sürûrî, muammâ şerhinde öne çıkan şârihlerin başında gelir. Sürûrî’nin dışında, Lâmiî Çelebi, Behiştî, Vizeli Ramazan Efendi (ö. 1571) ve Alî el-Arabî (ö. 1564’ten sonra) de muamma şerhleri olan şârihlerdir (Yazar, 2011: 44)

XVI. Asrın özellikle edebî metin şerhi söz konusu olduğunda akla ilk gelen en önemli şârihleri arasında gösterilen Füsûs şârihi, Sûdî Bosnevî, Sürûrî ve Şem’î Efendi Mevlânâ’nın Mesnevî; Sa’dî (ö. 691/1292)’nin Bostân veGülistân’ını şerh etmişlerdir. Daha ziyade tercümeye yakın aktarım amaçlı bir şerh metodunu takip ettiği görülen Sürûrî ve Şem’î’ye karşın, Sûdî’nin şerhlerinde, izahatların ağırlıkta olduğu görülür. Sûdî’nin şerhlerinde, filolojik açıklamalar, örneklendirme ve kendisinden önce yapılan şerhlere göndermeler vardır. Bu yönüyle, tercümeden çok klâsik şerh özellikleri taşıdığı görülür (Yazar, 2011: 45). Ayrıca, Sürûrî’nin Farsça olarak kaleme aldığı Mesnevî Şerhi, Anadolu sahasında mesnevînin tamamına yapılan ilk şerhtir. Klâsik şerh geleneğimiz içerisinde, Mevlânâ’nın Mesnevî’sine, birçok manzum mensur tercüme ve şerh yazılmıştır. Bu asırda, mesnevîye, İbrahim el Hüseynî Kayserî (ö. XVI. yüzyıl), Bosnalı Sûdî Efendi (ö. 1595), Malkaralı Nev’î Yahya Efendi (ö. 1599), Şem’î Şemullâh (1602-1603) gibi isimler tarafından şerh yazılmıştır (Güleç, 2008).

XVI. asırda zirveye ulaşan şerh faaliyetleri, XVII. asırda Rusûhî-i Ankaravî tarafından kaleme alınan, Mesnevî’nin tasavvufî anlam dünyasını âyet ve hadîslerle sık sık delillendirilerek açıklandığı şerh dikkat çeker. Bu şerh, ulemâ arasında “Fâtihü’l-Ebyât” adıyla söhret bulmuştur. Daha sonra, Ankaravî, mesnevînin tamamını şerh ederek eserine Mecmûatü’l-Letâyif ve Matmûratü’l-Maârif adını vermiştir (Dağlar, 2007: 47) Ayrıca, Hacı İlyaszâde Ömer (ö. 1625), Abdülmecîd Sivasî (ö. 1639), Hacı Pîrî (ö. 1640, Abdullâh-ı Bosnevî (ö. 1644), Pîr Mehmed Efendi el-Mevlevî (ö. 1617), Sarı Abdullâh Efendi (ö. 1660), Sabûhî Ahmed Dede (ö. 1647), Adnî Receb Dede (ö. 1683) Mesnevî’nin bazı ciltlerini şerh etmişlerdir. Bu asırda dikkat çeken diğer şerhler de Yûsuf Sîneçâk’ın Cezîre-i Mesnevî’sine yapılan şerhlerdir. İlmî Dede (ö. 1611), Abdülmecîd Sivâsî (ö. 1639) ve Abdullâh Bosnevî (ö. 1644), Sîneçâk’ın bu eserini mensur olarak şerh ederken, Cevrî İbrahim Çelebi (ö. 1654)

(28)

15

ise, Hall-i Tahkikât ismiyle, manzum olarak şerh etmiştir (Demirel, 2007: 487-490; Yazar, 2011: 46)

XVII. asır şerhlerine bakıldığında ise, ilk defa çift kahramanlı bir aşk mesnevîsinin şerh edildiği görülmektedir. Ömer el-Halvetî el-Manisavî’ye ait olduğu düşünülen bu eserde, Mollâ Câmî (ö. 898/1492)’nin Yûsuf u Züleyhâ’sı tercümeye yakın bir yöntemle şerh edilmiştir (Yazar, 2011: 46).

XVII. asırda, edebî şerhler arasında, Türk şâirler üzerinde büyük tesire sahip olan “Sebk-i Hindî” şâiri Urfî-i Şirâzî’ye yazılan şerhler görülür. Urfî’nin başta kasîdeleri olmak üzere, Vehbî mahlaslı Telli Mehmed b. İbrâhîm (ö. 1666’dan sonra), Neşâtî (ö. 1673), Adnî Receb Dede (ö. 1688), Rodosîzâde Mehmed Emîn Efendi (ö. 1701) ve Himmetzâde Abdî (ö. 1710) gibi şârihler tarafından şerh edilmiştir (Yazar, 2011: 47). Bu asrın önde gelen diğer şârihleri arasında, İ. Hakkı Bursevî, Süleyman Zâtî Efendi (ö. 1738), Hasan Sezaî Efendî (ö. 1744), Salâhaddîn-i Uşşâkî (ö. 1782) yer alır. Uşşâkî'nin Şerh-i Rubâî-i Ali ve Şerh-i Muammâ-yı Ali'si vardır (Ceylan, 2010: 567)

XVIII. asırda, dîvân şerhleri arasında, Müstakîmzâde’nin Hz. Alî’ye nispet edilen şiirlere yaptığı şerh dikkat çeker. Öte yandan, bu asırda şerh edilen edebî eserler arasına İranlı Sebk-i Hindî şâirlerinin dîvânları girer. İran şâirlerinden Sâib-i Tebrizî (ö. 1087/1676)’nin şiirlerine Pîrîzâde Osmân Sâhib (ö. 1770), Şerh-i Gazeliyyât-ı Sâib ve Ebûbekir Nusret b. Abdullâh el-Harputî (ö. 1793) Şerh-i Dîvân-ı Sâib (Ünlü, 2009) adlı şerhler kaleme almışlardır. Diğer Sebk-i Hindî şâiri Urfî’nin şiirleri ise, Tellizâde Vehbî Efendi (ö. 1076/1666’dan sonra), Mevlevî Neşatî Dede (ö. 1085/1674), Derviş Adnî Dede (ö. 1100/1689), Vakanüvis Abdurrahman Abdî Efendi (ö. 1102/1691), Sahaif Ahmed Rüşdî Efendi (ö. 1111/1700), Rodosîzâde Muhammed Efendi (ö. 1113/1701), Himmetzâde Abdî Efendi (ö. 1122/1710), İsmail Hakkı Bursevî (ö. 1137/1725), Arpaeminizâde Sâmî Efendi (ö. 1146/1734), Neylî Mirzazâde b. Muhammed İstanbulî (ö. 1161/1748), Urfalı Derviş Ömer Nüzhet Efendi (ö. 1196/1781), Müstakimzâde Süleyman Efendi (ö. 1202/1788), Yanyalı Süleyman Efendi (ö. ?), Trabzonî Murtazâ Efendi (ö. ?), Azamet Giray Hân devrinde yaşayan Nurullâh Harezmî (ö. ?) gibi şârihler tarafından şerh edilmiştir (Gözitok, 2017)

Bir diğer İranlı “Sebk-i Hindî” şâiri Şevket-i Buhârî (ö. 1699)’nin şiirleri ise, Hâkim Seyyid Mehmed Efendi (ö. 1771) ve Şerh-i Kasâid-i Mevlânâ Şevket Adıyla Mehmed Murad Nakşibendî tarafından şerh edilmiştir (Başçetin, 2014; Göllü, 2018)

(29)

16

XVIII. asırda Salâhaddîn-i Uşşâkî (ö. 1197/1783), İsmâîl Hakkı Bursevî (ö. 1137/1725), Müstakîmzâde Süleyman Sadeddin (ö. 1202/1788) gibi şârihlerle, Türkçe tasavvufî metinlere yapılan şerhler zirve noktasına ulaşmıştır. Şerh alanında birçok eser kaleme alan İsmail Hakkı Bursevî, asrın en önemli şârihlerinden biridir. İsmâîl Hakkı Bursevî, Yûnus Emre (ö. 720/1320 [?])’nin 4 şiirini; Hacı Bayrâm-ı Velî (ö. 833/1430)’nin meşhur şathiyesini; Niyâzî-i Mısrî (ö. 1105/1694) ve Ahmedî (ö. 815/1412-13)’nin birer gazelini şerh etmiştir. Yazıcıoğlu Mehmed (ö. 855/1451)’in meşhur Muhammediye’si de İsmâîl Hakkı Bursevî (ö. 1137/1725)’nin şerh ettiği metinler arasında yer alır. Türkçe tasavvufî şerhleriyle ön plana çıkmış diğer bir şârih Salâhî ise, Eşrefoğlu Rûmî (ö. 874/1469 -70 [?]), İsmâîl Hakkı Bursevî ve Cemâleddîn Uşşâkî (ö. 1164/1751)’nin birer, Âşık Ömer (ö. 1119/1707 [?])’in iki, Niyâzî-i Mısrî’nin de üç şiirini şerh etmiştir. Kendisinin yazdığı muamma türündeki Türkçe bir manzume de onun şerhleri arasında yer almaktadır (Yazar, 2011: 53)

XIX. asırda ise Müridzâde Mustafa Aczî Ağa (ö. 1882), Harîrizâde Mehmed Kemâleddin Efendi (ö. 1882), Selânikli Şeyh Ali Urfî Efendi (ö. 1887), Cabbarzâde Ârif Bey, Seyyid Ali Şermî, Süleymaniyeli Nâcim Abdurrahman Efendî (ö. 1894) isimli şârihlerin isimleri yer almaktadır.

Klâsik Türk Edebiyatının mensur eserleri içerisinde hayli yekûn tutan ve yukarıda kısaca özetlenen şerh eserlerinin sayısı, yeni bulunan eserlerle her geçen gün artmaktadır. Genel anlamda şerh olarak isimlendiren bu çalışmalar, kendi hususiyetlerine göre farklılıklar arz etmektedir. Bu nedenle şerhlerin zihnimizde daha iyi kavranabilmesi ve şerhler arasındaki nüansların görülebilmesi için tasnif çalışmaları yapılmıştır. Bu tasniflerden Atabey Kılıç’ın tasnifi şöyledir:

1. Şerh metoduna göre: Geleneksel/Modern 2. Biçimine göre: Manzum/Mensur

3. Şerh edilen eserin diline göre: Arapça/Farsça/Türkçe

4. Muhtevasına göre: Dinî/Tasavvufî/Edebî/Diğer ilimler (Kılıç, 2007).

Yukarıda özetlenen Kılıç’ın tasnifine ek olarak İsmail Güleç'in makalesinde mesnevî şerhlerine uyarlayarak yaptığı şerh tasnifi şu şekildedir:

A. Metoda göre 1. Geleneksel şerhler a. Mufassal şerhler

(30)

17

b. Muhtasar şerhler 2. Yeni şerhler B. Amaca göre

1. Okurları bilgilendirmek amaçlı şerhler

2. Bir düşünce veya inanç sistemini açıklamak için yapılan şerhler C. Biçimine göre

1. Manzum şerhler 2. Mensur şerhler

D. Şerh edilen metne göre 1. Düzenli olarak yapılan şerhler 2. Düzensiz olarak yapılanlar (seçme) E. Şârihin tarikatına göre

1. Mevlevî

2. Diğer (Güleç, 2009).

Yukarıda örnekleri görülen tasnif denemelerine farklı kıstaslar eklenerek yeni tasnifler de yapılabilir. Bu tasniflerden faydalanarak bizi asıl ilgilendiren edebî çerçevede yazılan eserlerin şekil, tür ve dil eksenli olarak yapıldığı şerh tasnifimiz aşağıda yer almaktadır:

1.6.1. Farsça Eserlere Yazılan Şerhler 1.6.1.1. Farsça Dîvân Şerhleri

Farsça yazılan eserler için kaleme alınan şerhler içerisinde dîvânlara yazılan şerhlerin ağırlıkta olduğu görülür. Klâsik Türk Edebiyatı şerh geleneği içerisinde, Hâfız-ı Şirâzî (ö. 792/1390), Şâhî (ö. 1426), Mollâ Câmî (ö. 898/1492), Yavuz Sultan Selîm (ö. 1520), Ferişte (ö. 1587’den sonra), Urfî-i Şirâzî (ö. 1590), Sâib-i Tebrîzî (ö. 1087/1676), Şevket-i Buhârî (ö. 1695)’nin dîvânlarına şerhler yazılmıştır.

1.6.1.2. Dîvânlar Haricindeki Farsça Müstakil Eserlere Yazılan Şerhler

Dîvânlar haricinde şerh yazılan Farsça eserler, genellikle, dinî-tasavvufî eserlerdir. Bunların başında Mevlânâ’nın Mesnevî’si, Sa’dî (ö. 691/1292)’nin Gülistân ve Bostân’ı, Feridüddin Attâr’ın Pendnâme ve Mantıku’t-Tayr’ı, Şebüsterî’nin Gülşen-i Râz’ı, Mollâ Câmî’nin (ö. 898/1492) Lüccetü’l-Esrâr ve Bahâristân, Tuhfetü’l-Ahrâr, Mahzen-i Esrâr, Sübhatü’l-Ebrâr’ı, gelir.

