• Sonuç bulunamadı

Bir dramdan bir sanatçı yaratan "balıkçı"ya kocaman bir "merhaba"

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Bir dramdan bir sanatçı yaratan "balıkçı"ya kocaman bir "merhaba""

Copied!
5
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)
(2)

A Y Ş E Y E T M E N

“Balıkçı” ya da “Halikarnas Balıkçısı” adıyla tanınan C evat Şakir Kabaağaçlı 17 Nisan 1890 da

kimi kaynaklara göre A tin a’da kimi kaynaklara göre de G irit'te doğmuştur. Kendisinin

söylediğine göre kesin doğum yeri G irit’tir; iki buçuk yaşında İstanbul’a gelmiştir. Ortaöğrenim ini

İstanbul Robert K olejin d e tam am layan C evat Şakir, yüksek öğrenim ini İngiltere’de Oxford

Üniversitesi Yakın Ç ağlar Tarihi bölüm ünde yapm ıştır.

D aha lisedeyken çok okuyan, çeviriler yapan, yükseköğrenim i sırasında Batı kültürüyle yoğrulan Cevat Şakir, inceleme ve a r a ş tır m a la r ın d a s ü re k li o la ra k , u yg arlıkların beşiği o lara k gösterdiği Anadolu'nun dünya uygarlığına katkılarını vurguladı.

1908 yılında İstanbul'a dönen Cevat Şakir Kabaağaçlı M .Zekeriya Sertel'in “Resimli Ay”, “Resimli Hafta"; Sedat Simavi'nin “İnci" dergilerinde yazılar yazdı; resim, karikatür çizdi, kapak resimleri yaptı. 1925 yılında Resimli Hafta dergisinde Hüseyin Kenan takma adıyla çıkan “Hapishanede İdama

M a h k û m O la n la r B ile B ile A sılm ağ a Nasıl G id e rle r?" başlıklı yazısında asker k a ç a k la rın ın y a rg ıla n m a d a n id a m edilmelerini eleştirdi. Halkı askerliğe karşı k ı ş k ı r t t ı ğ ı g e r e k ç e s i y l e İ s t i k l a l Mahkemesi'nce Bodrum' da 3 yıl süresince sürgün (kalebentliğe) cezasına çarptırıldı. C e z a s ın ın y a rıs ın ı ç e k t ik t e n so n ra a f f e d i l m e s i n e k a r ş ın İ s t a n b u l 'a d ö n m e y e re k ç o k sevdiği bu y ö re y e yerleşti. Bodrum 'un Antik Çağdaki adı o lan H a lik a rn a s s o s 'ta n e s in le n e re k H alikarnas Balıkçısı takm a adını aldı. M avi Sürgün adlı yapıtında, sürgüne

gönderildiği ve bin bir güçlükle ulaştığı Bodrum 'da kiraladığı evi ve Halikarnas Balıkçısına dönüşüm ünü kendine özgü anlatımıyla şöyle betimler: “Heyy! Açılan kapı, birdenbire gözlerim e ve gönlüm e açık denizleri, kıyı ve adaları verdi. Batı göğünde, günün ufka veda edişi turuncu ve kıpkızıl çizgiler çekm işti. O n la rın üstünde Bodrum kalesi kapkara bir siluet kesinliğinde yükseliyordu. Kıyıda beyaz evler, pem beleşm iş, denizin mavisi de koyu m enekşe olm uştu. D algalar eve doğru gelirken, tepeleriyle güneşin son ışığını kapıyorlar, u çların d an kırm ızı

(3)

Şim di artık ben yokum .

M erhaba yahu insanlar!

Siz varsınız a...

Yasam sürüyor a...

Doğa, o canım cöm ertliği

ve güzelliği ile, her sabah

doğan güneşle gözlerinizi

kam aştırıyor a...

Yasa

B iz im le paylaştığı b ilg ilerin d en ve arşivinden ötürü Rasih N uri İle riy e teşekkür ederiz.

(4)

kıvılcım lar savurarak, kapının iki adım ötesini pem be köpükleriyle yalıyorlardı. Köpükle kapı arasında, kum ve gümüş teller gibi parıldayan kuru yosunlar vardı. Ç o cu k lu k tan beri ilk defa ço c u k gibi hıçkıra hıçkıra ağlayarak kapıya dizüstü düştüm. Şid d etle hayret ettim . İçim de hayranlık! Gönül açıklığı! Şükran!.. Kıyamet kopuyor. Parmaklarımı yosunlara, kumlara daldırdım . G ü z e l dünyanın kum larını, deniz çakıllarını, yosunlarını, sanki inci pırlantaym ışlar gibi yüzüm e gözüm e sürdüm, üstüme başıma avuç avuç akıttım. O deniz, o adalar güzellikte en aşırı hayalin cennet diye göz önüne getirebileceğinden bir kat daha güzeldi. H ele o berrak gök, uzaklıklarda ne uysaldı! Denizi, asma y a p ra k la rın ın fısıltısını d u yu yord um . Burada ölm eyecek kadar kuru ekm ek ve suyla yaşamak mutluluğunu özlüyordum. D izüstü düşm ek, bir çeşit fırlam ak, h a v a la n m a k tır . B a b ıa li y o k u ş u n u n boyunduruğuna vurulmuş olan Cevat, boş bir kalıp olarak yerde yığıla dururken, onun ortasında -içinde sanki bir m ilyar kuş. sevinçle cıvıldaşarak- Halikarnas Balıkçısı irkilip, dikilm eye koyuluyordu. Yerde bir kalıp kalıyordu. O n u n içinden başka bir insan kalkıyordu. Yıllarca İsviçre'de yapılan Longine ya da O m e g a m arka sağlam saatlere ve gün doğum u ve batım ıyla ölçülen zamana göre Üsküdar'dan altı ay önce ayrılmıştım. Oysaki yalan! Yerden kalkan, “Balıkçf, Üsküdar'dan binlerce yıl ön ce ayrılmıştı!.. Üsküdar çarşısından omuzları çökük olarak geçen adamdan, ta o kadar uzaktı ki. Oydu, am a tepeden tırnağa yepyeni.”

Kendisini o günden sonra "Balıkçı" olarak t a n ım la y a n C e v a t Ş a k ir , B o d r u m açıklarında balığa çıktığı bir gün, karşılaştığı İta ly a n savaş g e m is in in a m ir a lin i konuştuğu kusursuz İtalyancası ile hayrete düşürmüş. Bir balıkçı dilimizi nasıl böyle düzgün konuşabilir diyerek, onu ajan sanan amiral,gemiyealdırttığı Balıkçının anlattıkları karşında bir kez daha şaşkına d ö n m ü ş t ü r . K e n d i s i n i y a ş a r k e n tanıyanların söylediklerine göre, bildiği d ille ri, a n a d ili o la n la rd a n d ah a iyi

kullanmakla ünlü bu çok yönlü ve uçarı sanatçı, bir taraftan balıkçılık, süngercilik, meyve yetiştiriciliği gibi işlerle uğraşırken bir taraftan da Halikarnas Balıkçısı' adıyla yazı ve hikâyeler yayımlamış, tercüm eler ya p m ıştır. B a lık çı, d o stlarıyla yaptığı y a z ış m a la r d a h il, tü m a ra ş tırm a ve incelemelerinde; Anadolu Efsaneleri adlı yapıtının önsözünde, "Dünyada, düzenli bir anlatışa hiç gelm eyen bir yer olarak tanımladığı Anadolu'yu uygarlıkların beşiği o l a r a k g ö s t e r m i ş t i r . İlk , o r t a v e yükseköğrenimi nedeniyle Batı kültürü ile yoğrulan Cevat Şakir, yine aynı önsözde, “İslamiyet’ten çok önce Anadolu'nun Ana tanrıçası “Kybele" M ekke’ye götürülerek tap ın ılm a k üzere K a b e ye konm uştu. N am az kılınırken "kıble” sözü Anadolu tanrıçası Kybele nin adından gelir" der. Bodrum ’a yerleştikten sonra doğa, deniz ve m itolojinin ön plana çıktığı öykü ve rom anlara yönelen yazar, yapıtlarında k e n d in e özgü ta rz ıyla, g e ç im le r in i d e n i z d e n s a ğ l a y a n i n s a n l a r ı n mücadelelerini coşkulu bir romantizm ve şiirsel bir anlatımla yansıtır. Abdülham it d ö n e m i d e v le t a d a m la rın d a n Ş a k ir Paşa’nın oğlu olan C e v a t Şakir, yine Abdülhamit'in sadrazamlarından Ahm et C evat Paşa'nın da yeğenidir. Aralarında Fahrünisa Zeyd, Aliye Berger, Şirin Devrim. Füreya gibi uluslararası üne sahip sanatçı ve yazarların bulunduğu bir aileye mensup o lan B a lık ç ı, A zra E r h a t ’a yazd ığ ı mektuplarının birinde hayatının en büyük dramı olan babasının ölüm üne sebebiyet verişini söyle anlatmaktadır: ..."Eh canım münakaşa pek karışık konular üzerindeydi ve pek şiddetliydi. Babam çiftlikde, her

Çocukluktan beri ilk defe

çocuk gibi hıçkıra hıçkıra

ağlayarak kapıya dizüstü

düştüm. Şiddetle hayret

ettim . İçim de hayranlık!

G ö n ü l açıklığı! Şükran!..

Kıyam et kopuyor.

zam an bir suikastdan korkduğu için, yanında müteaddit tabancalar ve silahlar bulundururdu . Evvela zengin bir adam, sonra asker. Münakaşa öyle bir raddeye vardı ki benim üzerim e ateş etdi. Ben rastgele oradaki bir tabancayı alarak- a m m a onun eli tab an caya g iderken yüzünden okud u m -ona doğru, nişan alm ad an , ateş etd im . "Il y a eu deux cooups." İlkin on un ki sonra - h em e n sonra - benimki. Aynı zam anda gibi bir şey. Bu münakaşa götürmez, yoksa ölen

ben o lu rd u m . H a y ır o ö ld ü ! B e n d e ölümden beter mahvoldum. O kurtuldu. K orku nç bir acı d u yd u m - h ane buna o lm a z da n e y e o lu r ? A m m a v ic d a n azabı duym adım . Ondan daha korkunç b ir şe y o ld u . K e n d i k e n d im e o la n g ü v e n im i k a y b e td im . Y a n i k e n d im i o gün bugün y a la n s a n ıy o ru m . B e n i methetdikleri zaman kızarım. Mamafih o l a n la r ü z e r in e y ü r ü r s e k ş ö y le : H a p i s h a n e d e g e c e r ü y a m d a çocukluğumu görürdüm. Uyanınca rüya im iş d e y e s e v in ird im , h a p is h a n e d e o l d u ğ u m h a l d e . Y a n i o n d a n kurtulduğuma sevinirdim. Münakaşalara g e lin c e seni g ö rü rsem a n la tırım ...”

(5)

H a y a tın ın d ram ın ı a n c a k b öyle dile g e t ir e b ile n B a lık ç ı, s ü rg ü n g ittiğ i Bodrum 'da kendi deyim iyle Bodrum ve ç e v re kö ylerin orta m alı olm uş, ne ekilecek, ne dikilecek ve bu işlerin nasıl y a p ıla c a ğ ın ı k a ra rla ş tırm a k da ona düşm üştür. Ö y le ki, doğan çocukların adları tarafından veriliyor, birisinin altıncı mı, yedinci mi çocuğunun adını Yeter koym ak da. İlacını alm am akta direnen çocuğun annesinin yardımına koşmak da yine ona kalıyordu.

Balıkçı nın , "...Her güzelliğine hayran kaldığım yaradılışa karşı bir borçtu." diye dile getirdiği bitki yetiştirm e tutkusu da diğer uğraşları gibi coşku doludur. Bu güzel iklimi daha güzelleştirmek, gelecek kuşaklara yaraşır bir cennet yaratmak için kendini paralarcasına çabalar. Ü lkede olm ayan, B o d ru m ’un ısısına, suyuna, havasına uygun bitkilerin tohum larını y u rt d ış ın d a n g e tirtir, tü m b u n la rı yaparken de kendini deli sanmasınlar diye aklı başında ve hesaplı olan kim selere bu e k t iğ i t o h u m l a r d a n m i l y o n l a r kazanacağını söylerdi.

Sicilya’ya bitkiler ısmarlarken gönderdiği m e k tu p la rd a fid an ları ne n iye tle rle d ik tiğ in i ö y le b ir d ille a n l a t ı r d ı ki, Sicilya’nın en büyük fidancı kurum unun yöneticileri, mektubunu alınca, kurumun m ensuplarını çağırıp, m ektubu yüksek sesle, herkesin d u ya b ile ce ğ i şekild e okurlar ve bazı m ektuplarını da iki yüz sayfalık yıllık kataloglarının kapaklarına basarlardı.

İlginç bir anısı da dünyanın en güzel gölge ağacı diye tanımladığı Bela Som bra'nın yaprak kalabalığı içinde tohum toplarken yaşadığıdır. Aşağıdan Fransızca biri ötekine “Bu ne biçim ağaçtır?" diye soru soran iki kadının konuşmasını işiten Balıkçı, ağacın içinden Fransızca "Bela Sombra ağacıdır!" diye cevap verir. Ağacın özelliği nedeniyle dalları arasından kimse görünmediği için ağacın d ile geldiğini sanan kadınlar korkarak, çığlık atarlar. Kadınlardan biri, o sırada yatıyla Bodrum 'a gelen Fransız kadın ozanı Kontes de Noailles R. dir. Yatlarına bir kayık dolusu çiçek gönderen

B alıkçıya Kontes de "Balıkçı Sair” diye bir şiirle karşılık verir.

H er uğraşısını büyük bir coşku ve tutkuyla yapan Balıkçı, aşklarını da öyle yaşamış; 1913 yılında Agnesia Kafiera adlı bir İtalyan kızıyla evlenen CevatŞakir’in bu evlilikten halen hayatta olan bir kızı ve torunu vardır. Bu evlilik nedeniyle sık sık İtalya'ya giden C e v a t S a k i r o r a d a L a t i n c e s i n i v e İtalyancasını, klasikleri orijinallerinden okuyup ezberleyecek kadar geliştirmiş. B u a r a d a , R o m a v e d iğ e r İ t a l y a n kentlerindeki sanat başyapıtlarını iyiden iyiye incelem e olanağı bulmuştur. Pilar adlı bir İspanyol kadınından İspanyol iç savaşında ölen bir erkek çocuk sahibi olmuş, Rom anya'daki sevgilisini gidip görebilm ek uğruna, o sıralar yurtdışına ç ık a m a d ığ ı için ç o k b e n z ed iğ i A r if Dino’nun pasaportuyla ülke dışına çıkmayı bile göze almıştır.

Yaptığı her şeye Aşil topuğum dediği yüreğini katan Balıkçı, I97l'de Kültür Bakanlığının D evlet Kültür Arm ağanını almıştır.

Yazdığı her yazıya, “Merhaba" ile başlayan ve bitiren Balıkçı, Ankara'daki cezaevinden Bodrum 'a sürgüne giderken bas sesiyle avluda gezmekte olan mahkâmlara öyle bir, "M e rh a b a ben gidiyorum ." der ki duvarın üstündeki nöbetçi bile aşka gelip, gülerek ona "M erhaba” diye karşılık verir.

Balıkçı ve ölüm...

*..."Mezarın ne önemi var. Hani kardinalin birisi mezar taşına ‘ Burda kimse yok' diye yazdırtmış. Öldükten sonra ben kendime değil, toprağa, doğaya lazımım. G alib a ruhun yaşaması da bu. Topraktan olduk toprağa dönüyoruz. Z am an la incir mi oluruz, lale mi kim bilir? Ben öldükten sonra yokum. Baksana firavunlar ehramlar yaptırdılar da yine yoklar." diyen Balıkçı, 13 Ekim 1973 Cum artesi günü Akdeniz'in tüm m aviliklerine ve sevdiklerine koca bir "M erhaba” dedi. Mezarı, yarattığı ve k e n d i s i n i n d e y e n i d e n d o ğ d u ğ u Bodrum'dadır.

I aha Toros Arşivi

* 0 0 1 5 8 3 9 9 5 0 1 0 * 'H a li k a rn a s B a lı k ç ıs ı v e B ir D u ru ş m a n ın Ö y k ü s ü a d lı k it a p ta n b ir a lı n ü *S a d u n T a n ju n u n B a lı k ç ı il e i lg il i 1 -7 .1 0 .I9 7 8 g ü n le ri a ra s ın d a " H ü rr iy e t” g a z e te s in d e ç ık a n y a z ı d iz is in d e n b ir a lı n tı .

Referanslar

Benzer Belgeler

Nazım Hikmet heykelini törenle açarak bir ilke imzasını atan Kültür Bakanı Fikri Sağlar, "Devletin Nazım Hikmet'e yaptıkları Türkiye Cum huriyeti'nin en

Objective: The objective of this study is to describe the potato dextrose agar (PDA) with rose-Bengal and chloramphenicol as a new and simple medium (R-PDA chloramphenicol agar) to

İtalyan sanatçı Kanonika’nın İstanbul, Taksim Meydam’ndaki Cumhuriyet Anı- tı’yla ilgili pek çok haber, yazı okumuş­ sunuzdur.. Bunlar arasında ilk aklıma gelen,

Türk Anayasası'mn ve askeri iç hizmet talimatının, bu gibi hallerde Türkiye Cumhuriyetini koruma ve kollama görevini Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yüklediği, bu

Haluk Eraksoy, ‹stanbul Üniversitesi, ‹stanbul T›p Fakültesi, ‹nfeksiyon Hastal›klar› ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dal›, Çapa, ‹stanbul, Türkiye Tel./Phone: +90

yollandığını ve kurumca da dil kurallar1 esasına göre incelen­ dikten sonra kabul edilmiş o l­ duklarını uzun uzadıya anlat­ tı. İşte asıl illet burada

Bu çalışma ile Ordu Arıcılık Araştırma İstasyonu Müdürlüğü Yerleşkesi’nde ve Dedeli Köyü’nde ilkbahar döneminde bal arısı (Apis mellifera L.)’nın

Öğrenci- lik hayatımda gerek branşım gerekse ilgi ve merakım ne- deniyle her sayısıyla kendimi Bilim ve Teknik dergisin- den alamıyordum.. Okudukça okuyor bambaşka dünya-