N erede o e s k i Tepebaşı? Yıllar önce otelleri, restoranları,
aydın bohem lerin tadına vararak
Ç
OCUKTUM. Annemle beraber Harbiye’de, bir akrabaya gidecektik. Fatih-Harbiye tramvayına bindik. Hem de kırmızı renkli, birinci mevki...Acaba şimdiki, iki katlı, 550 yolcu taşıyan 747 uçağına binmek bir şey mi ki?... Fatih-Harbiye en uzun __ mesafeli tramvay!..Adına romanlar yazılan Fatih-Harbiye... Peyâmi Safa'nın kalemi İle Türk edebiyatına giren tramvay!...Biz ön sahanlıktan binip, yine ön taraftaki, tram vayın harem kısmına girmiştik, annemle...Tramvay arabaları nın ortasındaki vişne çürüğü çuha perde henüz kalkmamıştı. Tramvaylarda harem-selamlık vardı. Yer bulduk oturduk. Ben pencere kenarına!..Derken bir grup kadın geldi. Ayakta kal mışlardı...İçlerinden biri hain hain bana bakarak:
-“ Evladım..Bari babanı da getirseydin...Koskoca erkek olmuşsun... Burada işin r.e?..Gitsene öbür taraf a... "dedi.
Yan tarafta oturan iki şişman madam beni savundular: -“ Ka..Leblebi kadar çocuktur...Anneciğinden ayrım otur sun kuzucuk?...
Biletçi Efendi de perde arkasından çıkıp bilet kesmeye gelmişti. Adam, alı al, moru mor halime acımış olmalı ki o da beni tuttu. Fakat kadınlar acar mı acar. Biletçi Efendi’ye dayattılar:
-“ Pekiiii...Madem küçük çocukmuş...Sen niçin bilet kesi yorsun ona?”
-“ Beş yaşını geçmiş ta b ii...”
-"Tamam...Erkek sayılır.. Bugün evlendirsen, yarın çocu ğu olur...
Haydaaaaa!..Benim erkekliğim yüzünden tramvayda kavga çıkacak...O çağlarda iken, bizim gibi genç horoz adaylarının iki yerde başlan belaya girerdi. Biri, bütün dayatmalarına rağmen, daha iyi keselesinler diye zorla kadınlar hamamına götürdükleri zaman...Mutlaka münasebetsiz bir hatun mey dana çıkar:
-“ Oğlum...Babanı niçin getirmedin?” diye sorardı.
Birde işte bu tramvayların harem kısmında..Ama bu sefer, ben centilmence davranıp “ Buyrun teyzeciğim!...” diye yeri mi ikram edince erkeklik kavgası bitti...Bu sırada beni savu nan şişman madam biletçiye para uzattı ve:
-“ Bir tane Petit C ham psL.B ir tane de Kroker!.." dedi. Biletçi hiç yadırgamadan biletleri kesti. Nereye gidiyor lardı madamlar?...
İstanbul’da bu isimde iki semt var mı idi?..Ağzımın iki yanını ellerim ile perdeleyerek annemin kulağına eğildim ve sordum. Cevap verdi, yavaşça:
-“ Petit Clıamps, Tepebaşı!...Kroker de Daire!..6.Daire!..."
EKSİKSİZ BİR EĞLENCE İMPARATORLUĞU
Hiç işitmemiştim doğrusu...Oysa ki, o günlerde Beyoğlu' nun kalbi, Taksim’de değil, Tepebaşı'nda çarpardı. Arditi'nin büyük eğlence imparatorluğu o civarda kurulmuştu...Barlar, komedisi ayrı, dramı ayrı tiyatrolar...Devrin en büyük oteli Perapalas...Tipik bir Viyana pastahanesi olan TiIla.. .Türkiye’ nin en meşhur kahvehanesi, tarihi Kanunuesasi kıraatha nesi...Hemen her gece konserler verilen Tepebaşı bahçesi... Başta Haçaduryan olmak üzere, dans salonları... Ve lokanta lar...Çardaş’ın bulunduğu pasajın içinde, Tilla'nın tam karşı sında bir Paris lokantası: Champs Elysees...Caddede İzmir lokantası...Meşhur mezesi ile: Kağıtta fırınlanmış pastırma bohçası!..
