kn
Ândli
TENKİD Y
Halid Ziya Ut,
Bizim neslin yetiştiği zamanlarda tenkid ve itiraz ancak lâfza, şekle aiddi; kendilerine münakkid sıfatı verenler her hangi bir eserin üzerinde ne bulurlarsa onu kemirmeğe, oradan oraya sürükli- yerek idraklerinin küçücük deliğine ka dar götürmeğe çalışan karıncalar gibi- diler. Bunlar telâşla, ganimet bulmuş aç lar hırsile abes kes ile mi kafiye tutmuş, bu nasıl olur? Biri A rab harflerile se İkincisi sin ile yazılan bu iki başka yara tılışta kelime nasıl çiftleşebilir?.. Bütün karınca alayı bunun etrafında seğirtir, koşuşurdu. Bu bahis daha bir neticeye varmadan yeni bir manzumenin yeni bir şekline hücum ederler, onun üzerinde kaynaşan bir küme olurlardı. Bu da ne garib bir şiir!.. Gazel değil, kıt’a değil, ne rubaiye, ne şarkıya benziyor, hele müstezad hiçbir maruf şekline muvafık değil, bu da frenk mukallidlerinin yeni bir icacV, edebî mukaddesata karşı yeni bir küfrü...
Hele nesir parçalarını delikdeşik e- derler de bu açtıkları çukurların altında çalışacak kuvvet yoktu, hatta hiçbir za man bir tenkid nümunesi görmemişler, belâgat kitablarmın haricinde bir fikir ve san’at dünyasının mevcud olabilece ğini tevehhüm* etmemişlerdi.
ederler de bu açtıkları çukurun altında fikir ve his âlemine yeni.birşey getiril miş midir, san’atfr yeni bir sermaye ilâve olunmuş mudur, o zamana kadar mev cudiyetinden şüphe olunmıyan bir inşa usulü technique tatbik edilmiş, hayata, beşeriyete, eşyaya, ihtisaslara yeni bir görüş köşesinden bakılmış, hulâsa san’ at zemininde o güne kadar hiç tanilmıyan sahalar açılmış mıdır, bunu onların ara sında kendi kendisine soran bir insaf sahi bi yoktu. Fakat onların haricinde bu yeni hareketin deveranı cazibesine kapılanlar, bitaraflar, günden güne çoğalıyor, etrafı ihata eden dost halkası her hafta bir ye ni nüsha yeni yeni manzumelerini,, nesir lerini getirdikçe, sanki muhalefetin nefe- sile şişerek genişliyordu.
Hele nesircilerin nahvi altüst eden yazıları adeta meşkolarak kabul edili yordu. N e zâfı telif, ne şiveye mugaye- ret ithamları, ne nahvin en basit ve esas kaidelerine mugayeret isnadları, türkçe kelimelerle fransızca yazılmış diye etra fında yaygaralar koparılan bu çetrefil dili nihayet her türlü fikir ve his ihtiyaç larını tatmin eden arzuya göre iğilir bü- ı.uiar, *yft ipcK 5crid Itaatile kıvrımlarını sere sere uzanıp gider, bir lisan mesabe sinde telâkki edilmekten alıkoyamıyordu. Fn ziyade Mehmed Raufun kaleminde hırpalanan bu* lisandan istikbalin lisanı doğacağına iman edenler vardı, ve ya vaş yavaş bunlar ekseriyeti teşkil etmeğe başlamıştı.
Şemsettin Saminin «Sefiller» tercümei haşiyesini, fransızca cümle teşkilâtını muhafaza ettiği için garib bulanlar, son- radan bu garb nahvine alışmağa baş ladılar. Nahiv nihayet bir mantık me- sefes.yd1, ve mantık ihtiyaçlardan doğan yemlikleri kabul eden bir miyar idi; her zamanın, her inkılâbın kendine mahsus bir mantığı olmak tabiidi. Nahiv kendi sine verilmiş istikameti her zaman muha- fazaya mahkûm bir çelik çubuk değildi.
b'> imanın ateşile yumu- şahlabılır, ihtiyaca uyacak bir biçim a- Jabııırdı; nitekim öyle oldu, Hüseyin Ca- hıdm mutedil yeni nahvile Mehmed Ra- ufun o zamana göre müfrit nahvinden buğunun Falıh Rıfkı nahvi nasıl çıktıysa
ondan da yarının nahivlerine delâlet eden nümuneler, daha gençlerin yazılarında, görülmüyor mu?.. Bütün san’at tecellile rinde olduğu gibi lisan inkılâblarmda da verilecek hükmü, ne olsa azçok kend gözlüklerinin rengi arasından gören eski Iere değil, bugünün zevklerini bugünüı camlarından temaşa eden yenilere bırak mak lâzımdır. San’at cereyanı, taşkır dalgaları biribirinin üzerinden aşaral: yuvarlanan öyle bir çağlıyandır ki onur kuvvetinin önüne geçmek bir çılgınlıktır zaman onun dağılacak, kuraklıkların a- rasmda kaybolacak sularını aldıktan son ra, kalacak ve ileride daha yeni bir kay nak yaratacak bir akıntı bırakacaktır. Bu, böyledir, lisanda da dünün zâfı telif dediğine bugün, bir san’at eseri, şi veye mugayeret dediğine bugün, bir me ziyet nazarile bakmaktadır.
Bu tahavvülü yapan şu veya bu değil- zamanm ihtiyacından doğan zarurettir, eskiler bu zaruretin tezahürlerine şahid ol dukça biraz ric’î bir nazarla kendi genç liklerine bakmalıdırlar, kendi yaptıkları yenilikleri düşünmelidirler. Tenkid erba
bı b ö y le k e lim e le r e , c ü m le le r e e»»lee»l»
hücum ettikçe Edebiyatı Cedide zümresi ufakiefek hatalarını bilmekle beraber, yaptıkları işin daha yüksek olduğuna ina narak, meselâ bir kelime yanlışlığından, bir terkib sakatından, bir ifade bozuklu ğundan sıkılıp utanmağa, ve bir köşeye çekilip sinmeğe lüzum görmezlerdi.
O tenkid erbabı Namık Kemalde bile «Matbu ul endam» hatasını bulmuşlardı. O halde meydana çıkarılmış bir yanlıştan alınacak netice bir daha o yolda yanlış lar yapmamağa çalışmaktan ibretti; ve lisanı tahrib etmek töhmeti altında tutu lan Edebiyatı Cedide muharrirleri her türlü zannın hilâfına hem lisanı iyi bilmek hem de onun saffetini korumak iddiasın da idiler.
O zamanın lisan mubahaseleri arasın da matbuatı aylarca işgal eden bir me sele zuhur etti ki bu devirde ne ile uğra şıldığına pek güzel bir nümune teşkil e-
der. 1
Bugünün mekteb gençliğince mahiyeti pek iyi anlaşılamıyacak olduğunu
zan-nettığım münakaşa esası şu idi:
Mes’elei mebhıısün anh mi, yoksa mebhusetün anha mı demek lâzımdı?
Mademki mavsuf müennestir, o halde ona tâbi olan kelimeler müennes olmak icab ederdi. Hayır, yalnız sonda zamiri tenis kifayet ederdi, yahud mademki cümle farisî rabıta ile, sadece bir kesre ile yapılmıştı, hatta tenis kaidesine teba- iyet için bir mecburiyet olmamalıydı? Arabcaya taallûk ettiği için adeta dinî bir ehemmiyet alan bu mesele matbuat âlemini, lisan erbabını, edebiyat erkânını biribirine karıştırdı; ortalığı allak bullak' etti. Ne netice hasıl oldu, hatırımda de
ğil, yeniler hiçbir zaman bunlarla ne va kit kaybetmeğe, ne de meşgul olmağa lüzum görmediler. Ötekiler ne derlerse desinler, bunlar mutlaka böyle bir cüm? le kullanmak lâzım gelirse müşkülün öte tarafına geçer ve sadece bahsolunan me sele der işin içinden sıyrılırdı. Bugünün diline doğru bir adım...
Yenileri de itham edecek hatalar yok muydu? Bugünün gençliğine göre mu- ahaze edilecek ifratlara düşmemiş miy-
ler?.. ,
«Günah işlememiş olan kim ise ilk taşı o bana atsın» ayeti înciliyesini tekrar e- derek bu bahsi buradL bırakmak müna- sibdir.
H A Lİ D Z İY A U $ A K " r * ' .
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi