n&tz.
A
adada, Splandit otelinin yemek sa lonunda görmüştüm. Kısaca boy lu, ak sakallı bir ihtiyar, masa ldan masaya geçerek ve hiç birin de oturmama kİ a beraber kalaba lık, kadınlı kızlı masalar önünde bilhassa durarak, yemek yiyenler le sohbete girişiyordu. “— Bu ge veze ihtiyar da kim ?„ diye sorun ca öğrendim ki, Meşrutiyetten | sonra da Hicaz, Kosva ve Aydın valiliklerinde bulunup hu son hizmetten tekaüde sevkedilmiş
lan müşir Kâzım paşa işte bu zat tır. Tokatlıyan otelinin lokanta sında elinde peçete dolaştığını gördüğüm Tokatlıyan Efendi, gay ri İhtiyarî hatırıma gelmişti. Fa kat o böyle sohbetlere dalmaz ve, fevkalâde bir iltifat ve teva zu eseri olmak üzere, bazaıı da j garsonlardan aldığı tabakları ma salara koyduğu, masalardan bo şalmış tabakları alıp koşuşan garsonlara devrettiği olurdu.
O
telin idaresiyle de paşa Dilmem doğrudan doğruya alâkadar mıy dı.Kendisi galiba bir sen? kadar sonfa, yine Biiyükadada, üsfii ten -
teli bir kira arabasının için de, fakat sırtında müşir ünite r- masiyle ve dimdik, başı uzaklara dönük ve gözleri ufka dikili, sarr j ki üstü tenteli bir kira arabasın da. değil de bir zafer alayının ba şında gibi ciddî ve sert gördüm Lokanta masalarının önünde çe ne yarıştıran küçük ihtiyarla bu mağrur kumandan arasında en kiiçiik bir benzeyiş yoktu. Yine Hürriyet ve İtilâf hükümeti mü şir Kâzım paşayı fiili hizmete at mış ve sııpna üniformasını isf» ederek Suriye valiliğine' tayin et miş bulunuyordu. Derisine değen bu üniforma ihtiyar müşiri genç leşti ri vermiş, çökmüş şartım-bir gurur elbisesiyle dimdik ediver in işti.
Kâzım paşayı bundan uzun yıl- ıar sonra ölüm döşeğinin başına gelip görecektim. B»ska bir zıda anlatacağım bu karşılaşma, uzamış bir hayattan hafızama , nakşedilmiş ve adetâ Balzac’a ik- ' J neğe lâyık bir hatıra te, kil eder.
Kâzım paganın ölüm döşeği, nln başına, bu vaziyeti evvelce tahmin etmemiş olarak gidecek tim. Ziyaretin tarihini hatırlıya, mıyor, sade Ankarada geçirdiğim seneler esnasında vukua geldiğini, Istanbula misafir gelmiş bulundu ğum bir zamana rastladığım ta- hattür ediyorum. Gazeteci ve ede biyatçı bir arkadaş, çalıştığı ga zete için Harbiye mektebinin en kidemli talebesi olan paşadan bir i mülâkat almak üzere BUyükada. | ya, hasta yatmakta bulunduğu Splandit’e gideceğini söyleyip re fakatimi teklif edince, o gün ya pacak bir İşim bulunmadığı gibi geleli Büyükadaya da gitmemiş olduğum için, hafızamdaki iki çe şit Kâzım paşaya bunlardan pek farklı bir üçüncüsünü İlâve edece, ğimi zannedememekle beraber, kabul etmiştim.
Paşayı, pek temiz ve ışıklı bir odanın gayetle temiz, bembeyaz çarşaflı bir yatağı içinde bulacak tık. Yukarıdan bir cibinlik iniyor ve paşa başı yastıkta, sırtüstü U- zerindeki yorgan vücudünü tama men örtmüş olarak yatıyordu. Bir beyaz takke altında sakallı yüz büyüktü ve buna mukabil vücut tamamen ufalmış, ince yazlık yor ganlarin altında âdeta erimiş ve belirsiz bir hale gelmişti. Beyaz takkeye değen simsiyah ve kalın kaşlar altında yine simsiyah ve
etrafları çürük İri gözlerin sabit, âdeta korku veren bakışları vardı ve sakalın sert, dikleşmiş, kırçıl kılları bütün yüzü, çökmüş ya nakları yiyerek âdeta gözlere va- j rıyor, sonra kulaklardan fışkırı yordu. Paşanın yaşlı başlı bir ha nım olan kızı babasına eğilerek arkadaşın niçin gelmiş olduğunu anlattı, kendisinden beyanat isten diğini söyleyip neler söylemesi icabettiğini de ilâve etti. Bu ha nımın bir müddet evvel A tatür. kün masasında bulunmak şerefine mazhar bulunduğu bir sırada, ve bilmiyorum neden ve nasıl, bü yük adamı hiddetlendirmek talih sizliğine uğrayıp bundan pek bedbaht olduğunu duymuştum. Belki bunun da tesirile, hanım ' Jıasta babasına Ata haklımdaki hislerini, coşkun hayranlıklarını söyletmek hususunda gazetecinin arzusunu hararetle benimsemiş bulunuyordu ve sualleri, müşfik. İlgi emir edasını kapatnuyan bir i
şekilde, babasının kulağına doğ. ru haykırmağa başlamıştı.
Fakat dimdik bir nazarla ba kan ihtiyar tamamen görüyorsa bile iyi duymadığı, fakat duyun ca da anlıyacak halden çıkmış bu lunduğu belliydi. Hafızasnu hiç değilse y an yarıya kaybetmişti. Bugünü, hattâ dünü unutmuş, millî mücadele destanını bile ha- tırlıyamaz olmuştu. Ve içerde, sonra göreceğimiz bir başka oda da bir gelin gibi süslü ve hari- kulâde güzel bir'kız evlâdı kötü rüm yattığı halde kendisi hiç çök memiş, dünyadan bağlan çözülme miş görünen geçkin kadm İsrar, ettikçe, simsiyah sabit bakışlı ve kırçıl, diken kıllı sakalı âdeta göz lerine yaklaşmış ihtiyar, (Gazi) isminden ancak Gazi Osman pa- gayı ve Plevneyi hatırlıyarak ke. : sik kesik: “— Evet, Gazi Osman paşayı bilmez miyim, başından sonuna kadar orada beraber bu lunduk. Gözü pek adamdı, Plev. nede çok hizmet etti,, diyor, ve böyle demekle hatırasına azamî saygı ve dürüstlüğü göstermiş bulunduğundan emin, mezarın e- riştiğini hissettiği eşiğinden tari hi aydınlatmak, onun en büyük | sırrına kavuşturmak üzere haber
veriyordu. Haber veriyordu ki, Plevnedeki kahramanlık mucize sinin en büyük aktörü kendisidir, en büyük emeği o harcamış ve ta lih mükâfatı Gazi Osman paşaya vermiş, şöhret ve şan ona git miştir. Perişan cümlelerle, tıka- na tıkana bunu uzun uzun anlat mağa koyuldukça km eğiliyor, "— Canım paşa baba, şimdi size Plevneden, Gazi Osman paşadan i ! bahseden, bunlara dair mütalâa i Istiyen yok!,, diye âdeta tersliye- ! rek ilk sözlerini tekrar ediyor, : sonra, sesini tatlılaştırarak, na- | sil cevap vermesi icap ettiğini an
lata anlata onu bugüne, bugünün tarihine, çevirmeğe çalışıyordu.
Bütün gayretleri beyhude ol du ve Kâzim paşa cevabına Ga zi Osman paşanın kısa ve beylik bir medhile başlayıp Plevnenin şeref ve şam kendinden gasbedil miş destanını yeniden tanzime j koyulmakta İnat etti. Acaba i (Plevne) muhasarasının hakiki j kahramanı bizzat kendisi olduğu ; hakkındaki bu kanaati bu en son günlerde, hafıza ve zekâsı t&ma- mlle perişan olduktan sonra mı
hasıl etmişti, yoksa yıllardanberi, âciz ihtiyarlığın hırsları arttıkça ! ve tatmin edilmedikçe bu fikir tedrici bir şekilde mi büyümüş ve bütün muhakemeyi sarmıştı, bilmiyorupı ve öğrenemedim.
ihtiyar, doksanlık müşfirün orta yaşlı bir kadın manzarası arzeden kızı bezdi ve yoruldu. Söyletemediği şeyleri muharririn kaleminden ve hayalinden bekli. ! yerek, biraz da rica eden bir ses- I le: — Sorduğunuz sualler için mü
i nasip göreceğiniz cevapları biz. zat siz ilâve buyurunuz beyefendi 1 dedi. Ve vasiyetnameye ilâvesi
j istenmiş satırları yazmağı red.
! detmiş gibi hastaya hiddetli, bir
i an için âdeta düşman, ona bir şey söylemeden bizimle beraber odadan ayrıldı..
Kâzım paşanın o gün de, he men müteakip günlerde de ölme, diğini, galiba bir ay kadar daha yaşadığını hatırlıyorum.