• Sonuç bulunamadı

Müdahaleci akımlar bağlamında Atatürk Dönemi sanayileşme politikaları

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Müdahaleci akımlar bağlamında Atatürk Dönemi sanayileşme politikaları"

Copied!
129
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

ĠKTĠSAT ANABĠLĠM DALI ĠKTĠSAT BĠLĠM DALI

MÜDAHALECĠ AKIMLAR BAĞLAMINDA ATATÜRK DÖNEMĠ SANAYĠLEġME POLĠTĠKALARI

AyĢen EDĠRNELĠGĠL

YÜKSEK LĠSANS TEZĠ

DanıĢman

Doç. Dr. Mehmet MUCUK

(2)
(3)
(4)

ÖNSÖZ

„Müdahaleci Akımlar Bağlamında Atatürk Dönemi Sanayileşme Politikaları‟ adlı yüksek lisans tez çalışmamın hazırlanış süreci boyunca değerli fikirleriyle bana yol gösteren ve yardımcı olan danışmanım Sayın Doç. Dr. Mehmet MUCUK‟a,

Çalışmama kıymetli görüşleri ile katkı sağlayan Sayın Doç. Dr. Mehmet Okan TAŞAR ve Sayın Yrd. Doç. Dr. Şerife ÖZŞAHİN‟e,

İktisat Tarihi alanında çalışmama vesile olan ve kıymetli görüşleriyle bana destek olan Sayın Prof. Dr. Abdülkadir BULUŞ‟a,

Çalışmamın hazırlık aşaması süresince bana destek olan tüm çalışma arkadaşlarım ve öğrenci arkadaşlarıma,

Bugünlere gelmemde büyük emek sahibi olan aileme ve çalışma süresince gösterdiği sabır ve desteğinden dolayı kıymetli eşime sonsuz teşekkürlerimi sunarım.

Ayşen EDİRNELİGİL

(5)

ĠÇĠNDEKĠLER

BĠLĠMSEL ETĠK SAYFASI... i

KABUL SAYFASI ... ii ÖNSÖZ ... iii ÖZET ... vii SUMMARY ... viii KISALTMALAR ... ix TABLOLAR LĠSTESĠ ... x GĠRĠġ ... 1 I.BÖLÜM TARĠHSEL SÜREÇTE EKONOMĠ ve DEVLET ĠLĠġKĠSĠ 1.1.Devlet Olgusunun Tanımı ve Temel İşlevleri ... 2

1.2. İktisadi Ekollerde Devlet Anlayışı ... 4

1.2.1.Eski Yunan, Roma ve Ortaçağ ... 4

1.2.2. Merkantilizm ... 10

1.2.3. Fizyokrasi ... 12

1.2.4. Klasik İktisat ... 14

1.2.5. Klasik Teoriye Eleştiriler ve Devlet Müdahalesi ... 18

1.2.5.1. Hümanizm ... 19 1.2.5.2. Milliyetçilik ... 19 1.2.5.3. Müdahaleciler ... 22 1.2.5.4. Sosyalizm ... 24 1.2.5.4.1. Ütopik Sosyalizm ... 25 1.2.5.4.2. Devlet Sosyalizmi ... 27 1.2.5.4.3. Hristiyan Sosyalizmi ... 31 1.2.5.4.4. Anarşizm ... 31 1.2.5.4.5. Revizyonizm ... 32 1.2.5.4.6. Sendikalizm ... 32 1.2.5.4.7. Marksizm... 32 1.2.5.5. Tarihçi Okul ... 36

1.2.6. Neoklasik İktisat / Marjinalizm ... 37

(6)

1.2.8. Keynesyen İktisat ... 41

II. BÖLÜM 1923-1939 DÖNEMĠ TÜRKĠYE EKONOMĠSĠ 2.1. Cumhuriyetin Başlangıç Döneminde Ekonomik Alt Yapı ve Sosyal Çevre... 44

2.1.1. Milli Gelir Büyüklükleri ... 45

2.1.2. Demografik Yapı ve Nüfus Göstergeleri ... 47

2.1.3. Genel Görüş ve Davranışlar ... 51 2.1.4. Sağlık ve Eğitim ... 52 2.1.5. Tarım ... 53 2.1.6. Ulaştırma ... 55 2.1.7. Dış Ticaret ... 55 2.1.8. Sanayi ... 57

2.2. 1923-1930 Kuruluş Yılları ve Sanayileşme ... 59

2.2.1. İzmir İktisat Kongresi ... 60

2.2.2. Lozan Anlaşmasının Ekonomik Sonuçları ... 63

2.2.3. İktisadi Politikalar ... 64 2.2.4. Sektörlerdeki Gelişmeler ... 66 2.2.4.1. Milli Gelir ... 66 2.2.4.2. Tarım ... 68 2.2.4.3. Ulaştırma ... 70 2.2.4.4. Dış Ticaret ... 70 2.2.4.5. Sanayi ... 72

2.3. 1930-1939 Devletçilik Yılları ve Sanayileşme Planları ... 76

2.3.1. 1929 Krizi ve Türkiye‟ye Etkileri ... 76

2.3.2. Devletçilik İlkesinin Kabulü ... 78

2.3.3. Beş Yıllık Sanayi Planları ... 82

2.3.4. Sektörlerde Yaşanan Gelişmeler ... 88

2.3.4.1. Milli Gelir Büyüklükleri ... 88

2.3.4.2. Tarım ... 89

2.3.4.3. Madencilik ... 91

(7)

2.3.4.5. Dış Ticaret ... 92 2.3.4.1. Sanayi ... 94

III. BÖLÜM

MÜDAHALECĠ AKIMLAR BAĞLAMINDA SANAYĠLEġME POLĠTĠKALARIN DEĞERLENDĠRĠLMESĠ

3.1. Keynesyen Yaklaşım Bağlamında Atatürk Dönemi Sanayileşme Politikaları ... 97 3.2. Sosyalizm Bağlamında Atatürk Dönemi Sanayileşme Politikaları ... 99 3.3. Milliyetçi Yaklaşımlar Bağlamında Atatürk Dönemi Sanayileşme

Politikaları ... 105 SONUÇ ... 109 KAYNAKÇA ... 111

(8)

T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Öğ

renci

ni

n

Adı Soyadı Ayşen EDİRNELİGİL

Numarası 124226002001

Ana Bilim / Bilim Dalı İktisat/İktisat

Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora Tez Danışmanı Doç. Dr. Mehmet MUCUK

Tezin Adı Müdahaleci Akımlar Bağlamında Atatürk Dönemi Sanayileşme Politikaları

ÖZET

Tarihsel süreçte devlet ve ekonomi ilişkisi en çok tartışılan iktisadi konulardan biri olmuştur. Klasik yaklaşımlar devletin ekonomik faaliyetlerdeki etkinliğinin sınırlandırılmasını ve serbest piyasa ekonomisinin güçlendirilmesini savunurken, müdahaleci yaklaşımlar devletin ekonomiye müdahalesinin gerekli olduğunu ileri sürmüşlerdir. Türkiye Cumhuriyeti‟nin kuruluş döneminde, sanayileşme politikaları belirlenirken hem ülke içi koşullar hem de dünyadaki iktisadi akımlar önemli rol oynamıştır.

Bu çalışmada, 1923-1939 yılları arasında Türkiye‟de uygulanan sanayileşme politikaları, müdahaleci akımlar bağlamında değerlendirilmiştir. Özel sektörün yetersizliğinden ötürü devlet eliyle sanayileşmenin gerçekleştirildiği söz konusu dönemde dünyadaki farklı uygulamaların etkisi görülmüştür. Sanayileşmeye yönelik ülkedeki uygulamalar, Keynesyen İktisat, Sosyalizm ve Milliyetçi yaklaşımlar çerçevesinde değerlendirilmiştir.

Yapılan karşılaştırmalar sonucunda; Türkiye‟nin kuruluş dönemlerinde uygulanan sanayileşme politikaları, devlet müdahalesini ön planda tutsa da herhangi bir sistemin olduğu gibi benimsenmediği, ülke içi koşullar nedeniyle her sistemin belirli taraflarının uyarlandığı sonucuna ulaşılmıştır.

(9)

T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Öğ

renci

ni

n

Adı Soyadı Ayşen EDİRNELİGİL

Numarası 124226002001

Ana Bilim / Bilim Dalı İktisat/İktisat

Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora Tez Danışmanı Doç. Dr. Mehmet MUCUK

Tezin İngilizce Adı Industrialization Policies In Atatürk Period On The

Basis Of Interventionist Economics

SUMMARY

The relationship of state and economy is one of the most discussed issues in historical period. Classical approach support the market economy and economically restricted state, while interventionist approaches state that it is necessary the state intervention. In the period of foundation of Turkish Republic, both the circumstances in the country and the economic trends in the world were affected in determining the industrialization policies.

In this study, Turkish industrialization policies in the period of 1923 and 1939 are evaluated on the basis of interventionist stream. The period that the industrialization process is realized by the state since the inefficiency of private sector, it is seen the effect of different policy implementation in the world. The implementations about industrialization in Turkey are interpreted on the basis of Keynesian Economic Model, Socialism and National approaches.

As a result of the comparisons, it is seen that although the industrialization policies implemented in the period of foundation in Turkey keep at the forefront the state intervention, any system was not adopted as well. Because of the circumstances in the country, just the specific parts of the all systems were adopted in Turkey. Key Words: Industrialization Policies, Keynesian Economics, Interventionism

(10)

KISALTMALAR

ABD : Amerika Birleşik Devletleri

BBYSP : Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı

CHP : Cumhuriyet Halk Partisi

DSO : Devlet Sanayi Ofisi

GSMH : Gayri Safi Milli Hasıla

SSCB : Sovyet Sosyalist Cumhuriyet Birliği

T.A.Ş : Türk Anonim Şirketi

TCMB : Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası

TMO : Toprak Mahsulleri Ofisi TÜİK : Türkiye İstatistik Kurumu

(11)

TABLOLAR LĠSTESĠ

Tablo 1: Osmanlı Devleti‟nin Son Yıllarında Ulusal Gelir (Cari Fiyatlarla ve milyon

kuruş) ... 46

Tablo 2: Dünyada ve Türkiye‟de Kişi Başına Gelir, 1820-1913 ... 47

Tablo 3: Misak-ı Milli Sınırları İçindeki Nüfusun İller İtibariyle Dağılımı (1919) .. 49

Tablo 4: Milli Mücadele Başlarken Başlıca Şehirlerimizin Nüfusları ... 50

Tablo 5: İstanbul ve Çevresindeki İş Yerlerinde Çalışanların ve Sermayenin Milliyete Göre Dağılımı ... 51

Tablo 6: Osmanlı Devletinin Dış Ticaret Açıkları (1900-1913) ... 56

Tablo 7: Osmanlı İmparatorluğunun Son Döneminde Üretimin Tüketim İçindeki Payı ... 58

Tablo 8: 1921 Sanayi Sayımı Sonuçlarının Özeti ... 59

Tablo 9: 1923-1929 Dönemi GSMH, Sektörel Hasılalar ve Kişi Başına Milli GSMH (1948 Yılı Fiyatları, Milyon TL) ... 67

Tablo 10: 1924-1929 Dönemi Büyüme Oranları (%) ... 68

Tablo 11: Ziraat Bankası Kredileri ... 69

Tablo 12: Dış Ticaretin gelişimi (1923-1929) (Milyon dolar, %) ... 71

Tablo 13: 1927 Sanayi Sayımı Sonuçları ... 74

Tablo 14: Sanayi Sektörü Katma Değeri (1923-1933) (1948 Yılı Üretici Fiyatlarıyla) ... 74

Tablo 15: Tarım ve Sanayinin GSMH‟deki Payları (%) ... 75

Tablo 16: BBYSP Kapsamına Giren Sektörler ve Yatırım Miktarları ... 85

Tablo 17: 1932-1937 Yılları Arasında Devletin Devraldığı Kuruluşlar ... 87

Tablo 18: GSMH, Sektörel Paylar ve Kişi Başına GSMH: 1930-1938 ... 88

Tablo 19: 1930-1938 Dönemi Büyüme Oranları (%) ... 89

Tablo 20: Ziraat Bankası Kredileri 1933-1940(Cari Fiyatlarla, Milyon TL) ... 90

Tablo 21: Ulaştırma Sektörü ile İlgili Temel Göstergeler 1923-1938 ... 92

Tablo 22: Dış Ticaret Verileri, 1933-1939 (Cari Fiyatlarla, Milyon TL) ... 93

(12)

GĠRĠġ

İktisadi düşünceler tarihi açısından bakıldığında devlet olgusunun, her zaman iktisadi tartışmaların bir parçası olduğu görülmektedir. Modern anlamda devletin var olmadığı Eski Yunan, Roma dönemlerinde bile filozoflar tarafından yönetimin iktisadi alanda yerine değinilmiş, kendinden sonraki dönemlere öncülük eden düşünceler ortaya çıkmıştır. Dünyada ticaretin gelişmesi ve feodal düzenin yerini alan etkin devletlerin ortaya çıkması ile tarihte ilk iktisadi sistem olarak karşımıza çıkan merkantilizm ile başlayan ve sonrasında fizyokratlar, klasik iktisatçılar ve klasik iktisadı eleştiren doktrinler tarafından devletin ekonomiye müdahalesinin sınırları belirlenmeye çalışılmıştır. Ülkeler, gelişen yeni iktisadi akımların etkisi altında kalarak kendi iktisadi politikalarına yön vermişlerdir.

20. yüzyılda Kurtuluş Savaşı sonrası siyasi bağımsızlığına kavuşan ve yeni bir döneme başlayan Türkiye Cumhuriyeti‟nde de, iktisadi bağımsızlığa bir an önce ulaşabilmek için politika arayışları başlamıştır. İktisadi politikaların belirlenmesinde Osmanlı‟dan devralınan ekonomik miras, savaş sonrası olumsuz koşullar ve pek çok ülke içi koşullar etkili olmuşsa da, dünyadaki ekonomik gelişmeler ve iktisadi akımlar da yeni politika arayışlarında önemli rol oynamıştır. Özellikle 1929 Ekonomik Krizi ile tüm dünyayı etkisi altına alan Büyük Buhran, müdahaleci akımların etkisini arttırmasını sağlamış ve bu durum Türkiye‟nin iktisadi politikasına yön veren önemli gelişmelerden biri olmuştur.

Bu çalışmada, Cumhuriyet‟in kuruluş dönemi olan ve iktisadi politika arayışlarının yaşandığı 1923-1939 dönemi, söz konusu müdahaleci iktisadi akımlar açısından ele alınmıştır. Çalışma üç bölümden oluşmaktadır. İlk bölümde Eski Yunan döneminden 1930‟lu yıllara kadar ortaya çıkmış iktisadi akımların devletin ekonomideki yeriyle ilgili görüşleri incelenmiştir. İkinci bölümde Türkiye‟de 1923-1939 yılları arasında yaşanan iktisadi gelişmeler ve uygulanan politikalar ele alınmıştır. Üçüncü bölümde ise, Türkiye‟de uygulanan politikalar, iç ve dış etkenler gözetilerek, devlet müdahalesini savunan iktisadi akımlar açısından değerlendirilmiş, bu akımlarla benzeyen ve ayrılan yönleri tartışılmıştır.

(13)

I.BÖLÜM

TARĠHSEL SÜREÇTE EKONOMĠ ve DEVLET ĠLĠġKĠSĠ 1.1.Devlet Olgusunun Tanımı ve Temel ĠĢlevleri

Günümüzde faaliyet alanı ve ekonomideki yeri ile ilgili birçok tartışmaya konu olan devlet olgusu insanoğlunun, eski çağlardan bu yana ilgilendiği bir alandır. Tarihsel süreç içinde devlet olgusu pek çok kez tanımlanmış ve devletin yetki ve sınırlarını belirlemek üzere yoğun çalışmalar yapılmıştır. Doğuşundan günümüze kadar, içinde bulunduğu siyasi ve ekonomik koşullara ve yaşanan sosyoekonomik olaylara paralel olarak devletin görev ve yetkileri değişim göstermiştir.

Devletin tanımı ve nasıl oluştuğu konusunda fikir birliği olmadığından farklı tanımlamalar mevcuttur. Günümüzde devlet, belirli sınırları olan bir toprak parçası üzerinde yaşayan belirli bir insan topluluğunu idare eden, aynı toprak sınırları içinde faaliyet gösteren diğer organizasyonlardan farklılaşmış, özerk, merkezileşmiş ve bölümleri birbirleriyle resmi bir koordinasyon içinde çalışan organizasyon şeklinde tanımlanmaktadır (Tilly, 1975: 70). İnsan ihtiyaçlarının artması ve karmaşıklaşması sonucu sosyal düzeni sağlamak üzere ortaya çıktığı düşünülen devlet, tarihten günümüze birçok şekilde tanımlansa da tüm tanımların ortak noktası olan üç unsur öne çıkmaktadır. Buna göre devletin birinci unsuru insan topluluğu yani millet, ikinci unsuru toprak yani ülke, üçüncü unsuru olan iktidar unsuru ise egemenliktir. Bir organizasyon ancak bu üç unsura aynı anda sahip olduğunda devlet olarak tanımlanmaktadır (Gözler, 2009:4). Devlet, söz konusu egemenliğini güç kullanma, kanun koyma ve meşruiyet unsurlarından almaktadır. Önceleri bir hükümdar ya da hükümdar ailesine ait egemenlik ve saltanat anlamında kullanılan devlet bugün meşruiyetini halktan ve kanunlardan almaktadır (Tüleykan, 2010: 87).

Devletin doğuşu ise doğal oluşum tezi, uzlaşmacı tez, çatışmacı tez ve ekonomik tez ile farklı şekillerde açıklanmıştır. Doğal oluşum tezinin öncüleri olan Eflatun (M.Ö. 427-347) ve Aristo (M.Ö. 384-322), insanların tek başına ihtiyaçlarını karşılamada yetersiz kaldığını, bu nedenle toplumsallaşma ve iş bölümünün kendiliğinden oluştuğunu savunmuşlardır. Uzlaşmacı teze göre ise insanlar zaman

(14)

içinde uzlaşmanın kendileri için daha iyi olacağına karar vermiş ve akıl yolu ile insanların eşit ve adil olmasını sağlayacak bir güç oluşturulmuştur. Çatışmacı tez ise devletin doğuşunu bir toplumun ya da bir sınıfın diğerini boyunduruk altına alıp ekonomik olarak sömürmek istemesine dayandırmıştır. Ekonomik teze göre ise devlet ihtiyaçtan doğmuştur (Demir O. , 1997:3-11).

Zaman içinde dünya genelinde yaşanan değişimler, devletin teorik yapısını ve uygulamalarını değiştirmiş ve özellikle devletin ekonomideki rolü konusunda farklı görüşler savunulmuştur. Bu nedenle devletin ekonomideki rolü, görev ve yetkileri, piyasaya müdahalesi ile ilgili farklı yaklaşımlar bulunmaktadır. Bu görüşler genel olarak liberal görüş ve müdahaleci görüş olarak iki ana grup altında toplanmakta ve birbirlerinden farklı kuramsal açıklamalar yapılmaktadır.

Liberal görüşe göre devlet, en dar alanda faaliyet göstermelidir ve devletin gücü, hukuku uygulamakla sınırlandırılmıştır. Liberal bakış, devletin faaliyet alanını savunma, güvenlik ve adalet hizmetleri olarak belirlemiş ve bu doğrultuda devleti dışarıdan gelecek saldırılara karşı ülkeyi koruma, ülkenin içinde düzeni sağlama, suçluları cezalandırma ve bireyler arasındaki uyuşmazlıkları çözme ile görevlendirmiştir. Bunun dışında kalan ekonomi, sağlık, kültür, konut, çalışma vb alanlarda devlet müdahalesi kesinlikle olmamalıdır (Gözler, 2009: 27). Ekonomi alanında devlet için önemli olan metodolojik olarak bireysel değerler ve amaçlardır. Birey merkezli bir piyasada, kişiler kendi çıkarları doğrultusunda hareket ederken toplum amaçlarına da hizmet ederler çünkü toplumun bireysel amaçlardan ayrı bir amacı yoktur (Biber, 2008: 59). Serbest piyasanın savunulduğu liberal görüşte piyasa bireyler arasındaki mübadelelerin sağlıklı bir şekilde gerçekleşmesini sağlayacak derecede etkin olduğu ve siyasi bir müdahalenin üretim ve bölüşümde etkinsizliğe sebep olacağı savunulmaktadır (Barry, 2004: 75).

Müdahaleci görüş ise devletin sosyal ve ekonomik alanlara da müdahalesini zorunlu bulmakta ve özellikle ekonomiyi tamamen kontrol altına alması gerektiğini savunmaktadır. Bu görüşe göre devlet tanımı, faaliyet alanı ve görevleri daha geniş bir şekilde ele alınmıştır. Bu bağlamda devlet, „vergi toplama, para basma ve toplum adına borçlanma tekelini elinde tutan, bu yolla topladığı gelirleri cari, yatırım ve

(15)

transfer harcaması şeklinde harcayan, yurttaşlar arasındaki sorunların çözümünde hakem rolü üstlenen ve bu yolda güç kullanabilen, hak ve özgürlükleri güvence altına alan organize bir güçtür‟ şeklinde tanımlanmıştır (Demir, 1997:2).

Bir toplumun ekonomisinin hiç müdahale olmaksızın kendi kendine mi işlemesi gerektiği, devlet müdahalesinin gerekli olup olmadığı, devletin ekonomiye ne ölçüde müdahil olması gerektiği konuları tüm iktisat okulları tarafından tartılmıştır. Bu konuda liberaller ve sosyalist iktisatçılar iki uç noktayı temsil etmektedir. Liberal görüş devleti ekonominin tamamen dışında bırakırken sosyalist iktisatçılar ekonomideki bütün faaliyetlerin kaynağını devlete bağlamışlardır (Küçükkalay, 2011: 30). Bu iki uç görüşün arasında kalan diğer iktisadi görüşler ise devletin ekonomiye müdahalesinin miktarı ile ilgilenmiş ve buna göre değerlendirmeler yapmışlardır. Öyle ki iktisat kuramının tarihi, devletin ekonomiye müdahalesini gerekli ve yararlı bulanlarla gereksiz ve zararlı bulanlar arasındaki mücadelenin tarihi olarak tanımlanmaktadır (Savaş, 1994: 1).

1.2. Ġktisadi Ekollerde Devlet AnlayıĢı

İlk çağlardan bugüne kadar devlet kavramı, farklı dönemler ve ideolojiler çerçevesinde değerlendirilmiş ve tanımlamalar yapılmıştır. Bu bölümde devlet kavramı, Eski Yunan döneminden başlayarak Keynesyen İktisadın ortaya çıktığı 1930‟lu yıllara kadar geçen sürede ortaya çıkan iktisadi akımlar bağlamında incelenmiştir.

1.2.1.Eski Yunan, Roma ve Ortaçağ

Günümüzde matematik, edebiyat, mimari gibi ayrı bilim dallarının konusu olarak ele alınan birçok sorunun, Eski Yunan döneminde genel olarak felsefe başlığı altında incelendiği ve bu bağlamda iktisadi düşünce ve iktisadi analizin alanına giren bazı konuların da ele alındığı bilinmektedir (Bocutoğlu, 2012:4). Önceleri yok denecek kadar az olan iktisadi düşünce daha sonra evreni, insanı ve varoluşu anlama çabaları altında dağınık da olsa var olmuştur.

(16)

Eski Yunanlar devlet için „site‟ yani „şehir‟ anlamına gelen „polis‟ terimini kullanmışlar ve bununla şehirde oturanların oluşturduğu topluluğu kastetmişlerdir (Gözler, 2009: 7). İktisadi faaliyetlerin dar bir alanda sınırlı kalmasının nedeni Eski Yunan medeniyetinin şehir devletlerinden oluşması, şehir devleti ekonomisinin tarım sektörüne dayanması, emeğin kölelerden meydana gelmesi ve üretimin, ticaretin ve paranın olmadığı bir ekonomi için düşünce üretmenin gereksizliği olmuştur. Yönetim anlayışının, ataerkil krallığın ve zengin bir azınlığın üstünlüğüne dayalı olduğu ve bugünkü anlamıyla bir devletten söz edilmediği görülse de şehir devletlerinin yönetimine, siyasal sisteme ve dünyayı anlama çabalarına odaklanılmış olması, iktisadi düşünceyi bir bütünün parçası olmaktan öteye taşımamıştır (Küçükkalay, 2011: 42). Buna rağmen iktisadi düşüncenin felsefi kaynağının çıkış noktası, diğer pek çok bilim dalında olduğu gibi Eski Yunan düşüncesidir. Yunan düşüncesi, kendinden sonraki düşünce hayatını doğrudan doğruya etkilemiştir.

Paranın kullanılmaya başlanması gibi zaman içinde ortaya çıkan ticari gelişmeler, Yunan toplumunun ekonomik, sosyal ve siyasal koşullarını değiştirmiş ve bu alanlarda düşünülmesi gereken daha çok sorunun ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu andan itibaren iktisadi doktrinler tarihini etkileyecek düşünceler artmıştır. Bu bağlamda etkilerinin derinliği ve devamlılığı ile Eflatun ve Aristo önemli düşünürler olarak karşımıza çıkmaktadır. Daha çok siyasal sorunları ele aldıkları görülen bu düşünürler ekonomik sorunları da bu çerçevede değerlendirmiştir (Selik, 2015: 25).

Eserlerinde ideal devletin nasıl oluşturulması gerektiğini ve ideal devlete ulaşmak için izlenecek politik ve ekonomik reformları ele alan Eflatun (MÖ 427-347) özellikle adalet konusunu incelemiştir. Eflatun‟a göre toplum ve devlet, insanın ihtiyaçlarının çokluğu ve bunları tek başına gideremeyişinden doğmuştur (Selik, 2015: 39). İnsanların farklı işlere yatkınlığını ve bu yüzden toplumda iş bölümü ve uzmanlaşmanın gerekliliğini savunan Eflatun ideal devletin doğal bir sonucu olarak yönetenler(idareciler, profesyonel askerler) ve yönetilenler (çiftçiler, zanaatkârlar, tüccarlar ve dükkân sahipleri) ayrımını ortaya koymuştur. Yönetici sınıf için ortak mülkiyetin konması gerektiğini savunan Eflatun bu düşüncesini yönetici sınıfın zamanının tamamını yönetim işine ayırması gerektiği ve bu nedenle geçim

(17)

kaygısının olmaması gerektiği ilkesine dayandırmıştır. Hatta bu düşüncesini bir adım ileriye taşıyarak ortak mülkiyetin kadınlar ve çocuklar için de geçerli olması gerektiğini savunmuştur. Eflatun ayrıca bireysel çıkarlar konusunda da devlet için iyi olanın birey için de iyi olacağını savunmuştur. Devleti ön plana çıkararak bireyi devletin amaçları içinde eriten bu düşünce bugün bile tartışılan konuların başında gelmektedir (Bocutoğlu, 2012:7).

Eflatun‟un öğrencisi olan ve „Politika‟ ve „Ahlak‟ eserlerini ortaya koyan Aristo‟nun (M.Ö. 384-322) bütün bilim dalları için geliştirdiği analitik bakış açısı ve tümevarım yöntemi iktisat bilimi tarafından da benimsenmiştir. Aristo da Eflatun ile benzer konuları ele almış ve ideal devletin nasıl olması gerektiğini incelemiştir. Aristo ve Eflatun birçok konuda hemfikir olup benzer görüşleri savunmuşlardır. İkisi de tarıma önem verirken ticaret, servet, faiz gibi konularda olumsuz yaklaşımlar sergilemişlerdir (Özgüven, 1997: 28). İdeal devlet ile ilgili görüşleri benzerlik göstermekle birlikte, Eflatun‟un özellikle yönetici sınıf için ortak mülkiyet teklif etmesine karşılık, Aristo özel mülkiyet taraftarıdır. Genel olarak bakıldığında ise Eflatun daha toplumcu ve devletçi bir iktisadi düşünceye sahipken, Aristo‟nun iktisadi düşünceleri mevcut toplumcu ve devletçi yapı içinde bireyi öne çıkarmaktadır (Bocutoğlu, 2012: 10).

Romalılar ise „devlet‟ için „site, medine, şehir devleti‟ anlamlarına gelen „civitas‟ veya „kamu malı, herkese ait şey‟ anlamlarına gelen „respublica‟ sözcüklerini kullanmışlardır. Civitas hukukta „medeni hakları kullanma ehliyetine sahip yurttaşlar topluluğu‟ şeklinde tanımlanmıştır. Medeni hakları kullanma yetkisi ise ancak şehre kabul edilenlere tanınmıştır. Bu bağlamda civitas devletin sadece insan unsuruna göndermede bulunarak modern devlet kavramını karşılayamamaktadır (Gözler, 2009:8). Bugünkü anlamda bir devlet olgusundan bahsedilemese de başta tarım alanındaki örgütlenme ve uygulamaları ve hukuk alanında kaydedilen ilerlemeler olmak üzere Roma‟da kendinden sonraki dönemleri etkileyecek önemli gelişmeler yaşanmıştır (Erim, 2007:5).

En önemli düşünürleri aslında hukukçular olan Roma‟da, kanunlar o dönemi en iyi anlatan belgeler olarak günümüze kadar gelmiştir. Ayrı bir konu olarak ele

(18)

alınmayan iktisat ise bu hukuk sistemi içerisinde parçalar halinde yer alarak iktisadi düşüncenin gelişmesine katkıda bulunmuştur. Özel mülkiyet, müdahalecilik ve bireycilik Roma hukukunda yer alan ve daha sonra da etkisini sürdüren en önemli iktisadi konuların başında gelmektedir.

Eski Yunan düşünürleri tarafından da ele alınan özel mülkiyet konusu en geniş anlamda Roma hukukunda yer almıştır. Özel mülkiyet Roma hukukunda mutlak bir hak olarak savunulmuştur. Bu hak ile kamu yararı dışında mülkiyete hiçbir şekilde müdahale edilemezken, mülk sahibinin mülkünü istediği şekilde kullanabileceği ifade edilmiştir. Ayrıca bu hak zamanla ulusal olmaktan çıkarılarak uluslararası bir hak niteliği kazandırılmıştır (Özgüven, 1997: 30). Özel mülkiyet ile birlikte sözleşme özgürlüğüne de önem verilerek bireycilik ön plana çıkarılmıştır. Ekonomik faaliyetlerde serbestlik anlayışının yayılması, modern ticaret ilişkilerinin ve dolayısıyla ekonominin gelişmesini sağlamıştır (Savaş, 2007: 81). Bireyin temel alınarak, özel mülkiyetin toplum ilişkilerini düzenleyen önemli bir kurum olarak gelişmesi, özgür vatandaş statüsüne kavuşmuş olan bireyler arasında serbest anlaşmaların yapılması, sözleşmenin devlet koruyuculuğu altında gelişmesi ve yayılması; bugünkü dünya düzeni ve uygarlığı için oldukça önemli gelişmelerdir (Yalçın, 1983: 93). Romalıların serbestlik anlayışının daha sonra kurulacak olan doktrinler üzerinde etkili olduğu görülmektedir.

