• Sonuç bulunamadı

40 yıl önceki gece hayatımız:gazinoya içki yasağı koydum

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "40 yıl önceki gece hayatımız:gazinoya içki yasağı koydum"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

dizi

MİLLİYET 13 OCAK 1993 ÇARŞAMBA

" A

i l nkara'daydım.

Kristal in sahibi, İstanbul'a

gelip gazinosunda

çalışmam için ısrar

ediyordu. 'Tek şartım

vari dedim. Ne

olduğunu sordu.

Çalıştığım sürece

gazinoda içki

satılmamasmı

istedim. 'İçkisiz

gazino olur

mu?',

diyeceksiniz.

Oldu. Patron

kabul etti. Bir

anlamda içki

yasağı

getirdim.

Belki

zamanını

merak edenler

olur. 194 8 yılı

idi''

erme-çatma bir sahnesi

vardı Kristal'in.

Zemin tahtaydı.

Perdesi yoktu. Evdeki

halıyı gazinoya getirip,

sahneye serdim.

Arkadaşlarla cebimizden para

verip bir de perde yaptırdık. Işık

Altındağ

çok zayıftı. Güzeli,

çirkinleştiriyordu. Ona bir şey

yapamadık"

kü, her akşam beni dinleyenler vardı. Aynı şarkıları söylesem bıkarlardı. Saygısızlık olurdu beni dinlemeye gelen gazino müşteri­ sine.”_______________________________

“ N

e y d i

o

g ü n l e r

P E R İC İĞ İM ”

_______

Sanatçının anıları arasında Zeki Müren’in

ayrı bir yeri var. Perihan, 1952 yılında, Küçük Çiftlik’te Zeki Müren’le sahneyi paylaşmış. Müren’in radyo mikrofonlarından sonra yeni yeni sahnede “ parıldamaya” başladığı yıllar. Küçük Çiftlik’te “ Manolya” sını söylemediği akşam yok. Her gece programa başlamadan önce Perihan getirip bir manolya sunuyor kendisine. Zeki Müren, bu jeste nasıl karşılık vereceğini bilemiyor. Her şey gibi bunun da sonu geliyor. Bir gece Küçük Çiftlik’in ışıkları, hiç yanmamak üzere anıların karanlığında sö­ nüp gidiyor. Ama, o yıllar, Perihan’ın kalbinde hâlâ ışıl ışıl:

“ Zeki Müren, çok büyük yenilikler getirdi sahneye. Sahne giysilerinden dekoruna, şarkı seçiminden yorumuna kadar. Bunu kim­ se inkâr edemez. Kendisini, yıllar sonra, ge­ çen yaz bir Bodrum tavernasında buldum. Te­ sadüf değildi. Görmek istiyordum Zeki’yi. Her akşam çıktığını öğrendiğim tavernaya gittim. Biraz sonra içeri girdi. Göz göze geldik. Ku­ caklaştık. İnce, tatlı bir sesle ‘Neydi o günler Periciğim’ dedi. Gözleri nemlendi. Benim de öyle. Uzakta, çok uzakta bıraktığımız yıllara

Ankara, 1945.. Türk Sanat M usikisi’nin unutulmaz isimlerinden beşi, Kızılay konserinden önce bir arada, (soldan sağa) Cevdet Kozanoğlu, Refik Fersan, Cevdet Çağla, Fah i re Fersan ve Perihan Altındağ.

f

i

once

g e ( é

hayatımız

Yazan: Ergün ARPAÇAY

q

'Gazinoya içki

yasağı koydum

Perihan

ğ çıkma,

için tek

şartım

m

k

O

gece Kristal gazinosu tıklım tıklım ( dolmuştu, önce sazlar yerlerini aldı ünlü Kristal’in der- me-çatma sahnesinde. Selahat-

tin Pınar, Fevzi Aslangil, Ahmet

Yatman, Nubar Tekyay, Aleko Bacanos.. Sa­

natçılar yürürken, tahta zemin gıcırdıyordu. Sahnede ne perde vardı, ne dekor, ne de ye­

terli aydınlatma.

Gazinonun küçücük odasında mak­ yajını tamamlayan genç bir sanatçı,

son hazırlıklarını yapıyordu. Şarkı söylemeye Ankara Radyosu’nda başlamış, programlarını yıllarca sürdürmüş olan bu sanatçı, bir kaç dakika sonra ilk kez gazino seyir­

cisinin karşısında olacaktı.

Taksim’in göbeğindeki Kris-

tal’de, fırtınadan önceki sessiz­ lik yaşanıyordu. Komisi de, garsonu da, şef garsonu da masaları dolduran müşteriler gibi gözlerini sahneye dikmiş­ lerdi. Sanatçıyı sunan kişinin “ cılız” sesi duyuldu birden:

“Perihan Altındağ Sözeri.” “Ankara Radyosu’nda çalışıyordum. O güne kadar sahneye çıkmam için birkaç teklif gelmiş, kabul etmemiş­ tim. Bu kez, İstanbul’a, Kris- tal’e gelmem istendi. Karar vermeden, konu basma yansıdı. Benim radyo sanatçısı olduğumu vurgulayan bazı ya­ zarlar, içkili bir gazinoda prog­ ram yapmamın hiç de doğru olamayacağı yolunda görüşler belirttiler. ‘Meyhanede konser mi verilir?’ diyenler bile çıktı. Kristal­ in sahibi Hacı Hamdi’ye Tek şartım var’ dedim. Merakla ne olduğunu sordu. Çalıştığım sürece gazinoda içki satılmamasmı istedim. ‘İçkisiz gazino olur mu?, diyeceksiniz. Oldu. Gazino sa­ hibi kabul etti. Bir anlamda, Kristal'e İçki yasağı koydum. Belki zamanını merak eden­ ler olur. Yıl 1948 idi.

Artık, İstanbul’daydım. Güçlü rakipler

vardı karşımda. Onlarla mücadele edecektim.

Müzeyyen, şöhretin en üst noktasına bir abide

gibi yerleşmişti. Hamiyet, ‘Makberle’ yeri göğü inletiyordu. Safiye, harikalar yaratıyor­ du. Tepebaşı'nda, Küçükçiftlik'te, Bebek’te bu arkadaşlarımla çok çalıştım. Hemen şunu be­ lirtmek isterim: Gelişim, onları rahatsız etme­ di.”

Gazinolar arasında korkunç bir rekabet

başlamıştı 1950'li yılların başında. Müşteri sayısı hiç de az değildi. Bu işin meraklıları, anlayanları, sahnedeki sanatçıları çok iyi de­ ğerlendirebilecek çizgideydi. Gazino ile diğer eğlence yerleri arasındaki büyük farkı hepsi biliyordu, işte gazino,patronlarının hedefi de bu potansiyelden en

iyi

biçimde yararlanabil­ mekti. Onun için de sanatçı transferini hiç ih­ mal etmiyorlardı. Tabii, günümüzdeki gibi ast­ ronomik rakamlarla değil.

Perihan Altındağ, bir yıl çalıştı Kristal’de.

Oradan tüm ünlü sanatçıların program yaptığı Tepebaşı’na geçti. 1950'de Pera Palas’ın ar­ kasındaki Kazablanka, “ Perihan Salonu” ismi ile açıldı. Kış sezonunda, Perihan için, Küçük Çiftlik geceleri başladı. Pazar günleri de Be­ yaz Park. Gazinocular peşindeydi, istedikleri parayı veriyorlardı:

“Çok iyi para kazanıyordum. Gazino­

cudan gelen teklife hemen yanıt veremezdik. Toyduk. Düşünelim, derdik, rahmetli eşimle. Bana çok yardımcı oldu eşim. Sanatçı eşinin ikinci planda kaldığını söylerler. Oysa benim için eşim hep ilk plandaydı.

İstanbul, beni kucaklamıştı. Sahnede ucuz, şık ve hazır elbiseler giyiyordum. Şimdi, duyuyorum, assolistler bir servet yatırıyorlar tuvaletlere. Milyonlar harcıyorlar makyajları­ na, saçlarına. En küçük fedakârlık yapılmıyor. İçkiyi bırakın, sesimin bozulacağı korkusun­ dan 30 yıl soğuk su içmedim.

Her akşam ayrı makam okuyordum.

Çün-daha fazda uzanamadık.’

“ EVDEKİ HALIYI

SAHNEYE SERDİM”_____

Kendi dönemi ile karşılaştırınca, bugünün

gazinolarını, müşterilerini, sanatçılarını Peri­

han Altındağ acaba nasıl değerlendiriyordu?

“ Ben, kutudan çıkıp şöhret oldum. Kutu dediğim, radyo. 1939 yılında stajyer sınavı ile girmiştim Ankara Radyosu’na. Oradan yetiş­ tim. Musikimizin, ehil olmayan ellere bırakıldığımı üzülerek görüyorum. Bu ihanet­ tir, bu cinayettir. Türk musikisini kullanması­ nlar. Nerede o zamanki gazino müşterisi. Şimdi gazino müşterilerinin bir bölümünü blu­ cinle baloya gitmiş insanlara benzetiyorum. İcra edilen bizim musikimiz değil. 20-25 da­ kikada besıte yapılıyor. Bestekâr, güfte yazarı bir solist olamaz. Gazinoya gelenler gözleri ile oyalamıyorlar. Şimdiki imkânların yarısı bizde yokltıu. Evdeki halıyı, Kristal'e götürüp sahneye serdiğimi hatırlıyorum. Arkadaşlarla cebimizden para verip perde yaptırdığımızı biliyorum. Işık çok zayıftı. Güzeli çirkinleştirir- di. Ona bir ş$ey yapamadık. Şimdi öyle mi? As- solistin kalorisinden geçilemiyor. Türk Sanat Musikisi’nin güvencesi olarak TRT'deki sa­ natçıları gö ırüyorum. Dileğim, bu işi götürme­ leri.”

►YARIN

OlllHAN BORAN

İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

¡den Mahmut oğlu Abdullah İlter ve beş hissede iki hissesi Mahmut oğlu Abdullah ve Ali oğlu Mehmet ve Abdi oğlu İsmail ve Mehmet Ali oğlu İsmail ve Halil

Kocası, daha karısının ce­ nazesi kalkmadan, onun yerini al­ mağa hazırlanan bir arkadaşile, bo­ zulan işlerini düzeltmek için yeni bir Ankara seyahatine

Bizim Balkan harbinde îşkodra’nın oynadığı rol ve gördüğü günlere de bir cilt tahsis eden ve bn defa Çin ve İspanya harplerine dair eserler vermiş

Finally, there is a book that analyzes how that system really works; why women have difficulty adjusting to it; exactly what they can do to achieve, not only equal opportunity, but

Ancak bazı kötü ni- yetli kişiler yasa dışı yollarla elde ettikleri paralarla oyun içi öğeleri satın alıp sonrasında bunları diğer oyunculara biraz daha ucuza satarak

II.Abdülhamid devri halen olumlu olumsuz yönleriyle Tür­ kiye’de yaşar; çünkü kabul et­ memiz gerekir ki bu dönem, mo­ dern Türkiye’nin oluştuğu devir­.

Avrupa ve ABD’nin bellibaşlı şehirlerini âdeta istila etmiş olan Çin, Japon, Kore, Vi­ etnam, yani tek sözcükle Uzakdoğu lokan­ taları, hep bu

1900/1316 da genç bir yüzbaşı olarak Gülhane’de staja başlayan Nihad Reşad Bey kısa bir müddet sonra 1902-1903 yıllarında Hindis­ tan’da Bombay civarında