• Sonuç bulunamadı

Edebi müsahabe:Türk temaşası:Selim Nüzhet:Türk temaşası

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Edebi müsahabe:Türk temaşası:Selim Nüzhet:Türk temaşası"

Copied!
9
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Edebî müsahabe:

Türk Temaşası

Selim Nüzhet:Türk temaşası

Meddahlık — Karagöz — Orta Oyunu — Türk Tarihi — Türk Tiyatrosu.

\ elim Nüzlıet, Türk matbaa- ^ fc c ılığ ın ın iki yüzüncü yıl- * —' dönümü münasebetile, 1928 senesinde “ Türk Matbaacılığı „ isminde etraflı bir Monografi neş- retmişti. Basılmış kitapların tarihi, yazılmış ve oktınmuş kitaplarınla olduğuna göre matbaacılığın tarihi doğrudan doğruya edebiyat tarihi­ nin bir kısmıdır. Müellif o eserinde bizde matbaacılığın İbrahim Mütefer­ rika tarafından tesisinden itibaren takriben yüz senelik bir zamanda basılmış bütün kitaplar hakkında malûmat veriyor ve eserinin alt tarafını da vâdediyordu. Bu ikinci kısım edebiyatımız için daha kıy­ metli bir vesika olacaktır.

Bugün ise neşrettiği «Türk Te­ maşası» hakkında bir kitaptır. Güzel birçok resimlerle canlanan bu kitap da Türk temaşasının başlangıcının bir tarihçesidir. Ve onun ayrıldığı üç şubeye göre: Meddah, Karagöz, Orta oyunu olmak üzre iiç kısma ayrılmıştır.

Türkler gibi canlı ve kalabalık

bir millet içinde beşerî temayüller ve hasletlerin hemen hepsinden birer parça bulunması tabiidir. Biz­ de de sanatı ve onun bir şubesi olan temaşayı sevenler gelmiştir, hâlâda mevcuttur. Gerçi milletin muhtelif seciyelerinin tesiri altında bu tema­ yüller ne mazide ne de şimdi pek büyük bir mevki işgal edememiş­ lerdir. Fakat bu, temaşa sanatının bizdeki varlığı ile meşgul olmamak için bir sebep teşkil etmez.

Selim Nüzlıet, Merhum Ziya Gök Alp’in “Türkçülüğün esasları,, isimli kitabında serdettiği dikkate şayan bir temenniyi zikrediyor. Türkçülü­ ğün bu piri : “Masalcılara masallar söyleterek, meddahlara taklitler yaptırarak, sazşairlerine destanlar, koşmalar, maniler okutarak millî edebiyatı canlı bir surette âmmeye göstermeyi,, istiyordu ki, Türk Ocaklarının en başlıca vazifeleri de, bilhassa kendi mıntakaları dahilinde, böyle araştırmalar olmalıdır . Ve “Halk bilgisi toplama derneği,, nin yapmak istediği bu olacaktır. Bu

(2)

S a y ı : 30-230 Türk Temaşası Sahife : 27 yoldaki himmetler bütün yardımlara

lâyıktır. Zira bu araştırmalara kat’î bir ihtiyaç vardır.

Selim Nüzhet kitabına beğeni­ lecek bir cümle ile başlıyor. Bir çok şeyler saydıktan sonra ‘‘Bunlar bilinmedikçe nasıl istersiniz ki med­ dahlığın tarihçesi yazılsın?,, diyor. Bu cümle kitabın diğer bapları için de muvafık bir başlangıç ola­ bilirdi. Zira eserler matbu olmgyıp bilinemediği, sanatkârlar hakkında sarih malûmat elde edilemediği, mazide Arap ve Acem nüfuzunun ne derece tesir etmiş olduğu kesti- riiemedı'ği ve bu yoldaki vesikalar bulunamadığı için bir çok malûmatı ihtiva eden ve muharririnin pek çok ınenabie müracaat etmiş olduğu görülen bu eser bazen temaşanın hakikî bir tarihçesi olmaktan ziya­ de bu tarihçenin şimdilik niçin ve nasıl daha etraflı yazılmadığının samimî bir hikâyesi ve âdeta bir nevi esbabı mucibesi oluyor.

Temaşa kelimesi doğrudan doğ­ ruya spectaclc kelimesinin muka­ bili telakki edilmezse, meddahlık bütün şarkın, İslamiyet diyarının da, Türklerin de en eski temaşası sayılabilir. Gerçi hangi tarihlerde başladığı ve revaç bulduğu ma­ lûm değildir. Meddahların eser­ leri de hep şifahî kalm ıştır, maz­ but değildir. Bizim meddahların mazide Arap ve Acem meddah­ larından ettikleri istifadenin dere­ cesi de belli değildir. Bu meddah­ ların sanat ve şahısları hakkında

elde mufassal malûmat yoktur. Mü­ ellif, matbu tarihlerdeki malûmatı hülâsa ediyorsa da burada verdiği bilhassa bir isim listesi oluyor. Eski sarayların bendegânı arasında meddahların da bulunması bir te­ amül halinde idi. Meddahlar hem teşrifatına dahil oldukları saray mahaîilinde, hem' de halk indinde rağbet görürler ve halkın bediî ihtiyaçlarını onlar tatmin ederlerdi. Bugünkü romancıların cetleri sa­ yılabilecek ve ekserisi ümmî olan bu hikâyeciler ekserisi ümmî olan sâmiler karşısında eserlerini şifa­ hen vücuda getirirlerdi. Fakat eski elyazması kitaplar arasında, en çoğu

hiç şüphesiz yazı şekline hiç inkılâp etmemiş olan bu meddah hikâyele­ rinin bazıları mevcut olsa gerektir. Bu hususta aramak zahmetine kat- lanaıllardan birine belki böyle bir eser bulmak nasip olur ümidinde­ yim. Unutmayalım ki tabedilmemiş eski el yazısı kitapların bir çoklan birer, ikişer nüshadan ibarettir ve mazinin bu hâzinesi her gün yan­ makla, parçalanmakla, kaybolmak­ la önüne geçilmez bir ziyan halin­ dedir. Ekserisi çoktan zayolmuş bu hikâyeler içinde şimdilik üç tanesi elde kalmıştır.

Bunların birisi “ Sansar Mus­ tafa „ hikâyesidir ki yazma nüshası Darülfünun kütüplıaneside imiş. İ- kincisi “ Hançerli Hanım „ dır ki ilk önce 1268 senesinde litografya olarak “ Ceridei havadis „ Matba­ ası ye sonra 1340 senesinde İkbal kütüphanesi tarafından tabedilmiş. Vaktile okumuş olduğum bu hikâ­

(3)

Sahife : 28 Türk Yurdu Sayı: 36-220 yenin bana bir masal gibi tesir et­

miş, yani tatlı bir uyuşukluk vermiş okluğunu hayal meyal hatırlıyorum. 1268 de basılmış bu kitap bizde ilk hikâye, yani ilk Türk romanı de­ mektir. Gine 1268 de “Letaiîname,, iinvanlı hikâye de taş basmasile tabolunmuş.

Selim Niizhet, küçük Çelebiza- de Asını tarihinden naklen Şekerci Salih isminde bir meddahın 1139 senesinde Kaptan Mustafa Paşanın evinde tertip edilen bir hel va soh­ betinde Damat İbrahim Paşa, Seyit Vehbi ve Nedim karşısında hikâye söylediğini zikr ile o devrin Damat İbrahim Paşa gibi nüfuz ve ihtişa­ mının ve Nedim gibi zarafet ve in­ celiğinin birer büyük mümessili hu­ zurunda sözünü dinleten bu şeker­ cinin pek tatlı dilli olması lâzım geleceğini ve o zaman meddahlığın bizde pek mütekâmil bir sanat ol­ duğuna delil telakki edilmesi iktiza ettiğini kaydediyor.

Gine Selim Nüzhefin kitabında zikredilen bir yazısında merhum Ebıızziya Tevfik te bizde kıyıda bu­ cakta tanılıııaıhış veya terkedilmiş ve unutulmuş nice böyle sanatkâr­ larımızın mevcut olacağını söyleye­ rek bu kadirnaşinaslığımıza teessüf ediyor ki bu pek haklıdır. Eskiden İstanbulun hemen her mahalle kah­ velerinde, bilhassa kış ve bilhassa Ramazan gecelerinde hikâyelerini dinleten meddahlar vardı. Ve bazı meddahlar kendilerininkinden ayrı bir sanat olan mukallitlik te yapar­ lardı. Bu zamanlarda meddah başlı başına öyle bir tiyatro teşkil eder ki,

| müellifi, dekoraktörü, rejisörü, ak­ tör ve aktrisleri bir tek şahsı nıüte- kellim, yani hep meddahın bizzat kendisidir. Biz galiba meddahın hi­ kâyelerini böyle canlandıranlarına yetişemedik. Görüp dinlediğimiz son.

belki en kıymetli sanatakârımız mer­ hum Borazan Tevfik Bey asıl bir meddah değil, bilhassa bir mukallitti ve taklitleri bir aralık bizde de moda olan Alafranga Monologlardan dalıa ziyade kıymetli ve güzeldi. Onda da ince bir komik zekâsı, müthiş bir taklit kabiliyeti, mukavemet edil­ mez bir güldürmek hassası vardı. Çok espri sahibi, samimi ve hakiki bir sanatkârdı. Mukallitlik meddah­ lıktan daha ziyade ince bir sıfat ve sanattır.

Karagöz yahut hayal ise temaşa vasfına elbette meddahlıktan daha lâyık bir oyundur. O da bütün şark­ ta yayılmış ve rağbet bulmuştur. Bu oyunda da bütün eşhası yalnız bir tek kişi söyletir, fakat o elle­ rinde oynattığı bütün bir temsil he­ yetine maliktir.

Yazık ki hayalin de başlangıcı mazinin karanlığı içinde kalıyor. Hele bizde ne zaman taammiim etmiş olduğu hiç belli değildir. Ekseri­ yetle o kadar ğiizel ve tatlı söyli- yen Evliya Celebi’niıı maatteessüf bazen olduğu gibi burada da doğru söylemediği muhtemeldir. Karagözü bizde icat ettiği zannolunan Şeyh KüşterPnin adamakıllı bir surette ismi ve hangi tarihlerde doğup öl­ düğü, nerede metfun olduğu ve

(4)

Sayı : ,36-230 Türk Temaşası Sahife : 29 hatta mevcut taşın kendisinin olup

olmadığı bile malûm değildir. Bu baptaki malûmat o kadar karışık ki, kitapta bulacağınız tafsilâtı batta icmal ve hülâsa etmek bile kabil değil. Bursada Karagöze de bir mezar taşı dikmişler, fakat bu taşın altında da Karagözün metfun olma­ dığı çok muhtemel.

Müellif Karagözden bahisle: “Ben çocukluğumdan beri bu oyuna karşı derin bir incizap duyarım. Perdede Karagözle Hacivatın göl­ gelerini gördükçe ruhum gençleşir, kalbimde çocukluğumun en mesut dakikalarındaki hafifliği duyarım. „ diyor. Büyük Fransız edibi Anatole France ta insanların kukla şeklinde temsil edilmesini beğenerek kukla oyununu pek sevdiğini söyler. Onlara hak vermelidir. Kukla da eşhas ve oyun itibarile Karagözü andırır ve bu oyunun Alafrangası­ dır. Kara gözün büyük bir miimta- ziyeti stylisé edilmiş bir hakikat olmasıdır. Oyunlar birer reniz, birer timsaldir ve unlardaki bütün eşhas ta birer tiptir. Bu oyunun da büyük bir sanat kıymeti vardır. Sahne, yani perdeye :

“ Ezelden . lûbebaZim , ta ebet mestane geldim ben ! „

Diye çıkan Hacivat, yani en mühim bir rüknü ile bu oyun sanattan ve hatta bazen taşan­

ımdan bile kaçınmaz. Musanna ve seci’li konuşmalara bile bazen güler, bazen iltifat eder. Hayal asıl millî sanatlar gibi kollektif yani müşterek bir sanattır. Ve böyle bir sanatın teşekkülünün güzel bir

nümunesidir. Oyunlar bugünkü an’- anevi şekillerini buluncıya kadar kim bilir kaç sanatkâr kaç bin­ lerce geceler, meşalelerin ziyası yanında iştiyakla ve ilhamla, neş­ eyle ve zahmetle, aramakla ve te­ sadüfle bu maddeyi, bu lisanı bir balmumu gibi eritip incelterek ya­ vaş yavaş ilâve ve tashihlerle ona bugünkü mutena şekillerini vermiş, onları bugünkü aksa manalarla süs­ lemiş, hülâsa onlara bu manidar simaları ve bu zengin hüviyetleri balışetmiştir.

Hayalde birer nevi Don Quiclıotte la San eko Pança gibi zıt iki tabiat ve zihniyet çarpışır ve söyleşir ve oyun bazen birine bazen ötekine hak yerir ve bazen biri, bazen di­ ğerde eğlenir. Hacivat Acem , Arap ve Bizans medeniyet ve san­ atlarının terbiye ve nüfuzu altında kalmış bir Osmânlı şehirlisi, bir İs­ tanbul Efendisidir. Onun karşısında onun bazen his ve fikirlerini, bazen de hatta sözlerini bile hiç anlamı- yaıı Karagöz bir mahalle halkı tipi­ dir. Avamın aklıselim = bon sens’ını temsil eder ve bunun içindir ki on­ ların muhavereleri bizde bu kadar alâka ve taraftarlık uyandırır. Ha­ yalde sanatkâr karagöze bazen bir ümmî cerbezesi ile kabasaba ci­ naslar söyleterek ve Hacivada ise ahlâk ve fazilet dersleri veren bir hakim sıfatı bahşederek seyir­ ciler üzerinde gülmekle düşünmek arasında bir his tevlit eder. Bu Ha- ci vatla karagöz mükemmel ve belki de müebbet iki milli tipimiz- dir. Edebiyatımızda bir, millî mu­

(5)

tíahife : SO Türk Yurdu Sayı : 36-230

hayyele ile tagayyür ederek meşhur bir Fransız şairinin dediği gibi :

“ Tel qu’en lui même enfin l ’é­ ternité le change „ Ebediyetin onu kendisine göre değiştirerek rümuz ve timsal mahiyetine kalbetmiş ol­ duğu bir Nasrattm Hoca tipi vardır, bir Fuzulî’nin âşık mecnun; bir de maşuka Leylâ tipleri vardır; bir.de işte millî ve müşterek bir sanatın yuğurduğu bu karagözle Hacivat tipleri var ve işte asıl millî tiplerimiz bunlardır. Oyunun eşhası da, ekseriyetle köy'ü tipinde bir Türk de dahil olduğu halde .Arap, Acem, Arnavut, Çerkeş, Kürt, Lâz, Ermeni, Yahudi hülâsa bütün Os­ manlI İmperatorluğunu teşkil eden o muhtelif unsurların birer timsali tipleridir. Ve bu oyun onların hepsini perdede toplamak ve tıpkı bir resmi-

geçitte gibi gözlerimizin önünden birer birer geçirmek, bütün hususi­ yet ve hüviyetlerde, sözlerde, sesle­ rde ve telâfîuzlarile canlandırmak ve yaşatmak ve sanatkâra onların taklitlerini yaparak hepsile de eğlen­ mek bize de gülmek ve düşünmek imkânını vermiştir.

Daha çok vakit ve yer bulmak ve anlatmak isterdim ki karagöz oynatanların sanat halikındaki telâkki ve noktai nazarları, rnüta- lealarmı bazı mecmualarda okudu­ ğumuz bazı edebiyat ve roman nazariyecilerimizin ve romanlarını bazı gazetelerde okuyamadığımız bazı romancdarımızm sanat bak­ landaki zevk ve gayelerinin kat kat fevkindedir. Zira bu oyunda mevzular gayet basittir. Oyundaki

gaye işin ne olmuş olduğunu hikâye etmek ve göstermekten ibaret değildir. Mevzu burada ancak sanat­ kârın sanatını ibraz için bir vesile­ dir. Yoksa hiç bir veçhile esası teşkil etmez. Mevzu bir kanaviçe- dir. Üstüne nakışlar işlenir ki enfestir. Bu oyunun tiryakilerinin bildiği gibi asıl zevkini çıkarmak cinasta, taklitte, hayatta, hülâsa asıl ince sanattadır. Yoksa maksat âdi ve kuru vakaların teakup ve teselsülünden ibaret bir insicam ile “ Acaba neticede ne olmuş?,, tar­ zında çoeukca ve amiyane bir m e ­

rak uyandırarak entrikalar içinde yuvarlanmak değildir. Hayalin sa­ natı bu adiliğe hiç düşmemiştir. Ve bu itibarla ince bir zevk ve yüksek bir noktai nazarın mahsulü ve ese­ ridir. Nasıl ki bazen ümmî şairlerin şiiri bile, ruhlarının kibarlığı saye­ sinde, en yüksek üstatların düstur­ larına uyar.

*

Oyunlarının ekserisi hayalden alınmış olan, kuklaların yere inme­ sinden ve hayalin perde üstünden meydanın ortasına gelmesinden doğan ve ilk millî tiyatromuz olan Orta oyunu da nisbeten yeni olduğu halde, ne zaman ve nasıl başlamış olduğu, ilk oyunlar ve ilk aktörler hep meçhuldür. Bunun milli tiyat­ romuzun başlangıcı olduğu nazarı itibara alınarak bu cihetten tetkiki ve millî tipleri yaşatarak milli hayatı idame yolunda tevsii tiyat­ romuz ve bilhassa komedimiz için pek hayırlı olabilirdi. Ecnebi adap­

(6)

S a y ı: 30-230 Türk Temaşası S ahi fe : 31

tasyonları zevkimizi tahrip etmiş, millî ibdaımızı bozmuş ve tiyatro­ muzu şaşırtmıştır. Ve bu ecnebi adaptasyonlarının tiyatromuza ve edebiyatımıza uymayacağını ilk söylemiş olan da Osmanlı Ermeni­ lerinden bir muharrirdir: “ Hayal „ gazetesi sahibi Teodor Kasap eten­ di. Selim Nüzhct bu vadide onun sözlerini zikrediyor : “ İbret ve zevki, ahlâkı mahalliye üzerine tesis , olunmuş eserlerde aramaklığımız

zaruridir. Çünki inileli sairenin ge­ rek ibret gerek mizah ve zevk için icat ve tasvir edegeldikleri kıssa­ ları,. hikâyeleri kendi ahlak ve âdatlarına mutabakattan ayrılmadı­ ğı cihetle bize ibret ve şevkten hissebahş olamaz. Oyun muhavera- tında kullandıkları cinaslı, gülünç­ lü sözler bize yardım edemez. „ İş­ te Osmanlı bir Ermeni, Türk zevk ve harsının tesiri altında böyle söy­ lüyor. Zira evelleri dinin açık, ka­ pısına rağmen, yani Hıristiyan oluş­ larının ayrılığına rağmen bu gayri müslim unsurlar üzerinde harsımız şimdikinden çok fazla hâkim ve müessirdi. Çünki daha çok şahsi ve canlı idi. Daha bariz ve mevcuttu. İşte biz buna, bir kelime ile, daha çok millî idi. diyoruz.

Orta oyunu da tıpkı.hayal gibi, doğrudan doğruya sanata ehemmi­ yet ve itibar vererek oyunların bi­ rer vesilesi mahiyetinde kalan her türlü entirikaları ikinci safta bıra­ kır. Bellidir ki bu entirikalar ço­ cukluktan ibarettir. Eserler, birçok Fransız piyesleri gibi, hoş söz ve güzel cinas için, hülâsa esprit

ve sanat içindir. Gine Selim Nüz- het’i zikrediyorum: “Orta oyununda mevzu isterse mahdut olsun, mev­ zuun hudutsuz çerçevesi, ufuksuz ilhamları, sözlerin ebedî elâsti- kiyyeti ile o kadar yenileşir, güzel­ leşir ve değişir ki insan birini diğe­ rine benzetmek imkânını bile bu­ lamaz!,, diyor. Orta oyununun da büyük bir meziyeti, hayalde oldu­ ğu gibi taklitlerdir. Orta oyununun inhitatı temaşa sanatında millî bir tarzın inhitatı demek olacak. Büyük vatanımızın bir tek şehrinin tek bir tiyatrosunda olsun bu emektar sa­ natı korumaya çalışmalıyız.

Hülâsa, işte görülüyor ki ne Meddahlığın, ne Karagözün, ne Orta oyununun tarihi iyice malûm değil­ dir. Çünkü vaktile de vesikaya ve tarihe itina ve itibar edilmemiş ve maziyi tevsik ve tesbit lâzım gelin­ ce bakıyoruz ki ortada kayıt yok, küyut yok, hukuk yok! Mazide de kadirşinas değilmişiz, nankör, lâ- kayt ve unutkanmışız! Bu kitabı o- kurken çok müteessir oldum. Çünki milletimin en samimî kusurlarile, en milli noksanlarla karşılaştım. Türk mazide de pek anonimdir . Türk milleti deniz gibi cevval, seri ve âzası birbirine dalgalar gibi ittisal edip hepsi diğerlerinde dağılan bir hayat yaşamıştır. Zevk ve hars iti- barile bu tesanüt, bu millileşme, kendini millet içinde bu unutuş ne kadar güzelse de, ifade ve irae etti­ ği şahsiyet ziyanı itibarile insana tebalı olmuş olan bir çok hususi­

(7)

Sahile: 32 Türk Yurdu S a y ı: 36-230

yetlere acımak hissini veriyor. Da­ ha hususi ve hassas bir duyuş ve daha cesur ve ince bir düşünüş ile ekseriyetten ayrılan sanatkârlar bile ferdiyetlerinin bu başkalığını duymamışlar ve başkaları da onları bilmeği ve yazmağı özenmemiş ve geçen hayatı tarih için korumamış.

Bu kitabı okurken zavallı Türk sanatkârlarının her şubede elim, a- cınacak mevkilerini görüyor ve dü­ şünüyoruz. Sanatkârlar gelmişler, geçmişler, nasıl yaşamışlar? Hemen sefil bir halde. Sanat bizde mazide bile insanı beslemezmiş ! Şimdi de sanki hava ve su ile beslenen ve böylece havaî ve sudan adamlar diye tavsif olunmaya hak kazanan sanatkârlarımızın ecdadı da su ile havadan geçinmişler veya bu sa­ natkârların çoğu gündeliklerini ka­ zana bilmek için o sermayeye he­ men lüzum göstermiyen küçük ve eski sanatların birine de sülük etmişler.

Hayalcilerin birer isini kazan­ mış olanları içinde lâkaplarile belli oluyor ki kantarcı, şekerci, aktar, hamamcı, cerrah, kâtip, yorgancı, şeyh bekçi, tezgâhçı. usturam, en- derunlu, yemenici, çilingir, berber, ressam, operet sanatkârı, arabacı, kolonyam, yağ tüccarı ve saire olanı var . Fakat • bunların içinde yalnız hayal oynat­ makla geçinen bir tek san’atkâr yok. Orta oyuncuları içinde de ter- likçi, hamamcı, usturam, demirci, imam, misyağcı, aktar-.' sepetçi, mahallebici kahveci, tesbilıçi, kâ- ğatçı, ıııürekkepçi, döşemeci, ye­

menici, çiçekçi, bekçi, tezgâlıçı, ke­ çeci, yağcı, külâhçı, turşucu, dalgıç, midyeci olanlar var. Fakat yalnız orta oyuncu olanı var mı. bilmiyo­ ruz.

Bu sanatkârlar içinde biraz refaha yükselenler nadir, servete benzer bir şey bırakmış olanlar da enderdir. Bir iki tahta bina bı­ rakmış olan Apti ve Haşan zengin ve para biriktirmiş san’atkârlar di­ ye zikrediliyor. Ekserisi hiç bir şey kazanmamışlar, yalnız rint- meşrepmişler, kendi mizaçlarına göre yaşamanın zevkim çıkarmış­ lar ve kendi cömert ruhlarının heveslerine râmolmamn tadını

tatm ışlardır.

• Orta oyuncularından bahseder­ ken Selim Nüzlıet : “ Sabahtan ak­ şama kadar maişetlerini temin ede­ cek parayı tedarike çalışırlar ve gecelerini de Türkün bu milli tema­ şasını yaşatmaya vakfederek fisebi- lullah oynarlar. Oynadıkça da bütün seyircilerden kahkahalar koparır­ lar. Yalnız bu kahkahaları duymak insana inşirah verir. Esasen onla­ rın katlandıkları bütün zahmetleri ödeyen de duydukları bu kahkaha­ lardan başka bir şey değildir. „ di­ yor. Ne doğru ! Çok para kazanmı- yan bu sanatkârlar pek çok şeref ve muhabbette kazanmamışlar. Gü­ lenler daima lıotkâmdır. Onlar bu lıotkâmlık karşısında kendi ömür­ lerini tüketip gitmişler ve bunlar ise zevklerinin hadimi olan bu hiz­ metkârlara kendilerini ayrı bir borç ile mükellef tutmamış, onlarla meş­ gul olmamışlar . Çoğunun hangi

(8)

ta-S a y ı : 36-230

rihte öldükleri malûm ama, hangi tarihte doğmuş oldukları belli değil. Hele ihtiyarlayıp sahneden çekile­ rek gözden uzaklaşdılarmı, metruk, münzevî, sefil bir halde, ve şurası ayrıca rikkate dokunuyor ki, kendi­ leri de bu sefaletlerini tabiî bularak ve buna razı olarak ve ölmeden evel unutulmuş olmanın ölümünü tadarak gözlerini kapamışlar, göç­ müşler. Bazan kendi aileleri yahut bir hayır ve himmet sahibi onlara bir taş diktirmiş. Fakat o taşlar bile birbirine karışmış. Filancanın zan- nolunan taş onun değil. Onlardan birer isim kalm ış. Bunların da biri ötekine, karışıyor. Ne mezarlıkları­ mızda ölülerimizin taşlarına, ne de kitaplarımızda hatıralarına bir hür­ met ve muhabbet duymuyor, ölü­ lerimizle hiç meşgul olmuyoruz. Hâlâ daha milliyetçiliğe muhalif fakat eskidenberi milli olan bu an’ane devam ediyor. Hâlâ daha mazinin yapıp bırakmış olduklarını îisebilullah yıkıyor, bozuyor, biti­ riyor ve bunlara hiç acımıyoruz . Koruııııyan, toplamıyan, yazmıyan, vazgeçen, unutan, maziyibile sev- miyen milletimizin en millî nok­ san ve kusurlarından biri de işte şüphesiz ki budur. Zira bütün bun­ lar, bu muhabbet ve bilgi, milletin enderin, en sarsılmaz temelleridir. Bir milletin temelleri efradının kalp­ lerinde kök satmalıdır.

* . * #

Fakat bilhassa son zamanlarda bu yolda kıymetli bir intibah husule geldiği ve mazinin asarı hakkında

S a h ife : 33 pek muhabbet ve vukufla yazılmış bir çok güzel ve kıymetli kitap­ larımızın intişar etmiş olduğu inkâr edilemez . İşte millî bir zevkle dü­ şünülmüş ve hissedilmiş şeyleri toplıyan bu eserler milletimizin bu yolda teyakkuzuna birer delil olması temenni edilir .Ve bu kitap da onlardan biridir . Muharrir ta­ rihe hiç lakayt kalmamış , bütün vesikalarına müracaat etm iştir. Bahsettiği şeyler hakkında, gös­ terdiği bu alâka , bu malûmat biz karilerin hoşumuza gidiyor. Öyle ki samimî bir ilim ile zengin bu eser bir hikâye kadar cazip ge­ liyor ve hoş bir tarzda okunuyor. Türk temaşasının bir de bun­ dan sonraki kısm ı, daha hiç Yazılmamış ikinci bir kısmı da v a rd ır. Bu da Ermenilerin Türk terbiyesinin çok tesiri altında bu­ lundukları ve Türk harsına çok karışmış oldukları bir zamanda Güllü Agop tiyatrosile başlar , ve daha lâyıkile tesbit edilmemiş olan edebiyat tarihimizin ihmalile bugün unutulmuş fakat tetkika pek lâyık bir çok millî ve ibdaî piyesler, Ahmet Veîik Paşa’nın Molyer’den mükemmel adaptasyonları, Namık Kemal’in vatanperver piyesleri , Abdülhak Hamit’in saııatkârane ve manzum piyesleri, eskiden yapıl­ mış bazı tercümeler, Darülbedayiin bazı adaptasyonları, tercümeleri ve bazı edebî manzum ve mensur eserlerle ta sonunculara, düne yahut bugüne kadar devam eder. İşte müellif, eser , tesir , eşhas , aktör, aktris , sâıııi , edebiyat, sa n a t,

3 Türk Temaşası

(9)

SahUe: 34

seciye ve hususiyet itibarile Türk temaşasının bu ikinci kısmının yani artık Türk tiyatrosunun da bir tarihçesinin yazılması sırası gelmiştir . Ve korkarım ki geçmek­ tedir . Zira bütü bu elyevm kıs­ men ancak hafızalarda menkuş olan mazi de kısmen bu hafızalarla birlikte silinmiş , gitmiş olacak ve hatta kalan kuru vesikaları bile artık hiç bir canlı hatıra ihya ede- miyecektir.

Selim Nüzhet matbaacılığın

Sayı: 36-230 ikinci' kısmının tarihçesini de yaz­ mak istediğini bildirmiş olduğu halde bu kitabında Türk temaşa­ sının bu ikinci kısmının tarihçesini yazmak arzusunu kaydetmiyor . Halbuki dediğim g ib i, bunun da bir an evel yazılması lâzım dır. Zira her geçen gün mazinin bir perdesini daha kapıyor ve daha pek yakın olan bir mazi bizim hiç haberimiz olmadan, çok uzak zamanlara karışıyor !..

Abdülhak Şinasi

Türk Vurdu

Referanslar

Benzer Belgeler

Anahtar kelimeler: BEFV glikoprotein, BEFV nükleoprotein, bovine ephemeral fever, rekombinant DNA teknolojisi Production of Recombinant Glycoprotein and Nucleoprotein of

Tablo.27’ye bakıldığında kapalı ekonomi varsayımına göre hesaplanan reel marjinal maliyetler (MC) ile cari enflasyon arasındaki uzun dönem asimetrik katsayılar

Tablo 4.19.’de net kar-zarar ile taksitsiz bireysel kredi kartları arasındaki ilişkiyi gösteren model için bankalar bazında kısa ve uzun dönem marjinal etkiler ve hata

節拍式化學治療可「減緩癌症復發機率」 ,北醫大舉辦國際研討會並展開臨床試 驗 臺北醫學大學醫學院於 2017 年 3 月 11

Ertuğrul Çayıroğlu, TRT2'de yayınlanan çok sayıda programda müzik prodüktörlüğü, TRT Radyosu'nda Eğlence Programı Orkestrası Şefliği, İTÜ Pop Orkestrası

Biz bu sunumda bize boyunda kitle nedeni ile baş- vuran, bu kitlenin araştırılması sırasında tiroid bezinde kalsifik nodül bulunan ve gerekli tetkiklerinden sonra opere

Ancak (İrlanda hariç) yine de 15 AB ülkesine (AB15), AB üyesi olmayan ülkelerden gelen göçmen sayısının, yeni üye olan ülkelerden (AB8, AB2) gelenlerden daha