• Sonuç bulunamadı

2008 küresel finansal krizin yerel ekonomiler üzerine etkisi: Konya örneği

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "2008 küresel finansal krizin yerel ekonomiler üzerine etkisi: Konya örneği"

Copied!
169
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

İKTİSAT ANABİLİM DALI

İKTİSAT BİLİM DALI

2008 KÜRESEL FİNANSAL KRİZİN YEREL

EKONOMİLER ÜZERİNE ETKİSİ: KONYA ÖRNEĞİ

Hacı Dede Hakan KARAGÖZ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Danışman

Prof. Dr. Mehmet Mucuk

(2)
(3)

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

İKTİSAT ANABİLİM DALI

İKTİSAT BİLİM DALI

“2008 KÜRESEL FİNANSAL KRİZİN YEREL

EKONOMİLER ÜZERİNE ETKİSİ: KONYA ÖRNEĞİ”

Hacı Dede Hakan KARAGÖZ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Danışman

Prof. Dr. Mehmet Mucuk

(4)

T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

(5)

T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

(6)

ÖNSÖZ/TEŞEKKÜR

Konut kredilerinde yaşanan problemlere bağlı olarak 2008 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşanan kriz, kısa zaman içerisinde tüm dünyaya yayılarak küresel bir nitelik kazanmıştır. Krizle birlikte üretim ve tüketim alanında meydana gelen derin şoklar, başta finansal kesim olmak üzere reel kesim üzerinde de olumsuz etkiler yaratmıştır.

Kriz, uluslararası finansal entegrasyondan ötürü kısa süre içerisinde diğer ülkelere de yansımış ve 2009 yılında dünya ekonomisinin daralması ile sonuçlanmıştır. Krizin etki alanı içerisinde Türkiye de olmasına rağmen; 2001 Krizinden sonra alınan yapısal tedbirlerin ve bu bağlamda daha güçlü hale gelen finansal kesimin etkisiyle 2009 yılındaki olumsuzluklar, 2010 yılından itibaren belli ölçüde ortadan kalkmaya başlamıştır. Nitekim Türkiye ekonomisi 2010 yılında yüksek bir büyüme oranı kaydederek toparlanma sürecine girmiştir. Ancak kriz, dünya genelinde halen etkilerini devam ettirdiği için temel ekonomik büyüklüklerde dalgalanmalar devam edebilmektedir.

Küresel kriz sadece makro göstergelere değil; ülkelerin yerel düzeydeki mikro göstergelerine de yansımıştır. Ekonomik faaliyetlerin yoğunluğu ve büyüklüğü ise bölgelere göre değişim gösterdiği için, krizin her bölgedeki yansıması farklı boyutlarda gerçekleşmiştir. Bu çalışma ile 2008 yılında meydana gelen küresel krizin Konya’daki ekonomik faaliyetler ve işlemler üzerindeki etkileri istatistiki veriler kullanılarak ele alınmaktadır. Böylece küresel kriz ile yerel ekonomiler arasındaki ilişkiyi ele alan literatüre katkı yapılması amaçlanmaktadır.

Bu bağlamda, öncelikle çalışmamın hazırlık sürecinde, yakın destek, ilgi, yardım ve zamanını esirgemeyen değerli danışmanım Prof. Dr. Mehmet Mucuk Hocama teşekkür ederim. Hayatım boyunca desteklerini esirgemeyen ve bugünlere gelmemde büyük emekleri olan sevgili ailem; babam Mürteza KARAGÖZ, annem Vesile KARAGÖZ, kardeşlerim Rabia ERKMEN ve Abdurrahman Kaan KARAGÖZ’e teşekkür ederim. Son olarak tezin hazırlanması sürecinde elinden gelen her türlü yardımı gösteren sevgili eşim Tuğba KARAGÖZ’e teşekkür ederim.

(7)

T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Öğ

rencin

in

Adı Soyadı Hacı Dede Hakan KARAGÖZ

Numarası 104226001019

Ana Bilim / Bilim Dalı İktisat / İktisat

Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora

Tez Danışmanı Prof. Dr. Mehmet MUCUK

Tezin Adı 2008 Küresel Finansal Krizin Yerel Ekonomiler Üzerine Etkisi: Konya Örneği

ÖZET

Ülkeler arasındaki teknik, ticari ve iktisadi sınırların büyük ölçüde ortadan kalkması, ekonomilerin birbirleri ile etkileşim düzeyini oldukça üst sınırlara taşımıştır. Böylece bir ülkede yaşanan problemlerin kısa süre içerisinde diğer ülkelere yayılması için elverişli bir zemin oluşmuştur. Bu bağlamda 2008 Krizi de dünya ekonomisinin bir daralma sürecine girmesine neden olarak ülkelerin makro ve mikro büyüklüklerinin dalgalanmasına yol açmıştır. Nitekim Türkiye ekonomisi de krizin etki alanı içerisinde yer almıştır, ancak kısa süre içerisinde hızlı bir toparlanma sürecine girmiştir. Kaynakları itibariyle Türkiye’nin güçlü bir potansiyel taşıyan Konya bölgesinde de kriz, etkilerini belli ölçüde göstermiştir. Söz konusu etkiler ise gerek bölgesel gerekse ulusal dinamikler aracılığıyla genel olarak zayıflamıştır.

Anahtar Kelimeler: 2008 Küresel Krizi, Dünya Ekonomisi, Türkiye Ekonomisi, Konya Ekonomisi

(8)

T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Öğ

rencin

in

Adı Soyadı Hacı Dede Hakan KARAGÖZ

Numarası 104226001019

Ana Bilim / Bilim Dalı İktisat / İktisat

Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora

Tez Danışmanı Prof. Dr. Mehmet MUCUK

Tezin Adı The Impact of 2008 Global Financial Crisis on

Local Economies: The Case of Konya

SUMMARY

The abolition of the technical, commercial and economic boundaries between the countries has brought the level of interaction between the economies to the upper limits. Thus, a favorable ground has been created for the problems in a country to spread to other countries in a short time. In this context, the crisis of 2008 caused the world economy to enter into a contraction process, leading to a volatility in the macro and micro-size of the countries. Indeed, Turkey's economy has also taken part in the domain of the crisis, but has entered a rapid recovery in a short period of time. In the Konya region, which has a strong potential in terms of resources, the crisis has shown its effects to a certain extent. These effects are generally weakened by both regional and national dynamics.

Keywords: 2008 Global Crisis, World Economy, Turkish Economy, Konya Economy

(9)

KISALTMALAR LİSTESİ

AB: Avrupa Birliği

ABD: Amerika Birleşik Devletleri

AIG: Amerikan Uluslararası Grubu

AMLF: Varlık Destekli Ticari Kağıt Para Piyasası Yatırım Fonu Likidite Mekanizması

Ar-Ge: Araştırma ve Geliştirme

ASEAN-5: Endonezya, Malezya, Filipinler, Singapur, Tayland

BDDK: Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu BIS: Uluslararası Ödemeler Bankası

BaFin: Alman Düzenleme Denetleme Otoritesi

BÖG: Bileşik Öncü Göstergeler

BRICS: Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika CAP: Sermaye Yardım Programı

CBLI: Tüketici ve İşdünyası Borçlanma İnisiyatifi

CDO: Teminatlandırılmış Borç Yükümlülükler

COPOM: Brezilya Para Politikası Kurulu

CMPFF: Ticari Kağıt Fonlama Tesisi Programı

DT: Dış ticaret

DYY: Doğrudan Yabancı Yatırımlar EDF: Fransa Elektrik Şirketi

(10)

EFSM: Avrupa Finansal İstikrar Mekanizması

EFSF: Avrupa Finansal İstikrar Fonu

ERM: Avrupa Döviz Kuru Mekanizması

ESM: Avrupa İstikrar Mekanizması

ECB: Avrupa Merkez Bankası

Fannie Mae: Federal Ulusal İpotek Birliği

FDI: Doğrudan Yabancı Sermaye

FDIC: Federal Sigorta Mevduat Kurumu

FED: Amerikan Merkez Bankası

FHFB: Federal Konut Kredileri Bankası

FIFA: Uluslararası Futbol Federasyonları Birliği

FOMC: Federal Rezerv Açık Piyasa İşlemleri Komitesi

Freddie Mac: Federal Konut Kredisi İpotek Kurumu GM: General Motors

GSKD: Gayri Safi Katma Değer

GSMH: Gayri Safi Milli Hasıla GSYİH: Gayri Safi Yurtiçi Hasıla

HARP: Hanehalkı Refinansman Programı

IMF: Uluslararası Para Fonu

(11)

İŞKUR: Türkiye İş Kurumu KDV: Katma Değer Vergisi

KKBG: Kamu Kesimi Borçlanma Gereği

KKDF: Kaynak Kullanım Destekleme Fonu KKO: Kapasite Kullanım Oranı

KV: Kısa Vadeli

KOBİ: Küçük ve Orta Büyüklükte İşletme

KOSGEB: Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeleri Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı

KTO: Konya Ticaret Odası

LİBOR: Londra Bankalararası Para Piyasasında Likiditesi Yüksek Bankaların Birbirlerine Amerikan Doları Üzerinden Borç Verme İşlemlerinde Uyguladıkları Faiz Oranı

MB: Merkez Bankası

MBS: Konuta Dayalı Menkul Kıymetler

MIP: Güney Afrika İmalat Yatırım Programı

MMIFF: Para Piyasası Yatırımcı Fonlama Programı

NASDAQ: Ulusal Hisse Senedi Komisyoncuları Birliği, Otomatik Kotasyon

OECD: Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü OFHEO: Federal Konut Girişimleri Gözetim Ofisi

(12)

PAC: Brezilya Büyüme Hızlandırma Programı PDCF: Piyasa Yapıcıları Kredi İmkanı

PICE: Meksika Büyüme ve İstihdamı Artırma Programı PIIGS: Portekiz, İtalya, İrlanda, Yunanistan ve İspanya PPBE: Para Piyasası Baskı Endeksi

PPIP: Kamu-Özel Yatırım Programı

RATP: Fransa Metro İşletmesi

RBI: Hindistan Merkez Bankası

RDKTS: Reel Döviz Kurunun Trendden Sapması

REDK: Reel Efektif Döviz Kuru

RER: Reel Döviz Kuru

RFO: Reel Faiz Oranı

RFOF: Reel Faiz Oranı Farklılığı

RMS: Reel Mevduat Stoğu

ROE: Banka Toplam Karı/Toplam Özsermaye

SEC: ABD Menkul Kıymetler Komisyonu SGK: Sosyal Güvenlik Kurumu

Soffin: Almanya Finansal İstikrar Fonu

SNCF: Fransa Demiryolları Şirketi

(13)

TAF: Geçici Vadeli İhale İmkanı

TALF: Varlığa Dayalı Menkul Kıymet Kredi İmkanı TARP: Sorunlu Varlıkları Kurtarma Programı

TBB: Türkiye Bankalar Birliği

TCMB: Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası TDK: Türk Dil Kurumu

TEFE: Toptan Eşya Fiyat Endeksi

TOBB: Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği

TSLF: Vadeli Menkul Kıymet Borç Verme İmkanı

TÜFE: Tüketici Fiyatları Endeksi TÜİK: Türkiye İstatistik Kurumu

TYÇP: Toplum Yararına Çalışma Programı

UNCTAD: Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı USD: ABD Doları

VDMK: Varlığa Dayalı Menkul Kıymet VIX: Volatilite Endeksi

(14)

GRAFİKLER LİSTESİ

Grafik-1 ABD Ekonomisinde GSYİH ve Büyümesi Oranları ……….. 38

Grafik-2 ABD Ekonomisinde Enflasyon Oranları (TÜFE, %) ……….. 38

Grafik-3 ABD Ekonomisinde Para Arzı (% GSYİH) ……… 39

Grafik-4 ABD Ekonomisinde İşsizlik Oranları ………. 40

Grafik-5 ABD Ekonomisinde Merkezi Hükümet Borcu (% GSYİH) …… 40

Grafik-6 ABD Ekonomisinde İhracat (% GSYİH) ……… 41

Grafik-7 ABD Ekonomisinde İthalat (% GSYİH) ………. 42

Grafik-8 ABD Ekonomisinde Gösterge Faiz Oranları ………... 43

Grafik-9 ABD Ekonomisinde Bütçe Büyüklükleri (milyar $) ………... 44

Grafik-10 Gelir Gruplarına Göre Ülkelerin Büyüme Oranları ……….... 45

Grafik-11 Gelir Gruplarına Göre Ülkelerin İhracat/GSYİH Oranları ………. 45 Grafik-12 Gelir Gruplarına Göre Ülkelerin İthalat/GSYİH Oranları ... 46 Grafik-13 Gelir Gruplarına Göre Ülkelerin Para Arzı/GSYİH….……… 46

Grafik-14 Gelir Gruplarına Göre Ülkelerin İşsizlik Oranları ……….. 47

Grafik-15 Gelir Gruplarına Göre Ülkelerin Enflasyon Oranları (TÜFE, %)… 47 Grafik-16 Almanya’da GSYİH ve Büyüme Oranları ………. 51

Grafik-17 Almanya’da İşsizlik Oranları ……….……… 51

Grafik-18 Almanya’da Dış Ticaret Göstergeleri (Milyar $) ……… 53

Grafik-19 Almanya’da Enflasyon Oranları (TÜFE, %) ………..………. 53

Grafik-20 Almanya’da Genel Hükümet Brüt Borcu/GSYİH (%) …………. 55

Grafik-21 Fransa’da GSYİH ve Büyüme Oranları ………. 56

Grafik-22 Fransa’da İşsizlik Oranları ……….. 56

Grafik-23 Fransa’da Genel Hükümet Brüt Borcu/GSYİH .………….……… 60

Grafik-24 Fransa’da Dış Ticaret Göstergeleri (milyar $) ……… 60

Grafik-25 Fransa Ekonomisinde Enflasyon Oranları (TÜFE, %) ……… 61

Grafik-26 Birleşik Krallık’ta Büyüme Oranları ………..………… 62

Grafik-27 Birleşik Krallık’ta İşsizlik Oranları ………... 62

Grafik-28 Birleşik Krallık’ta Dış Ticaret Göstergeleri (milyar $) …………... 63

Grafik-29 Birleşik Krallık’ta Enflasyon Oranları (TÜFE, %) ………….…… 63

Grafik-30 Büyüme Oranları (Üçer Aylık, %) ……….. 77

(15)

Grafik-32 Yıllık Kapasite Kullanım Oranı (%) ………... 81

Grafik-33 Aylık Kapasite Kullanım Oranı (%) ……… 81

Grafik-34 Enflasyon Oranları (TÜFE, Yıllık Değişim (%)) ……… 82

Grafik-35 Brüt Dış Borç Stoku (milyar dolar) ve Dış Borç/GSYİH (%) …... 83

Grafik-36 Bütçe Dengesi (Milyon TL) ve Bütçe Dengesi/GSİYH (%) ……... 84

Grafik-37 M3 Para Arzı (Milyar TL) ve GSYİH Oranı (%) ……… 85

Grafik-38 Yıllık İşsizlik Oranları (%) ……….. 87

Grafik-39 Kriz Sürecinde TCMB Faizleri (%) ……… 88

Grafik-40 Kurulan ve Kapanan Firma Sayıları (TUİK ve TOBB) ………….. 89

Grafik-41 Kamu Yatırımları (Milyon TL ve Kişi Başına Kamu Yatırımı) …. 90 Grafik-42 Kredi, Mevduat (Milyon TL) ve Kredi/Mevduat Oranı (%) ……... 92

Grafik-43 Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (Türkiye ve Konya, Milyar TL) ………. 96

Grafik-44 Kişi Başına Düşen GSYİH (Türkiye ve Konya, dolar) …………... 97

Grafik-45 Konya GSKD Alt Sektörler ………. 98

Grafik-46 Konya İhracat ve İthalat Rakamları ve Dış Ticaret Hacmi ………. 99

Grafik-47 Konya Dış Ticaret Dengesi (Milyon $) ………... 99

Grafik-48 Konya İli Vergi Tahakkuk ve Tahsilat Artış Hızları ………... 100

Grafik-49 Konya İli Vergi Tahakkuku ve Tahsilatı (Milyar TL) ……… 101

Grafik-50 Konya Mahalli İdareler Bütçesi (Bin TL) ………... 101

Grafik-51 Konya’da Yıllara Göre Kurulan-Kapanan Şirket Sayıları (Adet) ... 102

Grafik-52 Konya’daki Kamu Yatırımları ve Türkiye Payı (Milyon TL, %) ... 103

Grafik-53 Kredi Artış Oranları Konya-Türkiye (2001-2017, %) ……… 106

Grafik-54 Kredi/Mevduat Oranı (%) ……….. 106

Grafik-55 İşsizlik Oranları (TR52 Bölgesi, %) ……… 107

Grafik-56 İşsizlik Oranları (Türkiye, İller Ortalaması, Konya %) ………….. 108

Grafik-57 Konya’da Protestolu Senet Sayısı ve Türkiye’deki Payı (%) ……. 108

Grafik-58 Konya’da Protestolu Senet Tutarı ve Türkiye’deki Payı (Milyon TL, %) ………. 109

(16)

ŞEKİLLER LİSTESİ

Şekil-1: Ekonomik Krizlerin Temel Nedenleri ……… 6

Şekil-2: Ekonomik Kriz Türleri ………... 8

Şekil-3: Menkul Kıymetleştirme Süreci ……….. 34

(17)

TABLOLAR LİSTESİ

Tablo-1 Makroekonomik Göstergelerle Dünya Ekonomisi ……….. 36

Tablo-2 ABD Makroekonomik Göstergeleri ……… 37

Tablo-3 ABD’de Açıklanan Ekonomik Kurtarma Paketleri ………. 43

Tablo-4 Bazı Avrupa Ülkelerinde Duyurulan, Planlanan ve Önerilen Teşvik Paketleri ……… 49

Tablo-5 Ödeme Sorunu İçerisindeki Bazı Avrupa Ülkelerinde Fon Artırıcı Tedbirler ………... 50

Tablo-6 Almanya Ekonomisinde Temel Makroekonomik Göstergeler …… 52

Tablo-7 Almanya’da Küresel Krize Karşı Açıklanan Önlem Paketleri …… 54

Tablo-8 Kriz Sürecinde Fransa’da Alınan Teşvik Tedbirleri ……… 58

Tablo-9 Fransa Ekonomisinde Temel Makroekonomik Göstergeler ……… 59

Tablo-10 Birleşik Krallık Ekonomisinde Temel Makroekonomik Göstergeler ………... 65

Tablo-11 Portekiz Ekonomisinde Temel Makroekonomik Göstergeler …….. 66

Tablo-12 Portekiz’de Uygulanan Mali Tedbirler ……… 67

Tablo-13 İrlanda Ekonomisinde Temel Makroekonomik Göstergeler ……… 69

Tablo-14 İtalya Ekonomisinde Temel Makroekomik Göstergeleri …………. 70

Tablo-15 İtalya’da Vergi Politikalarıyla İlgili Değişiklikler ………... 71

Tablo-16 Yunanistan Ekonomisinde Temel Makroekonomik Göstergeler …. 72 Tablo-17 İspanya Ekonomisinde Temel Makroekonomik Göstergeler ……... 74

Tablo-18 İspanya’da Uygulanan Mali Tedbirler ……… 75

Tablo-19 Ödemeler Dengesi Ayrıntılı Sunum (Milyon $) ……….. 79

Tablo-20 Türkiye Ekonomisinde Dış Ticaret Göstergeleri (Milyar $) ……… 80

Tablo-21 Borçluya Göre Dış Borç Dağılımı ……….. 83

Tablo-22 Dolar ve Euro Satış Kurları ve Yıllık Değişimleri (%) ……… 86

Tablo-23 Merkez Bankası Faiz Oranları (%) ……….. 88

Tablo-24 Türkiye Yatırım Teşvik İstatistikleri ……… 91

Tablo-25 Küresel Krize Karşı Alınan Önlem Paketleri ……….. 94

Tablo-26 Yatırım Teşvik İstatistikleri ………...…….. 104

Tablo-27 Kredi ve Mevduat Büyüklükleri ……….. 105

Ek Tablo-1 Finansal Krizlerin Öncü Göstergeleri………... 129

(18)

İÇİNDEKİLER

BİLİMSEL ETİK SAYFASI ... i

YÜKSEK LİSANS TEZİ KABUL FORMU ... ii

ÖNSÖZ/TEŞEKKÜR ... iii

ÖZET ... iv

SUMMARY ...v

KISALTMALAR LİSTESİ ... vi

GRAFİKLER LİSTESİ ... xi

ŞEKİLLER LİSTESİ ... xiii

TABLOLAR LİSTESİ ... xiv

İÇİNDEKİLER ...xv

GİRİŞ ...1

BİRİNCİ BÖLÜM EKONOMİK KRİZİN KURAMSAL ÇERÇEVESİ 1.1. Kriz Kavramı ... 4

1.1.1. Krizlerin Özellikleri ... 5

1.1.2. Ekonomik Krizlerin Temel Nedenleri ... 5

1.1.3. Ekonomik Krizlerin Temel Etkileri ... 6

1.2. Ekonomik Kriz Türleri ... 8

1.2.1. Reel Sektör Krizleri ... 8

1.2.1.1. Enflasyon Krizi ... 8 1.2.1.2. Durgunluk Krizi ... 9 1.2.1.3. İşsizlik Krizi ... 9 1.2.2. Finansal Krizler ... 10 1.2.2.1. Para Krizleri ... 10 1.2.2.2. Sistematik Krizler ... 11 1.2.2.3. Dış Borç Krizleri ... 12 1.2.2.4. Bankacılık Krizleri ... 12

1.3. İktisadi Düşüncelerin Kriz Yaklaşımları ... 13

1.3.1. Merkantilist İktisada Göre Kriz ... 13

1.3.2. Fizyokratlara Göre Kriz ... 15

1.3.3. Klasik İktisada Göre Kriz ... 15

(19)

1.3.5. Post Keynesyen İktisada Göre Kriz ... 19

1.3.6. Yeni Keynesyen İktisada Göre Kriz ... 20

1.3.7. Arz Yanlı İktisada Göre Kriz ... 21

1.3.8. Moneratist İktisada Göre Kriz ... 22

1.3.9. Marksist İktisada Göre Kriz ... 23

1.3.10. Yeni Klasik İktisada Göre Kriz ... 24

1.4. Kriz Modelleri ... 26

1.4.1. Birinci Nesil (Kanonik) Kriz Modelleri ... 26

1.4.2. İkinci Nesil Kriz Modelleri ... 27

1.4.3. Üçüncü Nesil Kriz Modelleri ... 28

1.5. Finansal Krizlerin Öncü Göstergeleri ... 29

İKİNCİ BÖLÜM 2008 FİNANSAL KRİZİ 2.1. Küresel Kriz Öncesi Durum ... 31

2.2. Küresel Kriz ve ABD Mortgage Piyasası ... 31

2.3. Küresel Krizin Nedenleri ... 33

2.4. Küresel Krizin Etkileri ... 35

2.4.1. Küresel Krizin ABD Ekonomisine Etkisi ... 36

2.4.1.1. Küresel Krizle Mücadele için ABD Ekonomisinde Alınan Tedbirler 42 2.4.1.2. Küresel Krizin Gelişim Evresi (2007-2009) ... 44

2.4.2. Küresel Krizin Ülke Gelir Düzeyi Gruplarına Göre Etkisi ... 44

2.5. Küresel Kriz ve Avrupa Ülkeleri ... 48

2.5.1. Küresel Kriz ve Almanya ... 50

2.5.2. Küresel Kriz ve Fransa ... 55

2.5.3. Küresel Kriz ve Birleşik Krallık ... 61

2.5.4. Küresel Kriz ve PIIGS Ülkeleri ... 65

2.5.4.1. Küresel Kriz ve Portekiz ... 66

2.5.4.2. Küresel Kriz ve İrlanda ... 68

2.5.4.3. Küresel Kriz ve İtalya ... 69

2.5.4.4. Küresel Kriz ve Yunanistan ... 71

2.5.4.5. Küresel Kriz ve İspanya ... 73

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM KÜRESEL KRİZ VE TÜRKİYE 3.1. Küresel Kriz ve Ekonomik Büyüme ... 77

(20)

3.3. Küresel Kriz ve Dış Ticaret ... 79

3.4. Küresel Kriz ve Kapasite Kullanım Oranı ... 80

3.5. Küresel Kriz ve Enflasyon ... 81

3.6. Küresel Kriz ve Dış Borç ... 82

3.7. Küresel Kriz ve Bütçe Dengesi ... 84

3.8. Küresel Kriz ve Para Arzı ... 84

3.9. Küresel Kriz ve Döviz Kuru ... 85

3.10. Küresel Kriz ve İşsizlik ... 86

3.11. Küresel Kriz ve TCMB Faiz Oranları ... 87

3.12. Küresel Kriz ve Firma Sayıları ... 89

3.13. Küresel Kriz ve Kamu Yatırımları ... 89

3.14. Küresel Kriz ve Yatırım Teşvikleri ... 90

3.15. Küresel Kriz ve Kredi-Mevduat Düzeyi ... 91

3.16. Türkiye Ekonomisinde Küresel Krize Yönelik Alınan Tedbirler ... 92

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM KÜRESEL KRİZ VE KONYA 4.1. Gayri Safi Katma Değer ve Gayri Safi Yurtiçi Hasıla ... 95

4.2. Dış Ticaret ... 98

4.3. Vergi ve Bütçe ... 99

4.4. Açılan Kapanan Firma Sayısı... 102

4.5. Kamu Yatırımları ... 102

4.6. Yatırım Teşvik İstatistikleri ... 103

4.7. Krediler ve Mevduatlar ... 104 4.8. İşsizlik Oranları ... 106 4.9. Protestolu Senetler ... 108 SONUÇ ...110 KAYNAKÇA ...113 EKLER ...129 ÖZGEÇMİŞ ...149

(21)

GİRİŞ

Etimolojik olarak Yunanca “krisis” kelimesinden gelen kriz kavramı, günlük yaşamda bunalım ve buhran gibi anlamlarda kullanılmaktadır. İktisadi bağlamda ise kriz; önceden öngörülemeyen ve ekonomik göstergeler üzerinde keskin dalgalanmalar yaratan şokları ifade etmektedir.

Dünyada çeşitli dönemlerde yaşanan krizler, birbirinden farklı nitelikte olduğu için krizleri açıklamaya yönelik modeller de farklılık göstermektedir. Bunun nedeni, her yeni krizin öncekilere göre farklı çıkış nedeni olması ve farklı koşullarda gerçekleşmesidir. Latin Amerika’da 1970 ve 1980’li yıllarda meydana gelen krizler “birinci nesil krizler”, 1990’lı yıllarda Avrupa’da meydana gelen krizler “ikinci nesil krizler” ve 1997 Asya krizi ise “üçüncü nesil krizler” olarak adlandırılmıştır.

Finansal krizler; para krizleri, sistematik krizler, döviz krizleri ve dış borç krizleri olarak dört grupta sınıflandırılmıştır. Para krizleri, döviz kuru ve sermaye hareketlerinde yaşanan ani ve keskin değişimler sonucu meydana gelen şokları ifade ederken; finansal sistemde ortaya çıkıp sistemin işlevlerini kesintiye uğratan krizler ise sistematik krizler olarak adlandırılmaktadır. Kamu ve özel kesim dış borçlarının ödenememesi durumunda ortaya çıkan “dış borç krizi” de genellikle “döviz krizleri” ile sonuçlanmaktadır. 2008 yılındaki küresel kriz ise diğerlerinden farklı olarak, Amerikan konut piyasasındaki gelişmeler sonucu ortaya çıkmış ve finansal bulaşıcılık yoluyla dünya geneline yayılmıştır.

Yaşanan finansal krizler, krizlerin önceden tahmin edilmesine yönelik çalışmaların sayısını artırmıştır. Hiçbir gösterge krizin tahmininde tek başına yeterli olmamakla birlikte makro iktisadi göstergeler, ekonominin izlediği eğilim açısından bilgi verebilir.

Öncü göstergelere rağmen öngörülemeyen 2008 küresel krizi, para ve sermaye piyasaları aracılığıyla kısa süre içerisinde Avrupa’ya da yayılarak etki alanını

(22)

genişletmiştir. Bu durum, sorunlu ekonomik yapılara sahip olan çeşitli Avrupa ülkelerinde ekonomik ve siyasal açıdan önemli dönüşümlere neden olmuştur.

Avrupa’da krizden en fazla PIIGS (Portekiz, İzlanda, İtalya, Yunanistan, İspanya) ülkeleri etkilenmiştir. PIIGS ülkelerinin diğer AB ülkelerine olan borç yükü yönetilemez boyutlara ulaştığı için, birliğin önemli güçlerini oluşturan Fransa ile Almanya öncülüğünde krizden çıkış yolları aranmıştır. Özellikle İtalya ve İspanya’nın borç krizinden etkilenmeleriyle krizde yeni bir aşamaya geçilmiş ve iki ülkenin ekonomik büyüklüğü Almanya ve Fransa’nın yükünü ve sorumluluğunu artırmıştır.

Küresel kriz, gelişmiş ülkeler ile önemli ticari bağlantılara sahip olan Türkiye ekonomisinde de belli ölçüde etkilerini göstermiştir. Büyüme, işsizlik, enflasyon, bütçe ve cari işlemler dengesi gibi temel makroekonomik göstergeler, krizle birlikte belirli bir kırılmaya uğramıştır. Özellikle 2009 yılında etkilerini ağır bir şekilde gösteren kriz, yerel ekonomik faaliyetlerin de dalgalanmasına yol açmıştır.

Bu çalışmada küresel krizin Türkiye ekonomisine ve Konya ekonomisine etkileri istatistiki veriler yardımıyla ele alınmaktadır. Konya, otomotiv yan sanayiden mobilyacılığa, ayakkabıcılıktan gıda endüstrisine kadar oldukça geniş bir yelpazedeki üretim alanına ev sahipliği yapmaktadır. Üretim alanındaki çeşitliliğin yarattığı pozitif dışsallıklar ise hem bölge ekonomisine hem de ülke ekonomisine belirgin katkılar sunmaktadır. Dolayısıyla krizin Konya’nın iktisadi yapısına etkisi, önemli bir araştırma konusu teşkil etmektedir.

Çalışmanın ilk bölümünde; krizin kavramsal çerçevesi, kriz türleri, iktisadi düşünce okullarının kriz yaklaşımları, kriz modelleri ve finansal krizlerin öncü göstergeleri ortaya konulmaya çalışılmıştır.

İkinci bölümde; küresel krizin nedenleri, krizin Amerika ve Avrupa kıtalarındaki seçilmiş ülkeler üzerine etkileri ve krize karşı ülkeler tarafından alınan önlem paketleri ele alınmıştır.

Üçüncü bölümde, küresel krizin temel makroekonomik göstergeler açısından Türkiye üzerine etkileri incelenmiştir. Bu çerçevede; ekonomik büyüme, ödemeler

(23)

dengesi, dış ticaret, kapasite kullanım oranı, enflasyon, dış borç, bütçe dengesi, para arzı, döviz kuru, işsizlik, faiz oranları, firma sayıları, kamu yatırımları, yatırım teşvikleri ve kredi-mevduat göstergelerine ait değişimlere yer verilmiştir.

Dördüncü bölümde ise küresel krizin Konya ekonomisi üzerine etkileri ele alınmıştır. Bu bağlamda; gayri safi katma değer, gayri safi yurtiçi hasıla, dış ticaret, vergi, bütçe, açılan-kapanan firma sayısı, kamu yatırımları, yatırım teşvikleri, kredi-mevduat büyüklükleri, işsizlik oranları ve protestolu senetler açısından küresel krizin Konya ekonomisine yansıması istatistiki veriler yardımıyla değerlendirilmiştir.

(24)

BİRİNCİ BÖLÜM

EKONOMİK KRİZİN KURAMSAL ÇERÇEVESİ

1.1. Kriz Kavramı

Birçok bilim dalında ve aynı zamanda günlük konuşma dilinde yaygın olarak kullanılan kriz kavramı, Yunanca “krisis” kelimesine dayanmaktadır. Tıp literatüründe “aniden ortaya çıkan hastalık belirtisi” anlamına gelen kriz, sosyal bilimler alanında ise daha çok “bunalım” veya “buhran” gibi durumları ifade etmek amacıyla kullanılmaktadır (Oktar ve Dalyancı, 2010: 2).

Türk Dil Kurumu (TDK) ’nun Büyük Sözlüğü’nde krizin taşıdığı anlamlar şu şekilde sıralanmıştır (www.tdk.gov.tr, 22.01.2019);

• Bir organda birdenbire ortaya çıkan fizyolojik bozukluk, • Bir kimsenin yaşamında görülen ruhsal bunalım,

• Bir şeyin çok kıt bulunması durumu, • Bir şeye duyulan ani ve aşırı istek,

• Bir ülkede veya ülkeler arasında, toplumun veya bir kuruluşun yaşamında görülen güç dönem, bunalım, buhran.

İktisadi bağlamda kriz; ekonomide aniden ve beklenmedik bir şekilde meydana gelen olayların olumsuz sonuçlar ortaya çıkarmasıdır. Dolayısıyla bir ekonomik krizden söz edebilmek için, ani ve beklenmedik biçimde meydana gelen şok dalgaları sonucu karar birimlerinin karar ve davranışlarında belirgin sapmaların gerçekleşmesi gerekmektedir (Acar, 2012: 12).

Finansal krizler ise döviz, hisse senedi ve tahvil gibi piyasalarda şiddetli fiyat dalgalanmalarını ve/veya geri dönmeyen kredilere bağlı olarak bankacılık sektörünün zarar görmesini ifade etmektedir (Kınaytürk, 2006: 15).

(25)

1.1.1. Krizlerin Özellikleri

Ekonomik krizlerin temel özellikleri şu şekilde sıralanabilir (Aktan ve Şen, 2001: 1-2):

• Bilinmeyen ve öngörülmeyen bir zamanda ortaya çıkar, • Krizler hem tehditleri hem de fırsatları içerisinde barındırır, • Krizlerin etkisi kısa veya uzun süreli olabilir,

• Krizler, tüm kesimleri etkilemesi bakımından bulaşıcılık özelliği gösterebilir.

1.1.2. Ekonomik Krizlerin Temel Nedenleri

Ekonomik hayatta iktisadi nitelikli şoklar, gerekli tedbirler alınamadığı takdirde; kriz ortamı için elverişli bir zemin hazırlayabilmektedir. Bu şoklar mikro ölçekli sorunlara bağlı olabileceği gibi; makro göstergelerdeki bozulmalardan da kaynaklanabilmektedir. Nitekim mikro temelli problemlerin arttığı ve yaygınlaştığı durumlarda ekonominin geneline etki edebilecek olumsuzluklar kendisini göstermektedir. Örneğin işletmelerin nakit sıkıntısı yaşamalarına bağlı olarak gerçekleşen mali yapılarındaki bozulmalar, üretim ve yatırım faaliyetlerini azaltarak ekonomik bir daralmaya yol açabilmektedir. Aynı zamanda yönetimsel problemler de şirketlerin küresel rekabet ortamında zarar görmelerine neden olarak benzer şekilde toplam arz düzeyinin gerilemesi ile sonuçlanabilmektedir.

Diğer taraftan ekonomik krizlerin önemli bir bölümü de makro büyüklüklerdeki olumsuzluklara bağlı olarak gerçekleşmektedir. Bu bağlamda çevre kirliliğini önleme maliyetlerinin yükselmesi, teknoloji alanında gerçekleşen ilerlemelerin takip edilememesi, iç ve dış açıklar ile siyasi istikrarsızlıklar gibi sorunlar iktisadi nitelikli şoklar için uygun bir iklim yaratabilmektedir. Nitekim yönetsel istikrarın sağlanamadığı dönemlerde Türkiye ekonomisi ağır kriz deneyimleri yaşamak zorunda kalmıştır. Şekil 1 üzerinde ekonomik krizlere neden olabilecek temel unsurlar genel olarak ortaya konulmuştur.

(26)

Şekil-1: Ekonomik Krizlerin Temel Nedenleri

Kaynak: Aslan ve Çınar (2010): 5

1.1.3. Ekonomik Krizlerin Temel Etkileri

Ekonomik krizler; büyüme, işsizlik, bütçe açığı ve enflasyon gibi makro göstergeler üzerinde belirgin olumsuzluklar meydana getirmektedir. Aynı zamanda krizler; eğitim, sağlık, yoksulluk ve gelir dağılımı gibi sosyal dengeleri ilgilendiren alanlarda da sorunların derinleşmesine yol açabilmektedir. Bu nedenle toplumun genel olarak tüm kesimleri, krizlerin yarattığı problemlerden etkilenmektedir (Altuntepe, 2009: 131).

Ekonomik krizler, gelir düzeyinin keskin bir şekilde düşmesine neden olarak hem özel tüketim harcamalarının hem de yatırım harcamalarının azalmasına yol açar. Özel tüketim harcamaları ve yatırım harcamalarındaki azalma ise milli gelir

Likidite Yönetim Mali

Çevre Organizasyon Liderlik Teknoloji Ekonomi EKONOMİK KRİZ Siyasi Hayat Nakit Sıkıntısı Alacak Sıkıntısı Bilanço Sorunları Yetersiz Denetim Likidite Üretim Sorun. Aşırı Büyüme Merkeziyetçilik Hiyerarşik Yapı Koor. Eksikliği İletişimsizlik Vizyonsuzluk Plansızlık Bölgeselleşme Yoğun Rekabet Talep Yetersizliği Deregülasyon Depresyon Hiperenflasyon Arz Yetersizliği Serbestleşme

Vergi Oranı Artışı

Globalleşme Teknolojinin Takip Edilememesi İklim Bozukluğu Doğal Afetler MİKRO MAKRO

(27)

düzeyindeki gerileme eğilimini devam ettirerek daralma sürecini beslemektedir. Daralma sürecinde üretim düzeyinin gerilemesi, üretim faktörleri kullanımını azaltacağı için işsizlik oranları da artışa geçmektedir. Diğer taraftan kriz ile birlikte toplam arz düzeyinin gerilemesi, enflasyonist baskılara güç kazandırır. Ancak krizle beraber ulusal gelirdeki azalma sonucu toplam talebin düşmesi de bu baskıların kırılmasına yol açacaktır. Dolayısıyla toplam arzdaki azalmanın daha yüksek olduğu durumda enflasyon artış gösterirken; toplam talepteki azalmanın daha yüksek olduğu durumda ise enflasyon oranları düşüş kaydedecektir.

Ekonomik kriz dönemlerinde efektif talep yetersizliğini gidermek üzere kamu harcamalarının artırılması ve/veya vergilerin azaltılması gibi genişletici maliye politikaları bütçe dengesini olumsuz yönde etkileyecektir. Nitekim küresel kriz sonrasında uygulanan söz konusu politikalar birçok ülkede kamu kesimi mali dengesini önemli ölçüde bozmuştur. Kamu kesimi açıkları ise borçlanma ihtiyacını artırmakta ve artan borçlanma gereksinimi de faiz oranlarının yükselmesine neden olmaktadır. Yüksek faiz oranları ise kaynak dağılımının bozulmasına ve ertelenen yatırım kararlarının artmasına zemin hazırlamaktadır.

Ekonomik krizler bütçe açığı üzerinde bir etki meydana getirdiği gibi cari açık üzerinde de önemli sonuçlar yaratabilmektedir. Kriz sonucu belirgin ölçüde azalan gelirler, ithalatı azaltarak cari açığın düşmesine hatta cari fazla verilmesine yol açmaktadır.

Ayrıca, ekonomik krizler döviz kurunun değişmesine ve önemli dalgalanmalar göstermesine sebep olabilecektir. Risk değerlerinin artması neticesinde, yabancı sermaye girişinin azalması ve mevcut yatırımların da hızlı bir şekilde ülkeyi terk etmesi, kurun yükselmesi ile sonuçlanacaktır. Kurun yükselmesi ise bir taraftan ithalat maliyetlerini artıracak diğer taraftan da yabancı para cinsinden borçlu olan kesimlerin mali yüklerini ağırlaştıracaktır. Sonuç itibariyle krizle birlikte azalan gelirler, refah seviyesinin düşmesine ve gelir dağılımının bozulmasına neden olarak toplumsal dengeleri de olumsuz yönde etkilemektedir.

(28)

1.2. Ekonomik Kriz Türleri

Ekonomik krizler kendi içerisinde “reel sektör krizleri” ve “finansal krizler” olmak üzere iki temel başlık altında incelenmektedir.

Şekil-2: Ekonomik Kriz Türleri

Kaynak: Kibritçioğlu (2001) esas alınarak düzenlenmiştir. 1.2.1. Reel Sektör Krizleri

Üretici kesimi ifade eden reel sektörde, ekonomik faaliyetleri olumsuz yönde etkileyen beklenmedik şok dalgaları; mal ve hizmet piyasalarında enflasyon veya durgunluk krizleri şeklinde, işgücü piyasalarında ise işsizlik krizi şeklinde ortaya çıkabilmektedir.

