• Sonuç bulunamadı

Sait Faik Abasıyanık'ın hikayeleride argo, deyim ve atasözlerinin incelenmesi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Sait Faik Abasıyanık'ın hikayeleride argo, deyim ve atasözlerinin incelenmesi"

Copied!
115
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TÜRKÇE ÖĞRETMENLİĞİ ANABİLİM DALI

TÜRKÇE EĞİTİMİ BİLİM DALI

YÜKSEK LİSANS TEZİ

SAİT FAİK ABASIYANIK’ IN HİKÂYELERİNDE

ARGO, DEYİM VE ATASÖZLERİNİN

İNCELENMESİ

Hazırlayan:

Hacer ÇİTİL

Danışman:

Prof. Dr. Mehmet TEKİN

(2)

İ İÇÇİİNNDDEEKKİİLLEERR Özet………...I Abstact………....II Ön Söz………...III Giriş………..1-5 BİRİNCİ BÖLÜM 1.1. Argo………6 1.2 Deyimler………..………....7 1.2.1. Biçim Özellikleri…….……….7 1.2.2. Kavram Özellikleri….………..8 1.2.3. Deyimlerin Yapısı..………..10 1.2.4. Deyimlerde Mecaz…….………..11 1.2.5. Benzetmeli Anlatımlar….………11 1.3 Atasözleri ….………..…..………..12 1.3.1. Biçim Özellikleri.………13 1.3.2. Kavram Özellikleri…….……….13 1.3.3. Atasözlerinde Mecaz………...14 1.3.4. Atasözlerinde Söz Sanatları………...14

1.4.Atasözleri ve Deyimlerin Tarihi Gelişimi………...14

İKİNCİ BÖLÜM 2.HİKÂYELERDEKİ ATASÖZÜ, DEYİM VE ARGOLARIN BULUNMASI 2.1. Hikâyelerde Geçen Argolar……….………...18

2.2. Hikâyelerde Geçen Deyimler...………...21

2.3.Hikâyelerde Geçen Atasözleri……….…..…....100

SONUÇ...102

KAYNAKÇA…...104

(3)

BİLİMSEL ETİK SAYFASI

Bu tezin proje safhasından sonuçlanmasına kadarki bütün süreçlerde bilimsel etiğe ve akademik kurallara özenle riayet edildiğini, tez içindeki bütün bilgilerin etik davranış ve akademik kurallar çerçevesinde elde edilerek sunulduğunu, ayrıca tez yazım kurallarına uygun olarak hazırlanan bu çalışmada başkalarının eserlerinden yararlanılması durumunda bilimsel kurallara uygun olarak atıf yapıldığını bildiririm.

(4)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

YÜKSEK LİSANS TEZİ KABUL FORM

Hacer ÇİTİL tarafından hazırlanan “Sait Faik Abasıyanık’ın Hikâyelerinde Argo, Deyim ve Atasözlerinin İncelenmesi” (S.Ü. Eğitim Fakültesi Örneği)” başlıklı bu çalışma 02/07/2009 tarihinde yapılan savunma sınavı sonucunda oybirliği/oyçokluğu ile başarılı bulunarak, jürimiz tarafından yüksek lisans tezi olarak kabul edilmiştir.

Prof. Dr. Mehmet TEKİN Başkan Prof. Dr. Halim SERARSLAN Üye

(5)

Ek- 1: Türkçe Özet Formu T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Adı Soyadı HACER ÇİTİL Numarası

064213011017 Ana Bilim /

Bilim Dalı

Türkçe Eğitimi Ana Bilim Dalı / Türkçe Öğretmenliği Bilim Dalı

Ö

ğrencinin

Danışmanı Prof. Dr. MEHMET TEKİN

Tezin Adı Sait Faik Abasıyanık’ ın Hikâyelerinde Argo, Deyim ve Atasözlerinin İncelenmesi

ÖZET

Argo, deyim ve atasözleri bir milletin kültürünü ve karakterini yansıtır. Sait Faik Abasıyanık da içinden çıktığı toplumun dilini hikâyelerinde en iyi şekilde yansıtan yazarlarımızdandır. Bu çalışmada, Sait Faik Abasıyanık’ın hikâyelerinde argo, deyim ve atasözlerine ne kadar yer verdiği incelenmiştir.

Argo, deyim ve atasözleri ayrı başlıklar halinde A’ dan Z’ ye sıralanmıştır. Hikâyeleri incelerken bir sınıflandırma yapılmıştır. Bu sınıflandırmada aynı argo, deyim ve atasözlerinin geçtiği cümleler bir grup halinde toplanmıştır. Hikâyelerin tamamının incelenmesi sonucunda, 32 argo, 565 deyim ve 8 atasözü bulunmuştur.

Hikâyelerde geçen argo, deyim ve atasözlerinin hangi hikâyede, kaçıncı sayfada ve hangi cümlede geçtiği belirtilmiştir. Cümlelerde geçen her argo, deyim ve atasözü koyu şekilde yazılarak anlamları sözlükten bulunmuştur. Tezde, Sait Faik Abasıyanık’ ın hikâyelerinden on eseri Yapı Kredi Yayınevi’ nin,“Az Şekerli” Varlık Yayınevi’nin, “Tüneldeki Çocuk” Bilgi Yayınevi’nin baskısı incelenmiştir.

(6)

Sonuç bölümünde Sait Faik Abasıyanık’ın hikâyelerinde deyim ve argoya çokça yer verdiği bunun yanında atasözlerine yeterince yer vermediği görülmüştür.

(7)

Ek- 2: İngilizce Özet Formu T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Adı Soyadı HACER ÇİTİL Numarası 064213011017

Ana Bilim / Bilim Dalı

the Department of Turkısh Education / the Art of Turkish Teacher

Ö

ğrencinin Danışmanı Prof. Dr. MEHMET TEKİN

Tezin İngilizce Adı An investigation of the, argot, idiom and dictums of stroies in Sait Faik Abasıyanık’s novels

SUMMARY

Slang, idioms and culture and the character of a nation dictum reflects. Come from within the community Sait Faik Abasıyanık the best in the language of the story writers have been reflecting. In this study, Sait Faik Abasıyanık slang in the story, words, and how much space atasözlerine that was examined.

Slang, idioms, and in separate tabs dictum A 'dan Z' ye are ordered. The Story of reviewing a classification is made. In these categories the same slang, idioms, and the sentences passed dictum was collected in a group. As a result of the review of the entire stories, 32 slang, idioms, and 565 were proverbial 8.

Stories in the last slang, idioms and stories in which dictum, how kaçıncı page in which sentences had been passed. Sentence in each instance of slang, idioms, and the proverbial dark meaning dictionary has been written. In the thesis, Sait Faik Abasıyanık 's story on work of the Yapi Kredi Publisher' s, "Less Sugar" Asset Publisher's, "in the tunnel Child" Publisher's edition is a review of information.

(8)

Results in the expressions and slang in the story of Sait Faik Abasıyanık to provide much of the next was not given enough space dictum.

(9)

ÖN SÖZ

Dildeki atasözleri ve deyimlerin cümlede hangi amaçla kullanıldıkları önemlidir. Atasözleri, deyimler bir yazıya canlılık, sıcaklık, incelik ve çekicilik kazandırır. Hikâyeyi atasözleri ve deyimlerle belgelendirir ve örneklerle pekiştirirsek anlatımı kuvvetlendiririz.

Toplumların değerlerini, inanışlarını ve yaşayışlarını atasözleri ve deyimler en güzel şekilde yansıtır. Kendi başına özel bir dil olan argo ise toplumdaki farklı yaşayışları bize tanıtır.

Her eser bizim kelime denizime bir damla katar. Tezimizde amacımız Sait Faik Abasıyanık’ın tüm hikâyelerinde geçen argo, deyim ve atasözlerini inceleyerek, Sait Faik’in dilimize olan katkısını göstermek istedik.

“Sait Faik Abasıyanık’ın hikâyelerinde kullanılan atasözleri, deyimler ve argolar” isimli tez çalışmamız iki bölümden oluşmaktadır. Giriş bölümünde Sait Faik Abasıyanık’ın hayatı, edebi kişiliği, dil ve üslubu hakkında bilgi verdik.

Birinci bölümde argo, deyim ve atasözü hakkında genel bilgiler verdik. İkinci bölümde ise Sait Faik Abasıyanık’ın bütün hikâyelerinde geçen argo, deyim ve atasözlerini bularak, bunların geçtiği cümleleri anlam akışına göre A’ dan Z’ ye sıraladık.

Bu çalışmamızla Sait Faik’in öğrencilerimiz tarafından daha iyi anlaşılacağını umut ediyoruz.

Çalışmalarım boyunca beni yönlendiren ve destek veren değerli hocam Prof. Dr. Mehmet TEKİN’ e teşekkür ederim.

(10)

GİRİŞ

Hayatı

23 Kasım 1906’da Adapazarı’nda doğdu. Asıl adı Mehmet Sait’tir. Babası bir süre memurluk yaptıktan sonra kereste alım satımcılığına geçen Mehmet Faik idi. Adapazarı belediye başkanlığı yapmış, ‘Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nde çalışmış aydın bir insandı. Dedesi Sait Ağa da kahvehane işletmiştir. Annesi Hacı Rıza’nın kızı Makbule Hanım’dır.

Abasızoğulları adıyla anılan aile; soyadı yasası çıktıktan sonra, Sait Faik’in isteğiyle ”Abasıyanık” soyadını almıştır. (Miskioğlu, 1991:11) Varlıklı bir ailenin çocuğu olan Sait Faik, ilk öğrenimini Rehber-i Terakki isminde bir özel okulda tamamlar. Orta öğrenimine Adapazarı İdadisinde devam eder, burada iki yıl kalır. Sait Faik hayatının ilk on altı yılını Adapazarı’nda geçirdikten sonra şehrin işgali nedeniyle ailesiyle Bolu’ya gider.

İşgal sona erince Adapazarı’na dönseler de babasının ticari işlerinden dolayı İstanbul’a yerleşirler (1923). Burada İstanbul Sultanisi (İstanbul Erkek Lisesi)’ne yazıldıysa da bir süre sonra Bursa Lisesi’ne sürülür (1925); bu liseden 1928 yılında mezun olur.

Sait Faik, okulu ve dersleri sevmemesine rağmen edebiyata ilgili duymaktadır. Şiir ve hikâyeler yazar. “İpekli Mendil” ve “Zemberek” isimli ilk hikâyeleri bu yılların ürünüdür. Bu hikâyelerini sonradan Varlık dergisinde yayımlar.

Sait Faik liseyi bitirdikten sonra İstanbul’a döner. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ne girer. İki yıl devam ettikten sonra buradan ayrılır. Babasının isteği üzerine ekonomi eğitimi için İsviçre’ye gider(1931). Lozan’da iki hafta durabilen Sait Faik Fransa’ya geçerek Grenoble kentinde üniversiteye başlar. Bir yandan da özel kurslara devam ederek Fransızcasını geliştirir. Başıboş bir hayattan hoşlanan Sait Faik burada yaşanan bohem hayatından etkilenir. Sait Faik özellikle Andre Gide, Kafka ve Lautreamont’u beğenir. Üç yıl orada kalan Sait Faik 1935’te yurda döner. Kısa bir süre bir azınlık okulunda Türkçe öğretmenliği, daha sonra zahire ticareti ve bir ay kadar da (1942) Haber gazetesinde adliye muhabirliği yapar. Sonunda kendisine iş olarak yazarlığı seçer, ölünceye kadar kalemini elinden bırakmaz. Şöhretini

(11)

sağlayan ilk hikâyeleri Varlık dergisinde yayımlanır. Hikâyeler yazar ve Andre Gide’den çeviriler yapar.

1929-1954 yılları arasında, çok sayıda dergi ve gazetelerde roman tefrikaları, hikâyeleri, çevirileri, yazıları, konuşma ve anketleri yayımlanır. Verimli bir çalışma ortamına giren Sait Faik, 1935’ten sonraki hayatını hemen hemen İstanbul’da geçirir. Yazın Burgaz Adası’ndaki köşkte, kısın Şişli’deki apartmanda oturur. Ancak fazla içki ve uykusuzluk onu sarsar. 1948’de siroz teşhisi konulur. Sait Faik, 11 Mayıs 1954’te İstanbul’da siroz hastalığından vefat eder ve Zincirlikuyu Asrî Mezarlığı’na gömülür.

Edebi Kişiliği

İstanbul’da lise sıralarında şiirler kaleme alan (1925-1928) Sait Faik, ilk hikâyelerini (İpekli Mendil, Zemberek vb), Bursa’da yine lise öğrencisi iken yazmıştı (1925), basılan ilk yazısı “Uçurtmalar” İstanbul’da Milliyet gazetesinde çıktı ( 9 Aralık 1929), şöhretini sağlayan ilk hikâyeleri Varlık dergisinde yayımlandı (15 Nisan 1934).(Necatigil,1983:9)

Sait Faik’in kişilik yapısını bilmeyenler, onun hikâyelerini anlamakta güçlük çekebilir. Çünkü onun bütün yazıları, kendi mizacının, kendi iç dünyasının yansımasından ibarettir. Dil, üslup, konu, çevre ve kişiler pek az sanatçıda Sait Faik kadar kendisi olmuştur. O, ortaya birtakım problemler atıp bunları çözmeye uğraşan bir sanatçı değildir. Onun dünyası o dönemlerin moda deyişiyle, bir fikir dünyası değil; kendine has, günlük yaşayışlardan, sade isteklerden, küçük mutluluklardan doğan bir hayal dünyasıdır.(Taş, 1988:18)

Sait Faik’in ilk dönem hikâyeleri Semaver, (1936), Sarnıç, (1939) ve Şahmerdan, (1940)’ da yer alan hikâyelerdir. Sait Faik bu hikâyelerinde olayları toplumcu açıdan ele almıştır. Toplumdaki sıradan insanların, balıkçıların, hamalların, köyünden kopup gelenlerin yaşamını ve onların zor da olsa yaşadıkları günleri, yaşamaktan duydukları sevinci anlatmıştır.

Sait Faik’ in ikinci dönem hikâyeciliği Lüzumsuz Adam, (1948) ile başlar. Bunu Mahalle Kahvesi,(1950), Havuz Başı,(1952), Son Kuşlar,(1952), Alemdağ’da Var Bir Yılan(1954) izler. Son Kuşlar, ve Alemdağ’da Var Bir Yılan kitaplarında yer alan hikâyeleriyle dil ve tasvir bakımından yenilikler sergiler ve sürrealizme yönelir.

(12)

“İlk hikâyelerinde geleneksel tekniğe uyduğu görülürse de, daha sonraları, klasik konu birliği hatta konu dahi bir yana bırakıldı. İnsanlar ve çevre, yazarın keyfine göre özgürce ele alındı. Gerçekçi yazarlar gibi, birtakım gözlemlerden yararlanıyordu elbette. Fakat bu gözlemleri, gördüklerini olduğu gibi aktarmak için değil, birer ipucu olarak kullanıyor; çevreyi ve kişileri, kendi hayaline göre, yeniden kuruyordu.”(Kudret,1990:94)

Alangu’ya (1973:181) göre çevresinde bulunanlar ve arkadaşları Sait Faik’i ‘kendiliğinden’, ‘rastgele’, daha doğrusu ‘tulūatcı’ buluyorlardı. Onun kendine has bir edebi düşünceyi geliştirdiğini bilmiyordu çoğu. Fark edemiyordu.

Sait Faik iyi bir gözlemci olduğu için, hiç konu sıkıntısı çekmemiştir. Ada vapurunda uyuklayan bir yolcu, bir simitçi, bir kaptan, bir kedi kısacası akla gelebilecek her şey onun hikâyelerine konu olmuştur ve bunları ustalıkla işlemiştir. Onun hikâyelerinin ana konusu insandır, diyebiliriz. Tabiat ve tabiat olayları da onun çokça islediği konular arasındadır. Özellikle su ve denizle ilgili konuları sever. Bunda çocukluk yıllarında Sapanca gölünü sevmesi, gençlik yıllarının en güzel günlerini İzer Nehri kıyısında, ömrünün büyük bir bölümünü de Burgaz Adası’nda geçirmiş olması etkili olmuştur.

Kutlu’ya (1968:7) göre bu devrenin bütün hikâyecileri gibi Sait Faik de görünüşte realist, ifade hususunda tanıttığı tiplere karsı duyduğu derin merhamet ve sevgi bakımından romantiktir.

Sait Faik her şeyden önce insanın öyküsünü anlatmıştır. Son zamanda onun gerçeküstücü öyküler yazdığını kabul etsek bile, o öykülerinde de insanın yer aldığını, öykülerin insan odağında yazıldığını söylememiz gerekir. İnsanın toplum içindeki olayların ve durumların dışında da bir yaşantısı elbette vardır. Sait Faik, insanı insan olarak almış ve toplumsal çatışmaların, sınıf kavgalarının dışında değerlendirmiş, insanın sorunlarını bu gibi kavgaların ve olayların dışında öyküleştirmiş, kişileştirmiştir. Ona göre, “İnsanı sevmekle başlar her şey.”(Uyguner,1996:208)

Şiir, röportaj, roman ve hikâye türlerinde eserler veren Sait Faik çeviriler de yapmıştır.

Sait Faik’in hikâye kitapları şunlardır: Semaver,(1936), Sarnıç,(1939), Şahmerdan,(1940), Lüzumsuz Adam,(1948), Mahalle Kahvesi,(1950), Havada Bulut,(1951), Kumpanya,(1951), Havuz Başı,(1952), Son Kuşlar,(1952),

(13)

Alemdağ’da Var Bir Yılan(1954), Az Şekerli,(1954), Tüneldeki Çocuk,(1955). Sait Faik şiirlerini Şimdi Sevişme Vakti(1953) isimli kitapta toplamıştır.

Dili Ve Üslūbu

Sait Faik’in ilk dönem hikâyelerindeki cümle yapısı alışılagelmiş cümle yapısıdır. Konuşma dilinin canlılığından pek fazla yararlanmaz. Buna karşılık ikinci dönemin ilk kitabı olan Lüzumsuz Adam ile birlikte konuşma dilinden, daha doğrusu halkın dilinden yararlanmaya başlar. Buna bağlı olarak hikâyelerinde devrik cümlelerin sayısı artar.

Sait Faik’in süsten ve gösterişten uzak bir üslubu vardır. Duygu ve düşüncelerini basit fakat mükemmel bir şekilde ortaya koyar. Kansu(1939:292), Sait Faik’in hikâyelerini okurken felsefe, fikir, şiir, güzel söz, tasvir, tahlil hepsini bir arada bulduğunu söyler.

Sait Faik’in hikâyelerinde yabancı sözcüklere de rastlarız. En çok görülen yabancı sözcükler Fransızca kökenlidir. Rumca sözcükler de oldukça fazladır. Hikâyelerinde Rumca adlar, çeşitli balık adları ve balıkçı deyimleri geniş ölçüde geçer. Argolara, deyimlere sıkça yer vermesine karsın, atasözlerine pek yer vermediği dikkatleri çeker. Geniş anlamlı bir “ağız taklidi’ olmamakla beraber bazı hikâyelerinde azınlıkların bozuk Türkçesini de buluruz.

Sait Faik, Son Kuşlar isimli kitabındaki bazı hikâyelerinde, kullandığı sözcüklerin eski olanlarını da parantez içinde göstermiştir. Örneğin, “Dondurmacının Çırağı” hikâyesinde ‘ …güzel değilse bile çekici (cazip manasına) bir şeydir.’ Derken ve ‘…onlar benden çok bu ahbaplığı olur şey (alelade) buluyorlardı.’ diye yazarken eski sözcükleri de gösterir.

Çoğu Alemdağ’da Var Bir Yılan’da yer alan son dönem hikâyelerinde, belirli bir tutkuyu dile getirdiği hikâyelerde, hikâye biçimini değiştirirken hikâye dilini de değiştirir. Sait Faik, söylemek istediklerine uygun yeni bir dil yaratır. Zaman zaman bir sayıklamaya, zaman zaman bir çığlığa dönüşen bir dildir bu.(Naci,1988:94)

Sait Faik’in cümleleri kimi zaman zor anlaşılır. Hikâyelerinde noktalama ve yapı bakımından bozuk cümleler görülür. Buğra(1990:III), onun hikâyelerinin cümle yapıları, kelimeleri, noktalama ve kompozisyonları savruk

(14)

denilebilecek kadar titizlikten uzak, fakat bütün paragraflarının birer keşif değeri taşıyan algı, seziş ve duygularla dolu harikulâde hikâyeler olduğunu söyler.

Sait Faik’in bütün hikâyelerinde halkın kullandığı atasözü, deyimler ve argolara rastlanır. Tezimizde bu hikâyelerde geçen atasözü, deyimler ve argolar cümlede geçtikleri yerlerde kalın yazılmıştır. Söz konusu atasözleri, deyim ve argoların anlamları belirtilmiştir.

(15)

BİRİNCİ BÖLÜM

1.1. ARGO

“Sınıfsal mesleki ya da yöresel olarak sınırlı bir insan topluluğunun kullandığı özel dil. Almancada Rotwelsch, İngilizcede slang diye adlandırılır.”

“Bir toplumsal grubun, özellikle de hırsızların, serserilerin vb. kullandığı göreneksel slang.” (Slang: yeni türetilmiş terimlerden oluşan bir dilden çok, bu tür bir terimler kümesini niteler ve her iki durumda da egemen kesimde kabul görmeyen, popüler imgeleme seslenen bir dil anlamına gelir.)

“Çoğu zaman zengin anlatımlı, hırsızlara ait özel dil. Bazı sosyal kesimlerde kullanılan, kaba, bayağı biçimlerde süslenmiş anlatım tarzı.”

“Önce özellikle Fransız dili fitolojisinde, sonra kaplamı genişletilmek suretiyle de genel dilcilikte, Türkolojide ve başka kollarda, dilin tabakalanması bahsinde kullanılan bir terim. Eskiden önce esnafın, sonra da dilenci, serseri, külhanbeyi, hırsız, kaçakçı ve genel olarak şehir takımının kendi yaşayış tarzı isteğine uyarak, etrafındakilerin anlayamayacağı bir şekilde ve kendi aralarında konuştuğu aşağılık, özel ve gizli dil.”

“Toplumda belli bir gruba veya sosyal bir sınıfa mahsus olan ve genel dilin koynunda asalak bir kelime hazinesi bulunan konuşma sistemlerine argo adı verilir, hırsız argosu, talebe argosu, asker argosu vb. gibi.”

“Kullanılan ortak dilden ayrı olarak, belirli toplulukların ses bilgisi, yapı bilgisi, söz dizimi ve anlam bakımından özellikler gösteren dili veya sözcük dağarcığı…”

“Aynı meslek veya topluluğa (atelye, okul, kışla vb.) mensup olan şahısların benimsedikleri özel terimlerin bütünü. –Kaba konuşma, kültürsüz ve aşağı tabakanın ağzı.”

“Bir meslek ya da topluluk sınıfı arasında kullanılan özel söz.”

Bir toplumda geçerli genel dilden ayrı, ama ondan türemiş olan, yalnızca belirli çevrelerce kullanılan, toplumun her kesimince anlaşılmayan, kendine özgü sözcük, deyim ve deyişlerden oluşan özel dil.(Ana Britanicca Genel Kültür Ansiklopedisi, c. 2, s. 266. )

(16)

Toplumda belli bir gruba veya sosyal bir sınıfa mahsus olan ve genel dilin koynunda asalak bir kelime hazinesi bulunan konuşma sistemleri. (Türk Argosu, Ferit Devellioğlu, 6. baskı, s. 9.)

Bir sosyal sınıfın, bir meslek grubunun ya da bir topluluğun üyelerinin

kullandığı, genel dilin sözcüklerine yeni anlamlar yükleyerek ya da yeni sözcükler, deyimler katarak oluşturulan özel dil.

Argo, anadil içinde sonradan türetilmiş bir yardımcı dil olarak konuşulur, grameri yoktur. Temelde sözlü ve doğal bir dildir. Argo sürekli değişen ve gelişen özel bir dil olmakla birlikte oluşumunu bazı genel ilkelere bağlamak mümkündür. Sıfatlardan cins isim türetme, eski ve bölge dili sözlerinden yararlanma, genel dildeki sözcüklerin biçimlerini bozma, yabancı kökenli sözcük kullanma, sözcüklerin anlamlarını kaydırma ve değiştirme bu ilkelerin başlıcalarıdır. Türk argosu eski İstanbul’un külhanbeyi ve tulumbacı çevrelerinde gelişmiştir.

Rakı’ya “anzarot”, polis”e “aynasız”, kâğıt paraya “papel” vs. demek; boş ver, abayı yakmak, açıktan almak, boş koymak gibi deyişler argo içinde zikredilir.

Burada Türk argosu üzerine yapılmış iki çalışmayı zikredecek olursak: Ferit Devellioğlu-Türk Argosu (1980), Hulki Aktunç-Büyük Argo Sözlüğü (1989).

1.2. DEYİMLER

Bir kavramı, bir durumu, ya çekici bir anlatımla ya da özel bir yapı içinde belirten ve çoğunun gerçek anlamlarından ayrı bulunan kalıplaşmış sözcük topluluğu ya da tümce.

Deyimlerde de hem biçim, hem kavram özellikleri bulunmaktadır. Biçim özelliklerinden kimisi atasözleriyle deyimler arasında ortaktır. Kavram özelliklerinde böyle bir ortaklık yoktur.

1.2.1. Biçim Özellikleri

1.2.1.1. Deyimler de atasözleri gibi kalıplaşmış sözlerdir. Bir deyimin sözcükleri değiştirilip yerlerine aynı anlamda da olsa başka sözcükler konulamaz ve deyimin söz dizimi bozulamaz. Örneğin:

(17)

“Ayıkla pirincin taşını”deyimi “ayıkla bulgurun taşını”biçiminde söylenebileceği gibi, “Tut kelin perçeminden” deyimi de “kelin perçeminden tut” biçiminde kullanılamaz.

1.2.1.2. Deyimler de atasözleri gibi, kısa ve özlü anlatım araçlarıdır. Dil dökmek, Kelle kulak yerinde, atı alan Üsküdar’ı geçti... gibi.

1.2.1.3. Deyimler en az iki sözcükle kurulurlar ve biçim bakımından iki bölüğe ayrılabilirler:

1.2.1.4. Sözcük öbeği durumundaki deyimler:

Ağır başlı, eli bayraklı, püf noktası, içli dışlı, kellesi koltuğunda, gel zaman git zaman, kaşla göz arasında, suya sabuna dokunmadan... gibi.

Öbeği oluşturan sözcükler bitişik yazılmaz.

Ünlem niteliğindeki deyimleri de bu bölük içine almak uygun olur: Adam sen de!, Cart kaba kâğıt!, Yok devenin başı!, Hele hele!... gibi.

1.2.1.5. Tümce durumundaki deyimler:

Dostlar alışverişte görsün, halep ordaysa arşın burada, incir çekirdeğini doldurmaz, delik büyük, yama küçük... gibi.

Bir mastarla sona eren deyimler, çekime gireceklerinden ve dolayısıyla bir tümce kuracaklarından bu bölük içinde yer alırlar. Örnekler:

Göz yummak, gönül almak, dirsek çevirmek, damarı tutmak, baltayı taşa vurmak, boyunun ölçüsünü almak, bir taşla iki kuş vurmak, ağzına bir parmak bal çalmak, Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak...

Bunlar göz yumdum, gönlünü alalım, baltayı taşa vurdunuz, Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan oldu.... gibi tümceden oluştururlar.

1.2.2. Kavram Özellikleri

1.2.2.1. Deyim, bir kavramı belirtmek için bulunmuş özel bir anlatım kalıbıdır; genel kural niteliğinde bir söz değildir. Deyimi atalar sözünden ayıran en önemli özellik budur.

Deyimleri biçim özellikleri bakımından incelerken iki bölüğe ayırmıştık. Bu karıştırmanın nedeni, her iki söz çeşidinin de tümce durumunda bulunması ve hoşa giden bir anlatım taşımasıdır. Biçim benzerliğinden ileri gelen bu karışıklık, kavram ayrılığına dikkat edilirse ortadan kalkar. Örneğin:

(18)

Bitli baklanın kör alıcısı olur, işleyen demir ışıldar, bugünkü işini yarına bırakma cümleleri atasözleridir. Çünkü her biri bir genel kuraldır. Denenmiştir. Her zaman bitli baklanın kör alıcısı olur. İşleyen demirin ışıldadığı su götürmez bir gerçektir. Bugünkü işini yarına bırakmamak öğüdü de her zaman uygulanmak üzere ortaya konulmuş bir düsturdur. Oysa Atı alan Üsküdar’ı geçti, armut piş, ağzıma düş, bu perhiz ne bu lahana turşusu ne? sözleri deyimdir. Çünkü hiç biri genel kural olarak söylenemez: Her zaman, atı alan Üsküdar’ı geçmez. Armut pis ağzıma düş sözü her vakit değil, ancak kimi durumlar için doğrudur. Perhizle lahana turşusu da bir düstur gibi yürütülemez.

1.2.2.2. Deyimlerin amacı, bir kavramı ya özel kalıp içinde, ya da çekici, hoş bir anlatımla belirtmektir. Atasözlerinin amacı ise yol göstermek, ders ve öğüt vermek, ibret almamız için gerçekleri bildirmektir. Görülüyor ki deyimle atasözü, amaçta da birbirinden ayrılmaktadır.

1.2.2.3. Deyimle atasözü arasında, sınırda bulunan sözlere dikkat edilmelidir:

1.2.2.4. Atasözleri arasına da alınsa, deyimler arasına da alınsa yanlış sayılamayacak sözler vardır. Bu, atasözleriyle deyimleri birbirinden ayıran özelliklerin iyice belirmemiş olmasından değil, bu çeşit sözlerin iki anlam taşımasından ya da iki türlü yorumlanabilmesinden ileri gelir.

Örneğin:

Açtırma kutuyu söyletme kötüyü sözü, karşındakini kızdırarak seninle ilgili şeyleri ortaya dökmesine, senin için kötü şeyler söylemesine yol açma anlamına kullanılırsa atasözü olur. Beni kızdırırsan senin için kötü şeyler söylerim anlamına kullanılırsa deyim olur.

Başka bir örnek:

“Çam sakızı çoban armağanı” sözü zengin olmayan kimsenin armağanı, pahalı bir şey olamaz diye yorumlanırsa atasözü sayılmış olur. Sunduğum şey değersiz ama gücüm ancak buna yetiyor diye yorumlanırsa deyim sayılmış olur.

Böyle iki niteliği bulunan sözlerden birkaç örnek:

Arnavut'a sormuşlar: Cehenneme gider misin? Diye, aylık kaç? Demiş.

Atın ölümü arpadan olsun, buğday ekmeğin yoksa buğday dilin de mi yok? Keçiye can kaygısı, kasaba yağ kaygısı.

(19)

1.2.2.5. Kimi sözler, fiil çekiminin değişmesi ile atasözü iken deyim, deyim iken atasözü durumuna girer Örneğin: Dağ yürümezse abdal yürür, atasözüdür. Dağ yürümezse abdal yürüsün, deyimdir. Bunun gibi: Doğmadık çocuğa don biçilmez, atasözüdür. Doğmadık çocuğa don biçmek, deyimdir. Bir örnek daha: Ölümü gören hastalığa razı olur, atasözüdür. Ölümü görüp hastalığa razı olmak ya da ölümü gördü de hastalığa razı oldu, deyimdir.

Bu biçim deyimler, kalıpları bilinen atasözlerine risaret de sayılabilir.

1.2.2.6. Biçim bakımından iki bölüğe ayırdığımız deyimleri kavram bakımından da ikiye ayırabiliriz:

1.2.2.7. Deyimlerin çoğunda kalıplaşmış sözden çıkan anlam, sözcüklerin gerçek anlamlan dışındadır: Örnekler:

Devede kulak, düttürü Leyla, başlı başına, içinden pazarlıklı, çantada keklik, güngörmüş, ömür törpüsü, püsküllü bela, dişe dokunur, yıldızı dişi, danışıklı dövüş

b) Kimi deyimlerde kalıplaşmış sözden çıkan anlam, sözcüklerin gerçek anlamları dışında değildir. Örnekler:

Çoğu gitti azı kaldı, ismi var cismi yok, iyiye iyi kötüye kötü demek, adet yerini bulsun, Allah bana, ben de sana.

1.2.3. Deyimlerin Yapısı

Deyimlerin biçim bakımından ya tümce olduklarını ya da tümce olmayan sözcük öbeği durumunda bulunduklarını söylemiştik. Sözcük öbeği durumunda olan deyimler, sınıflandırılamayacak kadar çok değişik biçimlerde oluşmuşlardır. İki sözcüklü olanlardan kimisini yapıları yönünden sınıflandırmaya çalısalım.

1.2.3.1. Ögeleri ekli ya da eksiz ad tamlaması biçiminde olanlar vardır: anasının gözü, kaçın kurası, ayak bağı, kil payı, ayağının tozuyla, şunun şurasında, günün birinde... gibi.

1.2.3.2. Ögeleri ekli ya da eksiz sıfat tamlamak biçiminde olanlar vardır: iki büklüm, dik başlı, orta halli, bir ara, bos yere, bir ağızdan, tek başına, tez elden, fena halde, başlı başına... gibi.

(20)

1.2.3.3. Tamlanan ad yapısında olanlar vardır: kani pahasına, ardı sıra, ucu ucuna, günü gününe, yanı başında, eli kulağında, günü birliğine... gibi.

1.2.3.4. Tamlanan önad yapısında olanlar vardır: kulağı delik, sütü bozuk, alnı açık, canı tez, gözü kapalı, yüzü gülmez... gibi.

1.2.3.5. Ekli ya da eksiz ad önad yapısında olanlar vardır: et kafalı, güngörmüş, çöp atlamaz, kendi gelen, cana yakın, kafadan sakat, arada bir, anadan doğma, ayağına çabuk, örümcek kafalı... gibi.

1.2.3.6. Biri ya da her ikisi ekli iki addan oluşanlar vardır: el ele, art arda, karşı karşıya, kim kime, kendi kendine, sözüm ona, günden güne, devede kulak... gibi.

1.2.3.7. Biri ya da her ikisi ekli iki sıfattan oluşanlar vardır: Üst üste, yarı yarıya, birdenbire, uzaktan uzağa, inceden inceye, alı al, moru mor... gibi.

1.2.3.8. İki eylemden oluşanlar vardır: oldum bittim, inan olsun, gel gelelim, bilir bilmez, oldu olacak, aldı yürüdü, veryansın etmek, örtbas etmek... gibi.

İkiden çok öğesi bulunan ve yukarıdaki sınıflar içine girmeyen değişik yapıda deyimlerden de birkaç örnek görelim: Her ne kadar, hiç olmazsa, ne de olsa, eski göz ağrısı, o gün bugün, kız ağlama kız, dumanı doğru çıksın, gibisine gelmek, kasla göz arasında, ne olur ne olmaz, nerede kaldı ki, suyu mu çıktı, tuz ekmek hakkı...

1.2.4. Deyimlerde Mecaz

Mecaz, atasözlerinin ayrılmaz niteliği değildir, demiştik. Bu söz, deyimler için de geçerlidir. Nitekim çam devirmek, devede kulak gibi çoğu mecazlı olan deyimler arasında özrü kabahatinden büyük, yarı yarıya gibi mecazsız olanlar da vardır.

1.2.5. Benzetmeli Anlatımlar

Deyim sayılmaya elverişli olan ve olmayan benzetmeli anlatımlar vardır: 1.2.5.1 Kimi kavramları daha iyi belirtmek için birtakım basmakalıp benzetmelere başvururuz. Buz gibi, ateş gibi, kömür gibi... Deriz ki çok soğuk, çok sıcak, çok siyah demektir. Atasözlerini ve deyimleri derleyen kitaplarda bu

(21)

basmakalıp benzetmeler de yer almaktadır. Bilindiği üzere benzetme ilgeci olan gibi, benzetmedeki iki yanın güçlü olanından sonra gelir. Bunun arkasından benzetme yönünü belirtecek olan önad söylenmezse... gibi takımı, bu önadın yerini tutar. Yani buz gibi sözü kendisinden sonra soğuk sıfatı kullanılmasa bile çok soğuk anlamına gelir. Dilin her zaman tuttuğu bu yolu özel bir kuruluş ve anlatış yolu sayıp bu gibi benzetmeleri deyimler ya da atasözleri arasında göstermeyi biz uygun görmüyoruz.

Deyim ya da atasözü saymadığımız yaygın benzetmelerden örnekler:

Kar gibi, pamuk gibi, zümrüt gibi, şeker gibi, zehir gibi, ayı gibi, tilki gibi, eşek gibi, it gibi, kuzu gibi.

1.2.5.2. Öte yandan deyim sayılması gereken benzetmeler vardır: Bunlar çekici bir anlatım kalıbı içinde kurulmuş, öylece beğenilip yayılmıştır. Örnekler:

Tereyağdan kıl çeker gibi, gümrükten mal kaçırır gibi, süt dökmüş kedi gibi, terbiyeli maymun gibi, deli saraylı gibi, mal bulmuş Mağribi gibi, arı kovanı gibi

1.3. ATASÖZLERİ

“Uzun deneme ve gözlemlere dayanılarak kısaca söylenmiş ve halka mal olmuş öğüt, darbımesel”(Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu)

“Atalarımızın, uzun denemelere dayanan yargılarını genel kural, bilgece düşünce ya da öğüt olarak düsturlaştıran ve kalıplaşmış biçimleri bulunan kamuca benimsenmiş sözlerdir.”(Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü, Ömer Asım Aksoy)

“Bir fikri bir öğüdü, mecaz yolu ile kısa ve kesin olarak anlatan, eskiden beri söylenegelmiş veciz sözler.”(Meydan Larousse, Büyük Lugat ve Ansiklopedi)

“Atalarımızın uzun gözlem ve deneyimler sonucunda vardıkları hükümleri hikmetli düşünce, öğüt ve örneklemeler yolu ile veren; birçoğu mecazi anlam taşıyan; yüzyıllar oluşturduğu biçimle kalıplaşmış bulunan, daha çok sözlü gelenek içinde nesilden nesile geçerek yaşayan; anonim nitelikteki özlü söz” (Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi)

(22)

1.3.1. Biçim Özellikleri

1.3.1.1. Atasözleri kalıplaşmış (klişe durumuna gelmiş) sözlerdir: Her atasözü, belli bir kalıp içinde, belli sözcüklerle söylenmiş olan donmuş bir biçimdir. Sözcükler değiştirilip yerlerine -aynı anlamda da olsa- başka sözcükler konulamayacağı gibi sözdiziminin biçimi de bozulamaz. Böyle değiştirmeler yapılsa ortaya çıkan söz, -anlam değişmese dahi- atalar sözü diye anılmaz.

1.3.2. Kavram Özellikleri

Her atasözü bir genel kural, bir düstur niteliğindedir. Bu kural ve düsturlar başlıca aşağıdaki kavram bölükleri içinde bulunur. Başka bir deyişle atasözleri, kavram bakımından birkaç çeşittir:

1- Sosyal olayların nasıl olageldiklerini -uzun bir gözlem ve deneme sonucu olarak- yansızca bildiren atasözleri vardır:

Komşunun tavuğu komşuya kaz görünür.

2- Doğa olaylarının nasıl olageldiklerini -uzun bir gözlem sonucu olarak belirten atasözleri vardır:

Mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır…gibi.

3- Toplumsal olayların nasıl olageldiklerini uzun bir gözlem ve deneme sonucu olarak bildirirken bundan ders almamızı (açıkça söylemeyip dolayısıyla) hatırlatan atasözleri vardır:

Ağlamayan çocuğa meme vermezler. Öfke ile kalkan ziyan ile oturur.

4- Denemelere ya da mantığa dayanarak doğrudan doğruya ahlak dersi ve öğüt veren atasözleri vardır:

Çirkefe taş atma, üstüne sıçrar. Ayağını yorganına göre uzat.

5- Bir takım gerçekler, felsefeler, bilgece düşünceler bildirerek (dolayısıyla) yol gösteren atasözleri vardır:

Bal bal demekle ağız tatlı olmaz. Can bostanda bitmez.

(23)

1.3.3. Atasözlerinde Mecaz

Atasözlerini temsili sözler diye tanımlayanlar ve mecazi atasözlerinin ayrılmaz niteliği sayanlar vardır. Her ne kadar atasözlerimizin çoğu temsili ve mecazi ise de temsili ve mecazi olmayan atasözlerimiz de az değildir.

Örnekler:

Sirkesini sarmısağını sayan paçayı yiyemez. (Mecazlı) Mum dibine ışık vermez. (Mecazlı)

1.3.4. Atasözlerinde Söz Sanatları

Atasözlerinde ustaca bir üslup, büyüleyici ve inandırıcı bir anlatım özelliği vardır. Yüzyıllardan beri kullanıldıkları, her gün işitildikleri halde tazeliklerini kaybetmeyen bu sözlerde çeşitli anlatış yolları, çeşitli söz ve anlam sanatları görülür.

1.4. ATASÖZLERİ VE DEYİMLERİN TARİHİ GELİŞİMİ

Atasözleri yazılı kaynaklarda ilk 8.yüzyılda Orhun yazıtlarıyla karşımıza çıkar. Yazıt, şiir diliyle yazılmış, yazanın hayatını anlatması ve arkadaşlarına doyamadığını anlatır. Yazıtta geçen atasözü örnekleri şunlardır: “Başın ne ile tehlikeye düşer? Dilin ile”

Kara budunluk sinlikten göç etmiş, kara suya katlanmak güçmüş.”

“Türk ulusu, tokluğun değerini bilmezsin. Açlık, tokluk düşünmezsin. Bir doysan açlığı düşünmezsin.”gibi

İkinci olarak Uygur Türklerinin tarihinde görmekteyiz. Bu konudaki bilgiyi Reşit Rahmeti Arat’ın antolojisi, bu konuda tek kaynaktır. Burada 14 Uygur atasözü ve açıklamaları bunmaktadır.

“Bey olmayacak kimse bey olursa, her yol kavşağına sopa koyar.” “Dağda düzlük olmaz düzlük yerde bel olmaz.”

“İt yaşlanırsa yatıp ürür.”

XI. yüzyılda Kaşgarlı Mahmud Türk bozkırlarını gezip, Türk yaşayışını, gelenek ve göreneklerini tanımıştır. Kaleme aldığı eseri Divan-u Lügat-it Türk yalnızca bir sözlük değil halk bilimine, halk edebiyatına ilişkin

(24)

bilgiler veren büyük bir yapıttır. Kaşgarlı Mahmud her sözcüğü tanımlarken şiirler, deyimler ve “sav” dediği atasözlerinden yararlanmıştır. 300’e yakın sav örneği bulunmaktadır. Bunlarda bazıları şöyledir:

“Aç ne yemez, tok ne demez!”

“Aslan kükrerse, atın ayağı kösteklenir.” “Balık suda, gözü dışarıda.”

Yusuf Has Hacip Kutadgu Bilig adlı eseri insana dünyada ve ahirette mutlu olabilmek için gidilecek yolu gösterir; ahlak, bilgi, erdem, devlet konularında öğüt veren mesnevi tarzında yazılmıştır. Eser o dönemin halk kültürünü yansıttığı için atasözlerine de yer verilmiştir. Bunlardan bazıları şöyledir:

“Negü ekse, yirke yana ol önür;

“Negü birse, evre anı ok alur: Neyi ekersen onu biçersin anlamında.”

XII. yüzyılda Edip Ahmet Yükneki’nin Atabetü’l-Hakayık adlı eseri dinsel ve ahlaksal bir kitap olup büyük önem taşır. R.R.Arat’ın yayımladığı bu esri tarayan Aydın Oy, eserde 23 atasözü bulmuştur. Bunların bazıları şunlardır:

“Bilenle bilmeyen nasıl denk olur?” “Diken eken insan, üzüm biçmez.” “Edeplerin başı, dili gözetmektir.”

XIII. yüzyılda Gülşehri mesnevi tarzında kaleme aldığı eserinde atasözlerine yer verir. XV. ve XVI. Yüzyılda Safi, Visali, Ahmet Paşa, Zati, Necati vb. şairlerimizin Divan edebiyatının her türünde özellikle mesnevi, gazel ve kasidelerinde atasözleri yer almıştır. XVII. ve XVIII. Yüzyılda Atayi, Nabi, Sabit, Ragıp Paşa, Sünbülizade Vehbi, Şeyh Galip, İzzet Molla, Yenişehirli Avni, Ziya Paşa vb. şiirlerinde atasözleri ve deyimleri çok kullanmışlardır.

Halk edebiyatı ozanlarımızın şiirlerinde de büyük yer tutan atasözleri bu dönemdeki şairlerimizce hiç bozulmadan yer almıştır. Bu dönemde Levni Atalarsözü Destanı’nı yazmıştır. Atasözlerini yerli yerince kullanmıştır. Salbuncuoğlu, Menguşi, Şikari, Erbabi, Talibi, Mirati Haki, Kadri vb. şairler destan türünde yazdıkları eserlerinde atasözlerine yer vermişlerdir.

(25)

Halk edebiyatının önemli ozanlarından Karacaoğlan, Erzurumlu Emrah, Dadaloğlu vb. şiirlerinde (koşmalarında) atasözlerini kullanmışlardır. Bununla ilgili bazı dörtlükler:

Karşıki görünen yapraklı dağlar, Hastanın halinden ne bilsin sağlar? Her nere vardımsa dertliler ağlar,

Aradım cihanı dertsiz yoğ imiş.(Karacaoğlan)

Tanzimat dönemine geldiğimizde atasözleri ile ilgili ilk çalışmayı Şinasi’nin Durûb-ı Emsâl-i Osmâniyye adlı eserini görürüz.1863’te İstanbul’ da basılmıştır. Şinasi 1500 atasözü ve deyimle bu atasözü ve deyimi ihtiva eden örnek beyit ve nesirden oluşan ilk baskısına daha sonra 1000 kadar atasözü ve deyimle örnek beyit ve nesirler ilave ederek ikinci baskısını yayımlamıştır. Şinasi’ nin ölümünden sonra Ebuzziya Tevfik, 1506 atasözü ve deyim ilave ederek 3. baskıyı yayınlamıştır. Bu eserde 4006 atasözü ve deyimle bu atasözü ve deyimlerin 64’ünün Arapça, 226’sının Farsça,120’sinin Fransızca ve 2’sinin Latince karşılıkları bulunan 838 beyit ve 83 nesir örneğinden oluşan 5 dilli kaynak bir eserdir. Bu haliyle Durûb-ı Emsâl-i Osmâniyye, Armağan’ dan sonra en çok atasözü, deyim ve örnek beyitler ihtiva eden orijinal bir eserdir.

5675 atasözü ve deyimle bu atasözü ve deyimleri ihtiva eden 5106 beyitin yer aldığı Armağan adlı eser sahasındaki eserlerin en hacimlisi olması bakımından büyük bir önem taşımaktadır. Eser Edirne il halk kütüphanesinde T.Y. 2304 numarada kayıtlıdır. Ahmet Badi halkın malı olan atasözleri ve deyimleri ve bunların divan şiirindeki örneklerini tespit etmiş ve alfabetik sırayla yazmıştır.

Ali Emiri’nin 3 defter halinde millet kütüphanesinde bulunan adı olmamakla birlikte muhtevası itibariyle Durûb-ı Emsâl diye nitelendirilen bu tamamlanmamış müsvette eserinde 2300 atasözü ve deyim, yine bu deyimlerle ilgili çeşitli divan şairlerine ait 2110 beyit bulunmaktadır.

Tekezade Sait Bey’in (1896) Durûb-ı Emsâl-i Türkiyye adlı eserinde 8000’ e yakın atasözü ve deyim bulunmaktadır. Yine yazarımızın Lehçe-i Osmâniyye adlı eserinde bine yakın deyim vardır.

Türk yazarları, roman ve öykülerde olduğu gibi tiyatro eserlerinde de atasözü ve deyimlere yer vermişlerdir. Bunlardan ilk ve en önemli

(26)

örneklerinden biri Abdülhak Hamit Tarhan’ın1875 yılında beş bölümlük bir düzyazıyı oyun olarak yazdığı Sabr ü Sebat adlı yapıtıdır. Tanzimat yazarlarımızdan Recaizade Mahmud Ekrem’in Çok Bilen Çok Yanılır adlı komedyası da örnek olarak verilebilir.

Yeni Türk harfleri ile ilk basılan Atasözleri Kitabı Türk Atasözleri Muzaffer Lütfi tarafından 1928’de yayımlanmıştır.

1939 da Selim Nüzhet Gerçek ile Sadi Kırımlı’nın birlikte hazırladıkları Atasözleri Kitabı beş bine yakın atasözünün yer aldığı kitap ilk kez atasözleri ve tabirlerini ikiye ayırmıştır.

1952’de Mustafa Nihat Özün yazdığı Türk Atasözleri adlı eser İnkılâp Kitabevi tarafından yayımlanmıştır.

Ömer Asım Aksoy’un yayımladığı Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü geniş kapsamlı bir eserlerdendir

Atasözü ve deyimlerin tarihçesinin uzun yıllara dayandığını görürüz. Burada adını sayamadığımız birçok yazarımız tarafından atasözü ve deyimler hem romanlarında, şiirlerinde ve öykülerinde genişçe yer almış hem de atasözü ve deyimler konusunda bazı yazarlarımızın çalışmaları olmuştur. Biz konumuz gereğini bu konudaki araştırmayı kısa tuttuk.

Bizim, gelenekle yerleşmiş bir atalar sözü anlayışımız vardır. Bu anlayışa göre atasözleri, ulusal varlıklardır. Tanrı ve peygamber sözleri gibi ruha isleyen bir etki taşırlar. İnandırıcı ve kutsaldırlar. Nitekim eski bir atasözü söyle der: Atalar sözü Kur'ana girmez, yanınca yelişür (Birlikte koşup gider; ondan geri kalmaz). Atasözleri, geniş halk yığınlarının yüzyıllar boyunca geçirdikleri denemelerden ve bunlara dayanan düşüncelerden doğmuşlardır. Ulusun ortak düşünce, kanış ve tutumunu belirtir, bize yol gösterirler. Bir atasözüyle belgelendirilen tutumun doğruluğu herkesçe kabul edilir. Anlaşmazlıklarda bir atasözü en büyük yargıcıdır. İşte bu atasözleri, biçim bakımından da, kavram bakımından da birtakım özellikler taşırlar. O özellikleri birer birer gözden geçirelim:

(27)

İKİNCİ BÖLÜM

HİKÂYELERDEKİ ARGO, DEYİM VE ATASÖZLERİ 2.1. Hikâyelerde Geçen Argolar

Abayı yakmak: Aşık olmak, sevdalanmak, sevmek.

“Saffet'le Halit, Sitare'ye adamakıllı abayı yakmışlardı.” (Kumpanya, s. 63) Afili: Gösterişli, hoş.

“Kahvede üç beş afili "Addis Ababa" oynuyor.” (Havuz Başı, s. 43)

“O, bekleyen çıkacakmış gibi heyecanlı, ama hareketleri ağır, cıgarasının dumanı savruluyor, omuzları düşük ama bir tanesi yine ne olur, ne olmaz diye yukarda afili, pantolonunun paçaları, üstüne oturduğu yük arabasının kenarından, içlerinde bacak macak yokmuş gibi sarkıvermişler, böylece bekliyordu.” (Lüzumsuz Adam, s. 72)

Ana avrat küfür: Ana avrat dümdüz gitmek.

“Gülizar, ana avrat karıştıran bir küfür savurur.” (Havada Bulut, s. 51)

“Bıyıkları ağzının içine giriyor, hali ana avrat küfür ediyor gibiydi.” (Şahmerdan, s. 40)

Aşırmak: Hırsızlık, çalma.

“Bunlara da sesini çıkaramamış, bir türlü dostunun bunları aşırdığına tamamen inanamamıştı.” (Havada Bulut, s. 35)

Cartayı çekmek: Ölmek, yellenmek, cartayı çekmek diye de kullanılır. “Cartayı çekti, de.” (Havuz Başı, s. 91)

Çakal: 1. Hileci, düzembaz, 2. Hırsız 3. birini aşağılamak için kullanılan hitap 4. çok dalgalı, çırpıntılı.

“Birdenbire ortadan kayboldular. "Çakal" havlayarak onları takip etti.” (Şahmerdan, s. 23)

Çakmak: 1. Sezmek, anlamak, kavramak 2. kadeh tokuşturmak 3. uyuşturucu madde kullanmak, haplanmak 4. yılsonunda bir ya da birkaç dersten başarısız olmak, sınıfta kalmak 5. Tokat atmak 6. Yumruk atmak.

“Nasıl biz, Karadenizliyi lisanından hemen çakarsak, kendim için söylemiyorum ama, adamı, Üsküdarlıyı daha iki lakırdı eder etmez, anlayıverecek sanırım.” (Kumpanya, s. 42)

(28)

“Politikadan çakmadığım için yirmi beş sene içindeki şöl1retlerden pek haberim yok” (Az Şekerli, s. 82)

Çıplak: Bıcıl.

“Nehrin öteki kıyılarında mor ışıklı asfalt caddelerde çıplak kadınlar dolaşır.” (Şahmerdan, s. 92)

Çin işi Japon işi: Cinsel ilişki, cinsellikle ligili herhangi bir nesne. “İş o Japon işi ta-ka-ta'da. O müspet mi?” (Az Şekerli, s. 22)

Dalga: 1. Kendinden geçme, 2. Dalgınlık derin derin düşünme durumu 3. İçinde bulunulan durum, söz konusu edilen iş 4. İlgi, ilinti 5. İki insan arasındaki sevgi bağı, ilişki 6. Hile, düzen.

“Kim bilir ne dalgan vardır? diyorlar.” (Lüzumsuz Adam, s. 15)

Dalga geçmek: 1. Gereken önemi vermemek, ciddiye almamak 2.önemsiz işlerle uğraşarak zamanını boşa harcamak 3. Alay etmek.

“İşte o zaman Ahmet dalga geçmenin manasını kavrayıverdi.” (Şahmerdan, s. 60)

Damlamak: Gelmek, gelivermek.

“Sabah sabah damlıyorlar, nasıl kazık atacağız birisine diye fırıl fırıl, yalnız hamal1arla çuvalların gezindiği sokaklarda dolaşıyorlardı.” (Lüzumsuz Adam, s. 18)

Dikiz etmek: Bakmak, gizlice gözetlemek, röntgenlemek. “Bak, dikiz et abi! Balığı nasıl temizliyor...” (Havuz Başı, s. 44)

Dikizlemek: Bakmak, gözlemek, gözetlemek.

“Ama bu kocaman bir ağzın nefes alışına benzeyen sağır sesleri, denizin ortasında bir sandalın içinde", bir topal martı yan gözle sizi dikizlerken dinlerken, insana bir korku, bir ürperme veriyor.” (Mahalle Kahvesi, s. 99) “Hem simit yiyor, hem de ortadaki kayığın karpit lambasının arkasından benim oltacıyı dikizliyordum.” (Son Kuşlar, s. 50)

“İki hanımın sessizce beni dikizlemelerine aldırış etmeden baktım.” (Az Şekerli, s. 31)

Dümdüz etmek: 1. Birini döverek kımıldayamaz duruma getirmek, iyice dövmek 2. Bir şeyi kötü bir duruma sokmak, bozmak.

“Hasisin oltasının iğnesini dümdüz etti.” (Mahalle Kahvesi, s. 103) Enayi: Aptal, bön, kolay aldatılabilen.

(29)

Gebermek: Çok ilgi duymak, aşırı bir yatkınlık duymak. “Susun be, demişti, geberin.” (Şahmerdan, s. 55)

“Atlayacağım suya! Geberteceğim o herifi!” (Şahmerdan, s. 33)

Hava almak: Umduğunu bulamamak, sonuca ulaşamamak, olumsuz sonuç almak, başaramamak.

“Ben de senin için aynı lafları söyleyeyim istiyorsan, hava alırsınız.” (Kumpanya, s. 20)

İpsiz sapsız: Avare, evsiz barksız, serseri.

“İpsiz sapsızlarına, anasının ipliğini satanlara, hastalara ve ırzsızlara yeniden dönülmüştü.” (Kumpanya, s. 69)

“Ne söylersin ipsiz sapsız öyle be?” (Mahalle Kahvesi, s. 75) Kafayı çekmek: İçki içmek.

“Akşama Kumkapı’ da çektik kafayı.” (Lüzumsuz Adam, s. 47) Kafese koymak: Yalan dolanla aldatarak çıkar sağlamak. “Bütün mesele ötekini kafese koymaktı.” (Lüzumsuz Adam, s. 19)

Kaptırmak: Yapmak, etmek. Elde etmek.

“Kendini bir tatlı rüyaya kaptırmış adamı ne diye uyandırmalı?” (Son Kuşlar, s. 21)

Kazık atmak: Bir nesneyi, bir hizmeti ederinden fazlaya satmak; fahiş fiyatla satmak. Beklemediği bir zarar vermek; aldatmak, güveni kötüye kullanmak.

“Sabah sabah damlıyorlar, nasıl kazık atacağız birisine diye fırıl fırıl, yalnız hamal1arla çuvalların gezindiği sokaklarda dolaşıyorlardı.” (Lüzumsuz Adam, s. 18)

Kırtıpıl kılıklı: Zavallı, kılığı kıyafeti uyumsuz; saçı sakalı birbirine karışmış.

“Bu milyonlara bağlı şeyleri bu kırtıpıl kılıklı adam mı yapmıştı?” (Son Kuşlar, s. 34)

Kocakarı: Eş, karı, zevce. Anne, valide.

“Bir akşam bir büyük memurun geldiğini, öbür akşam şişman adamın bir masa hazırlattığını bir görse kocakarı, taramayı eliyle bir yapsa, rakıyı yumruğuyla bir açsa...” (Havada Bulut, s. 29)

(30)

“Lokuma kahve yapmayan kodoş, demin de bunlara çay yapmazdı” (Az Şekerli, s. 9)

Moruk: Yaşlı kimse, ihtiyar.

“Moruk kıyameti koparır, uyutamazsak.” (Alem Dağ’da Var Bir Yılan, s. 15) Nalları dikmek: Ölmek.

“Eceli geldi; nalları dikti.” (Havuz Başı, s. 91)

Yandan çarklı: Yavaş giden(otomobil, otobüs, vapur vb.). Sade kahve. Tek şekeri kahve tabağına konmuş kahve. Kırtlama içilmek üzere hazırlanmış çay. Şekeri içine atılmayıp çay tabağında sunulan çay.

“Yandan çarklı, sulan döve döve köyüme götürüyor beni.” (Son Kuşlar, s. 78) Yeme yanında yat: “Bir çıkar elde etmek, güzel bir insanla yakın ilişki kurmak, hemen yararlanmasan bile çok iyidir” anlamında kullanılır.

“Şimdi elinde bir Rum kızı var. Yeme de yanında yat!” (Havada Bulut, s. 60) Yollanma: Para kazanmak.

“İşte bu cins kahvelerden birine doğru yollanmıştım” (Semaver, s. 89) 2.2. Hikâyelerde Geçen Deyimler

-A-

Abayı yakmak: Çılgınca sevmek, gönül vermek, tutulmak.

“Bir eşrafzade abayı yaktı mıydı, çekiver tiyatronun kuyruğunu!” (Kumpanya, s. 11)

Abuk sabuk düşünmek: Sağduyuya uymayan düşünmeksizin, saçmasapan.

“Yani, beyefendi, insanın bazen abuk sabuk düşündüğü oluyor.” (Mahalle Kahvesi, s. 39)

Acı duymak: Uzun süre üzüntü içinde bulunmak.

“Dünya yüzünde gördüğüm şehirlerin mahallelerini hep böyle perişan, dalgın, meyus dolaşırdım; tahlil edemediğim öyle tuhaf yumuşaklıklar, acılar duyardım.” (Havada Bulut, s. 49)

Aç açık kalmak: Yoksulluk içinde ve evsiz barksız.

“Yalnız ağlarıyla yetmiş beş sene aç açık kalmamış, namerde muhtaç olmamıştı.” (Son Kuşlar, s. 47)

(31)

“Rağbeti frenlemek, açgözlü olmamak.” (Kumpanya, s. 61) Aç kalmak: Çok yoksul bir duruma düşmek.

“Aç kalsak o bulur bize ekmek.” (Mahalle Kahvesi, s. 17)

“Kimlerdi? İnsanı onbaşı çöpçülükten alıverirse, bu kalabalık içinde aç kalırsa...” (Şahmerdan, s. 32)

Açığa vurmak: 1.Belli olmak, 2. Gizlediği bir şeyi herkese duyurmak, açıklamak.

“Şimdilik pek açığa vurulmayan bir atmosfer içinde, başlarından taç alınacak kırklık şair ve muharrirler düşünülüyor” (Az Şekerli, s. 99)

“Toplantının mahiyeti açığa vurulmadığı için bunu kimseler duymadı.” (Havuz Başı, s. 53)

Açık göz: Çok uyanık olmak.

“O zamana kadar ayakta duran, Filim Hayri'yi getirmiş olan İstanbul çocuğu açıkgöz bir bekçi;” (Havada Bulut, s. 54)

Açıktan açığa sormak: 1. Hiç gizlemeden, açık olarak, korkusuzca, göz göre göre, saklı olmayarak, açıkça 2. Herkesin anlayabileceği bir yolda çok açık olarak.

“Açıktan açığa sorayım, dedim.” (Lüzumsuz Adam, s. 30)

Adam etmek: 1. Yetiştirip eğitip topluma yararlı bir duruma getirmek 2. Yoldan çıkmış bir kimseyi yola getirmek.

“Böylece de bu nevi yazıcılar hem kulaklarını örter, hem ciddi, pek ahlaklı gibi görünüşlerini sağlamlarlar. Hâlbuki kahvehane, daha güzeli kıraathane kadar adamı adam eden yerlerden birisi de üniversitedir.” (Az Şekerli, s. 75)

“Para hiç bir zaman insanı adam etmezdi.” (Kumpanya, s. 39)

Adam olmak: 1. Yetişip iyi, topluma yararlı bir duruma gelmek 2. Düzelip işe yarar bir durma gelmek.

“Adam olmayacak.” (Havada Bulut, s. 45)

“Evini gezdikçe, bir vesika daha buldukça, etrafıma baktıkça, onu düşündükçe memleketini ne kadar sevmiş bir adam olduğunu daha iyi anlıyorum -diyor.” (Az Şekerli, s. 71)

“Uzun lafın kısası, evlat; sen bu fikirlerinle adam olamayacak delinin birisin” (Kumpanya, s. 73)

(32)

“Neden derseniz, kendi başıma hayalperest olduğum halde başka birisiyle yan yana bulunduğum zaman adamakıllı mühendis gibi, doktor gibi hesaplı olurum da ondan.” (Havuz Başı, s. 14)

“Ver bir adamakıllı zoka da takalım.” (Son Kuşlar, s. 68)

Ağız aramak: Birinin bir konuda ne düşündüğünü, isteğinin ya da kararının ne olduğunu vb. öğrenebilmek ereğiyle, ondan ipucu alabilecek bir yolda konuşmak.

“Başmuharrir ağız aramakta ustaydı:” (Havada Bulut, s. 24) “Sen onun ağzını bir ara.” (Lüzumsuz Adam, s. 30)

Ağızdan ağza: Biri ötekine o da bir başkasına söyleyerek dilden dile. “O sene yalnız iki isim ağızdan ağıza dolaştı.” (Sarnıç, s. 23)

Ağız dolusu: Birbiri ardınca sıralanan, bol ve ağır.

“Küçük sinemaların kapılarına sinmiş ameleler, ne ağız dolusu gevrek bir lisan konuşuyorlardı.” (Semaver, s. 103)

“Ardiyeler ağız ağıza dolmuştu. (Havuz Başı, s. 27)

Ağzı burnu yerinde: Güzel sayılabilecek, oldukça güzel.

“Efendim, buradaki evlerin birinde ağzı, burnu yerinde, bir gözünde tavukkarası vardır ama, zararı yok! eski kadınların dediği gibi, ellerinin üstüne fındık oturtulacak kadar yumuk yumuk elli, büyük büyük memeli, entarisinin göğse açılan yerinde hafifçe kirli esmer bir ayrılıp birleşme, hoppa mı hoppa bir Yahudi kızcağızı vardı.” (Lüzumsuz Adam, s. 11)

Ağzı kulaklarına varmak: Kendisiyle ilgili önemli bir şey dolayısıyla pek çok sevinmek.

“Mahcup, ama ağzım kulaklarımda susuyordum.” (Alem Dağ’da Var Bir Yılan, s. 63)

Ağzı kurumak: Birine bir şeyi çok söylemekten dolayı bıkmak. “Ağzı kurumuştu.” (Lüzumsuz Adam, s. 86)

Ağzı var dili yok: Hakkını arayamayacak denli çekingen ve sessiz, çok kendi halinde

“Hey zavallı balık, diyor, ağzın var, dilin yok.” (Lüzumsuz Adam, s. 46)

“Filozofça söylenen adam, şimdi ağzı var, dili yok; gözü var, kaşı yok; velinimetine basıyor küfrü!” (Lüzumsuz Adam, s. 48)

(33)

Ağzına bakmak: Onun ne söyleyeceğini beklemek ve ona inandığı için söylediklerine göre davranmak.

“Onların ağızlarına bakar, söylediklerini anlar.” (Lüzumsuz Adam, s. 44) Ağzına vur lokmasını al: Hakkı olan şeyi elinden almak.

“Şimdi namuslu insanların arasında başım önüme eğilmiş gülmeden eğlenmeden müsamaha dolu kötülüğü göz kırpışından anlayınca cesaretten canavar kesilecek bir insan haliyle sessiz sakin ağzına vur lokmasını al bir halde balığa çıkacak iyiliklere hasret duya duya ömrümün sonunu burada kesik bir son nefesle bahtiyar bitirecektim.” (Son Kuşlar, s. 58)

Ağzından girip burnundan çıkmak: Ne yapıp edip bir kimseyi, yapmayı pek istemediği bir şeye razı etmek.

“İnsanın ağzından girer, burnundan çıkar.” (Havada Bulut, s. 54)

Ağzından sular akmak: Çok beğenmek, onu elde etmeyi istemek, imrenmek.

“Kendisinin ağzından sular akarak onun gülmesine seviniyordu” (Kumpanya, s. 76)

Ağzından yel almak: Birinin söylediği gerçekleşmesi durumunda kötülük getirecek bir olasılık için “tanrı saklasın”, “dilerim gerçekleşmesin” anlamında söylenir.

“İçimden "Ağzını yel alsın herili" dedim.” (Alem Dağ’da Var Bir Yılan, s. 48) Ağzını açmak: 1. Konuşmaya başlamak 2. Onur kırıcı, ağır sözler söylemeye başlamak 3. Aptal aptal bakınmak.

“Ancak müşteriler gittikten sonra kadın ağzını açardı.” (Semaver, s. 67)

Ağzını bıçak açmamak: Çok üzüntülü olmak, üzüntüsünden söz söylemez durumda olmak.

“Geldiği zaman o sessiz, ağzını bıçak açmaz çocuk o kadar çok konuşuyordu ki bizimle...” (Şahmerdan, s. 74)

Ağzıyla kuş tutmak: En güç işi başarsa, en ustaca şeyler yapsa da… “Aktör, o her günkü pırtısını giyip de sahneye çıkarsa, ağzıyla kuş tutsa seyirciye Demirhane Müdürü olduğunu yutturamaz.” (Kumpanya, s. 20)

Ahbap olmak: Arkadaş olmak.

“Bir zaman sonra öylesine ahbap olmuştuk ki, konuşmamıza lüzum kalmamıştı.” (Havuz Başı, s. 14)

(34)

“Onun için akşamları seddin üstünde cıgara tüttüren, kimsenin sevmediği, konuşmadığı, çekindiği adamla ahbaplık etmek üzere yanına ben yanaşıyorum:” (Havada Bulut, s. 13)

Ahım şahım: Beğenilecek, değer verilecek nitelikte, güzel.

“Önünden bakılınca da pek ahım şahım değildir.” (Lüzumsuz Adam, s. 60)

Akıl erdirememek: Bir şeyin ne olduğunu, nasıl olduğunu anlayamamak, gizini akıl yardımıyla bile çözememek.

“Mahalle Kahvesi,,nde ise akıl erdirilemeyen her siyasi hadise hakkında derhal kat’ i hükmü o verir, bir daha kimse tarafından münakaşa edilmez.” (Kumpanya, s. 68)

Akıl etmek: Düşünerek işe yarar bir önlem almak, düşünmek ve uygulamak.

“Valiye kadar çıkmayı akıl edemezler.” (Semaver, s. 72) Aklı yatmak: Bir işin olabileceğini düşünmek. “Kâtip, diyordu, bu işe aklın yatmadı ha! ” (Sarnıç, s. 29)

Aklı başına gelmek: Birinin yanlış davranışlarından ders alıp doğru yolu görmek, gidişini, tutumunu düzeltmek.

“Aklı başına gelmiş: Efendi, sen mübalağa ediyorsun diyordu.” (Havuz Başı, s. 60)

“Doğru Sakalciyan, doğru der-o Yalnız kendisine "kumarbaz". "zararlı adam" denmeli ki aklı başına gelsin.” (Havuz Başı, s. 19)

“Fakat biraz aklı başına gelir gibi olmuştu.” (Havada Bulut, s. 36) “Halit'in ancak o zaman aklı başına geldi.” (Kumpanya, s. 53)

Aklı ermemek: 1. Bir şeyi kavrayabilmek, ne olduğunu anlayabilmek. 2. akılca olgunlaşmak ya yaşça biraz büyümek, anlayabilecek olgunluğa gelmek.

“Aklım ermiyor.” (Lüzumsuz Adam, s. 15)

“Benim aklım ermiyor bu işe...” (Son Kuşlar, s. 19)

Aklı kesmek: Bir şeyin gerçekleşebileceğine, olabileceğine inanmak. “Hangi rolü yapacağını aklın keserse, en küçük rol bile olsa, küçümsemez.” (Kumpanya, s. 20)

(35)

Aklına esmek: Yapmayı önceden hiç düşünmediği bir şeyi birden yapmaya karar vermek ve yapmak.

“Ama ben aklıma ne eserse yazan cinsindenim; ne yapayım?” (Son Kuşlar, s. 94)

Aklına gelmek: 1. Durup dururken anımsamak 2. Bir şeyi düşünmek, anımsamak.

“Neden sonra, kadının aklına geldi:” (Semaver, s. 25)

“Aklımıza gelmişken söyleyelim: Yukarıda saydığımız eşyanın paket edilmiş 'şekline benzemiyor.” (Son Kuşlar, s. 16)

“Aklınıza bir şey gelmesin bayım -dedi-,” (Az Şekerli, s. 7) “Ama sen aklıma geliyordun Zehra! ” (Az Şekerli, s. 66)

“Bir gün, bu belediye reisinin aklına tuhaf bir fikir geldi oturdu.” (Havuz Başı, s. 26)

“Bu da nereden aklıma geldi? Dedi.” (Kumpanya, s. 32) “Hiç aklına gelmemişti.” (Havuz Başı, s. 27)

“Yediği o kadar az bir şeydi ki, bir gün ağır bir yükün altında ölmek bile aklına geldi.” (Mahalle Kahvesi,, s. 91)

“Yırtmak için haniya gömlek ararken aklıma ne geldi biliyon mu?” (Lüzumsuz Adam, s. 26)

Aklına gelmemek: 1. Anımsamamak ya da anımsayamamak. 2. Düşünmek ya da düşünmemek.

“Yıkanmak aklıma bile gelmemişti.” (Lüzumsuz Adam, s. 16)

Aklına getirmek: 1. Hiç düşünmediği bir şeyi birinin anımsamasına yol açmak, anımsatmak 2. Düşünmek.

“Saffet, önceleri Halit'in evlenme niyetinden haberdar olmadığı için, aklına getirmediği evvet fikrini ele aldı.” (Kumpanya, s. 63)

“Dünyada hiçbir kimsenin benim istediğimden başka türlü bir dünya isteyeceğini o zamana kadar aklıma bile getirmemiştim, desem yalan!” (Havada Bulut, s. 25)

Aklından geçirmek: Bir şeyi yapmayı içinden geçirmek, tasarlamak, düşünmek.

“İnsan aklından bile geçirmemeli, yoksa günah, yarı yarıya değil, bütün bütüne değil, iki misli, beş misli işlenilmiş kadar zevklidir.” (Lüzumsuz Adam, s. 61)

(36)

“Türkiye'de hiç kimsenin aklından böyle bir kabine kurmak geçmemiştir.” (Az Şekerli, s. 88)

“Yoksa öyle insanlar var ki, kafasından tutup koparmak aklımdan geçmese bile, başka bir insanın aklından geçebilirse, bunu da yaparsa, ben nihayet bir yazıcıdan başka bir şey olmadığı için, mazur görürüm.” (Havada Bulut, s. 78)

Aklını peynir ekmekle yemek: Pek akılsızca bir iş yapan için söylenir. “Len, dedim, deli fişek! Aklını peynir ekmekle mi yedin?” (Lüzumsuz Adam, s. 27)

“Sen aklını peynir ekmekle mi yedin? Sandal su içinde be!” (Sarnıç, s. 85) “Sen aklını peynir ekmekle mi yedin?” (Kumpanya, s. 29)

Al takke ver külah: 1. Uğraşa didişe, çekişe çekişe 2. Aralarındaki senli benli dostluğu sürdürerek.

“Aynı zamanda kasabanın en ileri gelen zenginine dostluğu al takke, ver külah haline getirmez miydi?” (Kumpanya, s. 64)

Alaşağı etmek: 1. Birini yetkilerini zorla elinden alıp görevinden, bulunduğu makamdan uzaklaştırmak, atmak, kovmak. 2. Kapıp yere vurmak. “Bir aralık birkaç tanesi birleşmek, o gün için önlerine çıkan pek orta halli yaşlıları alaşağı etmek, hem de resmi bid’at değilse bile, lüzumsuz sayanlara, olmazsa gençliğe, münevver kısma sevdirmek gayesiyle sırt sırta vermek lüzumunu duymuşlar.” (Tüneldeki Çocuk, s. 73)

“Bir çeyrek sürmedi seti alaşağı etmesi.” (Havuz Başı, s. 68)

Alay etmek: Birinin, bir şeyin ya da bir durumun eksik, kusurlu, gülünç vb. yönlerini küçümseyerek eğlence konusu yapmak.

“Ötekiler, büyükler, her âlime yaptıkları gibi alay ediyor, kendisine şüphe ile bakıyorlardı.” (Son Kuşlar, s. 18)

“Sonra işittiğime göre, birbirine ayırdedilmez derecede benzeyen iki Amerikalı hemşire; ihtiyar talebenin hastalığını keşfetmişler, onunla alay ediyorlarmış.” (Semaver, s. 92)

Aldırış etmemek: İlgilenmesi istenen şeye ilgi göstermemek, ilgisiz kalmak, önem vermek, kulak asmamak, umursamamak.

“Aldırış etmedi.” (Havuz Başı, s. 56)

“Ben aldırış etmedim ve o gün ilk defa olarak bir hendese dersini hocadan dinledim.” (Şahmerdan, s. 69)

(37)

“Tahtaların arasında yağmuru ve rutubeti siyah muşambalarına ve sinirlerine çekmiş iki genç insana kimse aldırış etmiyor.” (Kumpanya, s. 84)

Aleme dalmak: 1. Çevre ile ilgisini kesip iç dünyasına kapanmak 2. Eğlenceye, zevkusefaya kapılmak.

“Çünkü hayalperestin kendi alemine dalmışken uyanmasına imkan olmadığı için serin yine hesaplı alem hileni fark edemez.” (Havuz Başı, s. 15)

Alet etmek: Bir kimseyi hoş olmayan bir işte araç olarak kullanmak. “Onu nelere alet etmedik”. (Havuz Başı, s. 72)

Alıcı gözle bakmak: Bir şeyi, alacakmış gibi iyice gözden geçirmek. “İçeriye pek alıcı gözle bakmamıştım.” (Mahalle Kahvesi,, s. 48)

“Şimdiye kadar Jül’e pek alıcı gözle bakmamıştı.” (Havuz Başı, s. 38) Alın teri: Çok emek harcamak.

“Kaybettiğim her şeyi; insanlığı, cesareti, sıhhati, iyiliği, safveti, dostluğu, alın terini, sessizliği yeniden bulacak; belli yeniden bir adam olmasam bile bir temiz hayatın içinde hayran, meyus ve mahcup ölümü bekleyecektim.” (Son Kuşlar, s. 59)

“Kokuyor Buram buram alın teri” (Az Şekerli, s. 106)

Allak bullak etmek: 1. Düzenli durumunu bozmak, karmakarışık bir duruma sokmak, alt üst etmek, darmadağınık bir duruma getirmek, dağıtmak, karıştırmak 2. Düşünemez duruma getirmek, zihnini alt üst etmek.

“Daha ileride denizin yüzünü birdenbire allak bullak eden akıntıya benzer bir çırpıntı peyda oluyor, bu çırpıntı göz açıp kapayıncaya kadar kesiliyor.” (Son Kuşlar, s. 70)

Alnı açık gözü pek: Utanılacak hiçbir işi olmayan, dürüst ve tertemiz. “çakır Marika'nın, Hurşit yüzünden alnı açık, gözü pek, dili zehir gibidir.” (Son Kuşlar, s. 48)

Alnının damarı çatlamak: Başarmak için çok sıkıntı çekmek, çok emek vererek başarmak.

“Senin alnının damarı çoktan patlamış kızım.” (Havada Bulut, s. 31)

Alt üst etmek: 1. Karmakarışık bir duruma getirmek, düzenli durumunu bozmak 2. Çok heyecanlandırmak, tedirgin etmek 3. Rahatsız etmek, hastalandırmak, bozmak.

“Bütün coğrafya kitaplarını altüst etmiş, yeni nazariyemle sevgilimin elini tutabilmiştim.” (Havada Bulut, s. 22)

(38)

“Susacak mısın kaptan? dedi, fikrimi altüst edeyusun.” (Kumpanya, s. 31) Alt üst olmak: 1. Karmakarışık bir duruma gelmek 2. Çok üzülmek, tedirgin olmak, yıkılmak, heyecanlanmak 3. Rahatsızlanmak, bozulmak.

“Bütün muhakemelerim altüst olmuş; fikirlerim değişmişti.” (Sarnıç, s. 33) Altından kalkmak: Yapılması güç bir işi başarmak

“Altından kalkamayacağın rol yoktur.” (Kumpanya, s. 19)

Altını üstüne getirmek: 1. Karmakarışık etmek, dağıtmak 2. Aramadık yer bırakmamak, her yeri aramak 3. Sözüyle ya da davranışlarıyla çevreyi birbirine düşürmek.

“Üç beş gün lodos denizin altını üstüne getirirdi, Apostol sevinirdi:” (Son Kuşlar, s. 46)

Ana kucağı: Ananın kişiye hazırladığı sevecenlikle, sevgiyle dolu sıcak ortam, ana yanı.

“Park da işte o zaman bir ana kucağı kadar şefkatlidir.” (Havuz Başı, s. 92) Anamdan emdiğim süt burnundan gelmek: Bir işi yaparken çok sıkıntı çekmek

“Beş yüz bine çıkarmak için anasından emdiği burnundan gelmişti. Eskisinden daha cimri olmuştu.” (Alem Dağ’da Var Bir Yılan, s. 49)

“Anamdan emdiğim süt burnumdan gelecek.” (Mahalle Kahvesi,, s. 56) “Anasından emdiğim süt burnumdan geldi, dedi.” (Kumpanya, s. 50)

Anasının gözü: Çok düzenci, çok dalavereci, çok açıkgöz, hileci, çıkarcı kimse.

“Çünkü ben anasının gözü bir adamım.” (s. 50)

“Salak soyadına aldanmam ah, anasının gözü.” (Kumpanya, ,s. 24)

“Üsküdar'da, bir anasının gözü sokağı muhakkak vardır.” (Kumpanya, s. 43) Anladımsa Arap olayım: “Ant içerim ki hiçbir şey anlamadım” anlamında söylenir.

“Anladımsa Arap olayım.” (Kumpanya,, s. 81)

Araya laf karışmak: Bir konu görüşülür, konuşulurken bir başka konu araya girmek.

“Araya laf karıştı.” (Mahalle Kahvesi, ,s. 63)

Ardı arkası kesilmemek: 1. Hiç ara vermeden sürüp gitmek 2. Arka arkaya sürekli olarak gelmek.

Referanslar

Benzer Belgeler

Pa­ ris Türk Turizm Bürosu ve Kültür Ateşeliği, Paris ve Tok­ yo’daki Türk Büyükelçilikleri, New-York Türk Evi, Türki­ ye iş Bankası'nın yanısıra yurt içi ve

Sirkeci Kayseri Palas Oteli Beyazıt Aydın Oteli Sirkeci Otel İnkılâp Beyazıt BarçınOteli Sirkeci Tarsa Oteli Beyazıt Bolu Emniyet Oteli Sirkeci Aolu Oteli Küçükpazar Bursa

Şadan Gökovalı, “Turgut Bey’in İzmir’e Yaptıkları” adlı kitabında son on ve özellikle de sekiz yılda İzmir’in başına gelenleri belgelere ve yaşayanların

9 - Merhume Emekli Devlet K ‘Tesa*u olduğu içir vefatı ile varislerine ödenmesi gereken kanunî ödenekler bulunmaktadır. Bu hususta da talimatınla» göre hareket

Yöntem ve Gereçler: Bu çalışmada ot poleni aşırı duyarlığına bağlı mevsimsel alerjik riniti olan hastalarda mevsim öncesi immünoterapinin klinik

Mikrodebrider kullanılarak yapılan nasal poli- pektomi sırasında, kanamanın daha az olması, açığa çıkan kan ve doku debrislerinin irrigasyon ve sürekli aspirasyonla

Onun için de kendini bütün yönleriyle olduğu gibi yapıtına koyduğu düşünülen, açık sözlü bir yazarın bile yazınsal kişiliği, gerçek

Randomized comparison of ceftazidime and imipenem as initial monotherapy for febrile episodes in neutropenic cancer patients.. Dietrich ES, Patz E, Frank U,