(31)

18

1.6.2. Arapça Eserlere Yazılan Şerhler

1.6.2.1. Arapça Dîvân ve Dîvânlar İçerisinde Yer Alan Manzumelerin Şerhleri Hz. Ali (ö. 661)’ye atfedilen Arapça şiirlerin derlendiği dîvânın şerhleri bulunmaktadır.

1.6.2.2. Arapça Müstakil Nazım Şerhleri

İmrü’l-kays’ın (ö. 540) Muallaka şiirleri, Ka’b bin Züheyr’in (ö. 645) Kasîde-i Baned Suâd, Kasîdetü’l-Lâmiyye, Kasîdetü’l-Dimyâtiyyeve Muhammed b. Said el-Bûsîrî’nin (ö. 1293) Kasîdetü’l­Bürde, İbni Sînâ’nın (ö. 1037) Kasîde-i Rûhiyye’si, Tantarânî’nin (ö. 1092) Kasîde-i Tantarâniyye’si, Abdülkâdir Geylânî’nin (ö. 1165) Kasîde-i Tâiyye’si, İbnü’l-Fâriz’in (ö. 1235 Kasîde-i Hamriyye ve Kasîde-i Tâiyye’si, İbni Arabî’nin Füsûsu’l-Hikem’i Mevlânâ’nın (ö. 1273) Kasîde-i Mîmiyye’si, klâsik şerh geleneğimiz içerisinde şerh edilen Arapça eserlerdendir (Ceylan, 566-567)

1.6.3. Türkçe Dîvân ve Müstakil Eserlere Yazılan Şerhler

Klâsik şerh geleneğimizde Türkçe dîvânlara yazılan şerhler azdır. Niyâzî-i Mısrî (1674) ve III. Murâd’ın dîvânların tamamı veya bir kısmı, şârihler tarafından şerh edilmiştir. Bunun yanı sıra, Yûnus Emre (ö. 1321), Hacı Bayrâm-ı Velî (ö. 1430), Eşrefoğlu Rûmî (ö. 1469), Dede Ömer Rûşenî (ö. 1486), Lâmiî Çelebi (ö. 1531), Azîz Mahmûd Hüdâyî (ö. 1623), Niyâzî-i Mısrî (ö. 1694), İsmâîl Hakkı Bursevî (ö. 1724) ve Sezâî-i Gülşenî’nin (ö. 1738) şiirlerine ve Yazıcıoğlu Mehmed’in Muhammediye; Celâlzâde Sâlih Çelebi’nin Dürer-i Nesâyih’i gibi dinî-tasavvufî mahiyetteki eserlerine yazılan şerhler daha fazladır. Yukarıda zikredilen şerhler dışında, bizleri ilgilendiren diğer şerhler ise, sözlük şerhleridir. Klâsik şerh geleneğimiz içerisinde Arapça ve Farsça sözlüklere birçok şerh yazılmıştır. Örnek verecek olursak, manzum sözlüklerimizden Şahidî'nin Lügat-ı Şahidî’si Abdurrahmân bin Abdullâh-ı Kuddûsî, Nâdîde Ahmed Hâfız, Ahmed-i Eğribozî, Pîrî Paşa-zâde Mehmed bin Abdülbâkî el-Cemâlî tarafından; SünbülPaşa-zâde Vehbi'nin Tuhfe-i Vehbî’si: Elbistanlı Hayâtî Ahmed Efendî, Akovalı-zâde Ahmed bin Osmân tarafından; Nuhbe-yi Vehbî’si: Ali Rıza bin Mehmed Rüşdi Yalvacî, Yayaköylü Ahmed Reşid el-İzmirî, Raşid Efendi tarafından; Osman b. İbrahim Bosnevî'nin Sübha-i Sıbyân’ı: Seyyidî Efendî, Rasim Fodlacî-zâde Ahmed, Hâcî İsmâîl Zühdî bin Ömer, Bosnavî Mehmed Necîb tarafından şerh edilmiştir (Dağlar, 2007: 23). Ayrıca, Türkçe-Arapça, Türkçe-Farsça, Türkçe-Arapça-Farsça manzum sözlüklerimizden Ferişte ibni Melik’in Firişteoğlu Lügati, Halîmî’nin Bahrü'l-Garâib'i, Şeyh Ahmed Şihabî’nin Nazmü'l-leal'i, Hüseyin Murtazâ el-Bağdâdî'nin Lügat-ı

(32)

19

Tarih-i Vassâf’ı, Antakyalı Şeyh Ahmed'in Se Zebân'ı ile Ayıntâbî Hüseyin Aynî'nin Nazmü'l-Cevher'i şerh edilen diğer önemli eserlerdir (Ceylan, 2010: 567)

1.6.4. Modern Şerhler

Klâsik Türk Edebiyatı’nda ilk örneklerine XIV. asırdan itibaren rastladığımız ve XVI. asırdan itibaren ise tam anlamıyla klâsikleşmeye başlayan şerh çalışmaları, XX. Asrın başlarına kadar devam etmiştir. Bu asırdan itibaren ise, modern kuramlarla klâsik şerh yöntemleri birleştirilerek yeni şerh çalışmaları ortaya konulmaya başlamıştır. Bu dönemde Ömer Ferit Kam, Tahir Olgun ve Ali Nihat Tarlan gibi isimler, klâsik şerh geleneğine yakın örnekler vermişlerdir. Klâsik şerhlerle benzer özellikler göstermekle birlikte, bu çalışmalarla klâsik ve modern şerhler ayrı kategoride değerlendirilmeye başlanmıştır.

Klâsik dönemde yazılan şerh eserleri ile XX. asırdan sonra yazılmaya başlanan şerhlerin en önemli farklarında biri, şerhin amacıdır. Özellikle Cumhuriyet Devri’nden sonra Osmanlı Türkçesi ile yeni nesiller arasında oluşan kopukluk, modern şerhlerin amacını da etkilemiştir. Ayrıca, modern hayatla birlikte sosyal hayatta meydana gelen değişimler, beraberinde kültürel kopuşu da getirmiştir. Bu nedenle, modern şerhlere bakıldığında, şerhlerin dilsel ve kültürel birleşmeyi de sağlamaya çalıştıkları görülür.

Modern şerhleri klâsik şerhlerden ayıran diğer bir unsur da modern şerhlerin eser üzerine estetik yorumlamalar getirmesidir. Klâsik şerhlerde eserin daha çok anlam dünyasına yönelik olan; estetik yönünün ihmal edildiği izahlara ek olarak bu dönem şerhlerinde edebî sanat izahlarında artış gözlemlenir (Yekbaş, 2008: 201). Zira Ömer Ferit Kam, Âsâr-ı Edebiye Tetkikâtı adlı çalışmasının ön sözünde, mevcut eserlerin tetkikinde, amacın eserin sahip olduğu güzellikleri tespit etmek; böylece o eserin sanat değerini ve kıymetini ortaya koymak, olduğunu ifade eder (Çeltik, 2003: 60).

Türkiye’de metin şerhini modern anlamda ele ilk alanlardan biri, Ali Nihat Tarlan’dır. Edebiyat Meseleleri kitabının “Metinler Şerhine Dair” başlıklı makalesinde, “şerh”le ilgili görüşlerini dile getirmiştir. Tarlan’ın modern metin şerhine dair teorik görüşlerini tatbik ettiği ve tahlil yöntemini kullandığı Şeyhî Dîvânını Tedkîk ve klâsik ve modern şerh yöntemini birlikte kullandığı Fuzûlî Dîvânı Şerhi isimli çalışmaları, bu alanda son derece önemli ve başarılı birer model teşkil etmiştir.

Ali Nihat Tarlan’ın öğrencilerinden Mehmet Çavuşoğlu da Dîvânlar Arasında ve Necati Bey Dîvânı’nın Tahlili adlı çalışmalarında, benzer bir yöntem uygulamıştır. Çavuşoğlu’nun çalışması, Tarlan’ın Şeyhi Dîvânının Tetkik’inden daha kapsamlıdır.

(33)

20

Beyitlerdeki kelimeler, mazmunlar ve mefhumlar tasnif edildikten sonra, hayal unsurlarının da izah edildiği görülür (Çavuşoğlu, 2001: 14). Lâkin bu eserler şerh özelliğinden daha çok tahlil özelliği gösterir.

Ali Nihat Tarlan’ın ekolünü benimseyen isimlerden Haluk İpekten, şerhlerinde, metni, metnin nesre çevirisi, şekil ve muhteva yönünden incelenmesi, mazmunların ve edebî sanatların izahı aşamaları ile inceler. İpekten, metnin tasavvufî anlamını açıklarken de yine metni esas alma yolunu seçer. Şâirin mutasavvıf biri olup olmadığı, onun için önemli değildir. Tasavvufun metinde taşıdığı estetik değer, şerh yönteminde temel esastır. Bu yöntemi, Fuzûlî, Bâkî, Nef’î (ö. 1636), Nâ’ili, Şeyh Gâlib’in şiirleri için “Hayatı, Edebî Kişiliği ve Bazı Şiirlerinin Açıklamaları” başlıklarıyla kaleme aldığı çalışmalarında uygulamıştır.

Modern şerh alanında bir diğer önemli isim olan Amil Çelebioğlu’nun da “Fuzûlî’nin Bir Beyti Üzerinde Bazı Düşünceler” isimli çalışmasında, Ali Nihat Tarlan’ın şerh ekolünü takip ettiği görülür. Çelebioğlu, metni incelemede dikkat edilecek hususları şöyle sıralar:

1. Kelimelerin lügat manâsının açıklanması, 2. Kelimelerin ıstılah manâsının açıklanması,

3. Beyitteki mecaz, kinâye, tevriye ve benzeri sanatların tespiti ve izahı,

4. Kelimelerin metinde yüklendiği fonksiyonların ve kelimenin yüklendiği görevin bulunması,

5. Kelimeler arası bağlantı kurulması,

6. Farklı dönem ve seviyedeki şâirlerin aynı konuda yazılmış eserlerin karşılaştırılması (Yeniterzi, 1999: 59).

Amil Çelebioğlu’nun yukarıda maddeleri sıralanan modeline ek olarak Emine Yeniterzi, kendi görüşlerini şu maddeler altında sıralar:

1. Edebî eserdeki ilim konularının, terimlerin, özel isimlerin tespiti 2. Metinlerdeki söz sanatlarının tespiti

3. Folklorik malzemenin tespiti

4. Metinde yer alan âyet ve hadîslerin tespiti 5. Mazmunların tespiti

6. Eski şerhlerin taranması

7. Edebî tahlillerin bir sonuca ulaştırılması (Yeniterzi, 1999: 60).

Son yıllarda modern şerh yöntemlerine Batılı yaklaşımların da dâhil olduğu görülür. Bunların başında gelen Yapısalcı Yaklaşım’da, eserin içyapısı ve özel dizgesine odaklanılır.

Referanslar

Benzer Belgeler

Münşe’āt , mīmüñ żammı ve nūnuñ sükūnı ve şīnuñ fetḥiyle ism-i mef‘ūldür if‘āl bābından ya‘nī enşa’a-yünşi’u dan -ki mehmūzü’l-lāmdur, cem‘-i

Bu durum daha sonraki bazı âlimlerin, dua bahsini hadis ilminin bir bölümü şeklinde göstermelerine yol açmış ve belli başlıklar altında incelenmiştir.34 Âyetlerde olduğu

Cantharellus melanoxeros is characterized by small to medium sized fruit body blacking when bruised, with a saffron yellow pileus, yellowish to pinkish liliac stipe and rose

Ayrıca üretilen jeopolimer malzemelerin 7 gün sonunda oluşan basınç dayanımları ölçülmüştür.Elde edilen sonuçlar alunit mineralinin kullanımıyla yeni bir

Eserin hiçbir nüshasında şerhe isim olabilecek bir başlık veya bir ibare yer almadığı gibi metnin içinde de müellif tarafından bu amaçla kullanılmış bir ifade

Çalışma barışı, işgörenlerin örgütlerinde karşılıklı olarak uyum ve iş birlikteliğini sağlamalarını ifade etmektedir. Böyle bir örgüt ortamında

İslam düşüncesinin genel çerçevesi içinde ahlâk disiplininin oldukça geniş ve o ölçüde önemli bir yeri vardır. İslam düşüncesinde ahlâkı bir disiplin olarak

Ùalóa bin èAbdullÀh, Óaøret-i èOåmÀna didi ki: “ŞÀma rıólet idüp anda úarÀr eyle tÀ ki senüñ leşkerüñ seni bu àavàadan ãaúlayup óıfô ideler” diyicek