64
Ünlü Perapalas
Oteli Çekler' in
Novotny ve
Kohot birahaneleri,
Macarlar ın
Çardaş restoranı,
yan tarafta
Asmalımescit' in
meyhaneleri, açıkta
balık pişirenleri
ve Barba' nın
pasta fırınıyla bu avuç
içi kadar yer, İstanbul
göbeğinde, sanki bir
başka İstanbul du.
İnanır mısınız ki kentin bu bölgesinde, bıldırcın yemekleri ile, zengin işadamları arasında şöhret salmış bazı küçük lokantalar vardı. Büyük spesyaliteleri: Bıldırcın şişi...Doma tesli bıldırcın...Tepside bıldırcın...Bıldırcın, çömlek...Tabii sonbaharda ve sokakta bol bol bıldırcın satıcıları dolaştığı günlerde..Ama pahalı...İpe dizilmiş bıldırcının düzinesi 125 kuruş...İnsaf!..Bu bıldırcın lokantalarının 2 tanesi son za manlara kadar Yüksekkaldırım’ın en yukarısında yanyana dururlardı.. Şimdi şehirde, av eti veren lokanta var mıdır?... Bilmiyorum...
En iyisi, ben bugün sizi tramvaydaki madamaların bilet aldıkları yerlere götüreyim...Bir zamanlar Beyoğlu’nun kalbi
nin çarptığı eski Tepebaşı’na...
“Zaman Tüneli" içinden Kroker, yani 6.Daireye.. Petit Champs, yani Tepebaşı'na!
RAŞEL HANIM BİR DE GÖZLERİNİ AÇTI Kİ!
İşte Şişhane yokuşu...Dikkat Vatman Efendi...9 mile kal dırayım deme arabayı. İstanbul tramvaylarının en kritik böl gesinden geçiyorsunuz...Zira Fatih Harbiye tramvayı, yalnız Türk edebiyatına girmekle kalmamıştır, Raşel Hanım’ın evine de girm iştir!..Karlı bir kış günü, Şişhane’den yokuş aşağı inerken, birden yoldan çıkmış, hızını kesemeyerek başını alıp, uzun uzun gittikten sonra, doğru Madam Raşel’in köşe- başındaki evinin içine ve yatak odasına!..Madamcık yatağının içinde, dehşetle doğrulunca, arabayı kullanan Vatman Efendi ile göz göze gelmişti!...Tramvay tarihinin en ilginç kazası!.. Daha sonra tramvay idaresi bu evi satınalıp tamir ettirdi sanırım...Hâlâ dadurur.
Biz yolumuza devam edelim..İlk durak, tramvaydaki bizim madamın adlandırması ile: Kroker, yani 6.Daire...İşte kim senin bilmediği, fakat adı ile, sanı ile meşhur Kroker Hanı... Türkiye’de işgal kuvvetleri tarafından yakalanan m illiyetçi için Kroker Ham’na götürülmek...“ korkunç" bir kâbustu!...İşken celer Hanı!...
Lütfen inelim tramvaydan..Karşıda Novotny ve Kohot bira haneleri...Özellikle Novotny, değil Beyoğlu, değil İstanbul, tüm eğlence tarihimize damgasını vurmuş bir isim...Union Française’in karşı tarafında, Amerikan Konsolosluğuma g it meden önceki büyük bina...Şimdi Milli Eğitim Bakanlığı Erkek Terzilik Okulu sanırım. En iyi birayı yapan ve binlerce
50 yıl öncesinin Tepebaşı ’sının bugünkü Tepebaşı’na benzeyen tarafları da var, benzemeyen de... Ama o günkü rengini, havasını tümüyle kaybetmiş olduğu apaçık ortada. Galatasaray’ dan Tünel’e giderken sağda yer alan ünlü “ Markiz” pastanesi, bugün o yılların havasını hâlâ sessiz sedasız sürdürme çabasında...
vrahaneleri ve eğlence yerleriyle;
yaşadıkları b ir s e m tti Tepebaşı...
Beyoğlu 'nun
kalbi,
Tepebaşı
'nda
atardı...
Hikmet Feridun ES
Beyoğlu'non kalbi, Tepebaşı'nda atardı...
Tepebaşı'mn
yalnız aydın bohemlere
değil, değişik
sınıftan, değişik zevkten
olan herkese açacak
kapısı vardı.
insanın bir arada bira içtikleri, yemek yedikleri gayet büyük birahaneleri işleten Çekoslovakyalılar açmışlardı burayı. ..Çok büyük de sermaye koymuşlardı...Münih ve Prag’daki büyük birahanelerden farksızdı...Kapıdan içeri girdiniz mi?...Merdi venlerle inilen bir salon...Ve kalabalık bir orkestra...Her yer tıklım tıklım...Salondan çıkınız, set set bahçeler, Halice karşı...İğne atsanız yere düşmeyecek bir kalabalık...Pazarla rı, iç salonda, Viyana operetleri bitince, bahçedeki çalgı başlardı. Bu tıklım tıklım dolu masaların arasında, omuzları üzerinden havaya kaldırdıkları tepsilerde, sayısız bira duble leri taşıyan tam 32 garson!..Evet, Novotny’nin garson kadro su 32 idi..:Hatta Noel ve Yılbaşı’larda elliye çıkarmış...Ve bu mahşer kalabalığı arasında, Novotny kardeşler, ağızlarında çok uzun yaprak sigaraları ile dolaşırlar, müşterilerin hatır larını sorarlardı...
Orkestra âdeta bir Salzbourg orkestrası... Şimdi Türkiye’ de, böylesine kalabalık bir halde ve hiç kazıklanmadan, halkın eğlenebileceği bir yer var mı? Ben bilmiyorum.
İSTER FIÇI BİRASI, İSTER KEÇİLİ BİRA!
Novotny’nin bazı özellikleri vardı. Mesela en çok fıçı birası satılırdı ama, isterseniz Çekler’in meşhur “ Keçili” birası.. Kapağında keçi resmi olan... 9 derece... İsterseniz, çok özür dilerim, Almanlar’ın meşhur “ Bok” birası.. İsterseniz mezenizi büyük bir paket yaptırıp birahaneye getirebilirdiniz.. "Hariç ten meze getirmek memnudur" tabelası yoktu, aksine... Mesela aldığınız kehribar gibi, sapsarı ufacık ufacık biber turşuları... Mercan rengi taramalar. Tütsülenmiş altın sarısı ringa balığı... Çerkezo’dan mortadela.. Rus kardeşler’den kırmızı, boncuk boncuk Japon havyan... Baş garson paketi elinizden kapar giderdi. Mezeleri belki 20 tabağa dağıtır, pişirilecek olanları pişirir, masanızı donatırdı... Hesaba hiçbir şey ilave etmeden... Birçok Avrupa ülkelerinde olduğu gibi... Ama Novotny’nin kendi spesiyalite mezeleri de vardı... Zeyti ne sarılmış ançuvez... Kaşar, gravyer, Bulgar kaşkavalı üzeri ne serpilmiş kırmızı biber ve anasonlu fırancalada fırınlanmış, sıcak Viennois sandviçleri!
Novotny, birkaç kuşağın Beyoğlu’nda hatırlayacağı en renkli dekor... Ama biz gene yolumuza bakalım. Böylece
66
geldik Pera Palas Oteli önüne... Bakınız camda, aynen spiker Can Akbel’in bir az daha yaşlısı bir zat... Kucağında da tekir bir kedi... Pera Palas Oteli’nin sahibi Misbah... Kucağındaki kedi de meşhur Mestan!... Türkiye’de ilk defa büyük mirasa konan kedi... Ama Mestan bu mirası yiyemedi, sahibinin hemen arkasından öldü... Kalp kırıklığından dediler...
Pera Palas’ın karşıcındaki köşebaşı... Şimdi bir mobilyacı dükkânı... Dünkü “ Matmazeller...” denilen yer... Evlenmemiş AvrupalI iki genç kızın işlettiği minik lokal... Upuzun iki salon... Ortada bir piyano... Güzel bira, limonlu votka, solo piyano... Masalarda başbaşa sevgililer... İstanbul, ilk defa matmazellerin elinden sosisi tatm ıştı... Bir de nefis gulaşları vardı...
İlerleyelim... Barba’nın fırını.... Etap Oteli’nin tam altı... ihtiyar Barba dapdaracık dükkânındaki fırından çıkardığı meş hur kremalı pastalarını, böreklerini sıcak sıcak müşterilerine ikram ederdi... Hesaplı bütçe ile, Beyoğlu’na çıkanların karın larını doyurdukları yer... 2 börek 1 pasta 7 buçuk,lira değil, kuruş... Afiyetler....
BUYRUN TAVADA PALAMUT A!...
Ama daha da tuzlanmak İsterseniz yürüyün benimle. . Burada yiyeceğiniz tavada palamutu dünyanın hiçbir yerinde bulamazsınız... Şimdiki Etap Oteli’nin bulunduğu blokun arka yanı bir açıkhava balık lokantası halinde idi, sıra sıra balık tavacısı... Bazı cumartesi ve pazarlan midye hatta karides de yaparlardı... Biraz ileride de şarap depoları... Kaldırıma bıra kılmış fıçıların üstünde kırmızı soğandan piyazları ile sıcak sıcak palamutlar, midyeler, karidesler... Ve yanında bardak bardak şaraplar!.. Tepebaşı’nda bir Çiçekpazarı...
Ve işte karşıda Çardaş, yahut Haçaduryan’ın pasajı... Adımınızı attığınız an nefis bir koku... Eeeee, bir yanda Tilla, bir yanda Champs Elysees... İleride de “ Kağıtta pastırma bohçası” ile meşhur İzmir lokantası... Ve oteller...
Kontinental, Bristol, Londra... Arkaları Ingiliz Sefareti bahçesine bitişik sıra sıra bir sürü otel... Bunların içinde en renklisi, Türkiye’de bir eşi daha bulunmayan küçük bir Avrupa oteli İdi: Alp Oteli... Birkaç ay önce yıkılmaya başlandı].. Merdivenlerle çıkılan pırıl pırıl bir yemek salonu, Haliç’e bakan balkonlu odalarının manzarası ile birinci sınıf, fakat çok ucuz bir oteldi... Valâ Nureddin (Vâ-Nû) senelerce bu otellerde kalmıştı. Bekârlık yıllarında... Ev gibi, uzun zaman otelde yaşayan bir edebiyatçımız da Ercüment Ekrem’di... Aynı yıllarda... O Tokatlıyan’da kalırdı. Yahya Kemal’in ise Park Oteli’nde daimi bir odası vardı. Beyoğlu’nda 3 otel, 3 edebiyat adamı... Onlar otelde kaladursunlar, o günlerde, Tepebaşı bir “ Aktörler Mahallesi” olmuştu. İki tiyatroya da yakın olduğu için en büyük sahne şöhretleri civarda otururdu. Cumhuriyet bahçesinin yanındaki,Reşat Paşa Apartmanı ade ta bir “ Darülbedayi Hanı" haline girm işti... Küçük Kemal burada otururken ölmüştü. Büyük Behzat’ın evi aynı sokakta, biraz ileride... I.Galip tam Tepebaşı durağı karşısında!..
Daire ve Tepebaşı yazısını bitirirken Asmalımescit ve buradaki aydın-bohem hayatı nasıl unutulur?... Ama o başlı- başına bir konu...
Bir zamanların eğlence, sanat, kültür, aydın-bohem çevre si, ucuz konfor bölgesi Tepebaşı’na bugünlerde y o lu --^ nuzdüştü mü?...Gözlerinize inanabildiniz mi?...
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi