tarihi görünümünü yitiren
K
aradeniz ile Marmara’yı bir leştiren, Asya ve Avrupa'yı da birbirinden ayıran Bo ğaziçi, doğanın bizlere sun duğu gerçek bir hediyedir. Ahmet Hamdi Tanpınar'ın «Büyük mimarî eserlerinin olduğu kadar küçük kö şelerin, sürpriz peyzajların şehridir» diye tanımladığı, Abdülhak Şinasl Hisar'ın da Boğaziçinin kendine mahsus tatlı bir sessizliği ve onun la iç içe geçen, bütün günler ve geceler boyunca devam eden kendi ne mahsus sesleri vardır» dediği bu belde ile ilgili kucak dolusu eser yazılmıştır. Geçtiğimiz yüzyıllarda Edmondo de Amicis, Miss Pardoe, Th. Gautiner, A. Lamartine, H. Von Moltke İstanbul’da özellikle Boğaz içi üzerinde durmuş ve onu en iyi şekilde günümüze yansıtmışlardır.Ne varkl, çok yakın tarihlere kadar kendine özgü kişiliğini koruyan Bo- ğaziçinde bugün bir çöküş, başka bir değişle yıkım var. Çağımızın de ğişen koşulları burasını da büyük ölçüde etkilemiş, inci dizisi gibi kı yılara sıralanan yalılar yavaş yavaş ortadan kalkmaya başlamıştır. Oy sa bu yıkım ve yok oluşun bir an önce önlenmesi ulusal bir borçtur. Bu yazımızda tarih boyunca renkli bir kişiliği olan Boğaziçi uygarlığı na eğilip, Türk yapı sanatının mey dana getirdiği yapıtlardan söz ede cek ve bu yok oluşun nedenleri ü- zerinde duracağız.
MİTOLOJİ VE BOĞAZİÇİ
Batı kaynaklarına Boğaziçi «Bos- porus» diye geçmiştir. Bu sözcük etimolojik açıdan incelendiğinde Bos’un trak dilinde öküz, Poros’un da Grekçe geçit anlamına geldiği görülür. Mltolo|lye göre bir Grek tanrısı öküz şekline girerek boğazı geçmiş, bundan ötürü de buraya öküz geçitl anlamında «Bosporos» denmiştir. Öte yandan gene mitoloji kahramanlarından, yarı tanrı Herak- les’le birlikte Kafkasya'ya altın ya pağı aramaya giden Argonotlar bu radan Karadenize açılmıştır. Here- dotos, Strabon ve Pllnius gibi antik tarihçilerin eserlerinden de Bospo ros sözcüğüne rastlanılmıştır. Boğaziçinde ilk yerleşmenin ne za man ve nerede başladığı kesinlikle bilinmez. Yeterli arkeolo|ik araştır malar da yapılmadığından bilgileri miz kısıtlıdır. Bununla beraber Ege’ den, Akdeniz'den, Karadeniz’e uza nan koloni yollarının bazı yerleşme lere yol açtığı bilinir. Eski Yunan lılar, Fenikeliler Boğazın bazı nokta larını Karadeniz'e çıkmak için üs o- larak kullanmışlardır.
TÜRKLERDEN ÖNCE BOĞAZİÇİ
Bizans çağında Boğaziçi şehrin bir devamı olmamış, bu nedenle de yaygın bir yerleşmeye yol açılma mıştır. BizanslIlar nedense Boğaziçl- ne yakınlık göstermemişlerdir, ilk zamanlarda burada geçimini bahçı vanlık ve balıkçılıkla sağlıyanların
yaşadığı bir kaç köy ve manastır vardır. Tarihlerin kaydettiği bu yer leşmelerin bazıları şunlardır; St. Mamas (Beşiktaş), St. Phocas (Or- taköy), Brochtol (Kandilli veya Va- niköy), Protostikos (Çengelköy), Archai Fhoizousal (Beylerbeyi), Chryskeramus (Kuzguncuk), Vaki- kolpos (Büyükdere)...
Yapıt olarak Vanlköy’de Tövbekâr kızlar manastırı, Kuzguncuk'da lus- tiniaus ll’nin üzeri yaldızlı kiremit kaplı kilisesi, Çubuklu’da Aklmitis denilen uykusuz keşişlerin manastı rı, Büyükdere'de de bir takım kü çük kilise ve manastırlar vardır. Bunlardan yalnızca Beylerbeyinde istavros kilisesine ait bazı kalıntılar İle çeşitli Bizans surları günümüze gelebilmiştir.
XIV. ncü yüzyılda Boğazlçine Cene vizliler hakim olmuş, Karadenizin gi riş çıkışında söz sahibi olabilmek için Anadolu ve Rumeli Kavağına as keri tesisler yapmışlardır. Ceneviz, Yoros ve İmroz İsimleriyle tanınan bu kalelerden bazı kalıntılar bugün dahi dikkati çeker.
TÜRKLER BOĞAZİÇİNDE
Türkler İstanbul’un fethinden yarım yüzyıl önce Boğaziçi ile ilgilenmiş, kuracakları üslerin ileride kendileri ne yararlı olacağını düşünmüşlerdi, ilk kez, XIV. ncü yüzyıl sonunda Yıldırım Beyazıt Güzelcehisarı (Ana- doluhisarı) ardından Fatih Sultan Mehmet onun karşısına Boğazkese ni (Rumelihisarı) yaptırarak Bizansın Karadeniz ile bağlantısını kesmiştir. Böylece Türklerin Boğazlçine yer leşmesi önce askeri amaçlarla baş lamış, sonra sivil halka dönüşmüş
ve bugünkü köylerin temelleri atıl mıştır. Ankara savaşından bir yıl sonra Boğaziçinden geçen ispanya elçisi Clavljo Anadoluhlsarında Türklerle karşılaştığından söz eder. İstanbul’un fethinden sonra Bizansın yararlanamadığı Boğaziçi süratle gelişmiş, köyler birbirini izlemiştir, öncelikle Türkler Üsküdar’a yerleş miş ardından Anadoluhlsarı, Kanlı ca, Vaniköy, Kefeliköy, Yenlköy ve istinye’de köyler kurulmuştur. Boğaziçi XVI’ncı yüzyıldan sonra tü müyle İstanbul yaşantısına karışmış ve artık onun ayrılmaz öğesi olmuş tur. Başta padişahlar, sadrıazam- lar, vezirler ve Osmanlı imparator luğunun önemli kişileri buraya rağ bet etmiştir. Bu arada yapılan ko nutlarla Boğaziçi daha da güzelleş miştir. Fatih Sultan Mehmet'in To kat bahçelerini Beşiktaş, Karabâli, Üsküdar, istavroz, Kandilli, Göksu, Çubuklu, İncirli, Sultaniye, Büyük dere, Emirgân ve Bebek bahçeleri izlemiştir. XVI. ncı yüzyılda Topha ne, Fındıklı ve Beşiktaş da yoğun bir yapım çalışması olmuştur. Be şiktaş'ın gelişiminde de orada mes cit, tekke ve hamam yaptıran Yah ya Efendinin büyük payı vardır. Türk donanması Beşiktaş'tan sefere çık mış, Kaptanpaşa buraya yerleşmiş ve Anadolu yakasına asker Beşik- taştan geçmiştir. Tophane’de Kap tanı Derya Kılıç Ali Paşa Mimar Si nan’a büyük bir cami yaptırmış, bu nun ardından Sultan Birinci Abdül- hamit’in Emirgân ve Beylerbeyi, Sul tan İkinci Mahmut’un Nusretiye, Sul tan Abdülmecit'in Ortaköy, Mihri- mah, Gülnuş Emetullah ve Nur
Bâ-nû sultanların Üsküdardaki camileri gelmiştir,
Boğaziçi XVIII’ncl yüzyılda altın ça ğını yaşamıştır. Kuşkusuz bunda Lâ le devri ve onun önemli kişisi Sad- rıazam Nevşehirli Damad İbrahim Paşanın katkısı büyüktür. Ardından Boğaziçinde Avrupa etkisi altında sarayların yapıldığı görülür. Kendi lerinden öncekilere göre farklı bir düzen getiren bu yapıtların belli baş lıları Çırağan, Dolmabahçe ve Bey lerbeyi saraylarıdır. Bunlar XVIII'ncı yüzyıldan İtibaren Boğaziçinde yeni bir uslûbun belirtisi olan aristokra tik yapıların öncüsü olmuşlardır. Saadabâd, Hümayunâbad, Neşetâ- bad, Gülşenâbad gibi isimler alan bu yapılar bir yönden Avrupanın Versailles, Fontainbleau’nun tekra rıdır.
Böylece Türk yerleşmesinin sonucu olarak Boğaziçinde yapı sanatımızın en güzel eserlerini bir araya topla mıştır. Koyların ardındaki vadilerde, tepelerde, çayır ve korularda İstan bul halkının yüzyıllar boyunca rağ bet ettiği birbirinden güzel mesire ler meydana gelmiştir. Bunlar ara sında Göksu'nun kendine has ayrı bir yeri vardı, özellikle Cuma gün leri burada yoğun bir İnsan kalaba lığı kaynaşırdı. Göksu deresi kayık larla dolar, bir kilometrelik mesafe de giriş ve çıkış dört saati alırdı. Göksu, Baruthane ve Küçüksu ça yırlarında da yaya ve atlı binlerce kişi toplanır, zarif arabalar içinde gezinirlerdi. Ayrıca Abrahampaşa korusu, Emirgân korusu, Kanlıca, Kaymakdonduran, Beykoz, Akbaba, Dereseki, Karakulak, Sarıyer,
Çu-Bugün gerçek boğaziçi yalılarından çok az örnek kalmıştır. Resimde boğazlçinden bir görünüm geri planda Ku leli Askeri Lisesi binası...
buklu, Baltalimanı ve Sultaniye ça yırları da Boğaziçlnin tanınmış me- sirelerindendlr.
Türk sanatında önemli bir yeri kap sayan yalılarla ilgili kaynakların ba şında Bostancıbaşı defterleri gelir. OsmanlI İmparatorluğunda büyük şehrin asayişini korumakla görevli bostancıların tuttuğu bu defterler de, Sarayburnundakl Yalı Kasrın dan başlıyarak bütün Boğazlçindeki cami, mesçlt, sahilsaray, yalı, ev, kayıkhane, dükkân, çeşme gibi ya pılar ve hatta boş arsalar bile sa hiplerinin isimleriyle bir bir tespit e- dilmiştir. Bu nedenle Boğaziçi tari hinde Bostancıbaşı defterlerinin bü yük önemi vardır. Ayrıca İstanbul'a gelen batılı ressam, gezgin ve ya zarların eserleri de bize bu konuda son derece yararlı bir ışık tutar. Bu gezginlerden Edmondo de Amicis Boğaziçini şöyle tanıtır: «Bir köy bir başka köyü örter, güzel bir cami tatlı bir tabiat parçasına bakmamı za engel olur ve köylere, limanlara dalarken vezirlerin, paşaların, sul tan efendilerin, harem ağalarının, memleket büyüklerinin sarayları ge lip geçer; sular üstünde yüzer gibi duran, sarmaşıklarla örtülü taraça- ları çiçek dolu; servi, defne ve por takal ağaçlı küçük ormanlar İçinde yarı gizlenmiş sarı, mavi ve al renk li evler...» Ardından yazar tatlı üs lûbu ile anlatımına devam eder: «Her İki kıyıda evlerle örtülü bulun mayan yer yok. Burası kocaman bir kır Venediğlnin Büyük-Kanalı gibi dir. Yalılar, köşkler, saraylar birbiri arkasındadır, öylesine yapılmışlar dır ki hepsinin cephesi görünürdedir ve arka taraftakiler ötekilerinin da mı üstüne yapılmış gibi durur; bü tün bu evlerin arası, en yakın ola nından en uzaktaklne yeşilliklerle çevrilidir; her yandan meşe tepe leri ve dalları, çınarlar, karaağaçlar, kavaklar, çamlar, İncir ağaçları yük selir ve bu yeşillikler arasında çeş melerin beyazlıkları, türbelerin ve camilerin küçük kubbeleri parıldar.»
BOĞAZİÇİ YALILARI
Türk yapı sanatı ile yaşantısının Boğaziçi kıyılarında meydana getir diği yalılar, sivil mimarimizde önem li bir yeri kapsar. Bunların önünde günün hemen her saatinde denizin renk değiştiren mavisi, arkasında ise zengin bir yeşillik armonisi içerisin de sırtlar ve korular yer alır. Bo ğaziçi yalıları da bunların arasında bembeyaz bir İnci dizisi gibi uzanır. Sanki geçmiş yılların anılarını sa yıklayan, Türke has özellikleri olan bu konutların benzerlerine başka ülkelerde kolay kolay rastlanmaz. Kuşkusuz, denize kıyısı olan pek çok ülkede yalı vardır. Ancak onla rın hiç birisi su ve yeşilliğin kucak kucağa olduğu Boğaziçlndekllere benzemez.
Eski Türk evlerinde olduğu gibi bu yalılarda harem ve selamlık olmak üzere iki bölükten meydana gelir. Harem ve selamlık bazen aynı yapı da bazen ortak bahçede ayrı ayrı binalar olarak yapılmıştır. Hepsinin ortak özelliği üst katların suya kon tmuşçasına direkler üzerinden deni ze uzanışıdır. Sivil mimarimizin tüm özelliğini yansıtan bu yalıların alt katlarında malta taşı veya mermer döşeli bir taşlık ile aydınlık odalar vardı. Buradan geniş ve yayvan ah şap merdivenlerle İkinci kata çıkılır dı. Merdivenler bazen iki kat arasın da bir sahanlıktan ikiye ayrılır, ba zen de çift taraflı başlıyarak sahan lıktan sonra tek yönlü devam eder
di. Su üzerine çıkmışçasına duran üst katta geniş sofalar, yatak, ka bul, oturma ve hazine odaları İle kütüphane yer alırdı. Son derece ay dınlık ve Içaçıcı olan bu odaların ta vanlarına özel itina gösterilir, sanat- kârane oymalar, nakışlarla adeta bir minyatür gibi İşlenirdi. Pencere lerde çiçekli bezemeli kapaklarla örtülürdü. Odaların İçinde kullanılış larına göre.yüklük, çubukluk, kavuk luk, testilik, peşkirllk, lambalık de nilen İrili ufaklı gömme dolaplar bu lunurdu. Yerlere mısır hasırları se rilir, üzerine geniş halılar yapılır, ka nepe, koltuk, sedir ve mermer kon sollara oturtulan büyük aynalar yer leştirilirdi. Kristal avizeler, duvar saatleri, yağlı boya tablolarda bu güzel kompozisyonu tamamlıyan di ğer öğelerdi.
Yeril ve yabancı kaynaklarda Lebi derya diye isimlendirilen bu yalıların mimarları ince bir takım hesaplar ve herşeyden önce uyum üzerinde durmuşlardır. Bu arada su sesinin daha yakından duyulabllmesl için odalara, sofalara küçük havuzlar ile fıskiyeler yerleştirilmiş, böylece mistik bir ortam yaratılmıştır. Renk li görünümdeki yalıların her biri ge niş bahçeler içinde yer alır, kayık haneler, deniz hamamları ve balık haneleri bulunurdu. Uşak, bahçevan odaları ve mutfaklar İse bahçenin bir köşesine yerleştirilirdi. Her yalı nın bir veya birkaç kayığı vardı. Bunlar yalı yaşantısının vazgeçilmez öğesi İdi.
Yalıların tüm yaşantısı denizle oldu ğundan önlerinden yol geçmez, geçse bile pek önemsenmezdl. Yalı
da yaşıyanlar denizden sandallarla geçen satıcılardan yararlanırdı. Geçmiş günlerde Boğaziçi kıyıların da hemen her çeşit satıcı, antikacı, kumaşçı, elblseci bile kayıklarla geçer, yalı halkı da onlardan alış veriş yapardı.
Hemen hemen küçük saraylara ben zeyen Boğaziçi yalıları sahibinin ün- vanı dikkate alınarak boyanırdı. Sul tanların, devlet rlcâlinin yalıları kır mızı, yeşil veya beyaz gayrlmüslim- lerinkl İse sadece kırmızı renkte o- lurdu.
Geçmiş günlerin Boğazlçlnde herke sin dilediği yere yalı yaptırmasına İzin verilmezdi. Lâle devrinde dev let rlcâll, halk, tüccar ve gayrimüs limler toplu halde ayrı ayrı yerlerde otururlardı. Sultanlar İle devlet rl- câli Beşiktaş, Ortaköy veya Kuru çeşme’yi tercih ederdi. BabıâlI er kânı Bebek'e, İlmiye rlcâll Rumellhi- sarı'na, gayrimüslimler Arnavutköye yerleşirdi. Yeniköy, Tarabya, Büyük- dere de çoğunlukla yabancı uyruk luların, Klreçburnu-Büyükdere ara sında da sefaret tercümanlarının, rumların, Sarıyer de İse orta halli Türklerin yalıları vardı.
Boğaziçi yalılarını bize en iyi şe kilde anlatan yazarların başında Abdülhak Şlnasi Hisar gelir. Rama zan ve bayram aylarında bu yalı ya şantısını yazar bizlere tatlı uslûbu ile şöyle anlatır: «Mahalle sâkinlerl, uzaktan olsun tanıdıkları yalı sahip lerine, her ramazanda bir kere da vet olunmadan İftira gelirler. Bunla rın ağırlanması için, ikinci bir sofra tertip edilirdi. Mahalle çocukları da bayram günleri, mahallesinin yalıla
rına gelmeyi tabii bulurlar ve bu çocukların memnun olmaları İçin kendilerine şeker veya şeker parası verilirdi. Bütün yalı halkının bayram lıkları ve köyün mektep hocaları, Şirketl-Hayrlye müstahdemleri, tu lumbacılar, su yolcuları, postacılar, nezafet ameleleri, mahalle fakirleri İçin de bayram bahşişleri verilir, hepsinin memnun kalmalarına İtina edilirdi.»
Ne varki, bugün gerçek Boğaziçi yalılarından pek az örnek kalmıştır. Bir bakıma bunların yaşamları sa hiplerinin İkbaline eştir.
Bugün Boğaziçi özelliklerinin birer birer yok olduğunu, ardından sade ce geçmiş günlerle İlgili anıların kaldığını söylemek her halde aşırı kötümserlik değildir.
Yüzyıllar boyunca kimbilir, bu yalı lar ne güzel günler yaşamıştır. Ama zamanla göçler, geçim sorunları çö küntüler, kargaşalıklar, zevk ve duyguların değişmesi onları yavaş yavaş yok etmiştir. Önce Balkan Savaşı, ardından Birinci Dünya Sa vaşı İmparatorluğun bir çok ye rinden, özellikle Mısır ve Balkanlar dan gelen gelirlerin kesilmesine se bep olmuştur, ikinci Dünya Sava şından sonra Sosyal ve ekonomik koşulların bütünüyle değişmesi Bo- ğazlçinde de kendini göstermekte gecikmemiştir. Eskiden büyük ve zengin ailelerin oturduğu yalıları maddi güçlükler nedeniyle pek çok aile terketip gitmiştir. Kalanlar ya yanmış, ya yıkılmış, parsellenen yerlerinden beton yığınları yüksel miştir.
B oğaziçinin yeşil tepeleriyle m avi gökyüzünün
birleştiği ufuk çizgisini bugün çirkinlik örneği
beton yığınlan
kapatm aya
başlam ıştır...
Yazan: Arkeolog Erdem YÜCEL
B
oğaziçinin 30-35 yıl öncesi ne göre güzelliğinden çok şey kaybettiği ve epey de ğişikliğe uğradığı bugün ar tık bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır. Yarım yüzyıl öncesinin o emsalsiz panoraması, çirkin ilgi siz yapı blokları, gaz depolan, kö mür ve demir yığınları ile gölgelen- mlştir. Yakın tarihlere kadar millî park görünümündeki Boğaziçi eski karekterini yansıtan özelliklerinden pek azını koruyabilmiştir. Başka bir deyişle Boğaziçinde artık korkunç bir yok oluş vardır. İstanbul bütün uyarmalara rağmen tarihi kişiliğini yitirmek üzeredir. Oysa biz bu şehri tarihi bir belge olarak yaşatma zo rundayız. Ancak bu durum sanıldığı kadar da yeni değildir. Bakın 7.Ey lül.1929 günlü Cumhuriyet Gazetesi bu konuda neler yazıyor: «Şirin Bo ğaziçi günden güne harabiye ma ruz kalmakta ve ihmal edilmektedir. Boğazın iki sahilini süsleyen eski ve büyük yalılardan bir kısmı yıkı cıya verilmekte ve enkazı satılmak tadır. Bunların yerine yenilerinin ya pıldığına da hiç tesadüf edilmiyor. Öte yandan bir takım yalılar da tü tün ve kömür depoları olarak kulla nılmaktadır. Özellikle Kuruçeşme ta mamen bir kömür deposu olmuştur. Üsküdar'dan Kuzguncuk’a kadar o- lan saha da tütün deposu olmuş tur. Eski büyük yalıların satılığa çıkarıldığı takdirde çok para etme diğinden yıkıcılara verilmesine de vam edilmektedir. Bu güzelim yalı ların böyle balyoz altında parçalan dığını görmek insanı çok müteessir etmektedir. Son günlerde biri Vani- köyünde, öteki Yeniköy’de olmak ü- zere iki büyük yalı gözlerimizin ö- nünde yıkıcıların elinde yerlere se rilmiştir.»Gerçekte Boğaziçinin yozlaşması 19. yüzyılın sonlarında başlamıştır. Bu yozlaşmanın ilk adımı kıyıda su çizgisini izliyen yalılar arasında bir takım endüstriyel tesislerin yerleşti rilmesiyle atılmıştır. Böylece metro politen plânlama, endüstri bölgeleri, ulaşım gereçleri ve doğa koruması gibi kavramlar bilinmeden tam bir doğu kafasıyla hareket edilmiş, fab rika, depo, tersane gibi onunla ta ban tabana zıt yapılar buraya yer leştirilmiştir. Bu tesisler Boğaziçi görünümünü büyük ölçüde etkile miş, yeşil vadiler arasına yerleşti rilen fabrikalar oraya buraya ser piştirilen depolar onunla hiç bir su
rette bağdaşamamıştır. Çubuklu ve Paşabahçe’deki tesisler, Üsküdar'da Mimar Sinan'ın minyatür anıtı Şem- sipaşa Camisini hiçe sayarcasına yanıbaşında yükseltilen tütün depo su Boğaziçinin doğal güzelliğini ö- nemsememiştir. iş bununla bitme miş, İstinye gibi dünyanın en güzel koylarından birine tersane yerleşti rilmiş, hantal binalar, yüzer vinç ler. havuzlar büyük tonajlı gemiler buraya doluşmuştur. Ardından şeh rin en güzel görünümlü yeri Kuru çeşme'ye kömür yığınları, ağır vinç ler getirilmiştir. Bir zamanlar Enver Paşa Yalısının olduğu yeri sanki çirkinleştirmek için elden gelen ya pılmıştır.
Boğaziçini kemiren bir başka dertte taş ocaklarıdır. Bulundukları yöreyi oyan, kelleştiren taş ocaklarından biri Kanlıca'da diğeri de Anadoluhi- sarındadır.
Boğaziçinde yalılar da ayrı derttir. Değişen koşullar nedeniyle yalılar da kendi kaderleri ile başbaşa bıra kılmıştır. Arsası astronomik değer de olan yalılar, sahiplerine maddi kazanç sağlamak bir yana külfet olmaya başlamıştır. Ödenen vergi ler bu durumu daha çapraşık bir ha le getirmiş, sahipleri onlardan kur tulmak için çare aramaya koyulmuş tur. Bazıları çatıların kiremitlerini toplıyarak çöküşlerini kolaylaştır mış, bazısı da malî inhidam rapo ruyla yıktırmış, hatta işi kundakla maya kadar götürenler olmuştur. Ord. Prof. Dr. A. Süheyl Ünver’in Yılanlı Yalının yanışı dolayısiyle ka leme aldığı şu satırlar aslında çok ilginçtir: «Burasını yıktırmak istedi ler. Anıtlar Kurulu müsaade etmedi. Ya öyle mi? Sun'i bir yangınla ge çen senelerin birinde kül oldu. Er tesi gün bundan bir batın öncesi sahibiyle yakımlığım vardı, burası nasıl yandı diye gittim. Beni bekçi karşıladı. Bekçi Baba! Nasıl oldu da burası yandı? dedim. Beyim sor ma ben otuz senedir burasının ma halle bekçisiylm ve ben böyle yan gın görmedim. Bina önden ve arka dan belki yirmi yerden birden yan maya başladı. Bir saatte bu tarihi yalı kül olup gitti, dedi.»
Yakın tarihlerde peşpeşe ortadan kalkan yalıların hangi birinden söz etmeli? Feride Sultan, Mustafa Fazıl Paşa, Hüseyin Avni Paşa, Köçoğlu, Kandilli yalıları yıkılmış, Cliftonlar, Sabiha Sultan, Yılanlı yalı yanmış, Habib Bey, Zülüflü İsmail Paşa, Za rif Mustafa Paşa yalılarının ise an cak bir bölümü kalabilmiştir. Ve da ha geçenlerde İsmail Paşa yalısı ile
arkasındaki Server Paşa konağı yanmıştır; onları son örneklerden biri diye söz ettiğimiz Hasip Paşa yalısının yanışı izlemiştir.
Bu konuda çok fazla kötümser ol mamalıyız. Bütün bunlara rağmen eskiye oranla sayıca pek az da ol sa gene de elimizde kalan bir ta kım örnekler var. Ne de olsa Bo ğaziçi'ni bütünüyle yitirmiş değiliz; hiç olmazsa belgesel nitelik taşıyan yalılardan Ahmet Fethi Paşa, Am cazade Hüseyin Paşa, Abut Efendi, Sadullah Paşa, Yedi Sekiz Haşan Paşa, iyi durumda olan Kıbrıslı, Kont Ostrorog, Rukiye Sultan yalılarını kurtarmalıyız.
Artık İstanbul da pek az yalı sahibi yalılarını onararak içerisinde otur ma eğilimindedir. Maalesef büyük çoğunluk, Türk sanatını yansıtan bu güzel konutlar yerine salon sala- menjeli, marley döşemeli, betebe cepheli modern! blok apartmanları tercih ediyor. Bu da gösteriyor ki, yaşam koşulları kişilerin zevk ve a- lışkanlıklarını değiştirmiştir. Belki de koşullar böylesine sert olmasaydı eski yalıların pek çoğunu eski gör kemiyle bugün dahi görebilecektik. Diğer büyük şehirlerimizde olduğu gibi İstanbul'da da bir nüfus patla ması ölmüştür. Bunun etkisiyle şeh rin içi ve dışı bir takım yüksek ya pılarla dolmuş, yol dokusu işe yara maz duruma gelmiştir. Taşradan a- kınlar, parselleme inşaatlar Boğaz içi tepelerini yerleşme alanı içerisi ne almıştır. Bu durum Anadolu'dan çok Rumeli yakasını etkilemiş, Ci hangir sırtlarından başlıyan beton taş yığınları, Boğaziçinin yeşil ör tüsünü yutmuştur. Eğer tez elden bir tedbir alınmazsa bugün Cihan gir’de beliren beton yığınları yakın gelecekte bütün Boğaziçi yeşilliğini ortadan kaldırılacaktır. Yeni apart manlar önce koruların kıyısından, bucağından yeşili kemirmeye başlı- yacak, ardından tümüyle yok ede cektir.
Boğaziçinin yeşil tepeleri ile mavi gökyüzünün birleştiği ufuk çizgisini de beton yığınları kapatmaya baş lamıştır.
SONUÇ
İstanbul tarihi, coğrafi, turistik, kül türel ve ekonomik durumundan ötü rü çok yönlü bir şehirdir. Böylesine çeşitli özellikleri olan bir şehir için plânlama yapmak aslında güç bir iştir. Bu nedenle yıllardır şehrin o- naylanmış bir nâzım plânı yapıla mamıştır.
İstanbul’un plânlamasına ilk kez 1938 yıllarında, bugünkü anlayışla
bağdaşamıyacak şekilde başlamış ve çeşitli ellerden geçmiştir. Prost, Högg ve Piccinata gibi şehircilik uzmanları ayrı ayrı plânlar çizmiş lerse de yaptıkları bölgeleri tam olarak kapsamamış, ayrıca uygula ma plânları da olmadığından tali matnamelere göre hareket edilmiş, takdir İmar Müdürlüğü elemanlarına bırakılmıştır. Büyük İstanbul Nazım Plân Bürosu İse ancak 1964 de ku rularak çalışmalarına başlamıştır. Boğaziçinde yerleşmeyi dondurmak, doğayı çirkinleştirmeyen, sahil ve bayırlarda yoğun yerleşmeye İzin vermeyen, ufak çizgisini dikkate a- lan bir plânlama uygulanmalıdır. Kuşkusuz, bugün Boğaziçinin en bü yük derdi parselleme inşaattır. Bo ğaziçi sırtları spekülatörlerin yaptığı hisse satışı ile gayriresmi bölümle re ayrılmıştır. Bunun kaçınılmaz so nucu olarak da sırtlar çirkinlik anı tı örneği beton yığınları ile dolmuş tur. imar alanı dışında kaldığından da parsellenemiyen arazilere yapı lan kaçak yapılar artmış ve Boğa zın peyzajından hayır kalmamıştır. Boğaziçinde bugün de bir çok kırlık arazi var. Ancak bunların da gayri- resml olarak parsellendiği söyleni yor. Boğaziçinin korunması konu sundaki yazılarından birinde Çelik Gülersoy kırsal görünümler devam etmeli, en kısa zamanda gecekon dular durdurulmalıdır diyerek üç çe şit kanunsuz inşaatın önlenmesini öneriyor:
a) Hazine arazisine veya başkasının mülküne kondurulan yapılar. b) Parsellasyon kanunen ve imar plânına göre yasak olduğu için hisse satışı yoluyla bir arazide mülkiyet edinip kaçak bina oturtulması. c) Gecekondu Kanunu gereğince, eskiden yaptığı bir gecekondunun tapusunu aldıktan sonra Belediyenin kanunu yanlış yorumlayarak verdi ği ruhsatla küçük yapıların koca apartmanlara dönüştürülmesi. Bu sonuncu yol herkesin aleyhine haksız bir iktisap yolu açmış ve Ge cekondu Kanunu ihtiyaç sahibine bir ünite temininden bahsettiği hal de çok ucuz bir bedelle ve taksitle gecekondu sahibi olan bir çok kişi böylece bedavasına apartman yük seltme yoluna girmiş bulunuyor. Bunun göz önündeki örnekleri Be bek'te Mısır Elçiliği arkasındaki ya maca yapılan inşaattır. Bu yolla beş-on liraya ve hem de taksitle, değerli arazilerin tapusunu aldıktan sonra, eski gecekonduyu yıkıp yeri ne koca apartmanı dikmek, mantığa no kadar inanılmaz gelse de kabil
oluyor.» (Korunması Gereken Bo ğaziçi. T.T.O.K. İst. 1972)
Gecekondular Boğaziçinde de boy göstermeye başlamıştır. Boğazın yamaçlarında, özellikle Kuruçeşme, Anadoluhisarı, İstinye, Yeniköy ve Sarıyerde de endüstriyel tesislerin kaçınılmaz bir sorunu olarak ço ğalmalarına hızla devam ediyorlar. Boğaziçini bütünüyle ele alacak, sö zün kısası yalısı, ağacı, doğası ile kesinlikle koruyacak özel bir imar kanunu zorunludur. Bu arada imar sınırı dışında kalan yerlerde hisse satışı ile yapılan fiili parsellenmele re, kaçak inşaatlara da öncelikle son verilmelidir. Ayrıca yürürlükteki Orman Kanununun kapsamı dışında kalan 30 dönümden küçük korular korunmalı, kenarına, içine inşaat izni verilmemelidir. Bebek'teki Hi- div'in, Arifi Paşa korularının başına gelenler bir kez daha tekrarlanma- malıdır. Hidiv’in korusu bugün ta mamen satılmış ve buralara bir çok bina yapılmıştır. Korunun arta kalan ağaçlarına ise apartmanların bah çelerinde yer yer rastlanmaktadır. Arifi Paşa korusundan ise hiç bir iz kalmamıştır; burası da parselle nerek satılmış, yerine büyük mahal leler kurulmuştur.
Bugün İsviçre, Amerika gibi bir çok ülke eski evlerin üzerinde titizlikle duruyor; onları tek tek değil de bü tünüyle, sokakları, mahalleleri ile koruyor. Biz ise tam aksine eski eseri yeni İmar hareketlerine engel görüyor, korumaya çalışanları da en ağır dille ulu orta tenkit ediyo ruz. Örnek olarak Sadrazam Nec- meddin Molla Yalısını gösterelim. Büyükdere ile Sarıyer arasında 1800 yıllarında yapılan, A. Lamartine’nin bir süre içinde yaşadığı ve Türkiye izlenimlerini kaleme aldığı bu yalıyı mirasçıları yıkıp yerine apartman yapmak istemişlerdi.
Kuşkusuz, iyi bir plânlama Boğaz içinde yıkılmaya terkedilmiş bir çok yalıyı kurtaracaktır. Yalıları korumak için hiç olmazsa bunlara özel vergi muafiyeti tanınmalıdır. Gelir getir meyen bir yalı ile aynı genişlikte, fakat kâr sağlıyan yapıyı aynı değer ölçüsüne vurmamalıdır. Günümüzün koşullarında her ikisini birbirine eş düşünmek Türk evlerinin, yalılarının yok olmasının başlıca nedenidir. Şartlar el verdikçe bir kısmı kamu- laştırmalıdır. Son yıllarda Amcaza de Hüseyin Paşa Yalısına Türkiye Turing Otomobil Kurumu yardım eli ni uzatmış, Erhirgân Yalısı da Kül tür Müsteşarlığınca onarılmaktadır. Pek tabii bu iki yalının kurtarılması konuyu çözümlemiyecektir. Bu duru mu daha genişletmek, sahiplerinin korumadığı Boğaziçi yalılarının dev letçe satın alınıp korunabilmelerini sağlamak müze ve turizme dönük kullanmak sanırım kİ, Türk sanatına yapılacak en iyi yardım olacaktır. Boğaziçini bütünüyle kapsıyan özel bir eski eserler kanunu çıkarılma lıdır. Yeni yapılacak konutlarda ka- rekteristik bir üslûp aranmalı, mi marların yabancı dergilerden esinle nerek burada yükseltmek isteyeceği yapılara izin verilmemelidir. Herhan gi bir şekilde yanan veya çöken ya lılar yerine beton yapımına izin veril memeli, ya ahşap olarak aynını yap tırmalı ya da arsasını uzun vadeli taksitlerle kamulaştırmalıdır.
işte bugünkü Boğaziçi... Sarı yer’de çekilen bu resimde beton taş yığınlarının, Boğaziçinin ye şil örtüsünü nasıl yuttuğunu gö rüyoruz...