4
H A K İM İY E T İ M İL L İY E 2 2 BİRİNCİ KÂNUNFaruk kafiz’in “ ÂfcınHıı
... --- —MİLLÎ ŞİİRE ve MİLLÎ PİYESE KAVUŞTUK. ENGİN TÜRK TARİHİNDEKİ MUHTEŞEM BİR
HAKİYKATİ ÇOK GÜZEL CANLANDIRAN İLK ESER.
M illî şair kime derler, m illî şairin va sıfları nelerdir diye senelerdenbcri mü- «akaşlar oldu. Bu vasıfla eğlenmek is terken gülünç olanları gördük, bu sual leri soran anket m uharrirleri, m illî şai rin artık bir hüma, m illî şairliğin biz de hiç bir omuza konm ıyan bir devlet kuşu olduğunu zannederek bir daha bu bahis üzerinde hiç kimse ile konuşm adı lar. Bu meyanda bizzat F aruk N afiz de m illî şairden - nadir ve zeki nük telerin den hiç birini sarfedem iyerek - biraz is tihza ile, biraz ibhamîa bahsetti.. Fakat bugün onu beklenen m illî şair olarak karşımıza çıkmış, bize o ideal tip ten bir yeni numune getirm iş görüyoruz.. Bunu inkâr edenler, şimdi kendisi de dahil olduğu halde, biraz utanarak bu hakiyka ti itira f etmeğe m ecburdurlar.. Faruk Nafiz, engin tü rk tarihinin heybetli bir akm safhasını bütün haşmeti, bütün gü zelliğiyle canlandırm ağa m uvaffak ol duğu andan itibaren m illî şair olmuş tur. Onu bu çetin şahikaya çıkartan, o- nu bu olgun hidayete eriştiren samimî, takdirkâr ve hamı en büyüğe burada san at namına, şiir namına, memleket namı na sonsuz şükranlar sunmak, her edebi yat sevenin biricik büyük borcudur.
B ir T ü rk çocuğuna başta söyletilen bir kaç mısra, bütün T ü rk m illetinin Gazisi için duyduğu sevgiyi, hayranlığı hep bir ağızdan haykırarak ifade etme leri lazım geldiği zaman söylenilm esi :ea- beden sözlerdir:
Yer yüzü n de üç k ö k var, bunun ikisi bizde, Btri güneşlerini yakarken devrim izde, B ir i karanlığım şim şekliyor m az’nin: B u ik i u fu ksu z kök, gözleridir g azinin!
Ve biz piyesi okurken o iki kekten tarihin sonsuz ufuklarını seyrediyor gi bi daima huşuum uzu ve îymammızı bü- ^iin yüksekliği ve derinliğiyle muhafaza ediyoruz.
F aruk N afiz’in sinir ve gönül arzu sundan vaz geçerek asıl feragatli aşkı öy le efsanevî olmaktan çıkaran, tabiî ve hayatî göstren şu m ısralarını salim zevk li okuyucuların bir an evvel kuvuşmalarr için aşağıya geçiyorum :
Nasıl sevebilirse üç gönül bir tek gülü Sen de güzelliğinle k u l edersin üş
gönlü. Ben kendim den geçerken gülün güzelli ğiyle Cül beni seviyormu diye düşünmem bile. Karşılığı beklenen sevgiye sevgi denmez Sevdalılar yalvarır fakat bir şe y dilen mez... B ize bahar su gibi damlar senin sesinde, Uzanmış gönülleriz bir söğüt gölgesin
de.. Yaylada bir yaprağa hasret çeken çoban lar Bir söğûte tapmanın sırrın ı elbet anlar. Gölgeni çekme bizden, ye te r hu gölge
bize Üç gönül d inlen iriz bu gölgede d iz dize.. Sonra y ıllard ır yağm ur görmeyen, üstesine suları çekilen, büyük denizi ku rüyan bir yurdu n toprağına düşkünunille tin bağlı bir H anının güzel kızm a veri len bir yeşil çiniyi görerek söylediği şu m ısralarda, yalnız kadına duyulan hasre tin lirik şeyler ilham etm iyeceğini böy le engin bir hasretin de insanı nasıl ko- nuşduracağm ı g ö rü y o ru z :
Yeşilde ne ararda bulamaz insan oğlu? Yeşil bu., varlık dolu, kö k dolu, umman dolu! B ir ucu gözlerinde, bir ucu engindedir, M eyve viren ağaçlar bu çini renginde
dir. B u çini rengindedir bahar, deniz, kır orman Bana tanrım görünür y e şil dediğim za man. Bir çini parçasında bütün hasretlerimiz! Kalmadı ana yurtta bir tek yeşil yeri
miz... Çölde ölen bahar bir mezar olsun diye Yeşilin hasretini T ü rk işledi çiniye; Yurtta y e şillik ancak çindedir yavrular!
>9
tstem ihan artık kurban edilm iyecektir. Yerine bir danesi hakan olacak üçbey, baş bakrcıyı zorla kandırm ışlar ve gök tanrının sunayı kurban istediğini söylet- m işlerdir; Güneş batarken kız kurban e- dilecektir.
îstem ihanın kızını b ir kaç dakika da ha yaşatm ak hasreti ve__hanlık-haşmeti- ile haykırm asında Ham idin pir çok tira t
vaz geçti; yeni bir maksada fedaî olmuş gibi bir parça durdu, kolunu m illî tü rk iradesinin, tü rk dehasının elindeki bu
İki Avrupa.
Yazan: Francis Delaisi
14
Türkçeye çeviren : F. C.
'i ~ İH i§ -w i
S > & • ______ ' -~V'Î
Fransa da, Belçika’da Katolik fikrinin hiç nüfuz edemediği Bi-
kilisesi fcin seneden fazla bir za- j zans skolastiğinin varisleri olan
sjrandanberi yaptığı talim ve terbi- Ortodox keşişlerin fikrî kontrolü
ye murakabesini nihayet kaybetti, altında bulunuyorlardı.
Düşmanlarına mukabele için; Da-J
Sınaîleşmemiş olan Avrupa, bü-
rülfiinuna kargı darülfünun, koleje tün 19 uncu asır esasında İçtimaî
karşı kolej, ve mektebe kargı m ek ' ve diynî sebepler tesiriyle fennî
tep cıçtr. Her tarafta hars ocakları hareketlerden filen uzakta kaldı.
Bununla beraber bu vaziyetin
değişmek üzere bulunduğu anlaşı
lıyor, bir asırlık hayret verici
muvaffakiyetlerden
sonra, fen,
kendi usulleri ve hudutları hak-
kınnda daha vazıh bir fikir hasıl
ederek eski rasiyonalismden uzak
laşacak gibi görünüyor.
Henri Poincare’nin
nazariyele-çoğaltan bu rekabet halk için
faidesiz değildi.
Esasen katolik kilisesi fikirleri
köhne Hümanizma çerçeveleri için
de hapsetmek için beyhude uğra
şıyordu. Ailelerin çocuklarını ye
ni mesleklere tevcih arzuları kili
seyi fen tedrisatına gittikçe daha
büyük bir yer tahsisine mecbur
* ~ ^ İ V İ U A I J U L V .C 4 J . V . m u i i . c i z . c t i l y L İ V-'ediyordu. Nihayet bu suretle kato- rİ, alimin artık metafizik sahasına
lik, protestan, hiristiyan, layik, bü'atılmaktan istinkâfını
kaydetti,
tün sınaî Avrupa, fennin bütün şe- Bundan sonra alim, eşyanın künhii
kil ve dereceleriyle geniş bir yer
-
•
-kazandığı, mekteplerle doldu,
Fakat Alp ve Pirene dağlarının
cenubunda vaziyet aynı şekilde in
kişaf etmedi.
