• Sonuç bulunamadı

Yahya Kemale göre Türk İstanbul...

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Yahya Kemale göre Türk İstanbul..."

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Kemale göre

İstanbul...

Yazan:

Salâhaddin Güngör

Üstad İbnlil’emin Mahmud Kemal, «Son Asrın Türk şairleri» kitabında Yahya Kemalin tarifini, şu tek mısraın içine ne güzel sığdırmıştır

«Söylemez söylemez amma, dürü meknun söyler!» Büyük şairin son konferansı için de ayni şey, tekrar edilebilir. Yirmi şu ka­ dar yıl, söylemedi, söylemedi.. Fakat gü­ nün birinde kürsüye çıktığı zaman, bü­ tün İstanbulu, ağzının içine baktırdı.

Yahya Kemal, konferansında, yalnız bir takım tarihî hakikatleri belirtmekle kalmamış, Türk İstanbulun nasıl bir şe­ hir olması lâzım geldiği hakkında orta­ ya yepyeni fikirler de atmıştır.

Meselâ şair, konferansının bir yerinde diyordu ki:

«— Bir iklimin manzarası, mimarisi ve halkı arasında tam bir ahenk varsa, orada gözlere bir «vatan» görünür. İk­ limden anlıyan, derin görüşlü, hassas bir insan. İstanbulun eski semtlerinden bi­ rine, Üsküdara, Evübe, yahud bir Bo­ ğaziçi köyüne bakarsa, kat’l bir hüküm vererek şöyle diyebilir: «Bu halk, bu ik­ limde ezeldenberi sakindir!»

Bu hüküm. Türklüğün İstanbulu beş (Arkası sahife 2 sütun 4 te)

Şanlı Tiirk tarihini en iyi bildiği kadar en derinden duyup en büyük kudretle izah eden büyük şairimiz

(Baştarafı 1 inci sahifede) yüz senedenberi ne kadar millileştirdiği­ ni, ne kadar kendine benzettiğini gös - terecek bir hükümdür.

Yeryüzünde fethedilmemiş bir vatan ve hicret etmemiş bir millet yoktur. Ancak, bir vatan fethedildikten sonra evlâdlarile o kadar imtizaç eder ki, yal­ nız onlara değil, kendini seyreden ecne­ bilere bile sahihlerinin hüviyeti gibi gö­ rünür. Sonra, şu görüşü ilâve ediyordu. — Evet! Tüne milleti, İstanbulu fethettikten sonra, toprağını tamamile millileştirdi. Fazla olarak birbirine hiç benzemiyen, her birinin ayn bir hüviyeti olan semtler ve köyler yarattı. Bu köyle­ rin, yahud bu semtlerin her hangi birin­ de bulunan bir insan, kendini hem Tür. kiyede, hem de Türkiyenin kendine mahsus bir havası olan muayyen bir semtinde bulurdu.»

Bu bahis üzerinde, bizi aydınlatmasını Yahya Kemalden «Cumhuriyet» namına rica ettim.

Büyük şair:

— Burada, dedi, siz bana şöyle bir sual sormuş olabilirsiniz. Meselâ, diye­ bilirsiniz ki, «bugünkü medeniyette, mo­ dern olan şey, düz caddedir. Sıra apar- tımanlardır. Yani hattı müstakim esas­ tır. Şu halde bir şehrin muhtelif semtle­ rinin birbirinden farklı oluşu, birbirine benzemezliği nasıl mümkün olur?.

Bu mukadder suale, işte benim vere­ bileceğim cevab:

— Avrupada da, bizde de en yanlış fikirlerden biri .(modern) i sabit, değiş­ mez, terakki etmez bir şey zannetmektir. Bundan seksen, doksan sene evvel, Pa- risin meşhur şehremini Baron Hausse- mann, eski Parisi bozmuş, düz caddeler ve düz sokaklar açmış, oradaki semt­ leri mahvetmişti. O zaman, «modern şe­ hir, böyle olur!» deniliyordu.

Aradan epey zaman geçtikten sonra, zevk sahibi bir çok mütefekkirler, anla­ dılar ki, Baron Haussemann'ın Parisi böyle dama tahtasına benzetmesi hem yanlış, hem zararlı olmuştur.

Çünkü, o zatın imar ettiği semtlerden tarihin havası kalkmıştır. İnsan, bu semtlerden her hangi birinde bulunsa, kendini yalnız son kırk, elli sene içinde zanneder. Yani zamanın dar bir daire­ sinde mahpus görür.

Şimdi modern, neye deyeüm? Elli sene evvelki fikre mi, yoksa onan yanlış ol­ duğunu iddia eden son mütefekkirlerin fikrine mi?

Meselâ, şimdi tayyare, bir nakil vası­ tası olarak öyle terakki ettik ki, yakın mesafelere beş dakikada gidiyor. Tay­ yare, tabii daha da terakki edecek, is­ tediği yerden kalkıp istediği yere kolay­ ca inecektir.

Demek ki, yeryüzünde artık Nevyorlc şehrine ve onun bir kaç yüz katlı bina­ larına lüzum kalmamıştır. Tayyare ile Taksim meydanından Yakacığa beş da­ kikada uçmak mümkün olunca, artık

Ayaspaşadakl apartımanda kim oturur? Herkes, Yakacığın, Çamlıcanm istediği tc-pesinde, iyi havada, köy evinde, sıh­ hatinden kazanaral^ yaşar. Tayyarenin büyük şehirleri, lüzumsuz bir hale ge­ tireceği, köyde havadar yerlerde yaşa­ mak modasını çıkaracağı muhakkaktır. Bu takdirde «son modern» bu olacaktır, değil mi?.

Size modemin yanlış telâkkisinden başka bir misal arzedeyim: Ben İzmiri çok severim. İzmire ve İzmirlilere gönül­ den bağlıyım. Binaenaleyh, İzmirln en modern usulde bir şehir olmasını özle­ rim. On dokuzuncu asırda sahil şehirler­ de denizi doldurmak, şehri limanın ar­ kasında düz sahaya bina etmek modası çıktı. Avrupanın Akdeniz sahillerinde bir çok şehirler, bizde de İzmir ve Selâ- nik böyle bina edildiler.

Bu modaya tâbi olarak sahiller doldu­ ruldu, ¿belediyeler gûya ucuz ve elverişli arazi kazandılar. Modern şehir, o düz sa­ haya kuruldu.

Derken, altmış yetmiş sene sonra an­ laşıldı ki, bu fikir ve usul yanlıştır. Çün­ kü, o düz sahadaki binaların yalnız ön safta olanları denizi görürler, arka­ dakiler görmezler. Bu sahil şehirlerde ikamet edip de denizi görmemek ya­ zıktır.

Dahası var: Sahil şehirlerde sahil da­ ima rütubetli olur. Tepelerde oturmak doğrudur. Çünkü oraları hem kuraktır, hem havadardır, hem de denize nâzır- dır. Bir fikir daha ilâve edeyim: Sırt­ larda ve tepelerde inşa edilmiş bir şeh­ rin gece denizden görülmesi bâdihava bir şehrâyindir.

Ticaret mahallelerinin limana yakın o düz sahada olmalan doğrudur. Yalnız ikamet edilecek mahalleler, tepelerde, sırtlarda olmalıdır. Hulâsa, meydana çıktı ki, eski zamanlardaki sahil şehir­ lerinin bina ediliş fikri doğrudur.

İşte ben, kurtuluş tarihindenberi îz- mirin böyle imar edilmesini tercih eder­ dim. Maruf yangın yerine hükümet da­ ireleri, fabrikalar, depolar, ticaret ma­ halleleri, hulâsa resmî ve gayriresmî faal hayata aid binalar yapılırdı.

İkamet edilecek semtler, yani asıl şe­ hir ise, çok çirkin bir yapı olan eski kış­ lanın yeri, güzel ve geniş bir meydan haline konulduktan sonra, onun arka­ sında, üstüste bir kaç geniş taraşa üze- «rlfcde, tâ tepeye kadar kurulurdu. Böy­

le yapılsaydı, şehir Göztepe tarafile de birleşir, cenub sahilinde derli toplu, hem de asırlardanberi Türk olan semtlere kurulmuş bir İzmir olurdu.

Bu misali, burada bıraktıktan sonra, tekrar modern bahsine dönelim:

Yetmiş, seksen sene evvel sahil dol­ durmak, modern fikirdi. Zamanımızda bu modern eskidi, iflâs etti. Şimdi sahil şehirlerin sırtlarında oturmanın sıhhi ve güzel olacağı en modem fikirdir. K a­ naatimi başka bir misalle de arzedeyim: Millî ve modernin ne kadar atbaşı be­ raber gittiğini söylemek İstiyorum. Ben, en modem usulde eve taraftarım. Apar­

tmandan nefret ederim. Dümdüz bir so­ kağın iki tarafında beş altı katlı ve pen­ cereleri büe bir hizada giden apartm an­ ların yeknasak manzarası benim içimi sıkar. Bahçeli küçük evleri tercih ede­ rim. Hele, her biri ayrı bir zevkte ve plânda olurlarsa, daha ziyade zevkalı- rım. Şimdi en modern olan ikametgâh odur. Fikrimce insanlar, yalnız otuz se­ nedenberi, İkamet etmesini öğrendiler. Eskiden mühendisin ve mimarın plânı­ na kendi hayatlarım tatbik ederlerdi. Şimdi ise, hendeseyi ve tekniği kendi hayatlarına ram ediyorlar. Soğuğa ve sıcağa göre, güneşin doğuşuna ve batı­ şına göre, şahsi itiyadlarına göre, oda­ ları olan elver yaptırıyorlar.

Meşhur Fransız Kralı 14 üncü Lul, o ihtişamlı Versay sarayında hiç şüphe­ siz, şimdi keyfine göre modern bir köşk yaptırmış bir insan kadar rahat edeme­ miştir. Eski Türk evini tetkik eden ve diriltmek istiyen bazı mimarlarımızı gö­ rüyorum. Kendilerile görüşüyorum. On­ lar da böyle söylüyorlar. Diyorlar kİ:

«En modern ikametgâh olan eve dön­ mekle: eski Türk evine yeni bir hayat İçinde dönmüş olacağız.»

Demek ki, bu noktadan hareket edi­ lirse, bir taraftan yeni semtlerin yara­ tılması, bir taraftan da eski semtlerin ihya edilmesi neticesine varacağız.

Görüyorsunuz ya, modern ile millî a- rasmda bir bıçak sırtı fark var.

Yahya Kemal, asıl büyük davasına gelmişti:

— Ev, vatandan bir parçadır, diye sö­ züne devam etti. Eskiden nesillerce ba­ balarımızın evlerinde doğuyorduk, bü­ yüyorduk, yetişiyorduk, vatan toprağına çok yerleşmiş bir millettik. Şimdi ise daha elverişli ve ucuz oluyor, diye genç­ ler Palas - Otellerde evleniyorlar. Bir gene kız, hayatının en büyük günü olan düğününü, kuracağı evin içinde idrak ederse, bu hatıra manevî varlığında ne güzel bir temel olur. Kendi vatanımız­ da otelde evlenmek adeta bir göçebelik manzarası arzediyor.

Yahya Kemal, sözlerini şöyle bağladı: — Millî düşünen mimarlarımızı çok beğeniyorum. Çünkü asıl modem insan­ lar onl ardır!»

Salâhaddin GÜNGÖR

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Meckel diverticulum is the most common congenital anomaly of the gastrointestinal tract , occuring in 2-3 % of the population.It results from improper closure

 Kalınlığına şişme ve su alma yüzdeleri tutkal türüne göre FF ile üretilen levhalar en yüksek MÜF ile üretilen levhalar en düşük, ağaç türüne

Diğer taraftan yabancı otların aslında bir biyolojik zenginlik olduğunun bilinmesi ve bu konudaki bakış açısının geliştirilmesi için de oldukça önemlidir

Tracings showing the effects of phenylephrine on the pulmonary vein beating rates from the same recording site in the presence of KN-93 (1 μM).. The concentration-responses

  腦犬蛔蟲症(Cerebral toxocariasis)發展至神經退化症(neurodegenerative diseases)之分子病理機轉的研究。 犬蛔蟲(Toxocara

transduction pathways of the tumor cells, protein-tyrosine kinase receptor inhibitors limit tumor cells from growth and mutation, e.g..

Bu son travay beynelmilel Tıp edebiyatında yer a lm ış tır .1928 de kendisini yalnız tedrisata verniete üzere 3500 kuruş maaşlı Emrazı akliye tecrubî

devam eden (klimakterik) ve toplandıktan sonra olgunlaşmaya devam etmeyen (klimakterik olmayan) meyveler olarak iki gruba ayrılır. Fizyolojik olarak olgunlaşan meyvelerde