Mareşal Fevzi Çakmak
Bugün pazar.
Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar benden uzak bu kadar mavi
bu kadar geniş olduğuna şaşarak kımıldanmadan durdum.
Sonra saygıyla toprağa oturdum, dayadım sırtımı duvara.
Bu anda ne düşmek dalgalara,
bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım. Toprak, güneş ve b en .. .
B ah tiyarım .. .
M
A H K E M E kararlı, ne yapılsa,ne söylense N âzım ’ı mahkûm e-
I decekler... Em ir «büyük yerden»
| öyle verilmiş. A m a avukatlar, biz gene
| savunmamızı yapalım, diyorlar. Fuat
| Ömer, Saim Dora, Ahm et Taşpm ar ve
| ötekiler savunmalarım yapıyorlar. N
â-| zım 'm avukatı Saffet Nezihi... Savcı
| Şerif Budak, duruşmadan sonra Saffet
| Nezihi’ye:
«— Siz kalın...» diyor.
| « — N eden?»
«— Savunmanızda Silâhlı kuvvetlere
/
hakaret ettiniz...»
«— Ben savunmamı yazılı olarak mahkemeye takdim ettim .»
« — A raya lâf kattınız. Bunları biz duyduk.»
«— Sizden başka duyan var m ı? » «— Var.»
«— K im ler?»
İki subay ve bir posta erinin adını sayıyor. Belli ki adam, Nâzım 'dan son ra, Saffet Nezihi’ye de kıymak niye tinde. Tevkif edecekler, önüne bir tu tanak uzatıyorlar:
«— Bunu im zala!...»
«— İm zalam am !... Ben böyle bir söz söylemedim.»
imzalarsın, imzalamam, bakıyorlar
ki, olm ayacak... Başka bir çare bulmak üzere içeri çekiliyorlar. Bunu fırsat bi len Saffet Nezihi de sıvışıyor oradan... Doğruca Ankara Savcısı’nın yanına gi diyor. Ankara Savcısı, o zaman. Baha A n k an , mesele böyle böyle diye anla tıyor.
A n k a n :
« — Sen merak etme, ben hallede rim ...» diyor.
Askerî Mahkeme’ye telefon ediyor: «— Tevkif etmek istediğiniz insan, hem avukat, hem bir sivil. Sizin onu tutuklamak yetkiniz dışında...»
Baha Arıkan böyle bir telefon ede
cek cesarette ve durumda. Ağabeysi
tek parti devrinin bakanlarından biri. Kendisi de Ankara Savcılığına «m üm - tazen» getirilmiş.
Ankara Hapisanes! - 1938
Beraat, ama...
Saffet Nezihi, bu işi atlattık, der ken, Şerif Budak düzenlediği düzmece evrakı, savcılığa aktarıyor. Tanıkların sayısını da çoğaltıyor. Ankara Birinci A ğır Ceza Mahkemesinde «Silâhlı kuv vetlere savunma sırasında hakaretten» yargılanıyor. O zaman kanunda deği şiklik yapılmış, böyle suçlar tutuklu gö rülüyor. A ğır Ceza burasım unutmuş görünüyor ve tutuksuz yargılanıyor.
Sonunda beraat ediyor.
Fakat baskı durmuyor. Sarı Arnavut Osman adıyla ünlü bir «taharri memu ru» yıllarca peşini bırakmıyor. Y a zı
haneye geliyor, mahkemede bekliyor,
evinin önünde duruyor, işi gücü bu!... «— Tabii o zamanlar şartlar böyle
değildi», diyor Saffet Nezihi. «Millî
Em niyet’in dışında, polis de kraldan
çok kralcı kesiliyordu. Bugün kanunla- rın uygulanmasından, görevlerin belir tilmesinden ötürü ne de olsa polis çe kiniyor. Her şeye karışmıyor.»
«— Nâzım ’ın avukatlığını kabul et miş olmanız, iş hayatınızı da etkiledi m i?»
*—- Etkilemez olur m u ? Devletten
doğru dürüst bir İş alamadığım gibi, gelip giden müşterilere de gözdağı ve rirlerdi. Çevrede beni tehlikeli bir adam gibi gösterirlerdi.»
«— B ugün?»
«— Bugün yok tabi!... A m a ben avu katlığı hep böyle anlarım ve böyle an- lamışımdır.»
Erişilmez şair
Ben Saffet Nezihi'yi çocukluğumdan tanırım. 34 yıldır da bu yazıhanede ça lışıyor. tşylerini bırakmamış ve değiş tirmemiş. Tandığımda, daha neşeli, da ha genç görünürdü. Bugün durulmuş, oturmuş, üzülmüş bir hali var. Hiç bu kadar da uzun karşı karşıya gelme miştik.
Kelimeler ağzından tek tek dökülü yor. Konuşmadan çekinir gibi... Konuş maya .¿işenen bir davranışı var. Kulağı
NÂZIM HİKMETİN
AVUKATI KONUŞUYOR
MEHMED KEMAL
da galiba hafif iştiyor. Bazı sözlerimi bir iki defa tekrarlatıyor. Belli ki N â- zım ’ı çok seviyor, bağlılığı ve hayran lığı var.
c— Aydınlık’ta İlk şiirlerini gördü ğüm zaman, işte Tiirkçenin erkek sesi... Erişilmez ve ulaşılmaz bir şair... de m iştim . Zamanla, kelimeler, Türkçe de değişti. Nazım da değişti. Savunmam da da, Türkçeyl en güzel kullanan şair mahkûm edilir mi, demiştim. Diyebil miştim o zam anlar...»
Cıgara içmiyor. Birer ıhlamur içtik. «— Nâzım , duruşma aralarında hep konuşmak isterdi. Konuşmaya hasretti. Çünkü, tek kişilik bir hücreye koymuş lar ve kimseyle konuşturmamışlar. H at tâ nöbetçilere konuşmayacaksınız diye sıkı sıkıya tenbih etmişler. Bunu anla tırdı bize:
— Bu iki ay çok acı çektim, çıldı racak gibi oldum... derdi.
Mahkeme karşısında, ciddî, vakur ve soyluydu. Hiç bir şeyden ve kimseden pervası yoktu. Kendisini yok yere, pisi pisine mahkûm edeceklerdi. Bunu sezi
sin.. Eski bir Osmanlı Subayı... Milli mücadeleye dahi nice yıllar sonra ka tılmış. Katı bir asker. Belki olayı du< yuncayadek N âzım hakkında ön bilgisi de yoktur. Ona:
«— Komünizm orduya sızıyor.«» de mişler. O da:
«— Am an yılanın başını ezin«.» de miş.
N âzım Hikm et adını belki o zaman duymuştur. Ondan sonra da ilgilenmiş
tir. j
Mareşal'a ait bir anımı düşünüyo rum. Mareşal Millet Partisi’nin lideri olmuştu. İstanbul'dan Ankara’ya geli yordu. Ben de gazeteciyim. Şefim :
— Git PolatlI’da kendini kaşrıla ve şu soruları sor.» dedi. Atladım trene PolatlI’ya gittim . Karşıladım. M aksa
dım, öteki arkadaşları atlatarak bir
demeç almak. ,
Gazeteci olduğumu söyledim. Yanın
dakiler, beni Mareşalla görüştürmeye
söz verdiler. Bir süre sonra kompartı manına aldı, ilk defa yakından görü
yordum. Boru değil, Türkiye’nin bir
tek, koskoca Mareşali.
Nazım Hikmet
yordıı. Belli etmiyordu. Kendinden çok öğrencilere acıyordu. Fuat Ömer, N â- zım ’m huyunu sertliğini bildiğinden:
— Am an Nâzını Mahkemeye çat ma_ Sâkin ol...» diyordu.
Çakmak'ın rolü
Mahkemeye tesir eden dış kuvvetler belliydi. Meseleyi Mareşal’a kadar uzat mışlardı. Mareşal bu, N âzım ’ı ne bil
«— Gel bakalım genç gaza tacı...»
diye iltifat etti.
Çevresindekilerin hepsi saygılıydı.
O da bu saygıya alışkın bir aktöre ben ziyordu. Harcı alem sorular... Ben sor dum, o söyledi. Bir de kendimden, şe fin vermediği bir soru sorayım isti yordum.
«— Bitti m i? » dedi. «— Bir tane ilaha var...» «— Sor bakalım...»
Partiler kuruluyordu ama ekonomik
■' - »
■1
i4 vukat S a f f e t Ne zihi
görüş farkı yoktu. Acaba M areşal’m Partisinin ekonomik görüşü neydi, onu öğrenmek istiyordum.
«— Mareşal Hazretleri», dedim.
«Partinizin ekonomik görüşü nedir, öğ renebilir m iyim ?»
«— Bravo delikanlı... İyi sordun... îşte bak bu önemli» dedi. Devletçiyiz, liberaliz, karma ekonomiciyiz, - bu yeni çıktıya - sosyalistiz gibi bir şeyler söy leyecek sandım. Yaran da kulak kesildi. «— Çok mühim bir soru sordun...