Şüphesiz oralarda da, mektep
meselesi üzerindeki mücadele ha
zan şiddetli oldu, fakat — kömür
ve dolayısiyle sınaat yoksuzluğu
yüzünden — iş burjuvazisi pek
mahdut (Katalonya sahili ile Po
Şair Faruk N afiz B. larını gölgede Tnrakan muazzam fa
kat munis m übalağalar v a rd ır:
Tanırım hana güçünden bir zerre vre, vakit dar, Çok değil, ancak bir göz yum up açana kadar O layım bir a n iy e bu ku d retin sahibi. M ıhlayayım güneşi çarmıha gerer gibi. Ö yle kım ıldanmadan durduğu yerde yarı
srn, Ö lü n ü r hareketsiz azabına inansın. Gi'.urek seyredeyim onu çıplak etiyle,
A vına diş bileyen bir kaplan lezze tiy le .■ Suna, ölümüne bütün bir m illetin ağ h yışım ne kadar düşünülse, onun ağzıy- le kim konuşsa bu kadar kuvetli ve aza m etli anlatam az:
Gökten geniş bir yürek matemmi taşıyor Ardında ağlıyanı olan ölülerdenim..
Faruk Nafiz, daha 14 yaşında iken kalemini kullanmayı, zevklerine hâkim olmayı bilen bir şair olmıya namzetti.. E yi talii vardı; alâkadar bir m uhit bul du ve Yahya Kemal gibi hakikaten san atkâr, hakikaten m ürşit bir üstadın dost liığunu kazandı.. Fakat Kayseriye gele ne kadar, Anadoluya girene kadar o has ta ve melûl bir İstanbul şairiydi.. Mız mız feryatların en ahenklisini yazıyor d u ; kadın iylanı aşkında bütün sanat m eharetini gösteriyordu. Fakat fanî kal maya mahkûmdu, fakat m em leketin şai ri olmaktan uzaktı.. İstiklal mücadelesi nin bütün fikirleri, hevesleri, istidatları eritip yeni kalıplar döken ateşi içine, A nkara’nın bugünkü gibi ve bugünkün den fazla bütün insanları, bütün taşı toprağı, bütün suyu ve havasıyla doğu ran bir anaya benzediği anlara girince h ü viyetinin birdenbire değiştiğini, gön lünün bir çocukluk hevesiyle göğsüne girdiği üç tek teli kopardığını, ruhunun o dram atik maskeyi yüzünden attığ ın ı ve sade süs, sade işleme, sade kadife görünen kınından sıyrılm ış keskin, ta ze ve çelik bir k ılıç olduğunu gördük.. Bu kılıç, birkaç sene rastgele o yana bu yana sallandr, çarp ıldı, eğildi, doğrul d u ; birkaç kadın kalbine battı, ç ık tı; en yakındakiler, a rtık bu kılıcın keskin ligini kay bettiğ ini; biraz uzaktakiler kılıcın eğilip bükülüp k ırıld ığ ın ı; daha uzaktakiler ise elinden sıyrıîrp belirsiz bir yere düştüğünü vehm ettiler.. Fakat h ay ır! Kadife kınını, işleme kınını par- çalıyarak m em leket havasında parlıyan, Ankara burcundan sivrilen o yalın kı lıç, bu serseri ham lelerinden bir anda
kılıç, nihayet mevzuunu feth etti. F aruk Nafiz, bugün memleket şairid ir; m illet şairidir.. Onu bu sıfatla, eski yeni, üstat m üstait her şairin gıpta ile, hürm etle se tamlamasını bekliyoruz ve göreceğiz.
Eski Faruk N afiz’i inkâr etm iyoruz; ondaki güzelliğin ve kudretin her za man hayranı idik... O şahsî, enfüsî birçok
hislerim izi, sinir ve gönül arzularım ızı bizden eyi, bizimle beraber yaşamış gibi gene kendimize anlatm asını biliyordu.. Fakat sanatın sanat için olduğunu ileri sürenlerin ekseriyeti haiz olduğunu, fi k irlerinin ehemm iyetle telakki ed ild iğ i ni zannettiği ve birçok defada gördüğü için bir türlü kendisine has bir teoıi, bir sanat davası o rtaya atam ıyor, yahut "sanat faydalı olm alıdır, sanat cemiyet içindir,, fik irlerini yalnız küçük, güzel fıkraîariyle b ir tebessümle bir istihza arasında sıkışıp kalan m akaleciklere tah sis ediyor; hu tezi kuvvetli m isallerle tek it edemiyordu.. Bedbin olması lâ zım dı; Selanik’te "Genç kalemler,, le ye ni lisan hareketi başlarken yeni fikri riske eden şiirlerin şairlerinden vezne hakim iyet, ahenginde m uvaffakiyet ifa dedeki sarahat vc bütün bir şiirdeki sa ı at iytibariyle kat kat yüksekti ve ü s ta tı: A nadolunun şiire heves eden ve şiirde m ert kalmayı, vatan fedaisi olmayı tab i atı iycabr, kanı iycabı istemeden, b il meden şiar edinen b îr sürü genci y ılla r ca hep onun gibi konuştu :; eğer bu ka valında nağm eleri ilahileştiren ku d retli çoban, kaval çalışı kadar çoban olmayı da bilseydi onlarla b ir edebî nıekep, b ir edebî devir yapabilir, edebiyatım ızda bir F aruk Nafiz devri açardı.. Ne yazık ki F aruk N afiz kendini, m illeti F aruk N afizi bulduğu g ü n ; o sürü, avareleş miş, başka ve eyreti tesir altında kalmış,
şiir lisanı gevşemiş bulunuyor..
