• Sonuç bulunamadı

Sanarkar Naşit

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Sanarkar Naşit"

Copied!
4
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Sanatkâr üaşiî

B İY O G R A F İS İ : 18*8 - S*3i

Türk sahnesinin meşhur tuluat komi­ lidir. Miralay Ahmet Beyin oğludur. Be­ yazıt Rüştiyesinde. Eyüp Baytar mekte­ binde okudu. Okuldan hep tiyatroya kaç­ tığı için saray muskasına verildi. Saray­ la bir İmtihanda 12 çeşit taklit yaparak başarı gösterdi ve saray orta oyunu eki­ bi araşma girdi. İlk Hocası Abdi Efendi­ dir. 38 yıl kadar sahneye hizmet etti. Km Adile Keskiner de kıymetli bir sa­ natkâr oldu.

Y

EDİDEN yetmişe ona bütün İstanbul âşıktı. Civar tiyatro­ya N aşit mi gelmiş?. Mutlak gidilecek, kaçmlmıyacaktı bu fırsat.. Merhumu hbr görmiyelim: 'Tükenmez bir espri kay­ nağıydı o... Yahut İstanbul’un yer yer gezen neş’e şakası, kahkaha sebili!..

Küçük kumpanyasile şehri semt semt dolaşır; binbir tak ­ litli oyunları, tükenmez nükteleriyle herkesi güldürürdü.

Ramazanın otuz gecesinde mutlak Şehzadebaşmdaki Fe­ rah veya Millet Tiyatrosu’nda, her akşam ayrı bir oyunla, per­ de açardı. Her seferinde başka taklit, başka kıyafet: Babalan tutan Arap Bacı... Valdo Hanı’ndan gelmiş T ahranlI Ahont... Lâfı asla kesmiyen Karadenizli Takacı... îlk defa denizi gör­ müş Hacı Baba... Çapkınlık tashyan Harem ağası...

Hulâsa: Topikçi Ermeni, Lâtam acı Rum, borsacı Musevi, kozhelvacı Arnavut, cahil paşazade, zengin dilenci, rüşvetçi ka­ dı, eli bıçaklı külhanbeyi v.s.

Heie rastığından sürmesine, ondüleli saçından son moda is­ karpinine kadar kadm kılığına girip «Sürpik Dudu» rolüne çık­ tı m ı; sahnedeki N aşit midir yoksa Langa’dan boğosun karısı mı gelmiş, farkedemezdiniz.

Şöyle; gûya etrafı boş bulmuş gibi, bir göz atıp; çantasın­ dan çıkardığı ayna ve cımbızla Dudu’nun bıyıklarını yoluğuna güler, katıbrdımz. Kendisinin de söylediği gibi, en fazla seve­ rek, istiyerek oynadığı rol buymuş..

Ramazan’ı takibeden bayramda gündüzleri de Şehzadeba- şı'nda oynadıktan sonra; semtleri gezmiye başlardı: Beşiktaş’­ taki tiyatro.. Ü sküdar’da yine münasip bir sahne.. Kadıkö- yiinde önce «Odeon», «Kuşdili» tiyatroları ve sonra Süreyya Si­ neması...

(2)

Yaz geceleri Suadiye, Şaşkın bakkalda, Bostancı’da; sırf onun için kurulmuş, salaş sahnelerde oynar; ev ev, köşk köşk halkı sokaklara fırlatıp başına toplıyarak saatlerce güldürür, kahkahadan öldürürdü.

E vet... Naşit, canlı bir nükte makinesiydi... Şayet her oyu­ nunda rastgele yaptığı teşbihler, cinaslar, lâtifeler hemen not edilseydi; bugün muazzam bir espri hâzinesine sahip olurduk.

Yirmi yedi yıl önce, bir g ü n ; m uharrir Osman Cemal mer­ humla kendisini ziyarete gittiğimiz zaman, bize tiyatronun bir odasındaki binbir çeşit sahne esvaplarım göstermişti. Neler yoktu bu odada...

Her oynadığı rolün, bütün incelikleriyle, ayrı ayrı kıyafet­ leri: Acem papagısı.. Lâz şalvarı.. Arnavut cepkeni.. K urt aba­ sı.. Frenk redingotu.. Arap ihramı...

Sonra eski zaman saraylı feraceleri.. Kordonlu, nişanlı pa­ şa üniformaları.. İstanbul gibi kaç asır çeşitli ırk ve milletten insanların gelip geçtiği bir muazzam şehirde; cedierimizden bugüne kadar, hangi kıyafet görülmüşse hemen hepsi vardı.

Ve nihayet; insana B iipazan’nda bulunduğu hissini veren, eşyalar: Salepci güğümü.. Bekçi sopası.. Mumlu el feneri.. Ra­ mazan davulu.. Kaynana zırıltısı.. Yeniçeri piştavı.. Helvacı tab ­ lam, Osmanlı fesi.. Derviş kavuğu.. Çizmeler, kılıçlar, perükler.. Yani ne ararsanız bulunurdu.

Gerçi N aşit çok kazanmıştı. F ak at yanındakileri istismar etmedikten maada; zamanla bu eşyalara paralar harcederek, ihtiyarlığı için tasarru f yapamamış bir sanatkârdı.

Bir sohbette, rahmetli dostum Hazım, bu gardrobun o za­ man —on altı yıl önce— on bin lira değerinde olduğunu söyle­ mişti.

O gece kazandığını ertesi gün bir eşya ve esvaba verecek kadar mesleğinin âşığı olan Naşit; ovmyamıyacak hale gelin­ ce; Beyazıt'ta Millî Piyango gişesi açmış vö ân n a dokunan bu yoksulluğun hüsranile eriye eriye dertli olup, ölmüştü.

Bir gün; Beyazıt M eydanındaki Eminefendi Lokantasının ilerisinde, çarşıya giden yolun tam köşesinde açtığı piyango gi­ şesine gidip sormuştuk :

— Ne satıyorsun, N aşit Bey?

— Görmüyor,musunuz: Talih ve şans!.

— Demek sizde çok fazla ki, dağıtıyorsunuz?..

-— Yoo.. Biz; talih kuşunu uçuralı, yıl oldu!.. Şimdi de «Pa­ ra kazanıyorum..» diye, evdekilere balon uçuruyorum!

Ayaküstü gülüşürken; anlatm ıştı:

•— Bana bu aklı bir Musevî dostum verdi. Naşit, oğlum..

(3)

176 TÜRK NÜKTEC1LEKİ

dedi; eğer piyangodan mutlak kazanmak istiyorsan, bnec sat T. Ben de bu sözü Şehir Tiyatrosu’ndan Hazım’a söyledim.. Fikre- bayıldı.. O; Beyoğîu’nda, ben; Beyazıt’ta bu dükkânları açtık.. F ak at oyunları ihmal ettik.. Sahneden ayrıldım da; denizden kavanoza alınmış balığa döndüm bu dükkânda!.

N aşit; tü rlü sahneleri, çeşitli aktörleri ve sonsuz dalgalar halinde seyircilerile denize benzettiği tiyatro hayatından ayrıl­ dıktan sonra, çok yaşamayıp, rahm et deryasına ulaştı.

B

IK oyununda sahne: Mahkeme.. «Aslım Baba» babında, göbeğinden bü­ yük bir sarıkla, «Kadı» rolünde... Naşid'i apar topar huzura getiriyor, lar, dâvası derdini anlatıyor: Naşiö’i eve içgüveyisi alm ış... Geçimsizi’ ^ Yanın Jaat süren, gayet gülünç bir «itham» ve «müdafaa» sahnesin-den sonra; dâva« bir aralık :

— Hattâ bana eşek diye bağırdı bu adam!.. Dey nce, hâkim köpürüyor:

— Hiç böyle şey söylenir mi bir insana; eşek herif?. Bir ay hapis cezası yiyen Naşit, soruyor;

— Bir efendiye eşek demenin suç olduğum» anladık!.. Peki; «Efendi,.» dersek, kabahat olur mu..

— Hayır, olmaz!..

bir eşeğe

— Teşekkür ederim, Kadı Efendi!.

Aralarında kuvvetli nükteler bulunan tekerlemeleri su gibi akıp giderdi. Meselâ bir oyununda; zengin konak halkımn'üze­ rine titreyip, ahlâkının bozulmaması için mahalle mektebine gönderilmiyen eski bir paşazade var.. Bu Naşid’dir.

11AZLI mahduma «Elifbe», (= eski alfabe) hocası tutulacak... çocuğun ™ gıyabında, hangi hocanın tutulacağı hakkında gülünç bir münakaşa cereyan ediyor. Konakta otoriter «valde hanım» ur gözbebeği ve tarifin- ce «tüy kadar nahif, kız gibi mahcup ve terbiyeli..» çocuğu henüz sahne­

de görmüyoruz. , ,

N'üıayet tutulan hoca, gene Asım Baba... sırtında cübbe, başında ka­ vuk gelip; annesiyle konuşuyor., valde hanım (Madam Mannikı oğlunu üzmemesini şayet incitirse helâk olacağım falan söyleyip, yemifıler et- tirdikten sonra; ricalar, yalvarmalarla meşhur mahdumu odaya davet ediyor., fakat paşazadeye parmak ısırıyorsunuz: Otuz yaşında şımarık edepsiz bir baş belâsı!..

Hoca; hayretler, lâhavlçieıle eski alfabeye başlıyor: — ESİiiif... Tekrar et, oğlum: Eliülf!..

Mahdum, edepsizliğe başlıyor: — Heriiiif!..

— İkinci harf: Beee!...

Naşid’de türlü koyun, kuzu sesleri: — Beeeee!... Meeee!...

Keçi, inek taklidine varıncaya kadar, türlü ağır sedaları halkı kırıp geçirirken; zavallı hoca, dersin müzakeresine başlayıp, parmağı kitabın üzerinde bir harfi soruyor:

(4)

işte o zaman kıyameti koparan çocuk annesini çağırıyor: — Bu hoca, bir şey bilmiyor; cahil!..,

— Nasıl anladın, evlâdım?,.

Bir feryad, bir tekdir., muallim konaktan kovulurken; o asil terbiye­ li (!) paşazade:

— Baksana «Bu, ne?..» diye, bana soruyor!.. — Uçlan bakalım kavuğu, cübbeyi!..

Diye, hocayı soyup:

Bit pazarında esvapları satar, kafayı tütsülerim!.. Demez mi ?..

0 İ C E R bir tekerlemesinde; alt katı tutuşan bir evde, kendini pencereden

sokağa attığın? anlatırken:

Can havli fırlatıverdim gövdeyi... diyor; entariyi paraşüt yaptım' — Bir yerin incindi mi?..

— Yok, efendim., telgraf tellerine takılıp, havada kaldım!.. — Kuş misali, desene?.»

öyle ama, neler oldu bilsen: Annem bana her zaman: «Lâfa karış ma..» derdi., üzerine düştüğüm telgraf tellerinde meğer o dakika bir mu. /i a ve re varmış., ben de lâfa kanşmıyayım mı!...

Buna benzer nice diyaloglarla halkı katıltırken zarif,bir cinasla hav

ran ederdi insanı.. ' y

JJtR sahnede; yıllardanberi kaybedilmiş bir eski ahbaba:

— Vay, efendim!., diyor; nice senedir hasret kaldık, nerelerdeydiniz-' — Bir hayli zaman Kıbrıs’taydım., oradan geliyorum'

— Nasıl yerdir orası?.. Nesiyle meşhurdur bu m em leket’

Yolcu rolünde bulunan «Asım Baba»; eliyle Naşid’i işaret ederek -— Size yakın, m ve kuvvetli merkepleri vardır. İstanbul’a da en ivisi oradan gelir bu mübarek mahlûkların!..

Sahnede bulunan «Küçük İsmail., İşi kızıştırmak için itiraz

ediyor-— Hayır., oradan gelmez!..

— S'z, ne biliyorsunuz?.. Oradan geliyor işte

Bu «gelir», «gelmez» münakaşası uzarken! merkebin boyu kendisine enzetılen Naşıd; iddiacı arkadaşına dönüp, taşı gediğine koyuyor:

— Sen, sus., elbette beyefendi daha iyi bilir., oradan geldi kendileri' Yabudj takUdi enfesdi. «Eskici Mişon» rolünde; çenesinde . V 5,1-1 j akd ' slrtInda ucuza alınmış redingot, ayağında kışla yazın te­ zadı halinde, beyaz pantalon; bu esnafa mahsus malûm sesle sahnede b r kere bağırdı mı Museviler bile zevkle gülerlerdi. Sahneye bırakılmış bir kaç çocuk onu kızdırınca, hiç öfkelenmeden, çocuklara şu sözü

söylüyor-— D ah a önce dedik y a !..

— Bu; ne demek, Mişon efendi?..

— Anlatayım , iki gözümün hiçbiri: S abahlan kam dan çıkarken hili rım ki bu veletler beni kızdıracaklar!.. Eh: dayak ö y k t i r ş e y d İ ki in. san başkasına ikram edeyim derken, kendisi yer!... Ben de sabahlevn peşm söylerim: «Bugün beni kim kızdınrsa; Allah b i r t o n b e â . s m vV

Sm n BoU Ç0CKkla^ baim taInhyorlar a™ ; onlara daha önce dedfk ya

f e n iık ÎeUyorT §Ven§te y an m Iİra ziyan ett ? ini anlıyan Mışonaçl’ye

cağım!Ö1Üy0rum' adİyo san to !-’ Cabuk b ir P ^ Çağırın, H ıristiy a n ola-

«Asım Baba» soruyor:

— Son nefesinde bu dm değ iştirm ey e sebep ne?.. N aşid; bu se fe r seyircileri g ü lm ek ten öldürüyor-— B ir H ıristiy a n eksik olsun diye!..

Türk Nikktecüeri : 13

SANATKAR N A ŞtT 177

İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Olgumuzun deri biyopsi incelemesinde yüzeyel ve derin dermal lenfatiklerin tümör hücreleri ile invaze olduğu görülerek meme karsinomuna sekonder

milyon arasında olduğu ve yakın­ da başlanarak bir buçuk sene i- çinde binanın hazır edileceği bil­ diriliyor.. Yer ise, malûm olduğu veçhile, Taksimle

The symptoms of Wilson's disease, that is characterized by low levels of ceruloplasmin with subsequent copper deposition in various tissues including brain, often mimic those

Bu boylamsal araştırmaya katılan ve aynı rolleri alan öğrenciler ile (3’ü antrenör, 3’ü basın, 4’ü hakem) her sezonun sonunda üçer adet (antrenör, hakem ve

318 Klinik Psikofarmakoloji Bulteni - Bulletin of Clinical Psychopharmacology, Volume 26, Issue 3 (September 01, 2016, pp. 215-328) Suicide attempt with high dose long

nasilBagimliY 12/23/05 9:52 PM Page 53.. dinlenmesi buna örnek olarak verile- bilir. Ödül sisteminde, “do¤al yüksel- me” ad› verilen bu haz durumlar›na arac›l›k

Nazan Ölçer, Ca­ louste Gulbenkian Müzesi Müdürü Joao Castel - Branco Pereira, Calo­ uste Gulbenkian Vakfı Mütevelli He­ yeti Başkanı Emilio Rui Vilar ve

Tam yansıma yüzünden gö- zümüze daha az miktarda ışık ulaştığı için ıslak yüzeyle- ri çevrelerindeki kuru yüzeylere göre daha