1.2.1.1. Enflasyon Krizi

Enflasyon, fiyatlar genel düzeyinde meydana gelen önemli ve sürekli artışlar şeklinde tanımlanabilir (TCMB, 2013: 2).

Fiyatlar genel düzeyinde meydana gelen önemli ve sürekli artışlar, genellikle talep ve/veya maliyet kaynaklı nedenlere bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Üretilen mal ve hizmet miktarı, satın alma isteğini karşılayamadığı takdirde talep enflasyonu ortaya çıkarken; üretimde kullanılan girdi fiyatlarındaki artış ise maliyet enflasyonunu beraberinde getirmektedir (Bocutoğlu, 2009: 82-84)

Ekonomik Kriz Reel Sektör Krizleri Mal ve Hizmet Piyasalarında Krizler

Enflasyon Krizi Durgunluk Krizi

İşgücü Piyasasında Kriz

İşsizlik Krizi

Finansal Krizler

Para Krizi Sistematik Kriz

Döviz/Dış Borç

(29)

Yüksek enflasyon makroekonomik değişkenler üzerinde genel olarak olumsuz etkiler meydana getirmektedir. Bu bağlamda enflasyonist baskılar, risk ve belirsizliklerin artmasına, artan risk ve belirsizlik ortamı da toplam harcamaların ertelenerek reel GSYİH’nın düşmesine yol açabilmektedir. Ayrıca yüksek enflasyon nedeniyle faizlerin yükseltilmesi, yatırım harcamalarının azalmasıyla sonuçlanarak ülkenin üretim potansiyeline de zarar verebilmektedir. Diğer taraftan yüksek enflasyon nedeniyle artan yurtiçi fiyatlar, ihracatın azalarak ithalatın yükselmesine ve dış ticaretin açık vermesine neden olabilmektedir. Dolayısıyla yüksek enflasyon temel makro büyüklükler üzerinde olumsuz etkiler meydana getirerek ekonomik krizler için elverişli bir zemin hazırlamaktadır (Özgüven, 1991: 393-395).

1.2.1.2. Durgunluk Krizi

Aynı zamanda resesyon olarak da adlandırılan ekonomik durgunluk, reel GSYİH’nin en az iki çeyrek üst üste gerilmesi şeklinde tanımlanmaktadır. Bu sürenin uzaması ve süreklilik göstermeye başlaması, iktisadi bir kriz durumunu ifade etmektedir. Yatırımların azalarak üretim düzeyinin düşmesi, durgunluk sürecini beraberinde getirmekte ve buna bağlı olarak işsizlik oranları da artış kaydetmektedir. Durgunluk ortamında gelirlerin azalması sonucu toplam harcamaların gerilemesi ise makro büyüklükler üzerinde olumsuz etkiler meydana getirerek ekonomik krizler için uygun zemin oluşturmaktadır (Afşar, 2011: 144).

1.2.1.3. İşsizlik Krizi

Farklı gelişmişlik düzeyine sahip olan tüm ülkelerin temel ekonomik problemleri arasında işsizlik sorunu üst sıralarda yer almaktadır. Tam istihdam ile fiili istihdam arasındaki farkı ifade eden işsizlik, önemli sosyo-ekonomik problemleri de beraberinde getirmektedir (Mucuk, 2017: 14). Bu sorunun ortaya çıkmasında ise yapısal koşullardaki değişimin yanı sıra; mevsimsel faktörler, teknolojik ilerlemeler, konjonktürel dalgalanmalar, iş, meslek veya yer değiştirme gibi unsurlar önemli rol oynamaktadır.

Toplam üretim düzeyinin belirgin ölçüde gerileme göstermesi, daha az üretim faktörünün kullanılmasına neden olduğu için, işsizlik krizi ortaya çıkmaktadır. Artan

(30)

işsizlik ile gelirlerin düşmesi ise toplam harcamaları azaltarak var olan kriz ortamının derinleşmesine yol açmaktadır.

İşsizlik sorunu gelişmiş ülkelerde daha çok talep yetersizliğinden kaynaklanırken; az gelişmiş ülkelerde ise emek arzını karşılamaya yetecek büyüklükte üretim birimlerinin olmamasından kaynaklanmaktadır. Ayrıca teknik ilerlemelere bağlı olarak meydana gelen yapısal değişimlerin de çalışmak isteyenlerin istihdam edilmesini engelleyen önemli bir faktör haline geldiği görülmektedir. Emek faktörünün üretim süreçlerinde yeterince yer alamaması ülkelerin büyüme ve gelişim performanslarını olumsuz yönde etkilemektedir. Bu durum fiili gelir düzeyinin potansiyel gelir düzeyinden önemli ölçüde düşük kalmasına yol açarak toplam talep yetersizliğini beslemektedir. Dolayısıyla çalışma isteği ve gücü olduğu halde, iş bulamayanların sayısında meydana gelen bir artış, önemli bir sorun olarak ülkelerin ekonomik gündemlerinde yer almaktadır (Güney, 2009: 150).

1.2.2. Finansal Krizler

Finansal krizler kendi içerisinde temel olarak; para krizleri, sistematik krizler, döviz krizleri ve bankacılık krizleri olmak üzere dört gruba ayrılmaktadır (Kibritçioğlu, 2001: 1-2).

1.2.2.1. Para Krizleri

Ulusal paranın yabancı paralar karşısında alacağı değer belirlenirken “sabit döviz kuru sistemi” ve “esnek döviz kuru sistemi” olmak üzere iki farklı yöntem kullanılabilmektedir. Sabit döviz kuru sisteminde para otoritesi tarafından kurun alacağı değerler önceden belirli bir süreliğine tespit edilip uygulanırken; esnek döviz kuru sisteminde belirleyici unsurlar döviz arzı ve döviz talebidir (Yetkiner, 2010: 219). Her ne kadar sabit kur sistemi, belirsizlik ortamını minimize ederek harcama kararları açısından ekonomik birimlere yardımcı olsa da; sistemin başarısı bol miktarda altın ve döviz rezervine sahip olunmasını gerektirmektedir (Yılmaz, 2005: 90).

Sabit kur sisteminin uygulandığı bir ekonomide döviz talebinin artması durumunda merkez bankası rezervlerini kullanarak bu talebi karşılama yoluna

(31)

gidebilmektedir. Ancak talebin süreklilik arz etmesi ve giderek artması ise rezervleri yetersiz hale getirebilecektir. Ulusal paradan kaçılarak yabancı aktiflere yatırım yapma isteğinin kuvvet kazanması sonucu merkez bankası rezervlerinin tükenmesi, para krizleri olarak adlandırılmaktadır (Turan, 2011: 69)

Para krizinin ortaya çıkmasında; olumsuz beklentiler ile yüksek enflasyon gibi unsurlar belirleyici bir rol üstlenmektedir. Ekonominin genel durumu ve bu durumun zaman içerisinde daha da kötüleşebileceğine dair algıların güç kazanması, yabancı para birimlerine ait satın alma isteğini beslemektedir. Sabit kur sisteminde söz konusu isteği kırabilecek gelişmelerin yaşanmaması durumunda ise para otoritesinin varlıkları kaçınılmaz olarak düşüş kaydetmektedir. Diğer taraftan yüksek enflasyon da ulusal paranın satın alma gücünü zayıflattığı için birikimlerinin reel değerini korumak ve artırmak isteyen ekonomik birimler, döviz talebine yönelmektedir. Yüksek enflasyon sonucu artan döviz talebi, belirsizlik ortamında olduğu gibi rezervler açısından olumsuz sonuçlar ortaya koymaktadır (Öcal, 2011: 206).

Yukarıda belirtilen nedenlerden herhangi birine bağlı olarak meydana gelen rezervlerin tükenmesi durumu, para otoritesinin ya devalüasyona gitmesine ya da yüksek oranlı bir faiz artışı gerçekleştirmesini zorunlu kılmaktadır. Devalüasyon uygulaması ödemeler dengesi krizi olarak adlandırılırken; faiz artışı ise döviz krizi şeklinde nitelendirilmektedir (Yıldırım ve Karaman; 2003: 220).

1.2.2.2. Sistematik Krizler

Sistematik kriz; fon transferi ve likidite sağlama gibi finansal kesimin işlevlerini kesintiye uğratan ve buna bağlı olarak ekonominin geneli üzerinde olumsuz etkilere yol açan şoklar şeklinde tanımlanmaktadır. Finansal işleyişin yapısında meydana gelen sorunlar, reel sektör faaliyetlerini negatif yönde değiştirerek üretimin azalmasına ve işsizliğin de artmasına zemin hazırlamaktadır (Şimşek, 2008: 199). Bu tür krizlerde gerek para politikaları gerekse maliye politikaları ile müdahale edilene kadar reel sektöre ilişkin sorunlar giderek ağırlaşmakta ve bulaşıcılık etkisi sonucu problemler ekonominin diğer sektörlerine de yansımaktadır (Avcı ve Altay, 2013: 48).

(32)

Sistematik krizlerin temelinde finans kesiminin likidite sorunu yer alır. Krizin göstergeleri arasında ise; aşırı borçlanma, geri dönmeyen krediler, mevduat sigortasının iyi kullanılamaması, para otoritesinin sisteme yönelik nakit transferi politikasında başarısız olması ve finans dışı sektörlerin daralma yaşaması bulunmaktadır (Turgut, 2007: 38-39).

1.2.2.3. Dış Borç Krizleri

Bir ülkenin özel ve/veya kamu kesimine ait dış borç yükümlülüklerini yerine getirememesini ifade eden dış borç krizi, borçların yeni bir ödeme planına bağlanmasını beraberinde getirmektedir (Sarpkaya, 2009: 19). Bu krizin ortaya çıkmasında etkili olan temel faktörler arasında; faiz oranlarının belirgin şekilde yükselmesi, durgunluk ve yabancı sermaye çıkışları yer almaktadır (Yavuz vd., 2013: 132). Dış borç krizi neticesinde ise yeniden yapılandırma yoluna gidilebileceği gibi ülkeler moratoryum da ilan edebilmektedir (Türker, 2015: 36).

1.2.2.4. Bankacılık Krizleri

Bir ekonomide fon arz edenler ile fon talep edenler arasındaki bağlantıyı sağlayan en önemli aracı kuruluş bankalardır. Bankalar bu bağlantının sağlıklı bir şekilde gerçekleştirilmesi işlevini yerine getiremedikleri takdirde meydana gelen kriz, bankacılık krizi olarak adlandırılmaktadır (Orhan vd., 2009: 27). Bankaların sürekli zarar etmesi ve/veya iflasları söz konusu krizleri ortaya çıkarır (Aloğlu, 2005: 35).

Geri dönmeyen kredilerin artması, mevduata hücum edilmesi, kur ve faiz riski gibi nedenlerle bankaların yükümlülüklerini yerine getirememesi gibi unsurlar zarar veya iflas ile sonuçlanabilmektedir (Öcal, 2013: 119).

Bankacılık krizleri ekonominin tüm kesimleri üzerinde oldukça olumsuz etkilerin meydana gelmesine yol açmaktadır. Fon talep eden kesimin gerekli kaynaklara ulaşamaması; hem özel tüketim harcamalarının hem de yatırım harcamalarının azalması ile sonuçlanmaktadır. Toplam talep düzeyinde ortaya çıkan düşüş ise milli gelirin gerilemesine neden olarak ekonomik küçülmeyi beraberinde getirmektedir (Altıntaş, 2004: 40-42).

(33)

1.3. İktisadi Düşüncelerin Kriz Yaklaşımları

Gelişmişlik derecesi ne olursa olsun tüm ekonomilerin temel sorunları arasında; kaynakların tam kullanımı, etkin kullanımı ve ekonomik büyüme gibi konular yer almaktadır. Söz konusu sorunları gidermek üzere kendi yöntemlerini ortaya koyan iktisadi düşünceler, krizlerin nedenleri ve çözüm yolları bağlamında birbirlerinden önemli ölçüde ayrışmaktadırlar.

1.3.1. Merkantilist İktisada Göre Kriz

Batı Avrupa ülkelerinde 1500-1800 yılları arasında hakim bir anlayış olan Merkantilizm, Ortaçağ ile Fizyokrasi arasında gelişmiş bir iktisadi ekoldür. Merkantilizmin temel varsayımları şu şekilde sıralanabilir (Özdurak, 2016: 5-6):

• Zenginliği kaynağını altın ve gümüş gibi değerli madenler oluşturmaktadır. Kıymetli madenlerin ülkeye kazandırılması ise iki şekilde gerçekleştirilebilir. Bunlardan ilki; yurtiçindeki madenlerin çıkarılmasına dayanırken; ikincisi özellikle dış ticaret yoluyla diğer ülkelerden söz konusu kaynakların aktarımını esas almaktadır.

• İthalat, ülke içindeki değerli madenlerin diğer ülkelere transferine yol açtığı için yurtdışı alımların sınırlandırılması; ihracatın ise desteklenerek artırılması gerekir.

• Rekabetçi bir ekonomik yapı ve düşük maliyetli üretim için nüfus artışı desteklenmeli, savunma alanı kuvvetlendirilerek devlet güçlendirilmelidir. • İktisadi bakımdan dışa bağımlılığı azaltmak amacıyla devlet ekonomik

faaliyetlere müdahale ederek yatırımların artırılması ve sanayinin güçlendirilmesi yönünde adımlar atmalıdır.

Bu varsayımları çerçevesinde değerli madenler ile zenginliklerini artırmak isteyen bazı Avrupalı devletler, sömürgecilik faaliyetlerine yönelmişlerdir. Böylece diğer ülkelerin kıymet arz eden varlıklarını büyük ölçüde kendilerine transfer etmeyi de başarabilmişlerdir. Ancak söz konusu faaliyetler sonucunda sömürülen ülkelerin alım gücü giderek zayıflarken; sömürgeci ülkelerde ise fiyatlar genel düzeyi oldukça yüksek oranlarda artış eğilimine girmiştir.

(34)

Merkantilizm temel olarak kıymetli maden stoklarının artırılması yoluyla ülkelerin zenginleşmesini savunmakla birlikte; kıymetli maden stoklarını artırmak için sömürgecilik dışında yöntemler de izlenmiştir. Bu nedenle ülkelere göre değişim gösteren farklı merkantilist uygulamalar söz konusu olmuştur. Örneğin İspanya, sömürgecilik faaliyetleri ile zenginleşme yoluna giderken; İngiltere dış ticarete ve Fransa sanayiye ağırlık vermiştir (Tokay, 1949).

1. İspanyol Merkantilizmi: Merkantilist uygulamalar arasında en başarısız olan İspanyol merkantilizmi, aynı zamanda külçe anlamına gelen “Bulyonizm” olarak da nitelendirilmiştir. 1600’lü yıllarda Amerikan Kıtası’ndan getirilen değerli madenlerle İspanya, dünyanın en zengin ülkesi konumuna gelmiştir. Ancak, değerli maden stoklarındaki artış, ülkede talep seviyesini yükselterek fiyatlar genel düzeyinin önemli oranda artmasına yol açmıştır. Bu durum yurtiçi fiyatların artışını beraberinde getirerek ihracatın düşmesine neden olurken; ithalatın da artışı yönünde güçlü bir baskı oluşturmuştur. Böylece bozulan dış ticaret dengesi, ülkenin makroekonomik dengelerini ve uygulanan iktisadi modeli tehdit eder hale gelmiştir.

2. İngiliz Merkantilizmi: “Ticari Merkantilizm” olarak da adlandırılan İngiliz Merkantilizmi, başarılı uygulamalar arasında yer almaktadır. Bir taraftan dış ticarete; diğer taraftan da ticaret yaptığı bazı ülkeleri kontrol altında tutmaya yönelik politikalar izleyen İngiltere, kıymetli maden rezervlerini belirgin şekilde artırmayı başarmıştır. Hatta İngiltere kontrol ettiği ülkeler ile ortak bir ticaret birliği kurarak, nihai mal ihracatını yükseltmiş, diğer ülkelerden de ithalata serbestiyet getirmiştir. Dış ticaretini geliştirmek için aynı zamanda denizcilik faaliyetlerini önceleyen İngilizler, kendi üretimlerini kısa zamanda farklı ülkelere ulaştırırken; diğer ülkelerden de ihtiyaç duyduğu hammaddeleri sorunsuz bir biçimde temin edebilmiştir. Böylece İngiltere hem iktisadi açıdan güçlü bir ülke konumuna gelmiş hem de dünyanın en büyük donanmalarından birine sahip olmuştur.

3. Fransız Merkantilizmi: Bu ülkedeki merkantilist uygulamalar, dönemin Maliye Bakanı Jean B. Colbert ismine ithafen aynı zamanda “Colbertizm” olarak adlandırılmaktadır. Fransa, üretim altyapısını güçlendirerek ülkenin daha zengin hale gelebilmesi için; bir taraftan nitelikli işgücü sayısını artıracak adımlar artmış, diğer

(35)

taraftan da üretim birimlerinin miktarını yükseltme yoluna gitmiştir. Ekonomik faaliyetler içerisinde etkin bir konuma sahip olan devlet müdahaleleri ise bir süre sonra ülkede özgürlük düşüncelerinin filizlenmesine yol açmıştır.

4. Alman Merkantilizmi: Prensin hazinesi anlamındaki “cammer” kelimesinden türetilen “Kameralizm” prensin hazinesini daha güçlü hale getirmeyi temel amaç olarak benimsenmiştir. Almanya söz konusu amaca sadece ekonomi politikalarıyla değil; hukuk, idari ve maliye politikalarını da kullanarak ulaşmaya çalışmıştır. Bu kapsamda ulusal sanayinin kurulması desteklenmiş ve nüfus artışının önemi benimsenmiştir.

1.3.2. Fizyokratlara Göre Kriz

1700’lü yıllarda Fransa’da Merkantilizme karşı geliştirilen ve ilk sistemli iktisadi okul olarak görülen Fizyokrasinin temel ilkeleri, F. Quesnay’in “Ekonomik Tablo” adlı eserinde ortaya konulmuştur. Fizyokratların bazı temel varsayımları şu şekilde sıralanabilir (Özdurak, 2016: 16: Eren, 2015: 7-8).

• Ekonomide tek verimli faaliyet, tarım olarak kabul edilmekte, tarım dışındaki diğer sektörler ise verimsiz olarak nitelendirilmektedir.

• Doğal düzen anlayışı esas alınmaktadır. Fizyokratlara göre egemen olan doğadır ve bu nedenle doğanın kendi düzenine müdahale edilmemesi dünyada herşeyin kendi dengesini bulmasını sağlayacaktır. Dolayısıyla ekonomik faaliyetlere devlet müdahaleleri benimsenmemektedir.

Fizyokratlara göre ekonomik krizlerin temel nedenini; arz-talep dengesini bozan devlet müdahaleleri oluşturmaktadır.

1.3.3. Klasik İktisada Göre Kriz

Klasik iktisadın başlangıcı Adam Smith’in 1776 tarihli Ulusların Zenginliği kitabına dayanmaktadır. Teorinin temelinde ise Say’ın “her arz kendi talebini yaratır” görüşü yer alır. Buna göre üretimde aşırılık ve işsizlik gibi kavramlar ekonomik hayatta sık rastlanan durumlar değildir. Ayrıca klasik ekolde, kriz kavramı yerine “iş

(36)

çevrimleri” ya da “konjonktür dalgalanmaları” gibi ifadeler kullanılmaktadır. Dalgalanmaların temelinde de; dışsal şoklar ya da yanlış alınan kararlar ile devletin ekonomik faaliyetlere müdahalesi bulunmaktadır (Altunöz, 2013: 2).

Klasik iktisadın temel varsayımları şu şekilde sıralanabilir (Bilgili, 2012: 34-69): • Ekonomide tam rekabet piyasası koşulları geçerlidir.

• Ekonomi, daima tam istihdam bulunmakta olup; tam istihdamdan sapmalar ise geçici nitelik arz etmektedir. Sapma durumunda, esnek ücret ve fiyat mekanizması, tam istihdamın yeniden sağlanmasına katkı sunar.

• Her arzın kendi talebini yarattığı varsayılır. • Arz yanlı bir yaklaşım üzerine kuruludur.

• Değerin kaynağını emek oluşturur. Smith’e göre bir malın gerçek fiyatı; onu üretmenin zahmetine eşittir.

• Büyümenin itici gücü tasarruf olup; yapılan birikimler yatırıma dönüşerek üretim artışının temel dinamiğini oluşturur.

• İşbölümü ve uzmanlaşma, verimlilik artışının kaynağıdır.

• Para yansız yani nötr kabul edilir. Para sadece mübadele aracı görüldüğü için, mal ve hizmet ticaretinin üzerini örten bir peçe şeklinde nitelendirilir. • Para sadece işlem amacıyla talep edilir.

• Dış ticaret serbest olmalıdır.

• Devlet bütçesi denk ve küçük olmalıdır.

• Borçlanma sadece olağanüstü durumlarda başvurulan bir finansman aracıdır.

• “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” ilkesi gereği devlet, ekonomiye müdahale etmemeli, yalnızca asli fonksiyonlarını icra etmelidir.

A. Smith Ulusların Zenginliği adlı kitabında kriz kavramı yerine “karanlık günler” ifadesini kullanmıştır. Dolayısıyla kriz, zor bir durum veya buhran haline karşılık gelmekte olup; üretim kısır döngüsünün aşılamamasına bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Smith tarafından yapılan analizlerde ekonomik büyümenin sınırlılığı ise emek faktörünün üretkenlik sorunuyla ilişkilendirilmiştir. Ağırlıklı olarak tarım

(37)

sektörünün ön planda olduğu bir iktisadi ortamda doğal kaynakların sınırlı büyüklükte olması, emeğin verimsiz olması ve sermaye birikimindeki yetersizlikler, üretim olanaklarını olumsuz yönde etkilemektedir. Bu bağlamda üretim darboğazının aşılamaması sonucu bir buhran ortamı ortaya çıkabilmektedir (Ülgen, 2000: 90; Aytekin, 2017: 30). Diğer taraftan J. B. Say, krizlerin gerçekleşme olasılığını reddeden klasik iktisatçılar arasında yer almaktadır. Çünkü bir malın sadece ortaya çıkışı bile, hemen diğer mallar için satın alma imkanı yaratmakta ve mübadele işlemi bittiğinde malların mallarla satın alındığı görülmektedir (Aydın, 2013: 2). Dolayısıyla Say’a göre; aşırı bir üretim veya eksik bir talep olmamakta, ekonomide bir durgunluk varsa bu durum, üretim faktörlerinin yanlış yönlendirilmesinden kaynaklanmaktadır (Altunöz, 2013: 26).

Klasik iktisadın önemli temsilcilerinden biri olan D. Ricardo, her arzın kendi talebini yaratacağı varsayımından hareketle krizleri tesadüfi bir olay şeklinde nitelendirmiştir. Napolyon savaşlarında İngiliz ekonomisini inceleyen Ricardo, savaşların, vergi oranları ile tüketicilerin zevk ve tercihlerini değiştirdiğini ifade ederek karlılığın düştüğünü ve sistemin de bu duruma uyumda zorlanacağını ileri sürmüştür. Dolayısıyla normal koşullarda üretilen her mal tüketildiği için kriz, savaş gibi dönemlerde ortaya çıkabilen tesadüfi bir konudur (Altunöz, 2013: 26). Diğer taraftan ekonominin tam istihdam düzeyinde kendiliğinden dengeye gelemeyeceğini ifade eden Sismondi’ye göre; toplum “burjuva” ve “proleter” olmak üzere iki sınıfa ayrılmaktadır. Bu iki sınıf arasında çıkar çatışması olduğu için liberal anlayışın ileri sürdüğü tabii uyum fikri yanlıştır. Üretim ve servet birikimi bu çatışmayı daha da şiddetlendirerek ekonomik krizleri beslemektedir (Yılmaz, vd. 2005: 80).

Malthus, geliştirdiği nüfus teorisi üzerinden ekonomiler için oldukça karamsar bir tablo çizmiştir. Aritmetik olarak artış gösteren gıda üretiminin, salgın vb. kısıtlayıcı bir faktör olmadığı takdirde geometrik olarak artış gösteren popülasyonun talebine karşılık veremeyeceğini, bunun da sınırlı doğal kaynakları yok ederek krizler için elverişli bir iklim yaratacağını ileri sürmüştür. Ayrıca arzı, talebin belirleyeceğini ifade ederek fazla tasarrufun talebi düşürerek üretim faaliyetlerini engelleyeceğini kabul etmiştir (www.paraborsa.net 22.01.2019).

(38)

Genel olarak klasik iktisatçılar, krizlerin temel nedenini talep yetersizliği ve kar oranlarındaki düşme eğilimine bağlamaktadırlar. Talep yetersizliği, toplam üretimin toplam tüketimden fazla olma durumu şeklinde ifade edilmektedir. Talepteki eksikliğin başlıca sebepleri ise gelir dağılımı eşitsizliği ve tüketim malları üretimi ile yatırım malları üretiminin orantısız büyümesi olarak görülmektedir (Yılmaz, 2001: 31).

1.3.4. Keynesyen İktisada Göre Kriz

Keynes, I. Dünya Savaşı sonrası dönemde İngiltere ekonomisindeki sürekli işsizlik ve etkileri tüm dünyaya yayılan 1929 Buhranı koşulları içerisinde kendi yaklaşımını geliştirmiştir (Kazgan, 2012: 218). Ekonomiye ve devletin ekonomideki rolüne ilişkin geliştirdiği yeni bakış açısı ile Keynes (Eren, 2001: 112), iktisat kuramına ve siyasal-iktisadi düşünceye oldukça önemli katkılarda bulunmuştur (Kılınçoğlu ve Özçelik, 2016: 7). Keynesyen iktisadın temel varsayımları şu şekilde sıralanabilir (Turanlı, 2008: 184-198):

• Eksik istihdam durumu, talebin yani toplam harcamaların artması ile aşılabileceği için devlete önemli görevler düşmektedir.

• Para politikası ile tam istihdama ulaşmak mümkün olmadığı takdirde; devletin özel yatırımları teşvik ve kredileri genişletmek suretiyle maliye politikasından yararlanarak ekonomiye müdahale etmesi gerekmektedir. • Klasiklere göre her arz kendi talebini yaratmakta iken; Keynesyen

yaklaşıma göre talep, arzı uyaran bir güç olarak kabul edilmektedir. • Likit olarak saklanan parayı ifade eden tasarrufların verimsiz olduğu

varsayılarak, istihdamın gelişmesine yardımcı olmadığı benimsenmektedir. Bu bakımdan gerçek talebi, tüketim ve yatırım harcamaları oluşturmaktadır. • Bir ekonomide istihdam düzeyi yatırım miktarı tarafından belirlendiği için

yatırımlardaki değişiklikler, istihdam düzeyinin dalgalanmasına yol açmaktadır.

• Faizler, yatırım harcamalarını belirleyen temel unsurlar arasında yer almaktadır.

(39)

1929 yılında gerçekleşen Büyük Buhran, klasik iktisadi yaklaşıma yönelik tartışmaları beraberinde getirmiş ve bu yaklaşım çerçevesinde krizden kurtulmanın mümkün olmadığı görüşü kuvvet kazanmıştır. Çünkü krizle birlikte üretimde yaşanan keskin daralma sonucu, milyonlarca insanın işsiz kalması ve bu durumun da geçici bir özellik taşımaması, ekonominin daima tam istihdamda bulunacağı tezini zayıflatmıştır. “Görünmez el” teorisinin başarısız olduğunu ileri süren Keynes, krizden çıkış yolunun ise devletin görünen elinin devreye girmesinden geçtiğini ifade etmiştir (Bilgili, 2013: 115).

Keynes’e göre ekonomik durgunluğun sebebini, efektif talep yetersizliği (düşük harcamalar) oluşturmaktadır. Keynes, kredi ve yatırım kanalıyla geri dönmesi şartına bağlı olarak tasarrufların ekonomiye bir katkı verebileceğini kabul eder. Ancak geleceğe yönelik bir belirsizlik halinde yatırımcıların yeni girişimlere yönelik çekingen davranacakları varsayılmaktadır. Böyle bir ortamda durgunluğun çözümü; tüketicilerin ve firmaların yetersiz harcamalarını kamu harcamaları ile desteklemekten geçmektedir. Kamu harcamalarındaki artışın finansmanı ise vergiler ile değil; daha çok borçlanma yolu ile sağlanmalıdır. Çünkü vergilerdeki artış harcamaların azalması ile sonuçlanacaktır (Kaya ve Özgür, 2016).

1.3.5. Post Keynesyen İktisada Göre Kriz

Post Keynesyen iktisat; belirsizliği esas alarak geleceğin bilinemeyebileceğini, olasılık hesapları yardımıyla öngörülemeyeceğini öne süren, ekonomik krizlere de belirsizlik ortamında yaklaşan bir iktisat ekolüdür (Eren, 2001: 119). Post Keynesyen İktisadın temel varsayımları şu şekilde sıralanabilir (Bilgili, 2012: 290-292):

• Ekonomik büyümenin en önemli belirleyicisi yatırımlardır. • Yatırımların kaynağını tasarruflar değil, karlar oluşturmaktadır.

• Belirsizlik kavramının iktisadi analizlere dahil edilmesi gerekmektedir. Çünkü beklentiler, belirsizlik ortamında dalgalanmakta ve bu dalgalanmalar da gelir ve istihdam düzeyine etki etmektedir.

• Enflasyon temelde para arzı artışına bağlı olarak değil; gelir bölüşüm mücadelesi sonucu ortaya çıkmaktadır. Yaratılan gelirden daha fazla pay

(40)

almak isteyen emek sahipleri ücret artışı talep etmekte, artan ücretler ise firmalar tarafından maliyetlere yansıtılmaktadır.

Post Keynesyen iktisat, 1940’lı yıllarda Harrod ve Domar tarafından geliştirilen büyüme teorileri ile makrodinamik bir teori haline gelmiştir. Bu teorinin temel özelliğini ise yatırımların belirleyici rolü oluşturmaktadır. Yatırımlar, hem “gelir yaratıcı” hem de “kapasite artırıcı” etkileri nedeniyle ekonomik büyümenin merkezinde konumlanmaktadır. Ancak Post Keynesyen analizler çok sayıda iktisatçı tarafından benimsenmesine rağmen; çok çeşitli ekollere mensup araştırmacıların desteğiyle geliştirildiği için ulaşılan sonuçlar arasında da farklılıklar bulunmaktadır (Eker vd., 1997: 72-73).

Kredi arzındaki değişimler, konjonktürel dalgalanmalarla yakın bir bağıntı içerisindedir. Konjonktürel dalgalanmaların genişleme aşamasında yatırımcılar iyimser bir beklenti ile daha fazla borçlanırken; kreditörler ise daha fazla risk alarak daha fazla borç verme yoluna gitmektedirler. Buna karşılık daralma aşamasına geçildiğinde, yatırımcılar daha karamsar hale gelmekte ve bankalar da batık kredilerdeki artış sonucu daha ihtiyatlı davranmak zorunda kalmaktadırlar. Minsky ekonomik koşulların olumlu dönemlerinde artan kredi arzının, küçülme dönemlerinde azalmasına bağlı olarak finansal kırılganlığın arttığını ve kriz olasılığının da yükseldiğini ileri sürmektedir (Kindleberger ve Aliber, 2017: 42).

1.3.6. Yeni Keynesyen İktisada Göre Kriz

1970’li yıllarda meydana gelen stagflasyon krizi ve devletin ekonomiye müdahalesine dayalı yaklaşımın beraberinde getirdiği bütçe açığı ve enflasyon sorunu, Keynesyen iktisat yerine yeni ekollerin ortaya çıkışı için elverişli bir zemin hazırlamıştır (Küçükkalay, 2010: 384).

Bu ekollerden Yeni Klasik anlayış; Keynesyen analizin mikro temellerden yoksun olduğunu ileri sürmüştür. Ayrıca Keynesyen modellerde beklentilerin oluşması ile ilgili varsayımların optimizasyon ilkelerine aykırı olduğu ifade edilmiştir (Erim, 2007: 201).

(41)

Söz konusu eleştirilere karşı Keynesyen yaklaşımı geliştirme yoluna giden Yeni Keynesyen İktisat, ekonominin mikro temellerine de inerek makroekonomik çıkarımlarda bulunmuşlardır. Diğer Keynesci okullardan farklı olarak aynı zamanda Yeni Klasik anlayışın varsayımlarını büyük ölçüde reddetmek yerine kabullenme yoluna da gitmişlerdir. Bunlar arasında da temel itibariyle rasyonellik, doğal işsizlik oranı ve doğal gelir düzeyi yer almıştır. Ancak Yeni Klasik iktisattan farklı olarak ücret ve fiyatların katılığı üzerinde durmuşlardır (Eren, 2001: 122). Yeni Keynesyenlerin temel varsayımları şu şekilde sıralanabilir (Ulusoy, 2004: 87-88; Eren, 2001: 129):

• İşsizliğin gayri iradi olduğunu ve piyasaların uzun süreli resesyon yaşayabileceğini kabul etmektedirler.

• Özellikle koordinasyon başarısızlığı ve menü maliyetlerinden ötürü fiyatların, işgücü verimliliğinden ötürü de ücretlerin rijit olduğu varsayılmaktadır.

• Yeni Klasiklere göre fiyat ve ücretlerin esnek kabul edilmesi piyasaların temizlenmesini beraberinde getirmekte, ancak Yeni Keynesyenler fiyat ve ücretlerin rijit olduğunu ileri sürerek mal ve emek piyasalarında bozulan dengenin kolaylıkla kurulamayacağını benimsemektedirler.

• Finans piyasalarındaki asimetrik bilgi, ahlaki tehlike ve ters seçim gibi problemlerin kredi tayınlamasını beraberinde getirdiği düşünülmektedir.

Yukarıda belirtilen temel varsayımlara bağlı olarak Yeni Keynesyen İktisatçılar, ekonominin resesyon süreci ile karşı karşıya kalabileceğini ifade ederek, söz konusu sürecin aktif para ve maliye politikaları ile aşılabileceğini belirtmişlerdir (Özdurak, 2014: 165).

1.3.7. Arz Yanlı İktisada Göre Kriz

Arz Yanlı İktisat, 1970’li yıllarda Keynesyen iktisadın toplam talebi öne çıkaran yaklaşımına karşı toplam arzın daha önemli olduğunu öne sürmüş bir iktisadi ekoldür. Özellikle 1980’li yıllarda ABD Başkanı Ronald Reagan ve İngiltere Başbakanı Margaret Thatcher tarafından uygulanmış ve bundan dolayı arz yanlı politikalara aynı

(42)

zamanda “Reaganomics” ve “Thatcherism” adı da konulmuştur (Doğan, 2006: 254). Arz yanlı iktisadın temel varsayımları şu şekilde sıralanabilir (Bilgili, 2012: 293):

• Para arzının, ekonomik büyüme oranından daha yüksek oranda artması, enflasyona yol açmaktadır.

• Vergi teşviklerinin tasarruf ve yatırımları olumlu yönde etkileyeceği kabul edilmektedir.

• Vergi indirimlerinin toplam arzı ve kamu gelirlerini artıracağı varsayılmaktadır. Bu bağlamda arz artışı için en uygun politikanın vergi indirimleri olduğu benimsenmektedir.

• Vergi oranları ile vergi gelirleri arasında güçlü bir korelasyon bulunmakta olup; vergi oranlarındaki indirimin vergi gelirlerini azaltmayacağı ve bütçe açıklarına yol açmayacağı ileri sürülmektedir.

Arz Yanlı İktisat, ekonomide arz kanadının önemli olduğunu, rekabet ve teknolojik yeniliklerin geliştirilmesi için daha az devlet müdahalesi olması gerektiğini ve özel sektörün önünün açılması için devletin boyutunun küçültülmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Bu ekol, devletin ekonomik faaliyetler içerisindeki ağırlığına karşı çıkmaktadır. Çünkü, ekonomik faaliyetler içerisinde etkin bir devlet, kamu harcamalarının artmasına ve buna bağlı olarak bütçe açıklarının oluşmasına yol açmaktadır. Bütçe açıklarının finansmanı ise özel sektör yatırımları üzerinde dışlayıcı bir etki yaratabilirken; aynı zamanda bir enflasyon sorununu da ortaya çıkartabilmektedir. Kaynak dağılımının bozulması, üretim ve yatırımlarda yaşanan daralma sonucu bir enflasyon problemine ve beraberinde ekonominin durgunluğa girmesine yol açabilecektir (Karaçor vd., 2012: 19).

1.3.8. Moneratist İktisada Göre Kriz

Keynesyen iktisada bir tepki olarak ortaya çıkan Monetarist iktisadın temel prensipleri, Milton Friedman tarafından 1976 yılında yazılan “Paranın Miktar Teorisi Üzerine Çalışmalar” adlı kitabında ortaya konulmuştur (Aktan, 2010: 169). Bu prensipler şu şekilde sıralanabilir (Özdurak, 2014: 115):

(43)

• Ekonomide en önemli faktörün dolaşımdaki para miktarı olduğu kabul edilmektedir.

• Yaşanacak istikrarsızlıkların kaynağı; yanlış para politikalarına bağlanmaktadır.

• Enflasyonun parasal bir olgu olduğu varsayılarak fiyatlar genel düzeyindeki yüksek oranlı artışların para arzı artışından kaynaklandığı görüşü benimsenmektedir. Bu nedenle, merkez bankalarının para arzını kontrol altında tutmaları gerekmektedir.

• Para politikaları, maliye politikalarına göre daha başarılı sonuçlar vermektedir.

Monetaristlere göre krizlerin temelinde aktif iktisat politikaları yer almaktadır. Çünkü genişletici maliye politikası dışlama etkisi yaratarak ekonomide bir daralma sürecini beraberinde getirir. Diğer taraftan para politikasının da bir krize neden olmaması için, para arzı artışlarının büyüme oranının altında tutulması gerekmektedir (Karabulut, 2002).

1.3.9. Marksist İktisada Göre Kriz

Klasik iktisadın beraberinde getirdiği sosyal ve ekonomik problemler üzerine ortaya çıkan Marksizmin temel esasları, Karl Marx’ın “Kapital” ve Marx ile Friedrich Engels’in birlikte yazdıkları “Komünist Manifesto” adlı eserlerde ortaya konulmuştur (Gencer ve Birol, 2014: 5). Bu esaslar ise şu şekilde özetlenebilir (Dumenil vd., 2009: 20-110; Dünya Gazetesi Yayın Kurulu, 1998: 257):

• Değerin kaynağını üretimde kullanılan emek miktarı oluşturmaktadır. Emek tarafından alınan ücret ile emeğin yarattığı değer arasındaki fark artı değer olarak nitelendirilmekte ve söz konusu farka sermaye sahipleri el koymaktadır.

• Tarihi süreç içerisinde gelişmenin temel dinamiğini; üretici güçler ile üretim ilişkileri arasındaki çelişki oluşturmaktadır. Bu çelişki ise köleci üretim biçiminin feodalizme, feodal üretim biçiminin de kapitalizme evrilmesini sağlamıştır.

Referanslar

Benzer Belgeler

3 Sınıf III malokluzyona sahip vakalarda diş boyutu uyumsuzlukları prevalansı- nın Sınıf I ve Sınıf II malokluzyona sahip olan- lara göre daha yüksek

Klazomenai kad~ n grubunun üst yüz endis ortalama- s~~ ~enyürek'in Kültepe'de 6.A olarak numaraland~nlan kad~ n iskeleti için saptam~~~ oldu~u de~ere yak~nd~ r'.. Yine

Devrinin en şık erkeklerinden biri olarak gösterilen Abdülhak Hâmid Beyin yukarıdaki resminin arkasında şöyle bir kayıt okunuyor: Fotoğrafın tarihi ahzı: 3

Yabancı çalışmalarda, çalışmaya konu olan değişkenlerin doğrusal olmayan zaman serisi yöntemleriyle analiz edilmesine rağmen Türkiye ile ilgili çalışmalarda

- Yeni gelişme alanlarında ise, yer oluşturma ilkeleri açısından irdeleme yapıldığında, imaj ve kimlik unsurlarına yönelik, mimari stil, uyum sağlama ilkelerinde

Bu çalışmada, HBeAg pozitif ve negatif olan hastalar arasında ALT, AST, Total bilirubin, albümin, INR, GGT, PLT düzeyleri karşılaştırıldığında istatistiki

Bu çalışmada tanı anında metastatik evrede olan KHAK hastalarında ilk seri tedavide karboplatin veya sisplatin seçiminin sağkalıma etkisini ve bu hastalarda

Günümüzde Ar-Ge konusunda rekabet edebilmek için, görüşme yapılan birçok firma yöneticisinin, teknolojik yeteneklerin yönetimi için yeni yöntemler