Biz şuurum uzu bulduğum uz günden- beri F aru k N afiz’e kudreti ve sanatı için b ir kat daha derin hayranlık duyuyor fakat ayni zamanda bu emsalsiz e n e rji nin, olgun m eharetin ve güzel sanatın böyle heba olup gitm esine acıyorduk.
T evfik F ik re t’in N efi’ye dediği, gibi “Eyvah ki çorak yerde akıp gitm işsin,, m ısraını hayifle tekrarlıyorduk. Fakat m uhitinin kadrişinas olmamasından zi yade kendisinin m uhitini bulamaması, mevzuunu çorak yerlerden seçmesi do- layısiyle bunu tekrar ediyorduk...
F aruk Nafiz, bizg çok güzel, çok can lı, yepyeni bir misal vermiş oldu:
nü değil; sadece istihale kanunla
rını anlamak istiyor; gerek bu ka
nunları, gerek onların bir usul dai
resinde bîribirine raptmı mutlak
ve değişmez ’’hakiykat,, 1er şeklin
de değil, sadece “müsait faraziye-
ler„ olarak gösteriyor. Bu günün
fen fikri hiç şüphesiz umumî nis-
biyet„e doğru tekâmül ediyor.
Bu suretle, ’’sabit bir nokta,, ih
vadisi hariç) olduğu için tesiri de tiyacmı hisseden henüz adedi pek
pek zayıf kaldı.
çok insanlar için fen sırra; láyete
Hâkim sınıfı teşkivl eden em- j nahiye, îayetegavvere, hattâ evel
iak sahipleri; köylü kütleleri oku- den görülmesi kabil olmıyan şey-
tuıâu takdirde, kendilerine siya- lere, bir yer bırakıyor, yahut bırak
sî hürriyet hevesi ve ziraî ıslahat mis gibi görünüyor,
fikri verilmesinden endişe ediyor-.
Halbuki diynî tasavvuf en
me-tin temelini tam bu yerde atabi-
Ispanya zadegânı, İtalya asdza liyor. Şu halde Fen diynin iki mu
dileri,Macar magnalan.Galiçya ve ’vazi satıh üzerinde biribirine çarp-
Polonya prensleri, tedrisatı pa- maksızın tekâmül edebilmeleri ka
paz, memur ve kâhya yetiştiren bildir
mekteplere inhisar ettirmek husu-j
Bu son yirmi sene zarfında, Ro-
sunda anlaştılar.
ma kilisesinin Pasteurle iftihar et
Arazilerinin işletilmesi için iye,.' tiği resmî fen alemince tardedilen
beden
fen memurlarına, mühen-, ”Branly„ ye bir laboratuvar verdi-
pislere, ve alimlere gelince,bunun ği ’’Enstitü,, lerine tabakatülarz,
için de büyük masraf ihtiyariyle hattâ hayatiyat alemlerini kabul et
mahalli nufus üzerinde tesiri olmı- tiği görüldü. Yine kilise
mühen-dislerindoktorlarm“Cercles catho
liques,, lerini çoğalttığı gibi, bazı
...
.
, .
,
sınaî merkezlerde de fennî
tedri-Buyuk araziye sahip olan biz- sat ve en asri meslek mektepleri te
zat kilise dahi maddi emniyetini sis ve teşkiyl etmektedir
ve manevî nüfuzunu koruyan bu |
19uncu asır esnasında fikirleri
, !“ u1“ ^ h a z etti ve butun bu mem 0 kadar şiddetle heyecana getiren
Ceketlerde, yüksek tedrisatı huma-leski fen ve Din
kavgası artık
mzmaya
inhisar
ettirdi. Yerıi bitmişe benziyor
usullerin faideleri istihfaf edilme-)
Diğer taraftan, hemen hemen
mekle beraber,
fennin tehlikeli bütün Şarkî avrupa da, büyük ara
tekamülü sınai avrupaya ve onun H mülkiyeti, umumî harbin do-ur
macera peşinde koşan burjuva st- duğu
karışıklıklar netiycesinde
mfma terkolunuyordu.
gönül rızasiyle veya cebirle
par-I . A,
, w.
çalandı. Halk kütlelerinin okuyup
T f AI.P Ye Pjr<me dağlan cenu yazmasını tahdit kaygısında yası
ndaki butun Katolik memleket- yan arazi sahiplerinin istibdadı ye
yan ecnebiler getirmeği tercih et
tiler.
burmam
Dutunı^atoım memleket- yan arazi sahiplerinin ıstmaadı ye
ler, yanı Ispanya, İtalya Avuş- rine hemen hemen her tarafta
jtuıj/a, Macaristan ve Polonya A. hırs ve tama’la
mektep
istiven bir
avrupasında mühim değişiklikler köylü demokrasisi kaim oldu,
i yapan buykk fıkır cereyamndâfı
Su ps“re.!!c uz.ak , ka!d,!ar-
,
Şarkî avrupa ve akdenia
millet-Ruyuk arazı sahiplerinin tahak lirinin fikrî inkişaflarına uzun za-
,kumu altında yaşıyan Balkan mem man set
ç e k e nm a n ii,, u
7,
Ceketleriyle Rusya’ya gelince, bun yavaş yavaş yıkılıyor.
™ SUretIe
lar da fennî tetlciyk ve müşahede
_rw
an-— -r-iTli l~T I i ... ■■ Ir* ■■¿■VntffTTi-nr-.,. İT I î | |
Şair, sanatındaki güzelliği, üslûbun daki asilliği,, hiç hiç bir şeyi kaybetme den pek âlâ bütün k udretini memleket emrine verebiliyor, inkılap emrine g ire biliyor ve bu kendisi için yalnız hayatî değil ayni zamanda edebî bir m uvaffakı yet de oluyor...
Tem sil kabiliyeti noktai nazarı ndan ne derece m uvaffak, ne dere ce sahne tekniğine uygun oldu ğunu önümüzdeki haftalarda Ha İkevindeki tem silinde göreceğiz. O günün bize vereceği heyecan bizden göreceği takdir, bunu vuzuhla ve sala hiyetle anlatacaktır. Yalnız bir dinlenişte farkına varılm ıyaıı sanat kıym etini, şiir kıym etini anlama m ız h attâ bir m ısraın üzerinde bile eyice durmamız, onu içimize sindir metniz lâzımdır. B unun için onu basıl mış görmeyi bir an evel arzu ediyoruz..
Behçet K E M A L D A V E T
İk tis a t encümeni 22-12-931 salı saat 15 dc toplanacaktır.
Ankara Radyosu.
22 Kânununeveî 1831 Sair
Saat 18 - 18.30 Orkestra, Men-
delssohn Symphonie domineur
Saat 18,30 - 19 Süzinak faslı
Saat 19 - 19,30 Caz.
Saat 19,30 - 20 Sekâh faslı
Saat 20 - 20,30 Caz.
--- .... .— a,, 1
T A S lıin .
D ünkü nüsham ızın ikinci sahifesîn- de beşinci sütununda in tişar eden (biz- mi, Gandim i?) yazısının ortasında;
(F ran salı bir m uharrire göre; bugün kü Avvrupada hüküm et yüzde elli komiî n isttir) cüm lesi;
F ransalı p ir m uharrire göre; bugün kü Alm anyada hüküm et yüzde elli komü nisttir.
ünü olacak. Yanlış d izilm iştir tashih cde-rız.
Taha Toros Arşivi