Özel mülkiyet ve sözleşme serbestliği, devletin ekonomiye müdahale etmediği anlamına gelmemektedir. Özellikle mali bunalımlarım yaşandığı son dönemde devletin ekonomiye yoğun müdahaleleri tarih belgelerinde göze çarpmaktadır. Müdahaleciliğe yol açan başlıca sebepler arasında özellikle gıda maddelerinin temininde yaşanan güçlükler ve uzun süren savaşlar gösterilmektedir. Bu bağlamda, devlet ürün piyasasına el koyarak, yüzyıllarca uygulanan pek çok müdahaleci yasa çıkarmıştır (Özgüven, 1997: 30). Devletin ekonomiye müdahalesini açık bir şekilde gösteren uygulamalar şu şekilde özetlenebilir:

 Mali bunalım dönemlerinde devlet bir banka kurmuş, profesyonel bankerleri destekleyerek borçlulara yardım etmiştir (Savaş, 2007: 81).

(19)

 Savaşlar nedeniyle artan gelir ihtiyacını karşılayabilmek için vergiler ağırlaştırılmıştır (Güran, 2012: 29).

 Narh fiyatları uygulanarak devletin aldığı ürün fiyatları, serbest piyasa fiyatının altında belirlenmiştir. Ayrıca ekmeğin doğrudan devlet tarafından satılması kararlaştırılmıştır (Özgüven, 1997: 30).

 Cilicia olarak bilinen bölgede gıda maddeleri depolayan Yunanlı ve Romalı tüccarlar, halka satış yapacak dükkânlar açması konusunda ikna edilmiş, buğday stoklayıp bunları halka yüksek fiyattan satan tüccarlara para cezası verilmiştir. Ayrıca pazarlarda satılan malların denetlenerek hileli ve bozuk mallara el konulduğu da tarihi belgelerde yer almaktadır (Savaş, 2007: 81).  Paranın ayarıyla oynanmış ve değeri sürekli düşürülmüştür (Güran, 2012: 29).

 Yerli üreticilerin, dış rekabetten korunması için önlemler alınmış, örneğin o dönemin önemli gıda maddelerinden olan zeytinyağının fiyatı kontrol altında tutulmuştur. Ayrıca altın, gümüş gibi kıymetli madenlerin ihracına engel olunmuştur(Savaş, 2007: 81).

 Her meslek grubundan insanların bir esnaf cemiyetine girmesi mecburi hale getirilerek vergi gelirlerinin daha kolay toplanabilmesi amaçlanmıştır ve bu bağlamda esnaf dernekleri birer devlet organına dönüştürülmüştür (Güran, 2012: 29).

 Tarım sektöründe ise göçe engel olmak ve kırsal kesimden alınan vergileri garanti altına alabilmek için çiftçileri bulundukları topraklara bağlayıcı kanunlar çıkarılmıştır (Güran, 2012: 29).

Tüm bu müdahalelerin sonucunda olumlu bir sonuç elde edilememiştir. Ağır ve adaletsiz vergileme, köylülerin ve esnafın durumunun kötüleşmesine ve zenginle yoksul arasındaki eşitsizliğin artmasına yol açmıştır. Mali yönden ise bütçe açıkları artmıştır. Halk tembelleşirken kara borsa ve kaçakçılık artmıştır. Uzun süren müdahaleci uygulamalar amacına ulaşamayarak başarısız olmuştur (Güran, 2012: 29; Özgüven, 1997:30).

(20)

Avrupa tarihinde 5. Yüzyıl ile 15. Yüzyıl arasında kalan döneme Ortaçağ adı verilmektedir. J. A. Schumpeter, Ortaçağın başlangıcından St. Thomas Aquinas dönemine gelene kadar yaklaşık 500 yıllık bir dönemde, İktisadi düşünce tarihi açısından değerlendirilecek hiçbir gelişme olmadığından, analizlerinde yok saymış ve bu döneme „great gap‟ yani büyük boşluk adını vermiştir (Schumpeter, 1986: 70). Ancak söz konusu büyük boşluk dönemi tespiti yalnız Avrupa iktisadi düşünce tarihi içinde değerlendirilmelidir. Çünkü aynı dönem özellikle Türk-Arap İslam medeniyetlerinin en üst seviyeye ulaştığı bir dönem olarak karşımıza çıkmaktadır (Küçükkalay, 2011:113).

Büyük boşluk dönemi nedeniyle ancak son dönemleri incelenebilen Ortaçağ iktisadi düşüncesi, Eski Yunan, Roma ve Hristiyanlığın iktisadi hayat ile ilgili görüşlerinin sentezlenmeye çalışıldığı bir dönem olmuştur (Bocutoğlu, 2012: 14). Bu bağlamda karşımıza iki önemli kavram çıkmaktadır: feodalizm ve skolastisizm. Feodalizm (derebeylik) Ortaçağda merkezi otoritenin zayıflaması ve dış saldırıların başlaması ile korku ve güvensizlik duyan köylülerin bir kuvvetlinin, bir senyörün (derebeyi) koruması altına girmesiyle ortaya çıkmıştır. Köylüler bu korunma ve geçinme karşılığında topraklarını senyörlere, aristokratlara bırakmıştır. Bu durum Ortaçağ Avrupa‟sında yeni bir siyasal, sosyal ve ekonomik düzen oluşmasına neden olmuştur (Özgüven, 1997: 33).

Ortaçağa ait bir diğer önemli kavram ise skolastisizmdir. Ortaçağ dünyasına yön veren skolastik düşüncenin ana kaynağını Hristiyanlık oluşturmaktadır. Din adamları, aynı zamanda bilim adamı da sayıldıklarından kendilerine okul mensubu anlamına gelen „scholastic‟ adı verilmiştir (Savaş, 2007: 92). Ortaçağın son dönemlerinde bu düşünce sistemi reformlarla dönüşerek devlet, insan, toplum, adalet, eşitlik, dünya, zenginlik ve akıl gibi unsurlara ilişkin düşüncelerinde de değişiklikler meydana gelmiştir.

Skolastik düşünceye göre devlet gücünün kaynağını Tanrı‟dan almaktadır. Devleti bir çeşit büyük özel kuruluş olarak ele alan skolastik düşünürler, gelirlerini sahip olduğu topraklardan elde eden hükümdarın mülkünü, özel mülk olarak düşünmüşlerdir. Bugünkü anlamda bir vergi söz konusu değildir ve devletin görevi

(21)

bazı malların fiyatını belirlemek, alıcı ve satıcının zarara uğramasına engel olmak olarak belirtilmiştir. Devletin diğer yükümlülüklerini ise halkın korunması, yoksullara yardım edilmesi, güvenli ulaşım yollarının yapılması ile ağırlık ve uzunluk ölçü birimlerinin belirlenmesi ve madeni para sisteminin kurulması olarak belirlemişlerdir. Devlete bu şekilde farklı sorumluluklar yüklenmiş olmasına rağmen, devlet yönetimi çoğu kez etkisiz kalmış, kuralların uygulanmasını sağlayamamıştır (Savaş, 2007:130).

1.2.2. Merkantilizm

On beşinci yüzyılın ortalarından on sekizinci yüzyılın ortalarına kadar yaklaşık üç yüzyıllık dönemi kapsayan ve genel olarak devletlerin zenginlik kaynağını; altın ve gümüş gibi kıymetli madenlere sahip olmaya dayandıran iktisadi düşünceler bütününe merkantilizm adı verilmiştir (Mucuk, 2015:259). Merkantilizm tarihte ilk iktisat doktrini ve iktisat politikası olarak karşımıza çıkmaktadır (Özgüven, 1997: 41). Bu üç yüzyıl içinde ekonominin Antik Yunan‟da Aristo, Ortaçağ‟da St. Thomas Aquinas ya da daha sonraki yıllarda Smith, Marx veya Keynes gibi iktisadi bir sözcüsü olmadığı görülmektedir. Bu bağlamda merkantilizmi sistemli ve tutarlı bir doktrin olarak görmeyenler olduğu gibi, devlet adamlarının, sivil görevlilerin ve iş adamlarının düşüncelerinin sonucu olan bir „sistem‟ olarak tanımlayanlar çoğunluktadır (Galbraith, 2004: 38).

Ortaçağın sonlarına doğru yaşanan gelişmeler özellikle Batı Avrupa ülkelerinde ekonomik temelleri büyük ölçüde değiştirmiştir. Orta Çağda büyüyen şehirler giderek daha önemli hale gelmiş ve ticaret gerek ülke içinde gerekse ülkeler arasında gelişerek paranın kullanımı yaygınlaşmıştır. Denizciliğin kısmen gelişmesiyle Amerika kıtasında altının keşfedilmesi, bu altınların Avrupa‟ya aktarılmasını ve ticaret hacminin daha da büyüyerek sermayenin arttırılmasını sağlamıştır (Bocutoğlu, 2012: 17). Bu coğrafi keşifler aynı zamanda ticaret alanını genişletmiş ve küçük ölçekli yapılan tarımsal üretimde üretim tekniği değişmiş, tarımsal üretim piyasaya yönelmiştir (Kazgan, 2014: 43).

(22)

Ticarette yaşanan bu gelişmeler, farklı ülkelerin tüccarlarının çıkar çatışmalarına neden olmuş ve kendilerini rekabetten koruyacak merkezi bir güce olan ihtiyaç artmıştır. Tarımsal ve feodal düzenden ticaretin ve sanayinin yaygın olduğu bir sisteme geçebilmek için güçlü ve etkin bir devlet kaçınılmaz olmuştur (Öztürk, 2006: 18). Bu dönemde feodalizm bazı ülkelerde etkisini göstermeye devam etmiş olsa da İngiltere ve Fransa başta olmak üzere Avrupa‟da ulus devletler ortaya çıkmaya başlamıştır. Feodal düzen yerini merkezi otoriteye bırakmış ve merkezi otoritenin amaçlarına nasıl ulaşacağı sorusu politikanın ortaya çıkmasını sağlamıştır (Savaş, 2007:140).

Bu şartlar altında ortaya çıkan merkantilist düşünceye göre tek zenginlik kaynağı altın ve gümüştür. Bu madenlerin uzun ömürlü ve saklanabilir olmalarının yanı sıra piyasa ve ticaretin gelişmesinin de etkisiyle zenginlik ve değerli madenler arasında doğrudan bir ilişki kurulmuştur (Küçükkalay, 2011:177). Bireylerin zenginliği gibi devletlerin zenginliği de diğer devletlerden daha fazla altın ve gümüşe sahip olmasıyla açıklanmıştır. Temelinde milliyetçilik duygusu yatan merkantilist düşüncede, dünyadaki rekabetin karşısında durabilmek için her alanda güçlü bir devlete sahip olmak önemlidir (Yalçın, 1983:134). Temel amacı bireyden ziyade devletin ve ulusun zenginleşmesi olan merkantilizme göre bir devletin zenginleşebilmesi, diğer devletlerden daha fazla altın ve gümüş miktarına sahip olmasına bağlıdır. Dünyadaki altın ve gümüş miktarı sabit olduğundan kıymetli madenler diğer devletler aleyhine elde edilmelidir. Bu durum devletleri karşı karşıya getireceğinden güçlü bir ordu ve bunun için gerekli olan fazla nüfusa ihtiyaç ortaya çıkmaktadır (Küçükkalay, 2011: 176).Kıymetli maden stoku ise dış ticaret yolu ile arttırılmaktadır. Bu nedenle devletler ödemeler dengesinde fazla verip dışarıdan daha geniş hacimde altın ve gümüş girmesini teşvik edecek önlemler almıştır (Yalçın, 1983: 134). Devletin ihracatı özendirip ithalatı sınırlandıran bu politikasının yanı sıra merkantilist uygulamaların bir sonucu olarak devletler dünya ticareti içindeki paylarını artırabilmek için dünyayı sömürgeleştirme eylemlerine yönelmiştir (Öztürk, 2006: 18).

(23)

Temel amaç devletin ve ulusun çıkarlarını maksimum seviyeye çıkarmak olunca, devletin ekonomi içinde yer alması kaçınılmaz bir sonuç olmuştur. Paraca ve askerce güçlü olan devletin tüccarını koruması istenmiş ve bunun sonucu olarak devlet ihracatı teşvik etmiş, ithalatı sınırlandırmış, üretim ve tüketimi kontrolünde tutmuştur. Merkantilistler, devlet müdahalesi ile özel teşebbüs, rekabet ve özgürlüğün çelişmediğini savunmuş ve özgürlüğü devletin genel olarak yararlı işlerin yapılmasına izin vermesi şeklinde tanımlamışlardır (Demir, 1997: 19). Bu bağlamda devlet özel girişime karşı olmayıp, devlet yararına olan işleri teşvik etmiş, ekonomik gelişmeye engel olacak faaliyetleri yasaklamış ve gerekirse bu faaliyet alanlarında girişimci olmuştur. Sanayileşmede devletin öncülüğü, gerektiğinde sanayi kuruluşlarının kurulup işletilmesi ve denetlenmesi de merkantilist düşüncede devletin görevleri arasında yer almıştır. Sonuç olarak merkezileşme, zenginleşme ve yayılmacılık bu dönemde devletin öne çıkan özellikleri olmuş ve devletin ekonomide kural koyucu, denetleyici ve gerektiğinde piyasada oyuncu olarak yer aldığı müdahaleci bir devlet anlayışı söz konusu olmuştur (Tüleykan, 2010: 89).Güçlü devletle tüccarların çıkarları aynı doğrultuda olduğu için, merkantilist düşünce „mutlak monarşi ve yeni gelişen devletlerin öğretisi‟ olarak yaklaşık üç yüzyıl iktisadi düşünceyi temsil edebilmiştir (Kazgan, 2014: 44).

Uygulamada İngiltere, Almanya, Fransa ve İspanya‟da farklılıklar gösteren merkantilist öğreti, bu nedenle farklı biçimlere bürünmüştür. Buna göre; ülke zenginliğinin artmasında dış ticareti ön plana çıkaran model İngiliz Merkantilizmi (Ticari Kapitalizm), Kamu müdahalesi ile devlet hazinesinin ve devletin güçlendirilmesini savunan model Alman Merkantilizmi (Kameralizm), devlet müdahalesi ile sanayinin güçlendirilmesini öneren model Fransız Merkantilizmi (Kolbertizm) ve ülkenin zenginliği için maden birikimini teşvik eden modelse İspanyol Merkantilizmi (Külçecilik) olarak adlandırılmıştır (Yalçın, 1983: 135-140).

1.2.3. Fizyokrasi

Merkantilizmle birlikte, altın ve gümüş az sayıda ülkede toplanarak para kaybeden ülkelerin satın alma gücü ve dış ticaretteki payı azalmış, para kazanan ülkelerde ise enflasyon ortaya çıkmış ve ihracat yapamaz hale gelmişlerdir. Sonuçta

(24)

tek taraflı çıkara dayanan merkantilist politikalar ve devletin görünen eliyle yapılan düzenlemeler başarısız olmuştur (Demir, 1996: 19). Merkantilizmin teorik görüşlerine ve ekonomik yaşamdaki uygulamalarına en şiddetli tepki Fransa‟da olmuştur. Fransız merkantilizmi tarafından benimsenmiş olan ve sanayinin teşvik edilmesine dayanan iktisat politikası yaklaşımı ekonomisi tarıma dayalı olan Fransa‟da başarılı olamamış ve Fizyokratik Ekolün entelektüel itirazlarına zemin hazırlamıştır (Barber, 1999: 24).

Başarısız savaşlar, ağır vergi yükü ve adil olmayan vergi toplama yöntemleri ile halk giderek fakirleşmiş ve sonunda Fransız ihtilaline yol açan büyük bir sefalet yaratmıştır. Bu ortamda Fizyokratlar, bir takım ekonomik düzenlemelerle ortaya çıkarak halk ayaklanmasını önlemek istemişlerdir. Bu amaçla iktisadi düşünce tarihinde ilk kez, François Quesney gibi tanınmış bir lider öncülüğünde ve bu lideri destekleyen düşüncelerini savunan yazarların olduğu bir dergiye sahip olan bir düşünce okulu oluşturmuşlardır (Savaş,1994:225). Daha sonra, hem Fransa hem İngiltere‟de yeni gelişen sanayi kapitalizminin savunucusu olmuşlardır.

Fikirleri genellikle ortak bir konumla bağlantılı olan fizyokratlar arasında üç isim öne çıkmıştır. Bunlardan ilki; Fizyokrasinin de kurucusu kabul edilen ve Tableau Economique adlı eserinde servetin oluşturulması için gerekli olan artık değerin doğuşunu ve toplumsal sınıflar arasında dolaşımını inceleyen François Quesney‟dir. Öne çıkan bir diğer isim ticari çıkar konusundaki güçlü görüşleri ile Anne Robert Jacques Turgot‟tur. Son olarak tarım üzerine bir gazete yayınlayan ve sonrasında Quesney‟in yazılarını toplayan ve La Physiocratie başlığıyla yayınlayan Pierre Samuel du Pont de Numours öne çıkan fizyokratlar arasında yer almıştır (Galbraith, 2004: 54).

Merkantilizm, ticari kapitalizmin ve mutlak monarşilerin iktisadi düşüncelerini yansıtırken Fizyokrasi girişimci çiftçiyi, büyük ölçekte üretim yapacak tarımsal üreticiyi öne çıkarmak isteyen reformların öğretisi olmuştur(Kazgan, 2014: 64). Tarımsal üretimi zenginlik kaynağı olarak gören fizyokratlar tarım sınıfı dışında kalanları üretken olmayanlar şeklinde tanımlarken ekonomiye katkılarını inkâr etmemiştir (Turanlı, 2011: 52). F. Quesney tarafından geliştirilen Ekonomik Tabloda

(25)

malların ve paranın döngüsü analiz edilmiş ve bu anlamda iktisat biliminin ilk modeli oluşturulmuştur. Bu tabloya göre toplum üç sınıftan oluşmuştur: toprak sahipleri, tarımsal kiracılar ve üretken olmayan sınıflar. Bu tabloda da üretken sınıf tarımsal üreticiler olarak ele alınmış, zanaatkârlar, tüccarlar ve sermaye sahipleri üretken olmayan sınıflara dâhil edilmiştir. Dış ticarete olumsuz yaklaşıldığı için ekonominin dışa kapalı olduğu kabul edilmiştir (Bocutoğlu, 2012: 36).

Yeni gelişen girişimci sınıf, faaliyetlerini kısıtlayan bütün sınırlandırmalara karşı çıkmış ve özgürlük, bireysel girişim ve bireysel denetim istemiştir (Kazgan, 2014:51). Fizyokratlara göre, doğal kanunlara müdahale edilmediği sürece her şey kendi seyrinde ilerleyecek ve sorun olmayacaktır. Düşüncelerini doğal yasa fikrine dayandıran fizyokratlar, bir toplumun iktisadi düzeninin temelinde kişisel çıkar ilkesinin bulunması gerektiğini savunmuşlardır (Gide ve Rist, 1913: 33). Kişilerin özgürlüğünü ise devletin temin etmesi gerektiğini belirtmişlerdir. Bu bağlamda devletin görevleri iç ve dış güvenliğin temin edilmesi, alt yapı hizmetlerinin sağlanması olarak sınırlandırılmış ve devletin ekonomik hayata müdahalede bulunması kesinlikle reddedilirken yalnızca insanın canını, malını ve hürriyetini korumakla sorumlu tutulmuştur. Bu yönüyle fizyokraside, merkantilizmin tersine devlet müdahalesinin çok az olduğu liberal bir ekonomi anlayışı söz konusu olmuştur(Tüleykan, 2010: 90). İnsanların teşebbüs hürriyetine sahip olduklarını ifade eden ve literatürde Laissez-faire laissez-passer „Bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler‟ olarak yer alan felsefeyi oluşturan Fizyokratlar, ekonominin doğal yasalara uygun olarak kendi içinde işlemesi gerektiği ve müdahaleci yaklaşımların bu doğal işleyişe zarar vererek ekonominin kötüye gideceğini savunmuşlardır (Demir, 1997: 20).

1.2.4. Klasik Ġktisat

Adam Smith‟in 1776‟da basılan Ulusların Zenginliği adlı eseri başlangıcı olarak kabul edilen Klasik Okul düşünürleri, Fizyokratların izinde bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler felsefesini sürdürerek yeni bir iktisat teorisi oluşturmuştur. Fizyokrasinin yanı sıra o dönemde merkantilizm ile zenginleşen Avrupa ülkelerinde yaşanan teknolojik gelişmeler ile birlikte üretim miktarları artmıştır. Ticari

(26)

kapitalizmin merkantilizmi, tarımın kapitalistleşmesinin de Fizyokrasiyi doğurduğu düşünülürse, Klasik İktisat Okulunun ortaya çıkışındaki en büyük etken de Sanayi Devrimi olmuştur. Ancak Fizyokrasi ve Merkantilizm birbirlerine karşıt görüşler olduğu halde Klasik İktisat ile Fizyokrasi, bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler düşüncesi ve serbest dış ticaret teorileri ile doğal düzen felsefesi açısından benzerlik göstermektedir (Kazgan, 2014:70). Öte yandan Klasik iktisat düşünürleri, merkantilistlerin para ile serveti eşdeğer görmelerine ve fizyokratların tarımı tek üretken sektör olarak ele almalarına karşı çıkmışlardır. Klasik öğretiye göre para bir mübadele aracıdır ve yalnızca işlem amacıyla talep edilir. Üretkenliğin ise tarımın yanı sıra sanayi üretimi ile elde edileceğini savunmuşlardır (Demir, 1997: 23).

Klasik Okulun öne çıkan iktisatçıları ise Ulusların Zenginliği eseri ile Klasik okulun kurucusu kabul edilen Adam Smith, Politik İktisat ve Vergileme İlkeleri eseri ve Rant teorisi başta olmak üzere Klasik İktisadı güçlendiren teorileriyle D. Ricardo, Nüfus Teorisi ile Malthus, Say Yasası olarak da bilinen Mahreçler Kanunu ile öne çıkan ve Fransa‟nın Adam Smith‟i olarak bilinen J. B. Say ve faydacı felsefeyi klasik iktisadi düşünceye dâhil ederek Neoklasik iktisada geçişin temsili olarak kabul edilen J. S. Mill olmuştur (Bocutoğlu, 2012: 57-117).

Mark Skousen, Adam Smith tarafından geliştirilen ve daha sonra da oldukça destek bulan Klasik İktisat Modelinin temelini dört ana prensibe dayandırmıştır. İlk prensibe göre tasarruf, bilinçli kişisel çıkar, bilinçli çalışmak ve vatandaşlara karşı yardımsever olmak birer erdemdir ve teşvik edilmelidir. İkinci prensip, devlet faaliyetlerinin adalet, özel mülkiyet ve savunma konuları çerçevesinde sınırlı olmasıdır. Üçüncü prensip, devletin laissez faire politikası benimseyerek ekonomiye müdahalede bulunmaması ve serbest ticareti desteklemesidir. Son olarak ise klasik iktisat ekonominin gelişmesini istikrarlı bir parasal ortama bağlamış ve bunun için klasik altın/gümüş standardının gerekliliğini savunmuştur (Skousen, 2011: 36). Klasik iktisat içinde yer alan iktisat düşünürleri, detaylarda birbirinden farklılaşsa da klasik iktisadın temel prensiplerini benimsemiş ve bu doğrultuda analizler yapmışlardır.

(27)

Klasik Ekonomi analizleri bazı temel varsayımlara dayanmaktadır. Klasik İktisatçılar tarafından yapılan analizlerde, çok sayıda alıcı ve satıcının bulunduğu, malların homojen, giriş çıkışın serbest, alıcı ve satıcının tam bilgiye sahip ve mal ve faktörlerin akışkan olduğu bir tam rekabet piyasası söz konusudur ve ekonominin tam istihdamda olduğu varsayılmıştır (Demir, 1997: 25). Klasik iktisadın teorik yapısının en önemli unsurlarından biri, emek-değer teorisidir. Değer konusu her klasik iktisatçının üzerinde durduğu ve bir ölçü bulmaya çalıştığı bir alan olmuştur. İlk olarak Smith‟in kullanma değeri (fayda) ve mübadele değeri (fiyat) olarak ikiye ayırdığı değer kavramı, Ricardo‟nun da çalışmaları ile genel bir teori üzerine oturtulmuştur. Klasik öğretiye göre bir malın fiyatı kısa dönemde arz ve taleple belirlenirken uzun dönemde ise üretim maliyetleri belirleyicidir. Üretim konusu ise Klasiklerde ilk olarak Adam Smith tarafından ele alınmış ve Smith iş bölümü ve uzmanlaşma ile sektör fark etmeksizin reel maliyetlerin düşeceğini savunmuştur. Ancak bu konuda klasik iktisadın temsilcisi, Ricardo‟nun teorisi olmuştur. D. Ricardo‟ya göre tarım ve sanayideki üretim fonksiyonları birbirinden farklıdır ve tarımda üretim fonksiyonu azalan getiriye tabidir ve uzun dönemde ekonominin tümünde geçerlidir (Erim, 2007: 61). Buradan yola çıkarak Ricardo, rant teorisini oluşturmuş ve toprak miktarı sabitken emek ve sermaye arttığından, giderek daha az verimli toprakların kullanıldığı ve üretimin maliyetinin düştüğünü ileri sürmüştür (Ricardo, 2013: 43-59).İktisadi analizlerin uzun döneme göre yapıldığı klasik okulun üretime odaklandığı ve talep üzerinde çok durmadığı görülmektedir. Klasik iktisadın arz yanlı yaklaşımını destekleyen teorilerin başında da „her arz kendi talebini yaratır‟ şeklinde özetlenebilen Say Yasası (Mahreçler Kanunu) gelmektedir (Mucuk, 2015: 264). Klasik iktisadın nüfusla ilgili kuramını ise kötümser iktisatçılarından olduğu kabul edilen Malthus oluşturmuştur. İnsanların çektikleri sıkıntıyı nüfus sorunuyla açıklayan Malthus, eğer önleyici tedbirler alınmazsa nüfusun geometrik artışına karşılık gıda maddelerinin azalan verimler kanununa göre aynı oranda artmadığını ve aritmetik bir artış gösterdiğini savunmuştur (Turanlı, 2011: 76).

Böyle bir piyasada „iktisadi adam‟ olarak tanımlanan ve kendi çıkarına bağlı, asgari çalışmayla en fazla servet elde etme çabası içinde olan bireyler kendi çıkarları doğrultusunda hareket edince toplum çıkarları doğrultusunda da hareket etmiş olacak

(28)

ve böyle bir düzende devletin müdahalesine gerek duyulmayacaktır (Turanlı, 2011: 67). Piyasa „görünmez el‟ tarafından dengeye gelecektir. Bu bağlamda piyasa ekonomisi, herhangi bir zorlama veya yönlendirme olmaksızın kişilerin yapmış oldukları işlemlerin tamamen gönüllü anlaşma ve piyasada oluşan fiyat ile gerçekleştiği bir ekonomik sistem olarak tanımlanmıştır (Friedman, 1982: 15).

İlk olarak Adam Smith tarafından oluşturulan ve Klasik İktisadın temel özellikleri arasında yer alan düşüncelerden biri, devlet müdahalesinin en düşük düzeyde olmasıdır, çünkü Smith‟e göre devletler savurgan, müsrif ve verimsizdir. Ancak Adam Smith, genel refahı arttıracaksa devlet faaliyetlerine koşulsuz karşı da olmamıştır ve bu anlamda devlet bazı önleyici sıkıntılara katlanmadıkça işçilerin insani değerlerinin kaybedileceğini savunmuştur (Heilbroner, 2013: 62). Smith Ulusların Zenginliği kitabında bir doğal özgürlük toplumunda devletin görevlerini üç başlık altında açıklamıştır. Buna göre devletin birinci görevi toplumu başka toplumların şiddet ve saldırısından korumak ve toplumu savunmaktır. Devletin ikinci görevi, doğruluktan şaşmayan bir adalet yönetimi kurmak ve toplumun her bir üyesini haksızlığa uğramaktan korumaktır. Üçüncü olarak da devlet, toplumun büyük kesiminin faydasına olacak herhangi bir bireyin ya da az sayıda bireylerin kurması ya da bakması beklenmeyecek türden kamu kurumlarının ve bayındırlık işlerinin kurulması ve yürütülmesi ile yükümlüdür (Smith, 2012: 804). Ayrıca Klasikler denk bütçeyi savunmuşlar ve devletin ekonomiye müdahalesini yanlış buldukları için maliye politikasına önem vermemişler, para politikalarını daha etkin bulmuşlardır. Klasik öğretiye göre kamu harcama ve gelirlerinin minimum seviyede olması piyasa ekonomisinin daha iyi işlemesini sağlayacaktır (Tüleykan, 2010: 92). Klasik iktisat düşüncesinin karşı olduğu konu, devletin, piyasa mekanizmasına müdahale etmemesidir. İthalatı kısıtlayıcı uygulamalara ve ihracatı arttırmak üzere yapılan teşviklere, endüstriyi rekabetten korumak için konulan yasalara ve devletin verimsiz konularda yaptığı harcamalara karşıdır. Özetle, devletin bu faaliyetlerinin hepsi, piyasa sisteminin doğru işleyişini engelleyen faaliyetler olarak görülmüş ve uygulanmasının yanlış olduğu savunulmuştur (Heilbroner, 2013: 62). İlerleyen dönemlerde de klasik iktisadı destekleyen iktisatçılar piyasa ekonomisini savunmuş ve buna ek olarak piyasa ekonomisinin var olmasıyla devlete olan ihtiyacın ortadan

(29)

kalkmayacağını belirtmişlerdir. Devletin oyunun kurallarını belirleyecek olan bir kurum ve belirlenen kurallara uyulup uyulmadığını denetleyecek bir hakem olarak gerekli olduğunu, ayrıca piyasa ekonomisinin görevinin de devletin müdahale edebileceği alanları en düşük seviyeye indirmek olduğunu belirtmişlerdir (Akça, 2011:180).

1.2.5. Klasik Teoriye EleĢtiriler ve Devlet Müdahalesi

Adam Smith‟le başlayan ve onu takip eden iktisatçılarla şekillenen klasik iktisat, 18. Yüzyıldan 1930‟lu yıllara kadar, saf haliyle olmasa da çeşitli ülkelerde uygulanmıştır. Ancak uzun süre kendisine uygulama alanı bulmuş olan öğreti ve onun mensupları dönem dönem yoğun eleştirilere de maruz kalmış ve tepkilere sebep olmuştur. Klasik iktisat öğretisini sert, anti-sosyal ve dogmatik bir inanç olarak gören muhalifler birçok açıdan eleştirilerde bulunmuştur (Özgüven, 1997: 21). Çoğu Alman, Fransız ve Amerikalı bilim adamlarından oluşan muhalif gruplar sistemli bir şekilde Klasik öğretiyi sorgulamıştır. Bunun yanı sıra İngiltere‟de de bu yıllarda klasik sistem çeşitli yönlerden eleştirilmiştir (Galbraith, 2004: 90). Özellikle 1800‟lü yılların sonu ve 1900‟lü yılların başı, klasik iktisatçıların ortaya koyduğu bütün teorilerin masaya yatırılarak eleştirildiği seneler olmuştur. Bu eleştirilerden bir kısmı klasik iktisadın temel felsefesine bağlı kalarak değişiklikler öneren ve pratikte karşılaşılan sorunları gidermek amacıyla ortaya çıkmışken, bir diğer kısmı ise klasik öğretiyi reddederek yeni bir sistem önermiştir (Savaş, 2007:407). Klasik iktisat eleştirileri literatürde, daha iyi anlaşılabilmesi için gruplara ayrılarak ele alınmıştır. Bu gruplar ilk olarak klasik ekolün felsefesine yapılan eleştiriler, iktisadi sonuçlara ulaşmak için kullanılan yönteme yapılan eleştiriler ve son olarak klasik iktisat uygulamalarının pratikteki sosyal ve ekonomik sonuçlarına yapılan eleştiriler olarak ayrıştırılmıştır. Böyle bir gruplandırma tüm eleştirileri kapsayamayacağı gibi bazı eleştiriler birden fazla gruba dâhil edilebilmektedir (Küçükkalay, 2011: 289). Bu çalışmada hümanizm ve milliyetçilik klasik ekolün felsefesine yapılan eleştiri grubunda, tarihçi okul klasik ekolün yöntemine yapılan eleştiri grubunda, müdahalecilik, sosyalizm ve Marksizm ise klasik ekolün sosyal ve ekonomik sonuçlarına yönelik eleştiriler grubunda ele alınmıştır.

(30)

1.2.5.1. Hümanizm

Klasik teorinin felsefesini oluşturan ilkeler esas olarak materyalizm, bireycilik ve faydacılığa dayandırılmıştır. Bu felsefi temellerden en çok eleştiri alan, 19. yüzyılın başlarında birçok olumsuz sonuca neden olan ve gerek İngiltere gerekse Fransa, Almanya ve Amerika başta olmak üzere farklı ülkelerde eleştirilen bireycilik ve beraberinde laissez faire ilkesi olmuştur. Bu ilkeyi eleştirenlerin bir kısmı tümüyle reddederken bir kısmı da ilkeyi kabul ederek yalnızca belirli yönlerini eleştirmişlerdir. Bireycilik ilkesini kabul ederek „laissez faire‟ ilkesinin sınırlandırılıp daha insancıl hale getirilmesini talep eden düşünce grubu hümanizm olarak adlandırılmıştır (Savaş, 2007: 409). 19. Yüzyılda ortaya çıkan bu düşünce akımı bireycilik ilkesinin ortaya çıkardığı sosyal problemleri ve sefaleti eleştirmiştir. Gelir dağılımındaki adaletsizlik, aşırı üretim sonucu ortaya çıkan bunalımlar ve bu üretimin bireylerin refahına yansımaması ve tüm bunlara neden olan liberal ve yansız devlet anlayışı hümanizmin karşı olduğu konular arasında yer almıştır. Rönesans hümanizminden de etkilendiği bilinen ekonomik hümanizm düşüncesi, devletin yansızlığının bireylerin mutluluk ve refahı söz konusu olduğunda ortadan kalkması ve böylece hümanizmin önüne geçilmesi gerektiğini ileri sürmüştür (Küçükkalay, 2011: 312).

1.2.5.2. Milliyetçilik

Devletin birey için var olduğu düşüncesi klasik iktisadın temel varsayımlarındanken, Almanların bu konudaki yanıtı bireyin devlet için var olduğu şeklinde olmuştur (Galbraith, 2004: 91). Bireyciliği tümüyle reddederek yerine ulusalcılığı savunan ve bireysel yaşamın kısa ve güvenilmez olduğu savına karşılık devleti geçmişten geleceğe bir köprü olarak gören bu düşünce grubu ise milliyetçilik olarak adlandırılmıştır. Milliyetçilik düşüncesini savunanlar klasik okulun yalnızca felsefesini değil sosyal ve ekonomik sonuçlarını da eleştirmişlerdir. Ulusal ekonomiyi bireyin çıkarları üzerinde tutan milliyetçilik düşüncesi aynı zamanda uluslararasıcılığa da karşı çıkmış ve devletin iktisat biliminde yadsınamayacak bir yere sahip olduğunu savunmuştur (Turanlı, 2011: 120). Fransız İhtilali ve Napolyon Savaşları sonrası ortaya çıkan tepkilerin de etkisiyle 19. Yüzyılın başlarında ortaya

(31)

çıkan ve bir yönden iktisadi bir yönden de siyasi olan milliyetçilik akımı, ulusal sanayinin korunmasını, ithalatın ve ihracatın yasaklanmasını ve bireyciliğin yerini ulusal kalkınma bilincine bırakması gerekliliğini desteklemiştir (Küçükkalay, 2011: 313).

Milliyetçilik akımının öncüleri Almanya‟da, feodal çıkarların savunucusu ve Romantik iktisatçıların en önemli temsilcilerinden olan Adam Müller ve Alman prenslikleri arasında Zollverein adı verilen bir gümrük birliğinin hayata geçmesini sağlayarak adından çok daha fazla söz ettiren Friedrich List olmuştur (Galbraith, 2004: 91).

1779-1829 yılları arasında yaşayan Adam Müller, bireyci ve kozmopolitan görüşe dayalı iktisat anlayışı yerine ulusal bir politik ekonominin gerekliliğini savunmuştur. Kapitalizmi mutlak devlet için bir tehdit unsuru olarak gören Müller, serbest ticaret ve rekabetin düzensizlik getirdiğini ve devletleri birbirlerine bağımlı kıldığını ileri sürmüştür. Her ne kadar Adam Smith‟i bir bilgin ve iyi bir ekonomi politik yazarı olarak görse de sadece İngiltere‟nin o dönemki şartlarını ele alarak genellemeler yapmasını yoğun bir şekilde eleştirmiştir (Savaş, 2007: 423-425).

1789- 1846 yılları arasında yaşayan Friedrich List, milliyetçilik akımının en önemli temsilcilerinden sayılırken, tarihçi okulun da önemli öncülerinden biri olarak anılmıştır. 19. Yüzyılda diğer büyük imparatorlukların aksine birbirinden bağımsız devletlerden oluşan Almanya‟da yaşayan List, birbirileri arasında gümrük duvarları bulunan ancak diğer devletlere karşı herhangi bir engelleyici tarife uygulamayan bu Alman devletlerinin kendi aralarında liberal ticaret politikaları izlemesi gerektiğini savunmuştur. Bunun sonucu olarak F. List öncülüğünde, Alman bağımsız devletleri arasında Zollverein adı verilen gümrük birliği oluşturulmuştur (Galbraith, 2004: 93). Zollverein ile Alman ülkeleri arasında serbest ticaret sağlanmış ve daha sonra List‟in 1841‟de yayınladığı Milli İktisat Sistemi adlı kitabıyla birlikte dış ülkelere karşı himayecilik fikri güçlü bir şekilde savunulmuştur(Özgüven, 1997: 97). List‟in savunduğu milli iktisat sistemi, klasiklerin uluslararasıcılık fikrinden ayrılan bir görüştür. Dünyayı bir bütün olarak gören klasik iktisada cevabı ulusların durumlarının birbirlerinden farklı olduğu ve öncelikle bu farkın giderilmesi gerektiği

(32)

şeklinde olmuştur. Buna göre List, ulusları gelişim aşamalarına göre dönemlere ayırmıştır. Bunlar (Savaş, 2007: 122);

 Avcılık, balıkçılık dönemi,  Çobanlık dönemi,

 Yerleşme ve tarım dönemi,  Tarım ve sanayi dönemi,

 Tarım, sanayi ve ticaret dönemi,

Ulusların bu aşamalardan geçerken farklı uygulamalara tabi olmaları gereğini savunan List, bazı aşamalarda serbest dış ticareti savunurken bazı aşamalarda ise devlet müdahalesinin gerekliliğini savunmuştur. Himayeciliği ülke içinde sanayinin gelişmesi için kullanmayı öngören List‟in bu düşünceleri Müller‟in tersine özünde bir liberal olduğunu göstermektedir. List düşünceleriyle liberalizm ve milliyetçilik düşüncelerini sentezlemeye çalışmıştır. Yaşanan siyasi gelişmeler nedeniyle Almanya‟da liberalizm gelişemese de, List‟in düşüncelerinin etkisi ile Alman demiryollarının yapılması ve Zollverein‟ın hayata geçirilmesi, Almanya‟nın sanayisinin gelişimine büyük katkı sağlamıştır (Savaş, 2007: 427).

Amerika‟da ise bu düşüncenin savunuculuğunu Henry Carey üstlenmiştir. Amerika‟da liberalizmin temsilcilerinden kabul edilen Carey, A. Smith ve Say‟ın düşüncelerine sadık kalmış ancak nüfus artışını tehlikeli bulmayarak Malthus‟tan, emek-değer teorisi ve rant konularında ise Ricardo‟dan ayrılmıştır. Bu konularda yaşanan görüş ayrılıklarında, o dönemde Amerika‟nın İngiltere‟den farklı olarak topraklarının nüfusa göre çok daha geniş olmasının etkisi büyüktür. İlk başlarda klasik iktisada paralel olarak serbest ticareti savunan Carey, daha sonra İngilizlerin dünya ticaretinde monopol oluşturmaları ve Milli ekonomiyi ve himayeyi savunan List‟in etkisi ile hem sanayide hem de tarımda himayecilik fikrini savunmuştur. Adem-i merkeziyet (yerel) ve merkeziyet kavramları üzerinde de duran Carey, bir ülkenin zenginleşmesini adem-i merkeziyet kavramı ile açıklamış ve ülke ekonomisi ancak çeşitli ve daha fazla mal üreten ekonomiye geçmek şartıyla gelişip büyüyebilir demiştir (Özgüven, 1997: 92).

(33)

1.2.5.3. Müdahaleciler

Klasik öğreti devletin ekonomik faaliyetlerden uzak kalıp sadece siyasi olarak var olmasını savunmasına karşılık daha sonraları bu görüşün tam tersini savunan düşünceler de ortaya çıkmıştır. Genel olarak müdahaleciler olarak adlandırılan bu düşünce akımına göre tarihi olaylar ve günlük gelişmeler, devletin her dönemde sosyal ve ekonomik düzene müdahalede bulunduğunu ortaya koymaktadır. Bu durumda devlet siyasi varlığını sürdürürken, ekonomik hayata da bireycilik ilkesine ve özel mülkiyete uygun bir şekilde müdahalede bulunmalıdır (Turanlı, 2011: 114). Klasik ekolün devleti ekonominin dışında bırakarak sanayileşme ile kapitalistleri zenginleştirirken işçi sınıfını fakirleştirip üretim krizine yol açan sosyal ve ekonomik sonuçlarını eleştiren müdahaleciler sosyalizmden ayrılmaktadır. Çünkü sosyalizmin aksine liberalizmin aksaklıklarını normal karşılamakta ve özel mülkiyet bireycilik gibi ilkeleri benimseyip bunların yol açtığı dengesizlikleri gidermekle ilgilenmişlerdir (Özgüven, 1997: 103). Düşünceleriyle sosyalizme de öncülük ettiği düşünülen Sismondi ve Dupont White müdahalecilik düşüncesinin önde gelen isimlerindendir.

1773-1842 yılları arasında yaşamış olan Sismondi 19. yüzyılın başlarında Fransa‟da da ortaya çıkmaya başlayan kapitalizmin olumsuz sonuçlarına tepki göstermiştir. Sismondi toplumsal sınıfları tanımlayarak tanınmasını sağlamıştır. Klasik iktisatta Smith, Ricardo ve Malthus toprak sahibi yada işverenin çalışanlardan daha mutlu olduğunu kabul etse de çalışanların mutsuzluğunu asla işveren ya da toprak sahibine bağlamamıştır. Sismondi‟nin sınıf tanımlamasıyla birlikte zenginler ve yoksullar, kapitalistler ve işçi sınıfı karşı karşıya gelmiştir çünkü Sismondi‟ye göre yoksullar yoksulluklarından dolayı suçlanamazlar ve bunun sebebi sınıfın diğer sınıfı ezmesidir. Bu noktada ise Sismondi çözümün, devletin ekonomiye müdahale ederek güçsüzü güçlüye karşı koruması olduğunu savunmuştur (Galbraith, 2004: 96).

Sismondi tam bir Adam Smith hayranı olsa da sanayileşme sürecini bizzat yaşama şansı olmuş ve süreç ilerledikçe ortaya çıkan sefaleti görerek klasik teoriyi eleştirmiştir. Gerek toprak sahibi gerekse sanayicinin gelirden aldığı payı normal karşılayarak sosyalistlerden ayrışan Sismondi, Mahreçler yasasına karşı çıkmış ve

(34)

rekabetin arttırdığı üretimin, yeterli talep oluşmadığı zaman sefaletle sonuçlandığı sonucuna varmıştır. Ayrıca makineleşme hareketine karşı da eleştirilerde bulunarak makinelerin bugün teknolojik işsizlik adını verdiğimiz olumsuz sonuca vardığını ileri sürmüştür (Özgüven, 1997: 105). Tüm bunlardan yola çıkarak Sismondi birey ve toplum çıkarlarının uyum içinde olmadığı, haksızlıkların var olduğu ve bunun sonucunda sefaletin ortaya çıktığı sonucuna varmıştır. Bu aksaklıkların giderilmesi için devletin alması gereken önlemleri de şu şekilde açıklamıştır (Turanlı, 2011: 119);

 Devlet üretim fazlalığına engel olmak için faaliyette bulunan güçleri kontrol altında tutmalıdır.

 Devlet aksaklıkları kontrol etmeli ve emek sahiplerine üretim araçları üzerinde mülkiyet hakkı vermelidir.

 Tarım alanlarında aile işletmeleri kurulmalı, sanayide ise büyük işletmelerin yerini küçük ölçekte işletmeler almalıdır.

 Kadınlarla çocukların fabrikalarda çalışması yasaklanmalı, işçilere haftalık izinler verilmeli ve iş güvenliği sağlanarak işçilerin çalışma şartları iyileştirilmelidir.

Ekonomistten ziyade ahlakçı ve tarihçi olan Sismondi, işçilere duyduğu yakınlıkla katı liberalizme karşı çıkarak devletin müdahalesini talep etmiş ve tüm bu düşünceleriyle daha sonra özellikle devlet sosyalizmine öncülük etmiştir. Kendisi bir sosyalist olmasa da Marks dahil sosyalist düşünürlerin kuramlarına ışık tutmuştur (Talas, 1999: 247).

1807-1878 yılları arasında yaşayan Dupont White ise 10. Charles döneminde Fransız işçilerine zorla kabul ettirilen çalışma şartlarına karşı çıkmıştır. „Fert ve Devlet‟ ve „Merkezileşme‟ adlı eserlerinde bireylere tanınan özgürlüğün güçlüyü daha güçlü, güçsüzü daha güçsüz yaptığını ileri sürmüştür. Devletin bu noktada zayıfları koruyarak işçileri himaye altına alması gerektiğini savunmuştur. Devletin adil bir gelir dağılımı politikası uygulaması gerektiğini düşünen White, müdahaleciliğin ve merkezi devletçiliğin savunuculuğunu yapmıştır (Özgüven, 1997: 106).

(35)

1.2.5.4. Sosyalizm

Yunan filozoflarının eserlerinde, ortak mülkiyet, eşitlik gibi kavramlarla sosyalist düşüncelere rastlanması, sosyalizm felsefesinin tarihte çok eskiye dayandığını göstermektedir (Turanlı, 2011: 125). 19. Yüzyılda bir ideoloji olarak ortaya çıkan sosyalizm de aynı felsefeye dayanmakla birlikte kapitalizmin neden olduğu olumsuzluklara bir başkaldırı olarak karşımıza çıkmaktadır. Sosyalist fikirlere öncü olan ancak kendisi bir sosyalist olmayan Sismondi, bu olumsuzluklara ilk başkaldırı yapanlardan olmuştur (Talas, 1999: 240).

19. Yüzyılda Sanayileşmenin yarattığı kapitalist sınıfın yanı sıra giderek artan işçi sınıfı, sahip olduğu haklarla hukuki olarak özgürleşse de kapitalist sınıfa daha çok bağlı hale gelmiştir. Ayrıca sanayileşmeye bağlı aşırı üretim ve talep yetersizliği ile ortaya çıkan krizler de güvensiz bir iktisadi ortam yaratmıştır. Avrupa‟da hızla artan nüfus ve makineleşmenin artması işsizlik sorununu ortaya çıkarmış,feodal düzenden kaçanlar yoğun olarak sanayi bölgelerine yerleşmiş, bu durum beraberinde konut sorunu, çevre kirliliği, sağlık sorunları gibi olumsuzlukları beraberinde getirmiş ve iş güvenliği tehdit altına girmiştir (Karadağ, 2014: 151). 19. yüzyıl kapitalizmi bunun gibi pek çok olumsuz sonuca yol açmış ve bu olumsuzlukların giderilmesi için çeşitli eleştiriler yöneltilmiştir. Ancak kapitalizme yapılan eleştiriler içinde yalnızca, üretim araçlarında özel mülkiyet yerine toplumsal mülkiyeti savunan ve insanın insanı sömürmesini önlemeyi amaçlayan sosyalizm kendi içinde bir bütünlüğe sahip ve uygulanabilen bir sistem haline gelebilmiştir (Kazgan, 2014: 287). İlk olarak fabrikasyon üretiminin yaygınlaşması ile iş imkânlarını kaybeden zanaatkârların çıkarlarını savunan Sosyalizm, bir süre sonra büyüyen sanayiyle beraber sayıları artan işçi sınıfının ideolojisi olmuştur (Türköne, 2012: 116). Bu ideolojinin amacı klasik iktisadı iyileştirme yönünde eleştiri yapan gruplarının aksine, piyasa ekonomisine dayalı kapitalist ekonomiyi kaldırmak ve yerine nitelik bakımından ondan farklı olan ve ortak mülkiyet ilkesi üzerine inşa edilen sosyalist bir toplum oluşturmak olmuştur (Heywood, 2007: 71). Sosyalizmi bu anlamda liberalizmden ayıran unsurlar; liberalizmin toplumda sınıflar oluşmasına neden olan özel mülkiyet savına karşılık sosyalizmin kısmen ya da tamamen ortak mülkiyeti

Şekil

Tablo 1: Osmanlı Devleti’nin Son Yıllarında Ulusal Gelir (Cari Fiyatlarla ve milyon  kuruĢ)
Tablo 2: Dünyada ve Türkiye’de KiĢi BaĢına Gelir, 1820-1913
Tablo 3: Misak-ı Milli Sınırları Ġçindeki Nüfusun Ġller Ġtibariyle Dağılımı (1919)  Ġller  Nüfus  Adana  422.400  Ankara  953.817  Bursa  1.371.667  Biga  165.815  Bitlis  398.700  Diyarbakır  471.462  Erzurum  645.702  İzmir-Aydın  1.819.616  İzmit  246.8
Tablo 5: Ġstanbul ve Çevresindeki ĠĢ Yerlerinde ÇalıĢanların ve Sermayenin Milliyete  Göre Dağılımı
+7

Referanslar

Benzer Belgeler

raber, sipahi hassa çiftli~i tapuya verdikten sonra burada ba~~ veya bahçe ya- p~ld~~ ise yeni gelen sipahi de has~l~n dörtte birini al~ r yoksa ba~~ ve bahçe ra- iyyet

Şekil 2. de Matlab – Simulink ortamında benzeşimi yapılan deney şeması görülmektedir. Simulink ortamı, elektrik ve elektronik devre elemanlarının bulunduğu grafik

To find out The Influence of Motivation, Ability, Organizational Culture, Work Environment on Teachers Performance, a direct and indirect effect test is needed.. The

Ayasofya’daki Augusteum forum’un- dan Tari forumuna (Beyazıt meydanı), oradan da Amastria norum forumuna (Fatih meydanı) giden ana cadde üzerinde : yâni

Asya devleti olan Japonya kısa sürede bir Avrupa devletini yenebilecek duruma geldi. Bu durum

Sonuç: Valerian grubundaki donma süresinin, ilk 5 dakikada ve toplamda daha k›sa olmas›, anksiyolitik etkiyi göstermektedir; va- lerian grubundaki donma süresinin 2A.

Çünkü gelen X-ışınının veya hızlı elektronun enerjisi fotoelektronu ortaya çıkarabilmek için gerekli olan E b enerjisinden çok büyükse tüm enerji