• Sonuç bulunamadı

Türk siyasi tarihinde Demokrat Parti farklılığı ve dış politikaya yansıması

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Türk siyasi tarihinde Demokrat Parti farklılığı ve dış politikaya yansıması"

Copied!
339
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

DOKUZ EYLÜL ÜNĠVERSĠTESĠ

SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ TÜRKĠYE CUMHURĠYETĠ TARĠHĠ ANABĠLĠM DALI

YÜKSEK LĠSANS TEZĠ

TÜRK SĠYASĠ TARĠHĠNDE DEMOKRAT PARTĠ

FARKLILIĞI VE DIġ POLĠTĠKAYA

YANSIMASI

Tibet ĠNAL

DanıĢman

Yrd. Doç. Dr. Bülent UĞRASIZ

2010

(2)

ii Yemin Metni

Yüksek Lisans Tezi olarak sunduğum “ Türk Siyasi Tarihinde Demokrat Parti Farklılığı ve DıĢ Politikaya Yansıması ” adlı çalıĢmanın, tarafımdan, bilimsel ahlak ve geleneklere aykırı düĢecek bir yardıma baĢvurmaksızın yazıldığını ve yararlandığım eserlerin kaynakçada gösterilenlerden oluĢtuğunu, bunlara atıf yapılarak yararlanılmıĢ olduğunu belirtir ve bunu onurumla doğrularım.

Tarih ..../..../... Tibet ĠNAL

(3)

iii ÖZET

TÜRK SĠYASĠ TARĠHĠNDE DEMOKRAT PARTĠ FARKLILIĞI VE DIġ POLĠTĠKAYA YANSIMASI

Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu günden 1950’li yıllara gelinceye kadar geçen sürede, dünya politikasında baĢat rol oynayan güçlü Avrupa devletleri arasındaki güç dengesini gözeten bir dıĢ politika takip etmeye çalıĢmıĢtır. Ancak, II. Dünya SavaĢının sona ermesiyle birlikte Türkiye, bu politikasını daha fazla devam ettiremeyeceğini anlamaya baĢlamıĢtır. DP iktidarı ile birlikte Türkiye dıĢ politikasında aktif ve dinamik bir tutum sergilemeye baĢlamıĢtır. Siyasi tercihini Batı ile askeri, siyasi ve ekonomik alanlarda bütünleĢmek olarak ortaya koymuĢtur. Bu karar zaten DP iktidara gelmeden önce CHP tarafından verilmiĢ ancak tam anlamıyla baĢarıya ulaĢılamamıĢtı. DP iktidara geldikten sonra bu yaklaĢım aynen sürdürüldü. Batı ile iĢbirliğine gidilen somut olaylar özellikle Kore SavaĢı’na asker gönderme kararı ve NATO’ya katılma gibi dönemin önemli dıĢ politik geliĢmelerinde kendisini somut olarak göstermiĢtir.

Türkiye’nin Batı ile siyasi ve askeri anlamda bütünleĢmeye gitmesinin sebepleri çok çeĢitlidir. Ancak bunlardan en önemlisi, II. Dünya SavaĢı sonrası Türkiye’nin üzerinde hissetmeye baĢladığı Sovyet baskısıdır. Türkiye kuzey komĢusundan duymaya baĢladığı bu rahatsızlığın sonucunda Batı devletleri ve Arap ülkeleriyle II. Dünya SavaĢı’nın sonrasında iliĢkilerini iyileĢtirme yolları aramaya baĢlamıĢtır. Bunun dıĢında ülkenin kalkınmak için ihtiyaç duyduğu dıĢ kaynakları ve askeri yardımı Batı ülkelerinden temin etmek zorunda olması Sovyet baskısı kadar zorlayıcı olmasa da Türkiye’yi Batı ile iĢbirliğine iten diğer sebeplerdendir.

Bu çabaların neticesinde Truman Doktrini, Marshall Planı adlarıyla bilinen ve ABD tarafından baĢlatılmıĢ olan askeri ve ekonomik nitelikli düzenlemelerin bir parçası olarak, daha sonrasında da NATO içerisine dahil olma kararıyla, Türkiye ve Batı arasında baĢlayan siyasi, askeri ve ekonomik entegrasyon süreçleri önemli ve somut bir noktaya ulaĢmıĢtır. Ancak II. Dünya SavaĢı sonrası özellikle Ortadoğu’nun ve Arap coğrafyasının, ABD ve SSCB arasında etkinlik kurma çabalarının rekabete

(4)

iv dönüĢtüğü bir bölge olması, Türkiye’nin bölgedeki Arap devletlerinin büyük bir kısmıyla II. Dünya SavaĢı sonrası Sovyet tehdidi nedeniyle baĢlayan olumlu iliĢkilerini olumsuz etkilemiĢtir.

Demokrat Parti döneminde Türk dıĢ politikası, hem Avrupa’nın güçlü devletlerinin hem de ABD’nin Orta Doğu’ya bakıĢını göz önüne alarak II. Dünya SavaĢından önceki dıĢ politikasından farklı bir Ģekilde yol almıĢtır. Bu da özellikle Bağlantısızlık Hareketini ve Doğu Blok’unu oluĢturan ülkelerle Türkiye’nin arasında ciddi siyasi anlaĢmazlıklar yaĢanması ve kimi konularda çatıĢma içine düĢülmesi sonucunu doğurmuĢtur.

YaĢanmıĢ olan tüm bu siyasi geliĢmeler II. Dünya SavaĢı ve sonrasında CHP’nin izlediği ama tam anlamıyla baĢaramadığı Batı ile yakınlaĢma politikasının DP döneminde baĢarılı olması yönüyle CHP döneminden farklılıklar taĢıyarak neticeye ulaĢtığı sonucunu doğurur. Bilindiği gibi NATO’ya Türkiye’nin dahil edilmesi için DP iktidara gelmeden önce CHP hükümetleri baĢvurularda bulunmuĢtu ancak olumlu bir cevap alınamamıĢtı. Bu dönemde ABD, Ġngiltere gibi Batı’yı temsil eden dönemin önemli güçlerinin hangi sebeplerden dolayı Türkiye’nin Batı ile iliĢkilerini geliĢtirme çabalarına baĢlangıçta kayıtsız kaldıkları ve yine hangi sebeplerden dolayı bu politikalarından aniden vazgeçerek Türkiye’nin Batı ittifakı içinde yer almasına yeĢil ıĢık yaktıkları çalıĢmamızda ayrıntılı olarak ele alınmıĢtır.

Bu çalıĢmayı hazırlarken, sahip olduğu geniĢ akademik bilgisi ve birikimiyle beni sürekli verimli çalıĢmalar yapmaya yönlendiren Yrd. Doç. Dr. Bülent UĞRASIZ’a, aileme ve yakın arkadaĢlarıma gönülden teĢekkürler.

Tibet ĠNAL Ġzmir, 2010.

(5)

v ABSTRACT

DEMOCRAT PARTY DIFFERENCE ON TURKISH POLITICAL HISTORY AND ITS REFLECTION TO FOREIGN POLICY

Turkish Republic followed a foreign policy from its foundation to the 1950’s which based on multilaterality and considering balance of power among the dominant European world powers. But, after the Second World War Turkey understood that it could not follow this foreign policy. When DP was in power Turkish foreign policy was changed dynamically and it became more active.

Turkey’s political choice was economic and political integration choice with the Western World. This decision of choice was given by CHP before the DP elected. CHP completely could not reach to accomplishment related to integration with Western Bloc. After DP was in power, there was no change in the Turkish foreign policy. In the way of cooperation with the West, specifically take in part in Korean War and entering the NATO were considered concrete steps in the development Turkish foreign policy.

There were several reasons that Turkey’s integration with the West politically and militarily. But, the most important factor the Turkey’s integration with the West, was the threat of Soviets. Turkey decided to have a better relations with the West and Arabic countries. With the exception of this, another reason related to Turkey’s integration with Western Bloc was necessity economic and military aid for development of Turkish economical system although it was not coercive like Soviet pressure.

After Turkey’s integration efforts with the West, Turkey economically and militarily especially after take in part in NATO were considered positively because, Turkey benefited Truman Doctrine and Marshall Plan which were initiated by the US. After the Second World War the US and USSR entered the influence competition over the Middle East region. This fact affected Turkey’s relations with

(6)

vi the Arabic countries negatively. In the Democrat Party period Turkish foreign policy was changed because of European dominant powers and US approaches to Middle East considerable different than the past. All these developments caused Turkey’s relations with Non-alignment and Eastern block negatively. After the Second World War, CHP decided to have a close relations with the West and DP followed the same foreign policy.

DP reached to accomplishment related to integration to Western Bloc manifesting differences than CHP. For instance, CHP when was in power in Turkey tried to insert Turkey to NATO but it could not be successful. This attempt reached to accomplishment when the DP was in power. In this period, US and UK which were the dominant powers of the West firstly approached to Turkey indifferently. But after the developments in the Middle East, the behaviours of dominant Western powers changed in a positive way toward Turkey.

In this study I am very thankful to my adviser because of his academic helps. He encouraged me to complete this thesis. I also thank to my family and my close friends. Tibet INAL Izmir, 2010.

(7)

vii TÜRK SĠYASĠ TARĠHĠNDE DEMOKRAT PARTĠ FARKLILIĞI VE DIġ

POLĠTĠKAYA YANSIMASI YEMĠN METNĠ………...ii ÖZET………...iii ABSTRACT……….v ĠÇĠNDEKĠLER………...vii KISALTMALAR………xii GĠRĠġ………...1

1. BÖLÜM: ĠKĠNCĠ DÜNYA SAVAġI SONRASINDA DÜNYA VE TÜRKĠYE……….16

1.1. Türkiye’yi Çok Partili Hayata Götüren Süreç ve Sonuçları………...18

1.1.1. Dörtlü Takrir ve Demokrat Parti’nin KuruluĢu……….21

1.1.2. Demokrat Parti’nin DıĢ Politika YaklaĢım………...28

2. BÖLÜM: DEMOKRAT PARTĠ DÖNEMĠNDE ARTAN VE ÇEġĠTLENEN TÜRKĠYE-ABD ĠLĠġKĠLERĠ VE ĠLĠġKĠLERĠN STRATEJĠK ORTAKLIK BOYUTUNUN ĠKĠ YÖNLÜ ANALĠZĠ………..32

2.1. Ġkinci Dünya SavaĢı Sonrasında BaĢlayan ve Demokrat Parti Döneminde Artarak Devam Eden Amerikan Yardımları………….………..36

2.1.1. Truman Doktrini………....………...39

2.1.2. Doktrinin Ġlanı ve ĠĢleyiĢi………...50

(8)

viii 2.1.4. Marshall Planının UygulanıĢı………....62

2.2. NATO’nun KuruluĢu ve Türkiye’nin NATO’ya GiriĢi………...70

2.2.1. Türkiye’nin NATO’ya GiriĢ Süreci………...78

2.2.2. Kore SavaĢı ve Türkiye’nin NATO’ya GiriĢ Süreci Arasındaki

ĠliĢki………....88

3. BÖLÜM: DEMOKRAT PARTĠ’NĠN ORTADOĞU POLĠTĠKASI…………99

3.1. Türkiye’nin Arap Dünyasını Batı Ġttifakına Çekme Çabaları………....101

3.1.1. Ortadoğu Komutanlığı Projesi……….……….104

3.1.2. J. Foster Dulles’ın Ortadoğu Ziyareti ve Kuzey KuĢağı Projesi…...113

3.1.3. Türkiye-Irak KarĢılıklı ĠĢbirliği AntlaĢmasının Ġçeriği ve AntlaĢmaya Yönelik Tepkiler………..120

3.2. Ortadoğu Krizleri ve Türkiye………...125 3.2.1. SüveyĢ Krizi………...127 3.2.2. Türkiye-Suriye Krizi………...139 3.2.3. 1958 Irak Ġhtilali……….150 3.2.4. Lübnan ve Ürdün Olayları………...156

3.3. Ġsrail ve Ġran’la ĠliĢkiler……….163

(9)

ix

3.3.1. Ġsrail’le ĠliĢkiler……….164

3.3.2. Ġsrail Devletinin KuruluĢ AĢamasında Arap Devletleriyle Ġsrail Arasında YaĢanan Sorunların Türkiye-Ġsrail ĠliĢkilerine Etkisi…………..167

3.3.3. Ekonomik ve Kültürel ĠliĢkiler………..175

3.3.4. Siyasi ĠliĢkiler………....179

3.3.5. SüveyĢ Krizinin Türkiye-Ġsrail ĠliĢkilerine Etkisi……….183

3.3.6. Ġsrail’in Çevre Stratejisi ve Hayalet Pakt………..185

3.4. Ġran’la ĠliĢkiler………..191

3.4.1. Musaddık Dönemi………192

3.4.2. Bağdat Paktı ve CENTO’da Türkiye ve Ġran’ın Rolü………..200

4. BÖLÜM: DEMOKRAT PARTĠ’NĠN BALKAN POLĠTĠKASI…………..205

4.1. II. Dünya SavaĢı Sonrası Balkanlarda Genel Durum……….. 206

4.1.1. Balkanlarda Yugoslav-Sovyet ÇatıĢması……….. 207

4.1.2. Yugoslavya’nın Kominformdan Ġhraç Edilme Süreci………... 212

4.1.3. Yugoslavya’nın Komünist Dünyadan DıĢlanmasının Demokrat Partinin Balkan Politikasına Etkisi……… 217

(10)

x

4.2.1. SavaĢın AĢamaları ve SavaĢın Seyrine Etki Eden DıĢ Faktörler…... 224

4.2.2. Yunan Ġç SavaĢının Sonuçlarının Türk-Yunan ĠliĢkilerine ve Demokrat Partinin Balkan Politikasına Etkisi………. 230

4.3. Balkan Paktı………. 233

4.3.1. Balkan Paktının KuruluĢ Süreci ve Amaçları……… 234

4.3.2. Paktın Ġçeriği ve Sonuçları………. 237

4.3.3. Balkan Ġttifakı……….... 239

5. BÖLÜM: DEMOKRAT PARTĠ’NĠN KIBRIS POLĠTĠKASI VE BDT ĠLE ĠLĠġKĠLER………...243

5.1. Ġkinci Dünya SavaĢı Sonrası Kıbrıs’ta YaĢanan Siyasi GeliĢmeler... 245

5.1.1. SavaĢ Sonrası Artan Enosis Talepleri ve Türkiye’nin Tutumu…... 249

5.1.2. Kıbrıs Sorununun Uluslararası Platforma TaĢınması ve Londra-Zürich AntlaĢmalarına Giden Süreç……….256

5.1.3. Londra Konferansı ve 6-7 Eylül Olayları………...260

5.1.4.Türkiye’nin Kıbrıs’ta Ġki Toplumlu Demokratik Çözüm Tezini Benimsemesi………...265

5.2. Bağımsız Kıbrıs Çözümü……….……...275

(11)

xi

5.2.2. Kıbrıs Cumhuriyetinin KuruluĢuna ĠliĢkin Temel AnlaĢma.………..281

5.2.3. Garanti ve Ġttifak AntlaĢması……….……...284

5.2.4. AntlaĢmanın Askeri Tesisler Kısmıyla Ġlgili Ġngiliz Hükümeti Bildirisi……… 286

5.3. Bağlantısızlık Hareketi ve Bağlantısızlık Kavramı……….. 289

5.3.1. Hareketin GeliĢimi………. 293

5.3.2. Bandung’ta Bağlantısızlar ve Türkiye………... 299

SONUÇ………... 307

(12)

xii KISALTMALAR

ABD: Amerika BirleĢik Devletleri AKEL: ÇalıĢan Halkın Ġlerici Partisi BAC: BirleĢik Arap Cumhuriyeti BM: BirleĢmiĢ Milletler

CEEC: Avrupa Ekonomik ĠĢbirliği Komitesi CENTO: Merkezi AnlaĢma TeĢkilatı

CHP: Cumhuriyet Halk Partisi CIA: Merkezi Haber Alma Örgütü ÇHC: Çin Halk Cumhuriyeti DP: Demokrat Parti

EAM: Ulusal KurtuluĢ Cephesi ECA: Ekonomik ĠĢbirliği Ġdaresi

EDES: Ulusal Cumhuriyetçi Yunan Cephesi EKKA: Ulusal ve Toplumsal KurtuluĢ Hareketi ELAS: Halkın Ulusal KurtuluĢ Ordusu

EOKA: Kıbrıs Mücadelesi Ulusal Örgütü IBRD: Uluslararası Ġmar ve Kalkınma Bankası IMF: Uluslararası Para Fonu

KGB: Sovyet Gizli Haber Alma TeĢkilatı MAH: Milli Emniyet Hizmeti Riyaseti MC: Milletler Cemiyeti

MI6: Ġngiliz DıĢ Ġstihbarat Servisi

MOSSAD: Ġstihbarat ve Özel Operasyonlar Enstitüsü NAM: Bağlantısızlar Hareketi

NATO: Kuzey Atlantik AnlaĢması Organizasyonu OEEC: Avrupa Ekonomik ĠĢbirliği Örgütü

SAVAK: Ġran Ġstihbarat TeĢkilatı

SEATO: Güneydoğu Asya AnlaĢma TeĢkilatı SSCB: Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği TUDEH: Ġran Kitlelerinin Partisi

(13)

xiii y.a.g.e. : yukarıda adı geçen eser

y.a.g.m. : yukarıda adı geçen makale y.a.g.t. : yukarıda adı geçen tez y.a.g.r. : yukarıda adı geçen rapor

(14)

1 GĠRĠġ

Türk dıĢ politikası, Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluĢundan günümüze kadar geçen süre içerisinde çok farklı aĢamalardan geçmiĢ; birbirinden çok farklı siyasi iklimler yaĢamıĢtır. 1923-1945 arasında yaĢanan kısmi özerklik döneminde Türkiye, savaĢtan yeni çıkan ve kendisini toparlamaya çalıĢan Avrupalı devletlerin birbirlerine karĢı duydukları güvensizliklerin en üst düzeyde olduğu bir siyasi ortamda göreceli olarak bağımsız bir dıĢ politika takip etmiĢtir. Türkiye bu dönemde sahip olduğu siyasi ve askeri gücüyle elde edebileceği siyasi kazanımlardan çok daha fazlasını, Avrupa devletleri arasındaki rekabet ve güvensizlik ortamından faydalanarak, akıllı bir denge politikası takip ederek ve taraflardan birinin, rekabette olduğu diğer devlet ve ya devletlerin durumuna kıyasla, uluslararası siyaset arenasında daha avantajlı bir konum yakalamasını sağlayan siyasi, askeri ve ekonomik nitelikli ikili anlaĢmalar imzalayarak elde edebilmiĢtir.

Türkiye’nin bu uzun dönemde çeĢitli siyasi taktiklerle elde ettiği önemli kazanımları, DP döneminde yöntem değiĢikliğine giderek ve sahip olduğu farklı stratejik değerleri öne çıkararak nasıl koruyup sürdürmeye çalıĢtığı çalıĢmamızda ayrıntılı olarak ele alınacaktır. Türkiye’yi Batı ittifakına sokma konusunda CHP ile aynı düĢünceye sahip olan ancak farklı bir yöntemi benimseyen DP’nin iktidar olduğu süre boyunca sergilediği bu yöntem farklılığı çalıĢmamızın odak noktasını oluĢturacak, bu tema o dönem için aktüel olan dıĢ politika konularıyla birlikte tüm ayrıntılarıyla sürekli iĢlenecektir. DP, CHP gibi yalnızca Sovyet tehdidini ortaya koyarak ve Batı dünyası ile bütünleĢmek için ABD ile olan iliĢkileri ön plana alarak Batı ittifakına girmenin yollarını aramayacak özellikle ve yoğun olarak Kore SavaĢı sonrasında CHP iktidarı döneminde kullanılan bu söylemlerle birlikte, Orta Doğu coğrafyasında Türkiye, Ġngiltere ve diğer Batılı büyük güçler arasında oluĢturulacak bir iĢbirliği mekanizmasının Batı dünyasının Orta Doğu’da “tehlikede olan” çıkarlarının korunması ve sürdürülmesinde en etkin stratejik tercih olacağını en üst düzey görüĢmelerde sürekli ve çok ısrarlı bir Ģekilde dile getirerek Türkiye’ye karĢı muhalif bir tutum takınmıĢ olan Ġngiltere’yi bu tutumunu değiĢtirmesi için ABD’nin de desteğiyle ikna edecektir. Sonraki süreçte, Ġngiltere ve ABD’nin desteğiyle Batı dünyasında kendisine muhalif olan diğer ülkeleri de ikna etmeyi baĢaracaktır. BaĢka

(15)

2 bir deyiĢle Türkiye’nin Batı ittifakına kabul edilmesinin Orta Doğu’da Ġngiltere, ABD ve Batı dünyasının çıkarlarına hizmet edecek bu tür bir oluĢumun meydana getirilmesinde en önemli itici güç olacağı, CHP’nin söyleminden farklılıklar taĢıyarak DP’nin Türkiye’yi Batı ittifakına sokma konusunda kullandığı temel dıĢ politika söylemi olacaktır.

Türkiye, II. Dünya SavaĢı öncesindeki dönemi kapsayan yıllarda uyguladığı politikalar sayesinde hem kendisine ekonomik kolaylıklar sağlayan güçlü müttefikler bulmuĢ hem de iĢbirliği yaptığı devletin alternatifi olan diğer devletlerle yapılan anlaĢmalarda, siyasi değerini ve pazarlık payını yükseltmiĢtir. Avrupa devletlerinin bu dönemde içinde bulundukları duruma ve bu durumun Türkiye’ye yansımalarına bazı örnekler verebiliriz. 1925 yılında Avrupa devletlerinin büyük bir kısmını içine alan Locarno AnlaĢmaları imzalanmıĢtır. Bu anlaĢmayla Fransa, Ġngiltere, Almanya gibi büyük devletler birbirlerinin toprak bütünlüklerine saygı göstereceklerini ifade ediyorlardı. Bu tarihten itibaren Avrupa’da yaklaĢık 5 yıllık bir altın dönem yaĢanmıĢtır.1

Bu dönemde ABD, Almanya’nın ekonomik açıdan toparlanması için Almanya’ya kredi verecektir. Alman ekonomisinin toparlanmasıyla Almanya, Ġngiltere ve Fransa’ya savaĢ tazminatından doğan borcunu ödeyecek, Ġngiltere ve Fransa da savaĢ sırasında ABD’den aldıkları borçları bu parayla ABD’ye geri ödeyeceklerdir. Sonuç olarak ABD baĢlangıçta Almanya’ya verdiği krediyi fazlasıyla geri alacaktır. Bu sistem 1929 Dünya Ekonomik Bunalımına kadar devam edecek, Alman ve Avrupa ekonomisinin sarsılmasıyla geçerliliğini kaybedecektir. Almanya’nın radikalleĢmeye baĢlaması ve ilerleyen yıllarda Hitler’e iktidar yolunu açan geliĢmeler bu süreçte aranmalıdır.

1928 Briand-Kellogg Paktı, 1930 Londra Deniz Silahlarını Sınırlandırma Konferansı gibi Avrupa devletlerini birbirine yaklaĢtıran düzenlemelerin bu dönemde gerçekleĢmesinin tesadüf olduğunu söylemek zordur. O dönemde Türkiye gibi yeni kurulmuĢ olan Sovyetler Birliği Avrupa’daki bu geliĢmeleri yakından takip ediyordu. Özellikle Locarno AnlaĢması’nda Almanya’nın doğu sınırlarının açık bırakılması Sovyetler’de Ġngiltere ve Fransa’nın, Almanya’yı bilinçli olarak doğu sınırları geniĢletme konusunda serbest bıraktığı izlenimini doğurdu. Aslında Almanya ve Sovyetler Birliği arasında 1922 yılında imzalanan Rapollo AnlaĢması iki ülke

(16)

3 arasında bir yakınlık doğmuĢtu; çünkü Sovyetler, emperyalist cepheden kendisine bir dost kazandığını düĢünüyordu ama bu durum geçici olmuĢtur.2

1925-1936 yıllarını kapsayan dönemde, Türkiye’nin Ġngiltere, Fransa, Ġtalya, Almanya ve ABD ile olan iliĢkilerini, Türk-Sovyet iliĢkilerine olan etkileriyle beraber incelersek 1925-1930 dönemini “BarıĢı Kurma” 1930-1936 döneminiyse “SavaĢı Önleme” adıyla iki dönem olarak ele almak ve incelemek mümkündür.3

Londra Deniz Silahlarını Sınırlandırma Konferansında ABD için asıl amaç Avrupa ülkelerinin deniz kuvvetleri konusundaki mevcut durumlarıyla ilgili değiĢiklikler ve düzenlemelerden daha çok Japonya’nın Pasifik’te silahsızlandırılmasıydı.

1926 yılında Almanya, MC’ye girince Sovyetler Birliği ile iliĢkileri büyük ölçüde yara aldı. Almanya ile olan sınırlarından endiĢe etmeye baĢlayan Sovyetlerin Türkiye ile 17 Aralık 1925 tarihinde “Dostluk ve Tarafsızlık AnlaĢması” imzalamaya karar vermesi oldukça ilgi çekicidir. “1927 Ticaret AnlaĢması” ve 1925 anlaĢmasının 2 yıl daha uzatılmasıyla ilgili olan “1929 Protokolü” yine bu dönemlerde imzalanmıĢtır. Türkiye Musul sorunu nedeniyle zor durumda olduğu ve Ġngiltere ile iliĢkileri kötü olduğu için bu adımları atmayı uygun görmüĢtü.4

SSCB ise doğusunda Japonya’nın batısında ise Almanya’nın hareketlerinden tedirginlik duyduğu için Türkiye ile olan dostluk iliĢkilerine önem vermiĢ bu adımları atmayı uygun görmüĢtü. SSCB’nin 1934’te MC’ye dahil olmasını ve uluslararası barıĢa ve iĢbirliğine daha çok vurgu yapmaya baĢlamasını bu anlamda değerlendirebiliriz.

Türkiye, Sovyetlerin Avrupa’daki geliĢmelerden duyduğu tedirginlik sebebiyle kendisine bu dönemde önemli bir dost bulmuĢtur. Ġlerleyen dönemlerde yine Avrupa’daki güç dengesi ile paralel olarak Türkiye’nin menfaatleri doğrultusunda çeĢitli ülkelerle anlaĢmalar yapılmıĢtır. Örneğin, 30’lu yıllarda Almanya’yı demiryolu, hava ve deniz taĢımacılığı alanlarında neredeyse Türkiye’nin tek ticari ortağı haline getiren iliĢkiler bu türdendir. Yine, bu dönemde Almanya ile birçok Kliring5

anlaĢması imzalanmıĢtır. Bu dönemde hemen hemen bütün Alman

2

Cenk ġen (2006). Stalin Döneminde Türk-Sovyet ĠliĢkileri 1923-1953, YayınlanmamıĢ Yüksek Lisans Tezi, Süleyman Demirel Üniversitesi, Isparta, s.62

3 ġen (2006). y.a.g.t. s. 63.

4 Erel Tellal (2008). SSCB’yle ĠliĢkiler, Baskın Oran (ed.), Türk DıĢ Politikası, KurtuluĢ SavaĢından

Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, cilt I, 13. Baskı, Ġstanbul, ĠletiĢim Yayınları, s. 315.

5 * Ülkeler arasında iki yanlı ticaret anlaĢmalarının temelde malla ödemeyi öngören bir türü. Kliringde

anlaĢmalı ülkeler arasında ithalat ve ihracat iĢlemleri döviz kullanılmadan, mahsup ve takas yolu ile ve kliring kurumları aracılığıyla gerçekleĢir. Kliring kurumları, merkez bankası ya da kliring ofisidir.

(17)

4 çelik, elektrik ve kimya Ģirketleri Türkiye ile iĢ yapar hale gelmiĢlerdi. Bu ticari iliĢkileri de Deutsche Bank ve Deutsche Orient Bank gibi kuruluĢlar yürütüyordu.6

Türk-Alman iliĢkilerinin bu dönemdeki belirleyici unsuru iki ülke arasındaki ticari faaliyetlerdeki canlılık olmuĢtur. Bu durum kısa zamanda siyasi iliĢkilere de yansıyacaktır.

Almanya’nın Türkiye üzerinde etkisini arttırmasından rahatsızlık duymaya baĢlayan Ġngiltere Mayıs 1938’de, Türkiye’ye 10.000.000 sterlinlik bir kredi açmıĢtır. Buna karĢılık olarak, Türkiye’yi iktisadi açıdan kaybetmekten korkan Almanya, Türkiye ile Ekim 1938’de 10 yıl süreli 150.000.000 marklık bir kredi anlaĢması imzalamaya karar vermiĢ, söz konusu anlaĢma 16 Ocak 1939’da Berlin’de imzalanmıĢtır. Sonunda Ankara, Türkiye’nin dıĢ ticaretinde giderek artan Alman ağırlığından endiĢe duymaya baĢladı. Öyle ki, Almanya, Türkiye’nin toplam dıĢ satımının % 50’sini alırken, Türkiye’nin toplam dıĢalımının da % 45’ini sağlar hale gelmiĢti. Türkiye bu endiĢeleri sebebiyle 1936 yılında Karabük Demir Çelik Fabrikalarının yapımını daha iyi koĢullar sunan Alman Krupp firması yerine Ġngiliz Brassert firmasına vermeyi tercih etmiĢtir. Ardından Çanakkale Boğazının tahkimi konusunda anlaĢma yine Ġngilizlerle yapıldı. Aslında Türkiye üzerinde artan Alman iktisadi etkisinden Ġngilizler ve Fransızlar da rahatsız olmuĢlardı. Bu yüzden, Ġngiltere’yle Eylül 1936’da, Fransa’yla da Haziran 1937’de Kliring anlaĢmaları imzalanmıĢtır.7

Görüldüğü gibi Türkiye, bu dönemde dıĢ politikasında çok yönlülük ve taraflar arası denge prensibine bağlı kalarak siyasi ve ekonomik menfaatler elde etme yoluna gitmiĢtir. Bu politikasında da uzun bir süre baĢarı sağlamıĢtır. Türkiye, dıĢ politikasında çok yönlülük anlayıĢıyla paralel olarak bu dönemde, savunma sanayi konusunda da Batılı ülkelerin silah sanayi üzerinde faaliyet gösteren, dünyada

Kliring anlaĢması imzalayan ülkelerde ithalatçılar, ithal ettikleri malların bedelini kendi ülkelerinde ulusal parayla öderler. Bu paralar anlaĢmalı ülkeye ihracatta bulunmuĢ kiĢilere alacaklarının ödenmesinde kullanılır. Böylece dövizle ödeme yapma zorunluluğu ortadan kalkar. Kliring uygulaması daha çok mallarını serbest dövizle satamayan ülkelerin baĢvurduğu bir yoldur ve çoğu durumda, bir ülkenin dıĢ ticaretini gittikçe bağımlı kıldığı için tercih edilmez. Bunun en iyi örneği, Ġkinci Dünya SavaĢı öncesi ve sırasındaki Türk-Alman dıĢ ticaretidir. Kliring anlaĢmaları genellikle kısa dönemler ( genellikle 1 yıl ) için yapılır. Dönem sonunda iki ülke arasında ihracat ve ithalat birbirine eĢitlenmediği taktirde yani taraflardan birinin alacaklı ve ya borçlu olması durumunda hesapların altın ve ya konvertibl dövizlerle denkleĢtirilmesi gerekmektedir. Erel Tellal (2008). Kliring

Kutusu, Baskın Oran (ed.), Türk DıĢ Politikası, KurtuluĢ SavaĢından Bugüne Olgular, Belgeler,

Yorumlar, cilt I, 13. Baskı, Ġstanbul, ĠletiĢim Yayınları, s. 305.

6Ġlhan Uzgel (2008). Almanya’yla ĠliĢkiler, Baskın Oran (ed.), Türk DıĢ Politikası, KurtuluĢ

SavaĢından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, cilt I, 13. Baskı, Ġstanbul, ĠletiĢim Yayınları, s. 305.

(18)

5 söz sahibi olan, bu konuda uzmanlaĢmıĢ Ģirketleriyle bir takım lisans ve üretim anlaĢmaları yaparak savunma konusundaki dıĢ harcamalarda tercih Ģansını çeĢitlendirmeye çalıĢmıĢtır.

1925 yılında Alman Junkers firmasının, Türkiye’de faaliyet göstermesine izin verilmesi, 1932 yılında Amerikan Curtiss Aeroplane and Motor Company Inc. firması ile bir sözleĢme yapılarak Curtiss Hawk ve Fledgling uçaklarının lisanslı olarak Türkiye’de üretilmeye baĢlanması, 1936 yılında Alman Goathaer Waggon Fabrik A.G. ve Polonyalı Panstwowe Zaklady Lotnicze (PZL) firmalarıyla yapılan lisans anlaĢmaları ve 1940 yılında Ġngiliz Philips and Powis Aircraft Ltd. ile yapılan lisans anlaĢması, Türkiye’nin bu dönemde savunma sanayi alanında da dıĢ politika anlayıĢıyla doğru orantılı olarak tek bir ülkeye bağlı kalmama anlayıĢına özen gösterdiğini ortaya koymaktadır.8

Türkiye’nin sınır komĢularıyla olan iliĢkileri de dönemin genel siyasi iklimiyle uyumlu olmuĢtur. Ġran, Irak ve Afganistan’ın yer aldığı, Türkiye’nin hazırlanmasında baĢat rol oynadığı Sadabad Paktı, aslında adının çağrıĢtırdığı gibi bir askeri ittifak anlaĢması değildi. Esas itibariyle bir saldırmazlık ve dostluk anlaĢmasıydı. Bu paktın imzalanmasında önem sırasına göre iki esas neden vardı: Sınır sorunlarının kalıcı biçimde çözülmesi isteği ve ülkelerin bağımsızlıklarını ve egemenliklerini vurgulama isteği.9

Suriye, Irak’la arasında bir takım sınır sorunları olduğu için bu anlaĢmaya katılmayacaktır. Ayrıca Türkiye ile Suriye arasında da ilerleyen dönemde Hatay meselesi ortaya çıkacaktır. Suriye, Hatay ile ilgili olarak Türkiye’nin bazı hareketlerinden rahatsız olduğu için Dersim olaylarında isyancılara gücünün yettiği oranda gizlice destek vermiĢ Türkiye’nin yıpranarak içiĢlerine dönmesini ve bu meseleyle uğraĢmasını, Hatay’la ilgilenmekten vazgeçmesini sağlamaya çalıĢmıĢtır.

“2 Ekim 1935’te Cenevre’de Ġran, Irak ve Türkiye arasında anlaĢma parafe edildi. Bir ay sonra Afganistan’da yapılan davete uyarak katıldı. Ama imza için iki yıla yakın bir süre beklendi. Çünkü Irak imzadan kaçınıyordu. Irak’ın bu tutumunun iki nedeni vardı: Birincisi, Irak ile Ġran arasında ġattülarap sorunu çözülmemiĢti.

8 Fethi ġahbaz (2007). Savunma Sanayinin DıĢ Politika Üzerindeki Etkisi ve Türkiye Örneği,

YayınlanmamıĢ Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi, Ankara, s. 8.

9 Atay Akdevelioğlu ve Ömer Kürkçüoğlu (2008). Ortadoğu’yla ĠliĢkiler, Baskın Oran (ed.), Türk

DıĢ Politikası, KurtuluĢ SavaĢından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt I, 13. Baskı, Ġstanbul, ĠletiĢim Yayınları, ss. 365-366.

(19)

6 Zaten asıl amacı saldırmazlık ve güven ortamı oluĢturmak olan böyle bir anlaĢmanın, Ġran ile Irak arasında bu durum sağlanmadan imzalanması gerçekçi olmazdı. Ġkincisi, Irak dört devlet içinde tek Arap ülkesi olmak istemiyordu. Özellikle 1936’da Türkiye ile Suriye arasında Hatay sorununun ortaya çıkmasının ardından, Arap dünyasından koparak Türkiye’nin yanında yer alıyor görünümünü vermek istemiyordu.” 10

Türkiye ile Irak arasında savaĢtan önce yapılan bu iĢbirliği iki ülke iliĢkilerinde olumlu bir iz bırakmıĢtır. II. Dünya SavaĢı sonrasında özellikle DP’nin iktidara gelmesiyle birlikte Nuri Said ve Menderes, 1958 Irak Ġhtilaline kadar Türkiye-Irak iliĢkilerini her derecede en üst düzey iĢbirliği ve stratejik ortaklık seviyesine çıkaracaklardır.

“Ekim 1936’da Bekir Sıtkı PaĢa bir darbeyle HaĢemi’yi indirdi ve yerini Hikmet Süleyman’ı baĢbakan yaparak kendisi arka planda kaldı. Hem Bekir Sıtkı PaĢa hem de Hikmet Süleyman Irak’ın komĢularıyla sorunlarını bir an önce çözmeyi düĢündüklerinden, 4 Temmuz 1937’de Tahran’da Ġran ile Irak sınır hattı anlaĢması imzalanabildi. Bu anlaĢmayla Ġran’ın istediği biçimde ġattülarap’ta sınır, talveg hattı (akarsuyun en derin yerlerini birleĢtiren hat) oldu. Bu anlaĢmadan dört gün sonra 8 Temmuz 1937’de Tahran’da Sadabad sarayında dört ülkenin dıĢiĢleri bakanları Türkiye adına (T. R. Aras) Cenevre’de parafe edilen metni imzaladı. 25 Haziran 1938’de onay iĢlemleri tamamlanan Pakt yürürlüğe girdi. Daha önce de değinildiği gibi bu Pakt, adının çağrıĢtırdığının aksine bir askeri ittifak değil, bir tarafsızlık ve saldırmazlık anlaĢmasıydı. 11” Paktın imzalanması Ġngiltere tarafından olumlu

karĢılanmıĢtı. Ġngiltere’nin yardımı olmasaydı bu paktın imzalanması mümkün olmayabilirdi. Çünkü dıĢiĢleri yönünden Ġngiltere’ye bağlı olan Irak’ın izinsiz olarak bu anlaĢmayı imzalaması imkansızdı.12

Musul sorunu Türkiye’nin istemediği bir Ģekilde çözülmüĢ olmasına rağmen 1926 yılından sonra Türkiye-Ġngiltere iliĢkileri hızla iyileĢmiĢ iki ülke pek çok konuda iĢbirliğine gitmiĢtir. O dönemde Ġngiltere’nin yönetiminde önemli bir kontrol gücüne sahip olduğu Irak’ın Türkiye ile iĢbirliği yapmasına Ġngiltere’nin izin vermesi hatta desteklemesi bunun en açık örneklerindendir.

10

Akdevelioğlu ve Kürkçüoğlu, (2008). y.a.g.m. s. 367.

11 Akdevelioğlu ve Kürkçüoğlu (2008). y.a.g.m. s. 368.

12 Turan Silleli (2005). 1958’den Günümüze Türkiye-Irak ĠliĢkileri, YayınlanmamıĢ Yüksek

(20)

7 Pakta göre, taraflar birbirlerinin içiĢlerine karıĢmayacaklar, sınırların dokunulmazlığına saygı gösterecekler, birbirlerine karĢı savaĢmayacaklar, barıĢın tehlikeye girmesi durumunda danıĢma toplantıları yapacaklar ve birbirlerine karĢı kıĢkırtma ve gizli örgütlere olanak bırakmayacaklardı. Taraflardan hiçbiri Pakt’tan ayrılma müracaatı yapmadığına göre, bugün de hukuken Sadabad Paktının yürürlükte olduğundan söz edilebilir. Ancak Ġkinci Dünya SavaĢından sonra bölgede CENTO örgütünün kurulması, 1979 yılında Afganistan’da komünist bir rejimin iktidara gelmesi, 1980’lerin Ġran-Irak savaĢı ve Irak’ın 1990’da Kuveyt’i iĢgalinden sonra, Pakt’ın herhangi bir anlamı kalmıĢ değildir.13

Bu dönemde Türkiye’nin uluslararası alanda status quo’nun14 devam edebilmesi için attığı baĢka adımlar da olmuĢtur. Bunlardan birisi Türkiye’nin MC’ye girme kararı diğeri de Balkan Antantı’dır.

“1925 Locarno anlaĢmalarıyla Almanya’nın Batı sınırları güvence altına alınırken doğu sınırlarının söz konusu edilmemesi, zaten Ġtalya’nın ilgisinden rahatsız olan statükocu Balkan devletlerini, Almanya’nın Ġngiltere ve Fransa tarafından doğuya yöneltildiği endiĢesiyle rahatsız ediyordu. Bu tehdit algılamaları sonucunda, Türkiye ile Yunanistan arasında yaĢanan ikili yakınlaĢma çabaları daha geniĢ perspektife kavuĢarak Balkan ülkeleri arasında iĢbirliğini kuvvetlendirecek adımların atılmasına yol açtı.15” Sovyetlerin doğuda Japon, batıda Alman baskısına

maruz kalması bu ülkenin statükocu, anti-revizyonist gruba kaymasına sebep oldu. Bu durum da Türkiye’nin MC’ye giriĢini hızlandırmıĢtır. Ayrıca, Türkiye’nin Ġngiltere ve Yunanistan’la yaĢadığı sorunlar, 1932 yılına gelindiğinde büyük ölçüde

13 Sander (2007). y.a.g.e. s. 108. 14

* Status quo (statüko) politikası tarihin belli bir anındaki güç dağılımını korumak ve sürdürmektir ve bu haliyle güç dengesi politikasına benzemektedir; ancak daha çok bir savaĢ sonrası politikası olarak bilinmektedir. Çünkü devletler genellikle savaĢ sonunda elde edilen yerleri yapılan birtakım anlaĢmalarla kodifiye etmeye çalıĢırlar. BaĢka bir deyiĢle taraflar savaĢtan sonra oluĢan statükoyu aralarında antlaĢmalarla, ittifaklarla ve diğer ikili ve çok taraflı sözleĢmelerle korumak isterler. Zaten barıĢ antlaĢmalarının asıl amacı savaĢın sonunda ortaya çıkan yenilgi ve zaferin güçler dağılımında yol açtığı değiĢiklikleri hukuki terimlerle ifade etmek ve yeni güçler dağılımını hukuki Ģartlara bağlayarak istikrara kavuĢturmaktır. Örneğin 1815’ten 1848’e kadar statükocu bir politika izleyen Avrupa devletleri Napolyon SavaĢlarını sona erdiren 1815 barıĢ antlaĢmasını savunmuĢlardır. Bunun için Avrupa’nın mutlakiyetçi rejimleri kendi aralarında önce kutsal ittifakı oluĢturdular ardından da yaptıkları sürekli konferans ve toplantılarla statükonun korunmasına çalıĢtılar. I. Dünya SavaĢı’na kadar devam eden bu düzen yine statükonun savunucularından Avusturya-Macaristan Ġmparatorluğu’nun savaĢı baĢlatmasıyla bozuldu. Tayyar Arı (Ağustos 2008). Uluslararası ĠliĢkiler

ve DıĢ Politika, MKM Yayıncılık, 7. Baskı, Bursa, s. 298.

15 Melek Fırat (2008). Yunanistan’la ĠliĢkiler, Baskın Oran (ed.), Türk DıĢ Politikası, KurtuluĢ

(21)

8 çözülmüĢtü. MC içinde yer alan bu iki devletle çözülmemiĢ sorunları olan bir ülkenin MC’ye dahil olması düĢünülemezdi.

Milletler Topluluğu üyesi olunca Türkiye, toplu güvenlik sisteminin oluĢturulmasına katkıda bulunmuĢ ve Sovyet siyasetini desteklemiĢtir. Türkiye 1933 yılında Sovyetler Birliği’nin öncülüğünde ve baĢta Doğu Avrupa ülkelerinin imzaladığı, saldırganların saptanmasına iliĢkin Londra Konvansiyonlarını imzalayanlar arasındadır. Türk diplomasisinin etkin katılımı ile imzalanan bölgesel anlaĢmalarda bu ülkelerin konumunun yeniden ortaya konulması ilginçtir. 1934 Balkan Ġttifakı ile 1937 Sadabad Paktı örnek olarak düĢünülebilir. Balkan ve Orta Doğu ülkeleri ile baĢlatılan süreçler bir araya getirildiğinde, Ankara kendi güvenliğini sağlamakla kalmadığını, ayrıca Avrupa’da oluĢan gruplaĢma sisteminde dengenin sağlanması sürecinde önemli bir rol üstlenebileceğini hesaplamıĢtır.16

Türkiye bu oluĢumların içinde yer alırken aynı zamanda Avrupa’da yaĢanan problemlerin silah kullanılmadan, Avrupa’lı devletler arasında silahlı bir çatıĢma meydana gelmeden çözülmesi gerektiği konusunda bir mesaj vermiĢtir.

II. Dünya SavaĢı’nın artık iyice yaklaĢtığı bir ortamda, Türkiye, Ġngiltere ve Fransa arasında bir yakınlaĢma meydana gelmiĢtir. Hatay’ın Türkiye’ye katılması konusunda Türkiye’nin çabalarına, Ġngiltere’nin de telkinleriyle Fransa’nın sert olmayan bir tavır sergilemesi, 1936 yılında imzalanan Montreux Boğazlar SözleĢmesiyle Türkiye’nin egemenlik haklarının arttırılması gibi siyasi geliĢmelerde bu yakınlaĢmanın payının olduğunu belirtmek gerekir. Bu üç devlet arasında yaĢanan bu yakınlaĢmaların neticesinde, 12 Mayıs 1939’da Ġngiltere ve 23 Haziran 1939’da Fransa’yla imzalanan bildirgeler çerçevesinde, Akdeniz’de bir savaĢ çıkarsa yardımlaĢma taahhüdü ve bu maksatla bir antlaĢma yapma konusunda niyet beyanı ilgili devletler tarafından ortaya konulmuĢtur. 17Tüm bu anlaĢmaların dıĢında

Türkiye’nin çeĢitli devletlerle dönemin Türk dıĢ politikasına iliĢkin yaptığı bir takım anlaĢmalar olmuĢtur. 1 Eylül 1939 tarihine kadar yani II. Dünya SavaĢının baĢladığı, Almanya’nın Polonya’ya saldırdığı tarihe kadar yukarıda sayılanların dıĢında Türkiye’yi hukuksal taahhüd altına sokan diğer anlaĢmalar Ģunlardır:

16 Boris B. Potskhveriya (1992). 1920 ve 1930’lu Yıllarda Türk-Sovyet ĠliĢkileri, Türk-Rus

ĠliĢkilerinde 500 Yıl 1491-1992, TTK Yayınları, Ankara, s. 193

17 Mustafa Aydın (2008). Ġkinci Dünya SavaĢı ve Türkiye 1939-1945, Baskın Oran (ed.), Türk DıĢ

Politikası, KurtuluĢ SavaĢından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt I, 13. Baskı, Ġstanbul, s. 400.

(22)

9 1. SavaĢı uluslararası politikanın aracı olmaktan çıkartan 1928 Briand-Kellogg Paktı,

2. 25 Mayıs 1928’de Afganistan’la imzalanan Dostluk ve Tarafsızlık (Saldırmazlık) AntlaĢması ve uzatma protokolleriyle üstlenilen tarafsızlık ve saldırmazlık taahhüdü.

3. 30 Mayıs 1928’de Ġtalya’yla imzalanan Tarafsızlık, UzlaĢtırma ve Yargısal Çözüm AntlaĢması çerçevesinde “içlerinden birine karĢı yöneltilmiĢ hiçbir siyasal ya da ekonomik anlaĢmaya ve hiçbir tertibe” katılmama yükümlülüğü ve saldırıya uğrama durumunda tarafsız kalma taahhüdü.

4. 5 Aralık 1932’de Ġran’la imzalanan Dostluk AnlaĢması ile Güvenlik, Tarafsızlık ve Ekonomik ĠĢbirliği AntlaĢması çerçevesinde saldırmazlık ve tarafsızlık taahhüdü.18

II. Dünya SavaĢının baĢlamasıyla birlikte Türkiye kendisini ateĢten bir çemberin içinde bulmuĢtur. Almanların kısa sürede ilerleyerek Bulgaristan sınırına kadar ulaĢmaları Türkiye’yi zor durumda bırakmıĢ, müttefiklerine verdiği sözleri yerine getirememiĢtir. Türkiye’nin tarafsızlık politikası takip etmede baĢarılı olduğu söylenebilir. Türkiye güçsüzlüğünü çok önemli bir diplomatik silaha dönüĢtürmüĢ ve dünyayı sarsan büyük yıkımdan yara almadan kurtulmuĢtur. Türkiye’nin savaĢ boyunca izlediği genel politika Ģöyle özetlenebilir:

Türkiye’nin askeri güçsüzlüğü, Almanya ya da SSCB’den gelebilecek bir saldırıya karĢı onu ciddi sıkıntılar içinde bırakmıĢtı. Modern hava kuvvetlerine ve mekanize kara kuvvetlerine sahip devletlere karĢı boğazları korumak neredeyse imkansızdı. Buna rağmen bu zayıflığı bir diplomatik avantaja dönüĢtürmeyi baĢaran Ġnönü, Türkiye’nin askeri açıdan hazırlıksız olduğu konusunu vurgulamıĢ ve müttefiklerinin baskılarından kurtulmuĢtur. Aynı zamanda Ġngiltere ve ABD’nin Türkiye’yi savaĢa sokma konusundaki görüĢ ayrılıklarından faydalanmayı baĢarmıĢtır. 19

Müttefiklerin Türkiye’yi savaĢa sokma çabaları daha savaĢın baĢlarından itibaren görülmeye baĢlamıĢtı. Churchill 31 Ocak 1941 tarihinde CumhurbaĢkanı Ġsmet Ġnönü’ye bir mektup göndererek Almanya’nın ilerlemesini

18Aydın (2008). y.a.g.m. s. 399.

19 Ahmet Özgüven (2007). II. Dünya SavaĢı Sonrası Sovyet Rusya Tehdidine KarĢı Türkiye’nin

Aldığı Mülki ve Askeri Önlemler, YayınlanmamıĢ Yüksek Lisans Tezi, Kafkas Üniversitesi, Kars,

(23)

10 durdurmak amacıyla Ġngiliz uçaklarını ve uçaksavar toplarını Türkiye’ye göndermeyi önerdi. Türkiye bu öneriyi kabul etmemiĢtir. 26 ġubat 1941’de Ġngiltere DıĢiĢleri Bakanı Eden Ankara’ya gelmiĢtir. Eden, Almanya Yunanistan’a saldırırsa Türkiye’nin Almanya’ya savaĢ açmasını istemiĢtir. Türkiye, Ġngilizlerin bu isteğini de reddetmiĢtir. Ġlerleyen dönemde bir teklif de Almanlardan gelmiĢtir. 23 Eylül 1943 günü DıĢiĢleri Bakanı Numan Menemencioğlu’nu ziyaret eden Alman Büyükelçisi Von Papen, Mussolini’nin, Almanya’ya On Ġki Ada’nın Türkiye’ye verilmesini teklif ettiğini söylemiĢtir. Türkiye bu öneriye de soğuk yaklaĢmıĢtır.20 Türkiye’nin Almanya ile ittifak yaparak Ġngiltere’ye savaĢ ilan etmesi durumunda savaĢ sonunda ne kazanacağı belirsizdi ama Türkiye’nin yerle bir olacağı kesindi. Ġngiltere ile ittifak yapılarak 1945 öncesi Almanya’ya savaĢ ilan edilseydi aynı durum yine geçerliydi. Bu yüzden Türkiye’nin savaĢ dıĢı konumunu sürdürmesi kendisi için en gerçekçi tercih olmuĢtur.

Tahran Konferansından aylar önce müttefikler Türkiye’yi savaĢa sokmak için çalıĢmalarını yoğunlaĢtırdılar. 14 Ocak 1943 tarihinde Casablanca’da Churchill ile Roosevelt bir araya geldiler. Bu görüĢmede savaĢın ne Ģekilde yürütüleceğine dair Amerikan ve Ġngiliz Genelkurmaylarının ortak bir plan hazırlamaları kararlaĢtırıldı. Bu plana göre Türkiye’nin de savaĢa katılması gerekiyordu.21 Churchill 30 Ocak 1943 tarihinde Ġnönü ile görüĢmek üzere Adana’ya geldiğinde bu öneriyi Ġnönü’ye bildirdi. Ancak Türkiye, savaĢa girmek için yeterli askeri teknik donanıma sahip değildi. Ayrıca Sovyetlere karĢı duyulan güvensizlik de devam ediyordu. Tüm bu sebeplerden Türkiye savaĢ dıĢı konumunu sürdürmeye devam etme kararı vermiĢtir.

SavaĢ devam ederken, Almanların Rusya’da, Stalingrad’ta önce durdurulup sonra da geri çekilmeye baĢlaması, Ġtalya’nın teslim olması gibi geliĢmelerden ardından Müttefiklerin de Türkiye üzerinde yaptıkları baskı iyice artmaya baĢlamıĢtır. Mihver’in düĢüĢü ve Müttefiklerin yükselmeye baĢlaması Türkiye’yi de doğal olarak Müttefik devletlerle iliĢkilerini geliĢtirmeye yöneltmiĢtir. Afrika’da zaferin belli olmasının ardından durumu yeniden değerlendirmek için Roosevelt ve Churchill 12-16 Mayıs 1943’te Washington’da biraraya geldiler. GörüĢmelerde Sicilya’ya asker çıkarma konusu konuĢulurken “durumunu Ġtalya’ya göre ayarlayan” Türkiye’nin savaĢa katılmasını mümkün kılmak, böylece Almanya’nın

20 Onur Öymen (2002). Silahsız SavaĢ, Remzi Kitabevi, Ġstanbul, ss. 82-83. 21 Öymen (2002). y.a.g.e. ss. 83-84.

(24)

11 kullanımındaki Romanya petrol alan ve tesislerine Türk hava alanlarından saldırıda bulunabilmek ve Balkanlarda ikinci bir cephe açmak konuları da ele alındı. Churchill’in ikinci cephenin Balkanlarda açılma arzusuna karĢılık Roosevelt ManĢ’ta bir çıkarma yapılmasında ısrar ediyordu. Quebec (Kanada) konferansı bu Ģartlar altında 11-24 Ağustos 1943’te toplandı. Esas amacı ManĢ çıkarmasının onaylanması olan konferansta Türkiye konusu da ele alındı. Müttefikler yanında savaĢa katılması için erken olduğuna, buna karĢılık Balkanlarda açılacak yeni bir cephe için gerekli olan Türk havaalanlarının derhal Müttefiklerin kullanımına açılmasına istenmesine karar verildi. Quebec’de ayrıca Türkiye’nin askeri gücüne katkı yapmaya devam edilmesiyle, Türkiye’ye Almanya’ya ihraç ettiği kromu durdurması ve Boğazlardan geçen Alman gemilerini engellemesi gibi konularda baskının arttırılmasına karar verildi.22

“18 Ekim-1 Kasım 1943 tarihlerinde Moskova’da, ABD, Ġngiltere ve Sovyet DıĢiĢleri Bakanları, Hull, Eden ve Molotov’un katılımıyla gerçekleĢtirilen bir toplantıda Türkiye’den savaĢa katılmasının ortaklaĢa talep edilmesi kararlaĢtırıldı.” 23 Türkiye, Rusların Türkiye’nin yıpranmasını istediklerinden

Ģüphelenerek bu öneriyi geri çevirmiĢtir. Ġlerleyen dönemde Sovyetler taktik değiĢtirerek, Türkiye’ye baskı yapılmasına gerek olmadığını Türkiye’nin kendi kaderine terk edilmesi gerektiğini söylemeye baĢlamıĢtır. Bunun dıĢında Sovyetler, Balkanlarda ikinci bir cephe açılarak Ġngiliz ve Amerikan askerlerinin bu bölgeye girme olasılığından rahatsız olduğu için de Türkiye’nin savaĢ dıĢı konumunu sürdürmesi gerektiğini düĢünüyordu.

Ġlerleyen dönemlerde müttefiklerin Türkiye’nin Almanya’ya yaptığı krom satıĢını kesmesi konusunda baskılar artacaktır. Ocak-ġubat 1944 döneminde Türkiye’nin Almanya’ya yaptığı Krom satıĢı 1943’le kıyaslandığında 13.564 tondan 56.649 tona çıkacaktır ancak yine de bu satıĢ oranı, o dönem için makul olarak kabul edilen 90.000 tonluk sınırın altındaydı.24

Birinci ve Ġkinci Kahire Konferanslarıyla, Tahran Konferansında da müttefikler genel olarak Türkiye’nin savaĢa girmesi yönünde görüĢ belirtmiĢlerdi. Ancak Tahran Konferansında Sovyetlerin hesabı

22

Aydın (2008). y.a.g.m. ss. 454-455.

23 Öymen (2002). y.a.g.e. s. 85.

24 Selim Deringil (1989). Turkish Foreign Policy During The Second World War: An Active

(25)

12 baĢkaydı. Stalin tüm baskılara rağmen Türkiye’nin savaĢa girmeyeceğini biliyordu. Ancak Türkiye’ye bir teklif daha yapılması gerektiğini düĢünüyordu. Bu teklif iĢini de ona göre Ġngiltere ve ABD yapmalıydı. Türkiye’nin olumsuz cevabı ABD ve Ġngiltere’de memnuniyetsizlik yaratacak bu da Sovyetlerin iĢine gelecekti. Sovyetler, Türkiye ile ABD ve Ġngiltere’nin arasını bozarak, Türkiye üzerindeki amaçlarına daha rahat ulaĢmak istiyordu.25

ABD ve Ġngiltere savaĢ sonrasında özellikle Ġran olaylarından ardından Sovyetlerle olan iliĢkilerini gözden geçirmeye karar verecekler ve kısa süre sonra bu ülkeye karĢı açıkça cephe alarak Türkiye’nin Sovyetler karĢısında yalnız olmadığını ifade edeceklerdir.

SavaĢın Avrupa’da sona ermesine 7 hafta kala 19 Mart 1945’de Sovyet DıĢiĢleri Bakanı Molotov, Türkiye Büyükelçisi Selim Sarper’i makamına davet ederek, SSCB’nin 20 yıldır Türk-Sovyet iliĢkilerine yön vermiĢ olan 17 Aralık 1925 Dostluk ve Tarafsızlık (Saldırmazlık) AntlaĢmasının süresini uzatmayacağını ve özellikle “Ġkinci Dünya SavaĢında sırasında meydana gelen köklü değiĢiklikler” nedeniyle, 7 Kasım 1935 tarihli protokol hükümlerine uygun olarak bu anlaĢmanın feshini istediklerini bildiren bir nota verdi. Türkiye’nin korktuğu Ģey nihayet baĢına geliyordu. Türkiye Sovyetlerin 19 Mart notasına 4 Nisan’da cevap vererek ne gibi önerileri olduğunu sordu ve yeni bir pakt önerdi. Molotov, Sarper’i 7 Haziran’da bakanlığa davet ederek, iki ülke arasında antlaĢmanın yenilenebilmesi için iki ülke arasındaki bazı sorunların halledilmesi gerektiğini söyleyecektir. Bu sorunların,

1. Türkiye’nin doğu sınırlarında değiĢiklik yapılması (Kars ve Ardahan bölgelerinin Sovyetlere terki.)

2. Boğazlarda ortak savunma sağlamak için Sovyetlere üs verilmesi. 3. Montreux’nün yeniden gözden geçirilmesi

olduğu görüĢmeden sonra anlaĢılacaktır. Aslında bunların tümü daha 1940’da Sovyetlerin Mihver’e katılmak karĢılığında Almanya’dan talep ettiklerinin aynısıydı. Görüldüğü gibi Sovyetlerin Türkiye’yle ilgili arzuları konusunda savaĢ boyunca bir süreklilik vardır.26

Konuyla ilgili bir ABD resmi raporunda, SSCB’nin boğazlara iliĢkin talepleri ve buna karĢı ABD ve Ġngiltere’nin tavrıyla ilgili önemli bilgiler bulunmaktadır.

25 Aydın (2008). y.a.g.m. ss. 460-461. 26 Aydın (2008). y.a.g.m. ss. 473-475.

(26)

13 “… ABD ve İngiltere hükümet yetkilileri ülkelerinin görüşlerini değişik

zamanlarda birçok kez ifade etmişlerdir. Boğazlar konusundaki anlaşmazlık Türkiye’nin boğazları koruma konusundaki sorumluluklarının ve haklarının korunmaya devam ettiği bir şekilde ve konuya hukuksal açıdan taraf olan devletlerin onayıyla çözülmelidir. Eğer bu bölge ciddi bir saldırıya uğrar ve ya tehdide maruz kalırsa konu Postdam’da alınan kararlar doğrultusunda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde ABD ve İngiltere’nin de katılımıyla yeniden ele alınmalı ve yeni bir geçiş sistemi uygulamaya sokulmalıdır...27

Türkiye, kendisine yapılan tüm baskılara rağmen savaĢın dıĢında kalmayı baĢardı. SavaĢ sona erdiğinde Türkiye üzerindeki pazarlıklar henüz bitmiĢ değildi. Hem Avrupa geliĢmelerini hem de Uzakdoğu’da devam eden savaĢı ele almak için toplanan Postdam Konferansında (17 Temmuz-2 Ağustos 1945) Sovyetler, Boğazlar ve Türkiye ile ilgili taleplerini yine gündeme getirdiler. ABD ve Ġngiltere savaĢ esnasında Sovyetlerle baĢlayan yakın iĢbirliğinin etkisiyle Sovyet taleplerine açıkça cephe almadılar. Ancak ilerleyen dönemde ABD ve Ġngiltere’nin Sovyetler ile anlaĢtıkları noktalarda farklı yorumlamalar nedeniyle sorun çıkacak ve bu da ABD ve Ġngiltere’nin Türkiye’nin görüĢlerine yakınlaĢmasıyla sonuçlanacaktır. Aradan geçen süre içerisinde, Ġngiltere’nin ġubat 1946’da 1939 Üçlü Ġttifakının halen yürürlükte olduğunu ve saldırıya uğraması halinde Türkiye’ye yardım etme yükümlülüğü bulunduğunu bildiren notu Türkiye’ye iletmesi, ardından daha savaĢ sürerken ABD’de vefat eden Türkiye’nin Washington Büyükelçisi M. Ertegün’ün naaĢının diplomatik nezaketin ötesine geçen bir jestle Türkiye’ye getiren Amerikan zırhlısı Missouri’nin 5 Nisan 1946’da Ġstanbul limanına demir atması Türkiye’nin savaĢ sonrası yalnızlığının sona erdiğini gösterecektir.28

Sovyetler savaĢ sonrasında bir yandan Türkiye ve Yunanistan üzerindeki istek ve giriĢimleri ile Doğu Akdeniz ve Orta Doğu bölgesinde yayılmaya çalıĢırken diğer yandan Avrupa’da iĢgali altında olan bulunan ülkelerde komünist rejimleri yerleĢtirerek bir Sovyet Bloğu oluĢturma çabası içindeydi. Ayrıca Uzak Doğu’da da Sovyet yayılmacılığı artmıĢtı. Dikkat edilirse bu üç yön geleneksel olarak Ġngiltere’nin hayati ilgi ve çıkar alanlarıdır. Her üç bölge de, Ġngiltere’nin SSCB’ye karĢı 19. yy.’da en hassas noktaları olmuĢtur. Fakat II. Dünya SavaĢı Ġngiltere

27 Foreign Relations Of The United States, FRUS (1951). Vol. 5, p. 1105. 28 Aydın (2008). y.a.g.m. ss. 475-476.

(27)

14 üzerinde öyle bir tahribat yapmıĢtı ki, artık Ġngiltere’nin bu bölgeleri savunmak için SSCB’ye karĢı koyacak gücü yoktur ve Ġngiltere’ye göre, yeniden canlanan Sovyet emperyalizminin karĢısına dikilecek tek kuvvet ABD’dir.29

Burada Ġran olaylarından bahsetmek yerinde olacaktır. Ġran olayları, Ġkinci Dünya SavaĢı sonrasında soğuk savaĢı hızlandıran olaylar arasında en önemlilerinden birisidir. Sovyetler’in savaĢ sırasında Ġngiltere ile yaptığı anlaĢmaya göre savaĢ bittikten 6 ay sonra Ġran’daki Sovyet birliklerinin geri çekilmesi gerekiyordu.30

Ancak Sovyetler bu anlaĢmaya uymadı. Bölgede Mahabad Kürt Devletini ve kendisine bağlı bir Azeri devletini kurdurarak komünist ideolojiyi bu iki kukla devlet aracılığıyla Ġran’a sokmaya çalıĢtı. ABD’nin bu geliĢmelere tepkisi çok sert olmuĢtur. Bu olaylardan sonra Sovyetler ve müttefikler arasında ipler kopmuĢ ve ABD hızla Türkiye’ye yaklaĢmaya baĢlamıĢtır.

Türkiye, II. Dünya savaĢı sonrasına birçok sıkıntıyla girecektir. SavaĢ dönemi boyunca ağırlaĢan hayat Ģartları ve buna bağlı olarak halkın yönetime karĢı duyduğu haklı tepki ve güvensizlik, II. Dünya savaĢının getirdiği özel Ģartlardan yararlanarak çok ciddi kazançlar sağlayan zengin burjuvazinin ekonomik hayatta artan tekelci ağırlığı, ve ülkeyi çok uzun bir süredir yöneten CHP’nin yıpranmıĢlığı Türkiye’nin içeride mücadele ettiği ve çözmesi gereken sorunlardı. Bu dönemde zenginleĢen kesim II. Dünya savaĢı sonrasında Türkiye’de oluĢacak yeni düzenden siyasi pay kapma çabasına giriĢecektir. SavaĢı kazanan ABD’nin de yeni dünya düzeninde “demokrasi” rejiminden yana tavır koymasıyla birlikte Türkiye’de çok partili hayata geçiĢ süreci baĢlayacaktır.

DıĢ politikada ise, ülkeye girmesi gereken dıĢ kaynak ve kredilerin nasıl ve hangi ülke tarafından karĢılanabileceği sorusu, artan Sovyet tehdidi, sürekli savaĢa hazır halde tutulması gereken büyük bir ordunun masraflarının nasıl karĢılanabileceği gibi sorular yönetimi düĢündürüyordu. ĠĢte böyle bir ortamda Türkiye-ABD iliĢkileri hızlı bir yakınlaĢma sürecine girmiĢtir. SavaĢtan sonra iki kutuplu bir dünya düzenin ortaya çıkması ve dünyadaki birçok devletin bu iki kutup etrafında toplanmaya baĢlaması Türkiye’yi de bir karar verme noktasına getirmiĢti. Türkiye yüzyıllardır süreklilik arz eden bir ekonomik, siyasi ve askeri iliĢkiler ağı içerisinde bağlı

29

Ahmet Aras (2007). Amerikan Belgelerinde II. Dünya SavaĢı Sonrası Türkiye (1945-1950), YayınlanmamıĢ Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi, Ankara, ss. 22-23.

30 Turgay Murat (2006). Sovyetler Birliğinin Ortadoğu Politikası (1945-1980), YayınlanmamıĢ

(28)

15 bulunduğu Batı ülkeleri ile bütünleĢme yolunu seçmiĢtir. Truman Doktrini ve Marshall Planı gibi savaĢ sonrası ABD tarafından baĢlatılan askeri ve ekonomik nitelikli düzenlemelerin içerisinde yer alarak, ABD’nin Ortadoğu politikalarında bu ülkeyle sıkı bir iĢbirliğine giderek ve NATO içerisine dahil olma kararıyla Türkiye üstüne düĢen iĢbirliğinin gerektirdiği somut adımları atmaya baĢlamıĢtır.

DP, 14 Mayıs 1950 seçimlerinde iktidara gelmesinin ardından özellikle Ortadoğu krizlerinde ABD ile yakın bir iĢbirliğine gitmiĢ, Türkiye dıĢ politikasını Batı’nın bölgedeki hedefleriyle uyumlulaĢtırma çabası içinde olmuĢtur. DP iktidarının ABD’yi, Türkiye’nin askeri ve ekonomik açılardan sıkıntıya düĢtüğü zamanlarda baĢvurulacak önemli bir askeri ve ekonomik yardım kaynağı olarak görmesi bu iliĢkinin süreklilik göstermesinin Türkiye açısından en önemli sebebidir. ABD ise bu dönemde Sovyetler ile birlikte dünya siyaset sahnesinde liderlik mücadelesi veriyordu. Soğuk savaĢ; Ortadoğu bölgesinde var olan yandaĢ devletler vasıtasıyla iki süper güç arasında silahlı ve ideolojik bir mücadeleye dönüĢmüĢtü. Bölgede var olan çok önemli petrol ve doğalgaz kaynakları ABD ve Sovyetlerin ilgisine buraya çekmiĢ bu devletler, bölge devletlerini askeri ve ekonomik yardımlarla kendi taraflarına çekmeye çalıĢmıĢlardır.

SavaĢ sonrası Sovyetlerden Ġran ve Türkiye’ye yönelen saldırgan davranıĢlar, Washington’un, Sovyetlerin etkisini dünyanın sadece bir bölümüyle sınırlandırmaya yöneltti. Bunun dıĢında ABD’nin Ġngiltere’nin Ortadoğu’da kaybolmaya baĢlayan etkisini hissetmeye baĢlaması, Amerika’nın stratejik ilgisinin Ġngiltere’nin kaybolan etkisi ölçüsünde Ortadoğu’ya yönelmesine sebep olmuĢtur.31

ABD, Türkiye ile olan dostluk ve müttefiklik iliĢkilerinin en çok Ortadoğu bölgesinde anlamlandığını düĢünüyordu. Bu yüzden DP’nin iktidarda olduğu 1950-1960 arasında meydana gelen Ortadoğu krizlerinde iki devlet çok sıkı bir iĢbirliğine gitmiĢtir. Türkiye bu krizlerde ABD’ye verdiği desteğin karĢılığını ekonomik ve askeri açıdan, kredi ve yardımlarla almıĢtır.

31 Hüseyin Çakal (2006). The Origins Of The Cold War In The Middle East : The Turkish Case,

(29)

16 1. BÖLÜM: ĠKĠNCĠ DÜNYA SAVAġI SONRASINDA DÜNYA VE TÜRKĠYE

Genel sonuçları açısından incelenirse II. Dünya SavaĢı dünya genelinde büyük bir tahribata, maddi ve manevi büyük yıkımlara sebep olmuĢtur. Sadece Sovyetler Birliğinde 27 milyon insan ölmüĢtür.32

Demokrasi cephesinin savaĢtan zaferle çıkacağının kesinleĢmesiyle beraber savaĢ boyunca izlediği gerçekçi denge politikasıyla savaĢın yıkımından kendisini kurtarmayı baĢaran Türkiye, müttefik devletlerle iliĢkilerini sıkılaĢtırma yoluna gitmiĢtir. SavaĢı demokrasi cephesinin kazanacağı anlaĢılınca Türkiye önce Almanya’ya krom satıĢını durdurmuĢ, 2 Ağustos 1944’te Almanya ile diplomatik iliĢkilerini kesmiĢ, ardından da BM’ye üye olmanın getirdiği bir ön Ģart olarak Almanya’ya 23 ġubat 1945’te fiilen savaĢ ilan etmiĢtir.33

Türkiye genel olarak müttefik devletlerle iliĢkilerini geliĢtirme çabası içinde gözükmeye baĢlamıĢtır. Ancak müttefik devletler iliĢkilerin geliĢtirilmesine baĢlangıçta Türkiye kadar istekli değillerdi. SavaĢ boyunca Türkiye’nin savaĢa girme konusundaki isteksiz tutumu, savaĢın büyük bir bölümünde her iki savaĢan grupla var olan iliĢkilerinden menfaat sağlamaya çalıĢması, demokrasi cephesini temsil eden devletlerde Türkiye’ye karĢı bir soğukluk yaratmıĢtı.

Ġlerleyen dönemde iliĢkilerin seyrini uluslararası siyaset sahnesinde meydana gelen ani değiĢiklikler belirleyecektir. Ġran olayları, Doğu Avrupa’da ve Balkanlar’da artan Sovyet askeri varlığının Türk Boğazlarına yaklaĢmaya baĢlamasından ABD’nin duyduğu endiĢe, Ortadoğu’da azalan Ġngiliz etkisini doldurmak isteyen ABD’nin bölgede kendisine güvenilir bir müttefik aramaya baĢlaması, müttefiklerin Türkiye’ye yaklaĢmasına sebep olacak ve Soğuk SavaĢ’ın 34 baĢlamasını

32 Haluk Gerger (2006). ABD-Ortadoğu-Türkiye, Ceylan Yayınları, Ġstanbul, s.15.

33 Haluk Gerger (1999). Türk DıĢ Politikasının Ekonomi Politiği Soğuk SavaĢ’tan Yeni Dünya

Düzenine, Belge Yayınları, Ġstanbul, s. 34.

34

* Soğuk SavaĢ kavramı Ġkinci Dünya SavaĢı sonrasında, temelde ABD ve SSCB arasında geliĢen düĢmanca iliĢkileri ve ideolojik çatıĢmayı tanımlamak için kullanılmıĢtır. Bu çatıĢma kendisini açık askeri eylemlerle değil, ekonomik baskı, propaganda ve silahlanma yarıĢıyla gösterdi. Bu dönem için çoğunlukla Churchill’in 1946’daki “demir perde” konuĢması baĢlangıç, 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılıĢı ve ya 1991’de SSCB’nin dağılması da bitiĢ olarak kabul edilmektedir. Nükleer silahlar Soğuk SavaĢ’ta çok önemli bir rol oynamıĢlardır. 12 Mayıs 1945: Churchill’in Truman’a mektubu. “Rusya

üzerine demir bir perde çekilmiştir.” Temmuz 1945: Potsdam Konferansı. SavaĢ zamanı ittifaklarının

sona eriĢi ve Avrupa’nın iki kampa bölünüĢü. 12 Mart 1947: Truman Doktrininin ilanı. Temmuz

1947: George F. Kennan’ın Foreign Affairs dergisinde, Mr. X takma adıyla Sovyet karĢıtı bir

makalesinin yayınlanması. 1947: Berlin’de ABD, Ġngiliz ve Fransız bölgelerinin birleĢtirilmesi, ortak para uygulaması. 22 Haziran 1948-12 Mayıs 1949: Berlin Ablukası. 4 Nisan 1949: NATO’nun kurulması. 1949: Çin’de komünist güçlerin denetimi ele geçirmesi. 29 Ağustos 1949: SSCB’nin ilk

(30)

17 hızlandıracaktır. Buna karĢılık olarak, Türkiye’nin her zamankinden daha çok hissetmeye baĢladığı Sovyet tehdidi, ülkenin içinde bulunduğu büyük askeri ve ekonomik sıkıntılar Türkiye’yi ABD ve Ġngiltere ile sıkı bir iĢbirliğine götürecektir. Bu geliĢmelerin sonucunda bilindiği gibi Türkiye Batı Bloğu ile ekonomik, askeri ve siyasi alanlarda çok hızlı bir yakınlaĢmaya gitmiĢtir. Özellikle ittifak içinde lider konumunda olan ABD ile kurduğu iliĢkiler diğer blok üyesi ülkelerle kurduğu iliĢkilerle kıyaslandığında çok daha üst düzeyde olmuĢtur.

nükleer bombasını patlatması. 25 Haziran 1950: Kore SavaĢının baĢlaması. 1954: SEATO’nun kurulması. 24 ġubat 1955: Bağdat Paktı’nın kurulması. Mayıs 1955: B. Almanya’nın NATO’ya alınması. Mayıs 1955: VarĢova Paktı’nın Kurulması. 1956: SSCB’de 20. Komünist Parti Kongresi ve “barıĢ içinde bir arada yaĢama ilkesinin benimsenmesi”. 1956: SSCB’de destalnizasyon sürecinin baĢlaması. 1956: Macar ayaklanması ve Sovyet müdahalesi. 5 Ocak 1957: Eisenhower Doktrininin Ġlanı. 1957: SSCB’nin Sputnik’i uzayda yörüngeye oturtması. Mayıs 1960: ABD U-2 casus uçağının SSCB toprakları üzerinde düĢürülmesi. 1961: Batı ile Doğu Berlin arasına duvar yapılması. Ekim

1962: Küba füze bunalımı. 7 ġubat 1965: ABD’nin Vietnam’da silahlı çatıĢmaya girmesi. 1968:

Çekoslovakya’daki ayaklanmanın Brejnev Doktrinin ilk uygulaması olarak bastırılması. 1969-1979: ABD-SSCB SALT I ve SALT II görüĢmeleri. 1972: ABM AntlaĢması. 1973: ABD’nin Vietnam’dan çekilmek zorunda kalması. 1973: MBFR görüĢmelerinin Viyana’da baĢlaması. 1975: Helsinki Nihai Bildirisi. 1979: Afganistan’ın SSCB tarafından iĢgali. 1980-1981: SSCB’nin Polonya’ya müdahalesi.

1981: ABD’nin silahlanma programını hızlandırması. NATO ülkelerinin ABD yapımı Pershing II ve

karadan fırlatılan Cruise füzelerini kabul etmesi. 1982-1983: ABD-SSCB START görüĢmeleri. 23

Mart 1983: Reagan’ın Stratejik Savunma GiriĢimini (Yıldız SavaĢları, SDI) baĢlatması. 1985: Mihail

Gorbaçov’un SSCB Komünist Partisi Genel Sekreteri seçilmesi. 1987: INF AnlaĢması. 1988: MBFR’a son verilerek AKKUM’un boĢaltılması. Haziran 1989: Polonya’da serbest seçimler. Kasım

1989: Berlin Duvarının Yıkılması. Ekim 1990: Ġki Almanya’nın resmen birleĢmesi. Kasım 1990:

AKKA AntlaĢması. 21 Kasım 1990: Paris ġartı. Temmuz 1991: VarĢova Paktına son verilmesi. 17

Eylül 1991: SSCB’nin Baltık devletlerinin bağımsızlıklarını tanıması. 16 Aralık 1991: Gorbaçov’un

SSCB’nin sona erdiğini ve yerini Bağımsız Devletler Topluluğunun aldığını açıklaması. Funda Keskin, Soğuk SavaĢ Kavramı ve Kronolojisi Kutusu, Baskın Oran (ed.), Türk DıĢ Politikası, KurtuluĢ SavaĢından Bugüne, Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt: I, 13. Baskı, Ġstanbul, 2008, s. 536.

(31)

18 1.1. Türkiye’yi Çok Partili Hayata Götüren Süreç ve Sonuçları

Bu dönemde Türkiye’nin iç politikasında da ciddi siyasi olaylar yaĢanmaya baĢlanmıĢtı. Bu siyasi geliĢmelerin analizinin iyi yapılabilmesi için II. Dünya savaĢı devam ederken Türkiye’de yaĢanan ekonomik olaylardan ve bu olayların siyasete olan etkilerinden söz edilmelidir.

“Sanayisi geliĢmiĢ bir ülkede, hele ülke savaĢ alanı olmamıĢsa, savaĢların üretimi kamçıladığı çok görülür (ABD ekonomisi her iki dünya savaĢında da çok büyümüĢtür). Ama Türkiye gibi temelde tarımsal bir ülkede, çok büyük çoğunluğu köylü olan 1 milyon kadar erkeğin askere alınması tarım açısından yeterince olumsuz bir olguydu. Bunun yanı sıra 1938’de çıkarılmıĢ olan Toprak Mahsulleri Ofisi Kanunu ile 18 Ocak 1940’ta çıkarılan Milli Korunma Kanunu35

hükümleri de ters etki yapınca üretim iyice düĢtü ve bir yandan çiftçi tahılını karaborsaya vermeye baĢlarken, diğer yandan da 1945’e gelindiğinde tarımsal üretim 1939 düzeyinin % 40’ına indi. Tarımın yanı sıra imalat sanayi de darbe yedi. Devletin yaptığı planlamalar sonucunda 1932-1939 döneminde 2 katına çıkan sanayi üretimi savaĢ süresince hızla düĢtü ve 1945’te, 1932 üretiminin yalnızca % 20 kadar yükseğiyle gerçekleĢebildi. Ekonomideki kötü gidiĢat, yalnızca arz-talep dengesinden değil yöneticilerin yeteneksizliğinden de kaynaklanıyordu. 1941’de % 38,5 olan enflasyonun 1942’de birdenbire % 93,7’ye fırladığı görülecektir. Bu durum yeni ticaret bakanının, seçim bölgesi Ege’ye gidip, o güne kadar bin bir güçlükle dizginlenen fiyatların serbest bırakılacağını halka hissettirmesi üzerine ortaya

35 * Milli Koruma Kanunu (MKK), bürokrasiye olağanüstü bir savaĢ ekonomisi yürütme yetkisi veren

önlemler getiriyordu. Üretilecek mal miktarı hükümetçe saptanabilecek, devlet fabrikalara ve madenlere el koyabilecek, üretim ve dağıtımı sağlayabilecek, bütün fiyatları denetleyebilecek, sıkıyönetim ilan edip mülk zaptedebilecekti. Oysa uygulamada, bu hükümlerin yerine, yasanın özel giriĢime yardımcı olan hükümlerinin (kredi vermek, mallarını satın almak, kazancı garantilemek vb.) ve dar gelirlilerin haklarını kısıtlayan hükümlerin (zorla çalıĢtırma, iĢçilerin iĢlerinden ayrılması yasağı, tatil günlerinin ve sabit çalıĢma saatlerinin kaldırılması, vb.) egemen olduğu görüldü. Tarım alanında ise yasa ekilen her 40 dönüm arazi için 1 çift öküzü milli müdafaa yükümlülüğü dıĢında bırakmaktaydı. Yani, arazisi 40 dönümden az olan köylü çift hayvanlarını devlete vermek zorundaydı. Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) Kanunu ise köylüyü korumak ve kamu tüketimi için ürün biriktirmek amacıyla kurulmuĢtu. Ama MKK’yla birleĢince fakir köylüyü daha da ezdi. Çünkü bütün amaç üretimi arttırmak ve kentler ile orduyu beslemek olduğundan, üreticinin tahılı piyasadan çok düĢük olan 5 kuruĢ fiyatından zorunlu alıma tabi tutuldu. Bu arada büyük toprak sahipleri hem tahılı karaborsaya intikal ettirebildiklerinden hem de savaĢ nedeniyle değerlenen pamuk gibi tahıl dıĢı ürünlerini satabildiklerinden büyük sermaye birikimi sağlarken küçük ve orta dereceli gelir sahibi köylü fukaralaĢtı. Baskın Oran (2008). Milli Koruma Kanunu ve TMO Kanunu Kutusu, Baskın Oran (ed.) Türk DıĢ Politikası, KurtuluĢ SavaĢından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, cilt I, 13. Baskı, ĠletiĢim Yayınları, Ġstanbul, s. 389.

Referanslar

Benzer Belgeler

Bu çalışmada MeOMe-IBX (o-metil, p-metoksi iyodoksi benzoik asit) adı verilen organik çözücülerde çözünürlüğü yüksek, +5 değerlikli IBX türevi olan

are higher significantly before noon than afternoon..When users are more than 80 in multi- function sport court, users of more than 15 in shooting court and users of more than 40

備急千金要方 脈法 -分別病形狀第五 原文 脈數在腑。 脈遲在臟。 脈長而弦,病在肝。(《脈經》作 出於肝。) 脈小血少,病

Öğretmen adaylarının öğrenim gördükleri bölüme göre kişisel siber güvenliği sağlama ölçeğinin “Ödeme Bilgilerini Koruma” faktöründe aldıkları

Venice, the Ottoman Empire and Christendom, 1523-1534" ba~l~kl~~ makaleyi, müellif 1984 senesinde "Al servizio del Sultano: Venezia, i Turchi e il mondo

lenir. Sağlam bir şark kültürü­ ne sahipti, arabcayı okur anlar, fakat fraıısızcayı ana dili gibi bilirdi: Mevlânânııı Mesnevisini yıllar boyunca okuya

Tablo 5 incelendiğinde, araştırmaya katılan işletmelerin faaliyetlerinde kullanılan BİT uygulamalarına bakıldığında özellikle, imalat planı hazırlanmasında

Muhalefetin seçim propagandasında ağırlık verdiği hususlar, ekonomik sıkıntılar ve özgürlüklerin yokluğuydu. İnönü seçim kampanyasını, “Tür- kiye siyasal