Biz muhtekirlerle (karaborsacılarla)
mücadele edeceğiz. Sakalların, kasapla rın ihtikârına mani olacağız...» dedi.
Gülmemek için kendimi zor tuttum. Dönüşte bunu şefe anlattığım za m an:
«— Am an bunu yazm ayalım, kos
koca t’ürkiye Mareşali gülünç olur...
H alk bizi yıl’ rea kimler yönetmiş... di ye kuşkuya düşer...» utandırmamak için yazmadıktı.
İşte N azım ’la uğraşan ve onun ille de mahkûm olmasını emreden Mareşa lin zihniyeti bu idi...
Ve mahkûmiyet
N azım ’a sonunda 15 yıl ağır hapis veriyorlar. «Askeri isyana teşvik ve va- tan’a İhanetten...» O sırada da yüzelli- likleri affediyorlar, Saffet Nezihi:
«— Meclise Annesi ile birlikte bir dilekçe verdik. Vatan hainleri afedilir- ken, Nazındın mahkûm olması adalet değildir, dedik. Bu dilekçeyi Falih Rıfkı
A t a y ’a gösterdim. Am an, dedi, bunu
bir broşür gibi bastırıp milletvekillerine gönderin... Çok tesiri olur. Bastırdık ve milletvekillerine gönderdik. Hiç bir te siri olmadı. Yüzellilikler afediidi, N â zındın mahkûmiyeti devam etti.»
« — Yanınızda bu dilekçe sureti veya broşürlerden var m ı? »
«— Olacaktı. Fakat sonraları dedi ğim gibi çok baskıya maruz kaldım. Bunları ve N âzım ’a ait dosyayı imha ettim . Belki kıyı kenardan çıkar... Bel ki çıkmaz... Aram am lâzım...»
«— N âzım ’a ait, beige, işaret, not, mektup, resim gibi bir şeyler....»
Gözleri daldı.
Çok acı çeken bir insan haline bü ründü.
«— Bilmem... dediğim gibi bir araş tırayım. Belki kıyıda köşede bulurum. Bulursam size veririm.»
Hafızasında kalanlara göre konuşu yordu. Yıllar da hafızasındakileri alıp götürmüş, kırıntıları kalmıştı.
Hâkimler ne oldu?
, «— N âzım ’ı mahkûm edenler ne ol- I
d u ?»
«— Duruşma Hakimi Kâzım Ya- m an’ı 2 Numaralı Garnizon Mahkeme sine «terfian» tayin ettiler. Orasını çok istermiş. İstediği oldu. Bu Kâzım du ruşma sırasında, duruşma yerinden fır lar, sanıkları döver, gene yerine oturur muş. Günün birinde öldü. Başağrısın-
dan öldü, dediler. Başının otopsisinde
bir ur çıkmış. Bu ur bulunan kimseler muvazenesiz olurlarmış. Tıbbın koyduğu teşhis bu... İşte kafasındaki koca urla yıllarca hâkimlik eden bu Kâzım , N â- zım ’ı mahkûm etti. Şerif Budak yaşı yor. Emekliye ayrıldı. İhtiyar bir adam..
Şimdi sanırım Bahçelievlerde oturur.
Ötekiler 11e oldu bilmiyorum.»
«— Tem yiz nasıl geçti ?»
«— Dâvayı temyiz ettik. Dosyanın
Raportörü General Kemal Erman'dı.
Mahkemeye uyulması yolunda mütalâa yazdı. Mahkemede Albay Zeki Eyüp- oğlu hariç, çoğunlukla tasdik gördü. Bir hukuk rezaleti olarak tarihin içine gömüldü.
« — Dosya bulunabilir m i? » « — Bulunabilir... Harbokulu Mahke mesi evrakı arasındadır. Yetkili biri a- raştırırsa çıkarırlar. Bu hadise, hukuk keyfiliğidir, tik değildir Memleketimiz de çok olmuştur. Nâzım da bu kurban lardan biridir.
« — Sonra hiç N â z ım ’ı gördünüz |
m ü ?»
«— Görmedim. N ice yıllar sonra, N â
zım Kırşehir mi, Çankırı m ı, bir hapi- saneden sağlık durumunun bozukluğun dan ötürü çıkarılmış. Ankara’dan geç miş. Polisler gelip benden sordular. Ben de, gidin Ali Fuat Paşa’dan sorun, de dim.»
İP..
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği T a ha To ros Arşivi