Naşid
YAŞANTISI: 1889 yılın da İstanbul’da Şehzadeba- şmda dünyaya gelen bü yük san’atçı Naşid, 23 Ni san 1943 tarihinde hayata gözlerini yumdu. Babası Mi ralay Ahmed Bey, 1900 y ı lında Naşid’i nıülâzimeten Mabeyn nıüzikasma koydu. Orada bir kaç yıllık müla zımlık devresini geçirdik ten sonra, ilk olarak Abdiir rezzak yönetimindeki bir orta-oyununda ufak bir rol aldı. Bundan sonra gene bu «Müzika» ocağında bulunan İtalyan Operetinde, Güllü Agop’un ölmesi üzerine Za ti bey yönetiminde dramlar oynuyan toplulukta sahne ye çıkarken aynı zamanda Bertran’ın Hokkabazlar top tuluğunda ve bazı panto mim gösterilerinde görevler aldı?Y ıl 1908.. Meşrutiyet ilân edilmiştir. Bu tarihten itiba ren Nâşid sadece «saray er kânuna temsiller veren «Mü zika» ocağından ayrüdı ve «Halk karşısına» çıkmağa başladı.
Naşid, kendi adına bir topluluk kuruncaya kadar sırasıyla şu «Hey'etlerde» görev aldı;
1 _ Resad Rıdvan’ın He- veskerân Hey’eti
2 — Zati Bey’in Dram Hey’eti
3 — Nurettin Şefkati ve Madam Hekimyan toplulu ğu.
4 — Donanma Cemiyeti Temsil Hey’eti - K i Darülbe dayi, yani şimdiki Şehir T i yatrolarının çekirdeği bu topluluktur.
-Özcan
5 — Şadiye Hanım Hey’eti 6 — Müfit Ratıp’ın Ama törler Teşkilâtı7 — Kel Hamdi’nin Orta Oyun topluluğu
8 — Benliyan Operet Hey’ eti.
1938 yılında kutlanan jü hilesinde Naşid Özcan’a Halk San’atçısı unvanı ve rildi.
Büyük san’atçı ölümün den üç yıl önce 1940 da yor gunluk yüzünden sahneye çıkmaz olmuştur.
K İŞ İL İĞ İ: Naşid gerçek ten büyük bir «halk oyun cusu» idi. Bitmek tükenmek bilmeyen bir enerji ile İstib dat, meşrutiyet ve Cumhuri yet devirlerinde Türk halkı na hizmet etmiştir.
Naşid’in kişiliği yakın bir sahne arkadaşının ağzın dan dinleyelim:
«Gençtim. Tiyatroya da ha yeni intisap etmiş bulu nuyordum. «Oyuncu» oldu ğum için, çocukluk arkadaş lanın da benden selâm sa bahı kestiler. Hakları yok değildi. İlerde hekim, sar raf, tüccar, avukat ve daha neler olacak hakiki, tabii o- yuncular arasında benim gi bi sun’i oyuncunun yeri ola mazdı, onların şerefini bo zabilirdim. Amme ahlâkı böyle uygunsuzluğa müsaa de eder mi?
Vakıa, aktör için insan karakterlerini kavrayabil mek kaabiliyeti çok önemli bir ihtiyaçtır. Fakat bu kaa biliyetin bende bulunup bu lunmadığını bilmek sırası kalmadı. Çünkü, ilk adımı mı atarken maruz kaldığım bu istihfaf, daha çok tecrü
besiz ve taze ruhuma acı bir tesir yaptı. İnsanları bu acılıkla tanıdım ve onlara küstüm. San’at aşkı beni ha . yata bağlamış olmasaydı belki ona da küserdinı.
İnsanlardan uzaklara ka çıyordum. Vahdeti arıyar ve H inzivaya çekilmek istiyor- fl dum ve çekiliyordum. O de rece ki bu istek bende yavaş yavaş «yalnızlık illeti» hali ne geliyordu.
Günlerimin bir çoğunu İl koynumda bir kitap ve kal-
ü
binıde bir sızı ile kırlarda tabiatın samimi ve riyasız kucağında onun sanat hari j kalarım seyrederek geçiri- m yordum. Ve ben kendimi in sanlar zümresinde müstes- na bir varlık sanıyordum, jj Ştokman «Büyük olan, yal- W nız olandır» der. Ben de mes’ut olan yalnız olandır, diye düşünürdüm.Bugünlerden bir gün fun jj dalıklarda dolaşırken nu husetti bir kayalığın teme- 1 ünde sazlarla otlar arasın- ■ da sıkışmış fakat varlığını \ hissettiren bir çiçek fidanı gözüme çarptı. (Devamı var) ¡11®'!!®!!!! ır,!"
» İ l l i *
„ T U R « , i
TİYATROSUNUN
tt
UNUTULMUŞ
Jj
Hazırlayan: Aysen Devrim T .|
NAŞİD
H Gimeş batarken tepelerin ■ giyindiği morun ve doğar- K sen ufkun boyandığı kızılın p cenneti renkleriyle bezen il miş bu çiçeğe baktım, bak-J tını» Baktım da, onıın bu H haşin kayanın ayağında bu Ü kaba çalıların arasında bu-
p Ilınmasının hikmetini ania- jj yamadım, fakat yerinin o- | rası olmadığıni hissettim. B Âni bir hareketle onun j§ etrafındaki sert ve taslı top j rağı parmaklarımla eşeleme ■ ğe koyuldum. Parmakları- p mm sızısına aldırmıyordum, fj Onıı yerinden çıkarabildim, ¡¡j Vücudümdan kaybettiğim 1 bir parçayı yeniden bulmuş f§ gibi onu çocuk sevinciyle M göğsüme bastırıp doğru şe
şi hirc getirdim. Küçücük bah fi çemdeki bir kaç kök çiçeğin m arasına şefkat ve ihtiramla
¡8
toprağa koydum. Ve dnrup ft baktım.. Baktım.. Baktım daonun artık kendisine lâyık o
g lan yeri bulduğuna kanaat j hasıl ettim.
Sabahleyin onun ziyareti ne koştum. Daha dün üze li rine hüzün çökmüş olan bu H sevimli çiçeğin yanakların- da neş’e parlıyordu Göbe ği ğinde gecenin sıraladığı ja le damlaları, gözlerinde be- 1 üren sevinç yaşların hissini
; veriyordu.
. Gurbetten kurtardığım bu IS zavallı yavrucuğun bu ka fi dar hassas olduğunu kim ® tahmin edehilir'> Benim de kendisi gibi sevindiğimi ona
Ö Z C A N
bildirmek için dudaklarımı ona uzatmak istedim. Ne gü zel kokuyordu. Bir hafta geç meden arkadaşları arasında en fazla dikkati çeken, en o- rijinal, en hâkim vaziyette olan oydu.Tesadüf deyiniz, tabiat de yiniz, ne derseniz deyiniz, onu yabancı bir köşeye at mıştı. Fakat, gene aynı tesa
diifün sayesinde, kendisine lâyık olan yeri bulunca bü tün meziyet ve faziletiyle göze görünmeğe ruhlarda yerleşmeye başladı.
Ben Nâşid’i bu çiçek vazi yetinde görürüm. Ve Nâşid’- in hakiki değerinin anlaşıl ması için, ona benim gözüm te bakılması doğru olur sa nırım.
Nâşid’in yeri, artistik isti dadını bütünlüğü ile göste rebileceği saha, edebi tiyat romuzun sahnesi iken uasıl olmuş da bu tuluat sahnesi ne dönmüş, hangi kara tesa düf onu oraya atmıştı! Han gi yanlış zihniyetin veya gör günün şevki ile oraya düş müş! Kendisinde buluııan cevherin mahiyetini kendisi mi sezememiş, yoksa san’at tüccarlarının hilesine mi ka pılmıştı? Bunun ppvahını vakıf değilim. Fakat dçv cös se«i iîe karşımda d"ran o- mın san’atı kendi ki'V*et ve
moMvPtîni bana anlatıyor
V â s îrl //tbîss -) a t v ! -i ta V v
e d i l e " M idi^ im iz k l â c ,k
gkark rloğlMîr Bel
Hasan’ın A rif in veya Abdi’- jg nin fesini yakıştıranıadı. Be jj
reket versin yakıştırmadı, jj Bu yolda bulunduğu sahne • ve salon muhitinin zevk ve |j icabına uymak için sarfetti- jj ği gayrete rağmen muvaffak jj olamamış, daima aksamış- g tır. Diyebilirim ki acıklı bir ¡j
vaziyete girmiştir. Halbuki, p san’at çerçevesine girebilen p rolleri birer muvaffakiyet ve bazıları da harika sayılır, g
Memleketimizin hududun- ¡g da yaşıyan ve geniş bir ba- ¡j kundan millî bir mahiyeti haiz olmuş olan musevi, rum p acem, ermeni vc arnavut ve çf daha bir çok tiplerin eşsiz şj mümessilidir. Nâşid’in bu g tipleri teşhis ederken konuş ftj maşım duymaya hiç de lü- jg zum yok. Sözlerini işitemi- jj yecek kadar uzakta bulunsa | bile, seyreden onun kimin postuna girdiğini, kimin ru- lıumı taşıdığını derhal anla- p vabilir.
Halkta mühim bir kısım ¡j vardır ki Nâşid’i taklitçi di- ye kabul eder. Halbuki bu g çok yanlıştır. Evvelâ Nâşid ’ AvrupalIların bildiği inıita- | tör değildir Rizdeki taklidci ■ yahut benzetici kelimesine jf karşılık olan imitatör. vazi- g fesini yalnız başına ifâ eder g Meselâ bizim meddahlarımız j bir çeşit imitatör sayılabilir. Halbuki Nâşid her bangi bîr g oive«tP cereyan eden vakıa-
hırın âmilleriyle sık» ilerisi <>
lan başka bir âmili kendi karakter ti o ve ko*v*«»na im snsıvetlerivle temsil erler ki (»ovlesine tip ir-»»»»pozisyon ar *i«ti sıfatı yerilir
|t'fismı var'
Hazırlayan: Aysen Devrim T.
ıiii:>i((ı(HHi>iiın(:]tı:ıuıt>JiuMMii<nııtuıniHitıııiinıuı:ıııruunııııiHiıı;nuııiiUHiıu:iHintıii!iiiunıııiiiiu]»iitiiıuuuııuuiu<n!uiiiıii<ıı>Miı>ıwtiimuıtıii..iMUTiNAŞİD
Nâşid tipik ¡şahsiyetlerin kuvvetli bir san’atkârı ol muş oluyor.Onun hakkında taklide! olarak edinilen yanlış fik rin sebebi, yalnız ve yalnız ; senelerden beri emek ve e- nerji sarlettiği ve kat’iyyen kendisinden olmayan sah nesi ve muhitidir. Yoksa, e- debî sahnemizde, Nâşid ken | dişi ile yarışılması zor olan I tipik bir san’atkârdır. y Temsil ettiği şahıslan tam
3 olarak verebilmek için, biz ce belki ehemmiyetsiz görü len fakat onca çok lüzumlu olan en son teferruatına ka dar dikkatle ifa eder. Çora bin rengine varıncaya kadar herşeyin, sakalının şekil ve teline kadar makyajının, parmaklarının hareketine kadar jestlerine, alnındaki bir çizgisine kadar mimikle rinin tam ve doğru olması
O Z C A N
susuna meraklıdır. Bu da Nâşid’deki derin mütalâa te mayülünün ifadesi sayılır.San’attaki titizliği asabi yet hâlini almış, hastalık şekline girmiştir. Bunun fay dasını mı, zararını mı gör dü? Dikkatin, titizliğin san atta tekâmül âmili olması i- tibariyle muhakkak ki fay dalandı, fakat asabiyet o- na zarar verdi, sıhhatini boz du.
Kaabiliyetinin gelişmesini baltalayan o kötü çevreden iradesizliği yüzünden ayrıla mıyordu. Fakat iç dünyasın da başka bir varlığın yaşadı ğmı hissediyor olmalı ki bir kaç defa ciddî san’at eserle ri oynamak teşebbüsünde bu lunduysa da, hem azimkar olmaması hem de dış mâni ler idari tesirler yüzünden bu teşebbüsleri akamete ıığ radı.
Bu sırada onun Leblebici- M sini, Çardaşmı, Kösesini ve
jj
Karakaş ile beraber sahne ye koyduğu meledramlarmı hatırlatabiliriz.Bu oyunların kusursuz oy namnası uğrunda nasıl can K dan ve sevinçle çalıştığını, bir çok fedakârlıklar yaptı ğını yakından gördüm ve an 4 ladım. Ve bu sıfatla Nâşid’i takdir etmekten kendimi a lamam.
O, Türk Tiyatrosuna eme ği geçmiş, hem çok geçmiş, M mümtaz bir san’atkârdı.
Nâşid’in bize olan hakkını a
ne ile ödeyebiliriz? Bilmem.
Büyük san’atkâr Nâşıd’- in iki çocuğu da, Adile Nâ- H şid ve Selim. Özcan. babala- J rıııın yolunda Türk tiyatro suna hizmete devam eden iki tanınmış ve güçlü san’at J
çıdırlar. ■
GELECEK Y A Z I : SİRANUŞ NİGOSYA
«Büyük Siranuş»
ÍÍ ■íen'fáÉi4¡Ltrrt¿
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi