• Sonuç bulunamadı

Uluslar Arası Sözleşmeler Işığında Kadının Durumu

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Uluslar Arası Sözleşmeler Işığında Kadının Durumu"

Copied!
7
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

ULUSLAR ARASI SÖZLEŞMELER IŞIĞINDA KADININ DURUMU *

Lale TAŞKIN **

ÖZET

8 Mart Dünya Kadınlar Günü nedeni ile kaleme alınan bu yazıda; dünyada kadın hareketlerinin başlangıç noktası, dünya kadın konferanslarının amaçları ve sonuçları, bu konferansların ülkemize yansımaları ile Türkiye’de ve Dünya’da kadının durumu tartışılmıştır.

Anahtar Sözcükler: Kadın hakları, kadının durumu, uluslar arası kadın konferansları.

ABSTRACT

Women’s Status in the Light International Women Conferences

World women day, 8 March, reminds and provides us to discuss following subjects. In this article starting point of women action in the world, the goals and consequences of world women conferences and the reflections of these conferences to our country and the situation of women in the world and Turkey are discussed.

Key Words: Women’s right, women’s status, international women conferences.

“Bir toplumun uygarlık düzeyini öğrenmek isterseniz o toplumdaki kadının durumuna bakınız.”

Stuart Miller

İnsanlık tarihi boyunca kadınlar ve erkekler ne yazıkki dünyayı eşit olarak paylaşmamışlar ve bu eşitsizliğin olumsuz sonuçları sadece kadınları değil tüm toplumu etkilemiştir. Kadınların toplumda eşit haklar elde etmek için başlattıkları mücadele Fransız devrimine kadar uzanır. Devrimin yerleştirdiği “eşitlik, özgürlük, kardeşlik” kavramları kadın hareketlerinin de güç kaynağını oluşturmuştur (KSSGM 1996).

Kadınların haklarını elde etmek için başlattıkları ilk hareketlerden biri 8 Mart 1857 tarihinde Newyork da çalışan bir grup kadın işçinin “eşit işe eşit ücret” talebi ile başlattıkları gösteridir. Bu gösterinin anısına 1910 yılında 8 Mart’ın Dünya Kadınlar Günü olması önerilmiş, 1977 yılında Birleşmiş Milletler tarafından 8 Mart Dünya Kadınlar Günü olarak ilan edilmiştir. Kadın hakları ile ilgili somut adımlar kadınların politik, ekonomik ve sosyal haklarını korumak için 1946 yılında kurulan “Birleşmiş Milletler (BM) Kadının Statüsü Komisyonu” ile atılmış ve bunu 1948 yılında kabul edilen BM Evrensel

Bildirgesinin cinsiyet ayrımı yapmadan kaleme alınması izlemiştir. Birleşmiş Milletler sisteminin özünü “insan hakları ve temel özgürlüklere, cinsiyet temelli ayrımcılık dahil hiçbir ayrımcılığa yer vermeksizin saygı gösterilmesi, temel hak ve özgürlüklerin korunup güçlendirilmesi için uluslar arası işbirliğinin sağlanması” prensibi oluşturmaktadır. Daha sonraki yıllarda cinsiyete dayalı eşitlik mücadelesi, Birleşmiş Milletlerin uluslar arası çeşitli sözleşme ve bildirgeleri ile desteklenmiştir. Dünyada kadın konusundaki yaklaşım değişikliği yine bu çalışmalar sonucu gerçekleşmiş, kadın artık destek ve yardım gören değil, kalkınmada temel ve eşit bir birey olarak algılanmaya başlanmıştır (KSSGM 2003).

Dünya Kadın Konferanslarının Kısa Tarihçesi

1970’li yıllarda kadın hakları konusunda uluslararası ortak bir dil geliştirmek amacı ile BM tarafından Dünya Kadın Konferansları düzenlenmeye başlanmıştır. Bu konferansların kısa tarihçeleri aşağıda kısaca açıklanmıştır (Akın 1998; DİE 2001; Hodoğlugil ve Akın 2001; KSSGM 2001; KSGMM 2003; UNICEF 2000).

* 8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla konferans olarak sunulmuştur (10 Mart 2004,Cumhuriyet Üniversitesi, Sivas) **Prof. Dr. Hacettepe Üniversitesi Hemşirelik YüksekOkulu, Kadın Sağlığı ve Hastalıkları AD, Ankara

(2)

BM Birinci Dünya Kadın Konferansı; 1975

yılında Meksika’da düzenlenmiş ve bu konferans sonrasında 1975-1985 yılları arası kadının 10 yılı olarak ilan edilmiştir. Eşitlik, kalkınma ve barış hedeflerine ulaşmayı amaçlayan kadının on yılının ana teması

istihdam, sağlık ve eğitim olarak belirlenmiştir. Bu

dönemde tüm dünyada kadına ilişkin konulara dikkat çekilmiş ve bir çok aktivite başlatılmıştır .

Uluslar arası kadının 10 yılının en önemli olaylarından biri 1979 yılında BM genel kurulunun

Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesini (Convention on Elimination of all Forms

of Discrimination Against Women-CEDAW) kabul etmesi olmuştur. 1980 yılında imzaya açılan CEDAW 1981 yılında 20 ülkenin onaylaması ile uluslararası bir sözleşme olarak uygulamaya girmiştir. CEDAW, kadının medeni durumuna bakılmaksızın kadın erkek eşitliğine dayalı olarak, politik, ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda temel hak ve özgürlüklerini engelleyen yasalar ve geleneksel yaklaşımların ortadan kaldırılması çalışmalarını içerir. Kadın erkek eşitliği alanında uluslararası tek yasal bağlayıcı doküman olan bu sözleşmeye Mart 2001 yılı itibari ile 167 ülke taraf olmuştur.

Türkiye CEDAW sözleşmesini 1985 yılında imzalamış ancak medeni kanunun bazı hükümleri ile çeliştiği gerekçesi ile 15. ve 16. maddelerine çekince koymuştur. Daha sonraki yıllarda medeni kanunda yapılan değişiklikler ile bu çekinceler 1999 yılında tümü ile kaldırılmıştır.

BM İkinci Dünya Kadın Konferansı;

Kopenhang’da, on yıllık dönemin ilk yarısını değerlendirmek amacı ile toplanmış ve kadınların durumunu iyileştirmek için alınacak önlemleri belirleyecek harekat planı kabul edilmiştir.

BM Üçüncü Dünya Kadın Konferansı; 1985

yılında Nairobi’de Türkiye dahil 157 Ülkenin katılımı ile gerçekleşmiştir. Bu konferansta kadınların ekonomik sosyal yaşam programlarının dışında bırakıldıkları ve sonuçta gelişme sürecinin yararlarından daha az pay aldıkları vurgulanmıştır. Konferans sonunda “2000’li

yıllara yaklaşırken kadınların ilerlemesi için Nairobi ileriye dönük temel stratejileri” kabul

edilmiştir. Bu stratejiler yasal, sosyal ve siyasal katılımda eşitlik olarak üç temel alanda geliştirilmiş ve kadınların bu alanlara eşit katılımının sağlanması ile topluma daha fazla katkı sağlayacakları kabul edilmiştir

Bu toplantıda benimsenen “Toplumsal Gelişmede Kadın” (WID- Women in Development) yaklaşımı tüm dünyadaki kadınlara fertilite hızında düşme, maternal mortalitede azalma ve okuryazarlık oranında yükselme gibi önemli kazanımlar sağlamıştır.

BM Dördüncü Dünya Kadın Konferansı;

1995 yılında Pekin’de 189 ülke temsilcisinin katılımı ile toplanmıştır. Konferansın sonunda Pekin Deklerasyonu ve Eylem Platformu isimli iki belge kabul edilmiştir. Türkiye her iki belgeyi de hiçbir çekince koymadan kabul etmiştir . Pekin Deklerasyonunda; Son 10 yılda kadınların durumunda bazı ilerlemeler kaydedilmesine rağmen kadın-erkek eşitsizliğinin devam ettiği, artan yoksulluğun bu durumu şiddetlendirdiği bildirilmiş, hükümetler kadının güçlenmesi ve ilerlemesi, kadın- erkek eşitliğinin geliştirilmesi ve toplumsal cinsiyet perspektifinin ana politika ve programlara yerleştirilmesi konusunda yükümlü kılınmış ve eylem planının hayata geçirilmesi öngörülmüştür.

Bu toplantıda kadının güçlendirilmesinde “Toplumsal Cinsiyet ve Gelişme Yaklaşımı” (GAD- Gender and Development) benimsenmiştir. Toplumsal cinsiyet kavramı, “sosyal yönden kadın ve erkeğe değişik kültürlerde verilen roller” olarak tanımlanmaktadır. Diğer bir deyişle toplumsal cinsiyet, kadın ve erkek olarak toplumun bizi nasıl gördüğü, nasıl düşünüp davranmamızı beklediği ile ilgili bir kavramdır. Tarih içinde bu roller kadın ve erkeğin yaşama biçimini şekillendirirken, hemen tüm kültürlerde kadının aleyhine bir eşitsizliği de beraberinde getirmiştir. Bu eşitsizliğin en belirgin olduğu alanlar gelir dağılımı, karar alma mekanizmaları, toplumsal statü, eğitim ve sağlıktır. Bu eşitsizlik çoğu kez erkeği de olumsuz etkilemiş, erkeğin evin geçiminden sorumlu tutulduğu kültürlerde erkek bu konuda kendisini aşırı baskı altında hissederek mental ve fiziksel sağlığı etkilenmiştir. Hatta bu kültürlerde kadının çalışıp evi geçindirmesi ya da erkekten daha fazla kazanması erkek için onur kırıcı olarak da algılanmıştır (Akın 2001).

Eylem Planında ise kadının güçlendirilmesine yönelik hedefler tanımlanmış ve kadının tüm toplumsal alanlara eşit katılımındaki engellerin ortadan kaldırılması için onun ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasi karar alma mekanizmalarında yer alması öngörülmüştür. Aşağıdaki stratejik hedefler ve bu hedeflere ulaşmak için yapılacak eylemler konferansa katılacak tüm ülkeler tarafından imza edilerek kabul edilmiştir. 12 kritik alanla ilgili bu hedefler başlık olarak şöyledir ; kadın ve yoksulluk,

(3)

kadınların eğitimi ve öğretimi, kadın ve sağlık, kadına yönelik şiddet, kadın ve silahlı çatışma, kadın ve ekonomi, karar alma sürecinde kadın, kadının insan hakkı, kadın ve medya, kadın ve çevre ve kız çocuk.

Pekin+5 BM Genel Kurulu Özel Oturumu, “Kadın 2000: 21. Yüzyıl için Toplumsal Cinsiyet Eşitliği, Kalkınma ve Barış” başlığı ile Newyork’da

yapılan bu toplantı, geçen beş yıl içinde hangi amaçlara ulaşılabildiği, ülkelerin hangi gelişmeleri gösterdiği ve hangi sorunların devam ettiğinin ülke raporlarından değerlendirilmesi amacı ile gerçekleştirilmiş ve toplantı sonunda bir siyasi deklerasyon ile sonuç belgesi ortaya çıkmıştır. Siyasi deklerasyonda; Toplumsal cinsiyet eşitliği, kalkınma ve barış hedeflerine ulaşmada CEDAW sözleşmesinin tartışılmaz önemi, sivil toplum kuruluşlarının vazgeçilmez rolü, erkeğin katkısının gerekliliği ve toplumsal cinsiyet bakış açısının temel politika ve programlara yerleştirilmesinin önemi vurgulanırken toplumsal cinsiyet eşitliğinin ancak toplumsal cinsiyet eşitliği bakış açısının ana plan ve politikalara yerleştirilmesi ile mümkün olacağının altı çizilmiştir. Sonuç belgesinde Pekin Deklerasyonu ve 12 kritik alanla ilgili Eylem Planının tam olarak ve hızlı bir şekilde hayata geçirilmesini sağlayacak eylem ve girişim belgeleri yer almıştır.

Uluslar arası Nüfus ve Kalkınma Konferansı; (İnternational Conference on Population

and Development-ICPD) 1994 yılında Kahire’de düzenlenmiştir. Bu konferansta, kalkınmanın temel ve vazgeçilmez bir insan hakkı olduğu, nüfus politikalarının temelinde bireylerin yaşam kalitelerini yükseltme hedefinin yer alması gerektiği, insanlığın bugününün ve gelecekteki refahının güvence altına alınması, yoksulluğun yok edilmesi, eğitim hakkından herkesin yararlanması gibi ilkelerin yanında cinsiyetler arası eşitliğin ve hakkaniyetin sağlanması, kadınların güçlendirilmesi, kadınlara yönelik şiddetin yok edilmesi ve kadınların kendi doğurganlıklarını kontrol edebilmeleri gibi kadınlara yönelik ilkeler de vurgulanmıştır.

Bu konferansta ilk kez ifade edilen “üreme sağlığı” kavramı da dünya gündemine kabul gören bir kavram olarak girmiş ve devletlerin kadın- erkek eşitliğini temel alarak aile planlaması ve cinsel sağlığı da içeren üreme sağlığı hizmetleri dahil tüm sağlık hizmetlerine ulaşabilirliğin sağlanması için gereken bütün önlemleri alması ilkesi kabul edilmiştir. Bu konferansın sonuçları 1995 de Pekin’de yapılan IV.

Dünya Kadın Konferansında bir kez daha ele alınarak eylem planında yer almıştır.

ICPD’de gündeme gelen Üreme Sağlığı kavramı, üreme sisteminin sağlığını ifade ettiği kadar, bireylerin tatmin edici ve güvenli bir cinsel yaşamları olmasını, üreme yeteneğine ve üreme yeteneklerini özgürce kullanabilme hakkına sahip olmalarını da ifade eder. Üreme sağlığı kavramı dünya gündemine girmeden önce ülkeler, geleneksel yaklaşımla hizmet programlarında özel grupları (örneğin:15-49 yaş grubu evli kadınlar daha çok gebelik, doğum ve AP hizmetlerinin verildiği AP/Anne Sağlığı hizmet grubu gibi) ele alırken, ICPD eylem planı üreme sağlığı hizmetlerini, kadının doğumundan ölümüne kadar yaşamını bir bütün olarak ele almayı öngörmüştür .

Uluslararası Sözleşmelerin Türkiye’ye Yansımaları

Dördüncü Dünya Kadın Konferansı’nda Türkiye’nin 2000 yılına kadar çözüm bulmayı taahüt ettiği dört temel sorun alanı şunlardır (Hodogligil ve Akın 2001, KSSGM 2001; KSGMM 2003; )

CEDAW sözleşmesine konulan temel

çekincelerin kaldırılmas: Türkiye CEDAW

sözleşmesini 1985 yılında imzalamış ancak 15. ve 16. maddelerine, Türk Medeni kanununun evlilik içi ve aile ilişkileri hakkındaki hükümleri ile çeliştiği için çekince koymuş, 1995 yılında IV Dünya Kadın Konferansı Pekin eylem platformunu imzalayarak bu çekincelerini kaldırmayı taahhüd etmiştir. Türkiye, medeni kanunda yaptığı yasa değişiklikleri ile 1985 yılında CEDAW’ı imzalarken koyduğu tüm çekinceleri 1999 yılında kaldırılarak önemli bir adım atmıştır.

Türkiye her dört yılda bir CEDAW sözleşmesi ile ilgili ilerlemeleri bir raporla BM’e bildirmek zorundadır. Bu konudan sorumlu olan kurum, uluslar arası sözleşmeleri uygulamak üzere kurulan Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü’dür.

Zorunlu eğitimin 8 yıla çıkarılması: 1997 yılında temel eğitim 8 yıla çıkarılmıştır. Bir sonraki önemli adım kız çocuklarının daha yüksek oranlarda okullaşmasını sağlayarak eğitimde kız-erkek arasındaki farkın kapatılması olacaktır.

2000 yılına kadar kadının okur yazarlık oranının yüzde yüze çıkarılması: Kız çocuklarında bu oran halen % 75 dolayında iken erkek çocuklar için aynı oran % 80 dir. Her iki cins için de durum maalesef yüz güldürücü değildir.

(4)

Anne ve çocuk ölüm oranlarının %50 azaltılması: Her iki oranda da düşme görülmekle birlikte özellikle anne ölüm hızında istenen hedefe halen ulaşılamamıştır.

Türkiye’de Kadın Sorunları

Türkiye’de üreme sağlığı hizmetlerinin yaygınlaştırılması ve hizmet kalitesinin yükseltilmesi için yapılan plan ve uygulamalar kadın sağlığı alanındaki önemli gelişmelerden biridir. Ancak üreme sağlığı sorunlarının önemli bir boyutunu oluşturan kadının doğurganlığı ile ilgili sorunlar hala önemini korumaktadır. Bu sorunları aşağıdaki şekilde sıralamak mümkündür.

9 DİE tarafından en son belirlenen Ana Ölüm Hızı, (AÖH) tahmini yüz bin canlı doğumda 100’ dür. Türkiye’de 53 ilde hastane ölümleri incelenerek yapılan bir ulusal araştırmada bu değer 1998 yılı için yüz bin canlı doğumda 49 olarak bulunmuştur. Bu düzeyler Avrupa’ nın 1990 düzeyleri ile karşılaştırıldığında örneğin Yunanistan’da 10, Bulgaristan’da 17, İsrail’de 7 ve İsviçre’de 6 olan anne ölümlülüğü düzeyine göre çok yüksektir (Akın ve ark. 2001).

9 Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması (TNSA) verilerine göre toplam doğurganlık hızı (TDH) son 25 yılda sürekli bir azalma göstererek 1978 de 4.33 iken 2003 de 2.23‘e düşmüştür. TNSA 2003 verilerine göre, evli kadınların yüzde 34.4’ü son beş yıl içindeki doğumlarını planlamadıklarını belirtmişlerdir. Buna göre eğer tüm istenmeyen doğumlar önlenebilmiş olsaydı toplam istenen doğurganlık hızının, toplam gerçek doğurganlık hızından 0.6 çocuk daha az olacağı dolayısı ile toplam doğurganlık hızının 2.2’den 1,6’ya düşeceği hesaplanmıştır. Bu durum Türkiye’de gebeliklerin önemli bir kısmının istenmeden ve planlanmadan meydana geldiğini göstermektedir.

9 Sağlık Bakanlığı verilerine göre Türkiye’de

anne ölüm nedenleri arasında ilk üç sırayı kanama

(%33), gebelik hipertansiyonu (%20) ve enfeksiyon (%14) almaktadır. Bu durumları hazırlayan faktörler aşırı doğurganlık, erken ve ileri yaşlardaki gebelikler, doğum öncesi, doğum ve doğum sonrası dönemde yeterli bakım alamamadır .

Yapılan çalışmalar göstermektedir ki erken ve ileri yaştaki gebelikler sık ve fazla doğumlar önlenebilse ve her gebenin doğum öncesi bakım alması sağlanabilse, her yıl dünyada milyonlarca çocuğun ve annenin hastalanmaları ve ölmeleri engellenebilecektir (Akın ve Biliker 2001). Dünya doğurganlık araştırması,

doğum aralığının 12 aydan kısa olması halinde bebeklerin yaşam şansının %60-7 0 azalacağını ve 20 yaşından küçük annelerden doğan bebeklerin ilk bir ay içinde ölüm riskinin, 20-30 yaş grubundaki annelere göre yüzde 24 daha fazla olacağını ortaya koymuştur.

9 2003 TNSA’a verilerine göre Türkiye’de doğumların yüzde 27’si 24 aydan kısa aralarla meydana gelmektedir. Bu sayı kırsal kesimde % 36.5’e çıkmaktadır. Aynı araştırmaya göre 25-29 yaş grubundaki kadınların % 28’i, 45-49 yaş grubundaki kadınların % 38’i 20 yaşından önce anne olmuştur. Türkiye’de hastanelerde yapılan bir çalışmada anne ölümlerinin % 62.3 nün mevcut koşullarda, % 24.2 sinin ileri koşullarda önlenebileceği ve Türkiye’de gebeliklerin % 68 inde bir ya da daha fazla risk faktörü olduğu belirtilmiştir (Akın ve ark. 2001).

Geleneksel toplumumuzun kadına biçtiği en uygun rol eş ve annelik olduğu için eğitimi olmayan kadın erken yaşta evlendirilmekte ve hemen çocuk doğurması beklenmektedir. Kadın böylece toplumda kabul ve saygı görmektedir. Böyle bir sistemde çok çocuğu olan kadının toplumsal konumu yükselirken eğitim, sosyal ve mesleki alanlarda ilerlemesi de engellenmektedir.

9 2003 TNSA sonuçlarına göre kadınlarda ortanca evlenme yaşı 20’dir. 15-19 yaş kadın grubunun % 11.9’u evlidir. Eğitimi olmayan kadınlarda ilk evlenme yaşı 18.0 iken lise ve üzeri eğitimi olanlarda ilk evlilik yaşı 24.8 ile bu yaştan 6.8 yaş daha büyüktür.

9 2003 TNSA sonuçlarına göre, kadınların %18.6’ sı doğum öncesi bakım (DÖB) almamıştır. Türkiye’nin Doğu Bölgesinde bu oran % 60,6 ya çıkmaktadır. Doğum Öncesi Bakım (DÖB) almayan kadınların sayısında 1998 sonuçlarına göre % 13.4’lük bir azalma olmakla beraber hizmetlerin niteliğine yönelik soru işaretleri vardır. Sağlık sistemindeki yetersizlikler nedeni ile gebeler için eğitim ve danışmanlık hizmetlerini de kapsayan temel bakım uygulamalarının ihmal edildiği düşünülmektedir. Çünkü DÖB alanların ancak yarısı gebeliğinde dört ve daha fazla izlenmiştir. Ayrıca sağlık personeli

kullanımındaki aksaklıklar nedeni ile; eğitim ve danışmanlık hizmetlerini de kapsayan DÖB hizmetleri ebe/hemşirelerin temel görevi olmasına rağmen, bu hizmetlerde yeterince kullanılmadıkları saptanmıştır. 2003 TNSA’ya göre son beş yıl içinde doğum yapan annelerin

(5)

sadece % 5.5’i doğum öncesi bakım hizmetini ebe/hemşireden almıştır.

9 2003 TNSA’ya göre doğum sayısı arttıkça DÖB dan yararlanma oranı azalmakta, evde sağlık personeli yardımı olmadan doğum yapma sıklığı artmaktadır. Buna karşın ilk doğumunu gerçekleştiren annelerin yaklaşık % 93 ünün DÖB alması, yüzde 90 nının doğumunu sağlık kuruluşunda yapması ve % 92 sinin sağlık personeli yardımı alması, doğurganlığı yeni başlayan genç annelerin sağlık hizmetlerinden daha fazla yararlandıklarını göstermektedir.

9 2003 TNSA’ya göre annenin eğitim

düzeyi, sağlık hizmetlerinden yararlanmanın en önemli

belirleyicisidir. İlkokul eğitimi olmayan kadınlarda DÖB alma oranı yüzde 53 ve sağlık kuruluşunda doğum yapma oranı % 48 olmasına karşı lise ve üzeri eğitim alanlarda DÖB alma oranı % 98.5, sağlık kuruluşunda doğum yapma oranı % 98 dir.

9 2003 TNSA sonuçlarına göre doğurganlık

hızı ve DÖB alma durumu ile bebek ölüm hızı (BÖH)

arasında doğrudan bir ilişki vardır. Doğurganlık hızının (4.7 çocuk) ve doğum öncesi bakım almayanların oranının yüksek (%38.8) olduğu doğu bölgesinde bebek ölüm hızı binde 41 ile en yüksek iken, doğurganlık hızının (1.88 çocuk) ve doğum öncesi bakım almayanların oranının düşük (%8,5) olduğu batı bölgesinde bebek ölüm hızı binde 22 ile en düşüktür.

9 TNSA 2003 verilerine göre 2003 den önceki 5 yıl içinde doğan çocukların % 39’u yüksek ölüm

riskine maruz kalmıştır. Bu çocukların % 27 si tek risk

faktörüne, % 13’ü birden fazla risk faktörüne bağlı olarak yüksek ölüm riskine maruz kalmıştır. Yüksek doğum sırası ve kısa doğum aralığı ölüm riskini artıran en önemli faktörlerdir. Son beş yılda doğan çocukların % 23’ü yüksek doğum sırasından, % 22’si kısa doğum aralığından sonra doğmuştur.

9 Evli kadınlarda herhangi bir AP yöntemi kullanma oranı % 71, modern yöntem kullanma oranı % 42.5 dir. Eğitim düzeyi arttıkça modern yöntem kullanma oranı da artmaktadır. Lise ve üzeri eğitim alan kadınlarda modern yöntem kullanma oranı % 52.2, eğitimi olmayanlarda % 29.9 dur.

9 Geçtiğimiz on yılda Türkiye’de AP ile ilgili hizmetlerin yaygınlaştırılması ile nüfus artış hızı 1.47 ye düşmüştür. Nüfus hızındaki bu düşüşün, başta eğitim ve sağlık hizmetleri olmak üzere yüksek talebi sınırlayarak topluma ve ekonomik gelişmeye katkı

sağlayacağı ve hizmetin ve toplumun yaşam kalitesini artıracağı beklenmektedir.

İsteyerek Düşükler

9 İsteyerek düşükler TNSA verilerine göre 1993 de % 18 iken 2003 de bu oran % 11’e gerilemiştir. Bu düşüklerin dörtte birinde kadınlar gebelik öncesindeki ayda hiçbir gebeliği önleyici yöntem kullanmamışlardır. Yöntem kullanmış olanların ise yarısına yakını (% 46.1) geri çekme yöntemi kullanmıştır. Gerçekleşen düşüklerin yaklaşık üçte birinde ilk ay içinde kadınlar herhangi bir gebeliği önleyici yöntem kullanmazken dörtte birinden fazlası geri çekme yöntemini kullanmıştır. Bu durum düşük sonrası AP hizmetinin gerçekleşmediğini göstermesi bakımından anlamlıdır.

Sigara Kullanımı

9 Sigara kullanımı çok yönlü olarak kadın ve çocuk sağlığını etkilemektedir. 2003 TNSA ya göre 15-49 yaş evli kadınların % 28’i ara sıra ya da düzenli olarak sigara içtiklerini belirmişlerdir. 20-34 yaş grubunda, kentte yaşayanlarda, batıda yaşayanlarda ve eğitim düzeyi yüksek olanlarda sigara içme prevalansı daha yüksektir. Gebe kadınların % 15 i ve emzirenlerin % 20 si halen sigara içmektedir. TNSA 1993 ile karşılaştırıldığında son on yılda sigara içenlerin payı % 18’den % 28’e çıkmıştır.

Ekonomi ve Çalışma Hayatı;

9 Ülke genelinde nüfusun işgücüne katılım oranı % 48.7 olup bu oran erkeklerde % 70.1 kadınlarda % 27.4’dür (DİE 2003). Türkiye’de çalışan her 10 kadından altısı ücretsiz aile işçisi, üçü ücretli, sadece biri kendi hesabına çalışmaktadır. Tarımda %65, sanayide % 3 ve hizmet sektöründe yüzde12 oranında kadın çalışmaktadır (KSSGM 2001). Bu konuda bir diğer veri de 2003 TNSA’dır. Buna göre üreme çağındaki kadınların % 58.3’ü halen çalışmamakta ancak çalışanların arasında 10 kadından 6 sının geliri hane halkı harcamalarına ya hiç katkıda bulunmamakta ya da harcamaların yarısından azını karşılamaktadır. Ayrıca kadının kazancının harcanmasına ilişkin kararda kadının statüsü rol oynamaktadır. Lise ve daha fazla eğitimi olan kadınların üçte ikisi bu tür kararları eşi ile beraber alırken üçte biri sadece kendisi almaktadır Buna karşılık eğitimi olmayanların yaklaşık üçte biri kazançlarının kullanımında söz sahibi değildir.

(6)

Eğitim;

Kadın ve erkeklerde okuryazarlık oranlarındaki fark, cinsiyet eşitsizliğinin en belirgin göstergesidir.

9 2003 TNSA sonuçlarına göre halen üreme çağındaki kadınların sadece % 62 si ilköğretimin birinci basamağını oluşturan 5 yıllık eğitimi tamamlamıştır. Aynı oran erkekler için % 77 dir. Daha üst eğitim kademelerinde kız çocuklarının okullaşma oranları erkeklerin gerisindedir. Kadınların sadece % 14.2 si lise ve üzeri eğitim alırken aynı oran erkekler için % 22.5’dir. Doğu bölgesinde cinsiyetler arası eğitim eşitsizliği daha da artmaktadır. Doğuda lise ve üzeri eğitim gören kadın oranı % 6.9 iken erkeklerde %16.5’dir.

Yukarıdaki verilerde de görüldüğü gibi Türkiye’de her öğrenim basamağında kadın ve erkek arasında çok büyük farklılıklar vardır ve son 70 yılda toplam nüfusta okuryazarlık oranı artmış olmasına rağmen kadın ve erkek okuryazarlığı arasındaki fark aynı kalmıştır.

Kadına Yönelik Şiddet;

9 Türkiye’de kadına yönelik şiddet sıklığını Piar 1988 de % 75, Aile İlişkileri Kurumu 1993 de % 30 olarak bulmuştur. Türkiye’de yapılan çeşitli kesitsel çalışmalar, kadınların en az 1/3 ünün en az bir kere eşleri tarafından şiddete maruz kaldığını göstermektedir. Eğitimli ve çalışan kadınlar daha az şiddete maruz kalmaktadır.

9 2003 TNSA’ya göre kadınların % 39’u herhangi bir nedenle kocanın kadına vurmasını maalesef haklı görmektedir. Kadınların, kocanın vurmasını haklı görme nedenlerinin başında “karşılık verme” (% 29.1) gelirken diğer nedenler sırası ile lüzumsuz para harcama (% 27), çocukların bakımını ihmal (% 23) ve cinsel ilişkiyi reddetmedir (% 16.3). Kocanın karısına vurması için belirtilen nedenlerden birini bile haklı bulanların oranı lise ve üzeri eğitim alan kadınlarda % 8.8 iken aynı oran eğitimi olmayan kadınlarda yüzde 62 ye çıkmaktadır. Lise ve üzeri eğitim alan grupta bu oran düşük bile olsa yinede yaklaşık her 11 kadından birinin kendine uygulanan dayağı haklı görmesi, erkeğin bu yanlış kültürel davranışını pekiştirecek endişe verici önemli bir etken olarak durmaktadır.

Cinsel Yolla Bulaşan Hastalıklar (CYBH)

9 Sağlık Bakanlığı verilerine göre Türkiye’de 1997 itibari ile 700 HIV (+) olgusu saptanmış, 218 kişide hastalık belirtisi görülmüş ve 72 ölüm vakası tespit edilmiştir. Türkiye de AIDS ‘in çok ciddi bir

tehlike oluşturduğu ileri sürülmektedir. Genç bir nüfusa sahip olan ülkemizde erkeklerin kendilerini güçlü ve hastalığa bağışıklı görme eğiliminde olması ve geleneksel kültürümüzde erkeklerin birden fazla kadınla ilişki kurmasına olumlu bakılması hem erkek hem de eşi için tehlikeyi artırmaktadır. Ayrıca günümüzde gençler daha erken yaşta cinsel yönden aktif olmakta ve bilinçsizce yapılan cinsel ilişkinin sonuçlarından kızlar daha çok etkilenmektedir. Çünkü HIV’ın bulaşma şansı, geniş bir mukozal yüzeye sahip olan vajenin yapısı nedeni ile kadınlarda daha yüksektir. Türkiye’de gençlerin bilinçli ve planlı cinsel eğitim gereksinimi vardır. Çalışmalar gençlerin cinsellik konularında bilgi ihtiyacı olduğunu göstermektedir (Akın ve Özvarış 2004; Gölbaşı, Taşkın 2003; Yaman 2003).

9 2003 TNSA ya göre evli 15-49 yaş kadınlarda AİDS’si önlemenin yolu olduğuna inananlar % 65.5’dir. Eğitimi olmayan kadınlarda bu oran % 36’ya düşmekte, lise ve üzerinde % 93’e çıkmaktadır. AİDS’si önlemede kondom kullanılacağını bilenler % 21.9’dur. Lise ve üzerinde eğitimi olanlarda bile bu oran sadece % 51 iken eğitimi olmayanlarda % 5.5’e düşmektedir.

SONUÇ VE ÖNERİLER

İlk Dünya Kadın Konferansının 1975 yılında başlaması ve 1975-85 yıllarının kadının 10 yılı ilan edilmesi ile kadın konusu dünya gündeminde yerini almış ve bundan sonra yapılan kadınla ilgili uluslar arası toplantılarda kadının güçlendirilmesi ve cinsiyet ayrımcılığına maruz kalmaması için bir dizi önemli kararlar alınmış ve bu kararlar Türkiye de dahil bir çok ülke tarafından imzalanmıştır. Bu kararlar ışığında ülkelerde yasal düzenlemelerin yapılmasına rağmen bugün kadınlar hala şiddete uğramakta, üreme yükü nedeni ile sağlığı bozulmakta, ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda temel hak ve özgürlüklerini kısıtlayan geleneksel yaklaşımların etkisi altında cinsiyet ayrımcılığına maruz kalmaktadır. Kadına karşı toplumun geleneksel tutum ve yargılarında değişim sağlayabilmede yasal düzenlemeler yeterli olmamakta bu düzenlemelerin toplumun ve bireyin yaşam biçimine de girmesi gerekmektedir. Bunun için atılacak en önemli adım kadının toplumsal konumunu yükseltmek böylece aile ve toplum içindeki etkinliğini artırmaktır. Kadının toplumsal konumunu yükseltmede anahtar olan eğitim hakkını kullanmaya ve okullaşma oranının arttırılmasına önem verilmeli ve bu konuda toplum bilinci oluşturulması için çalışmalar yapılmalıdır.

(7)

KAYNAKLAR

Akın A (2001) Aile planlamasından üreme sağlığına geçiş. Aktüel Tıp Dergisi, 6 (1):4-8.

Akın A, Biliker MA, Güçiz BD, Mıhçıokur S (2001) Türkiye’de anne ölümleri ve nedenleri. Aktüel Tıp Dergisi 6 (1):24-29.

Akın A, Özvarış ŞB(2004) Adölesanların/Gençlerin Cinsel ve Üreme Sağlığını Etkiliyen Faktörler Projesi. HÜTF Halk Sağlığı ABD&DSÖ proje raporu.

Akın A (1998) Uluslar arası kararlar parelelinde üreme sağlığı konusunda Türkiye’deki uygulamalar. Sağlık ve Toplum, 8 (3-4): 16-22.

Biliker MA (2001) Türkiye’de kadın sağlığının durumu. Aktüel Tıp Dergisi, 6 (1): 18-23.

DİE (2001) Pekin +5 Dökümanı, Devlet İstatistik Enstitüsü (DİE).www. http/die.gov.tr/

Hodoglugil N, Akın A (2001) Cinsiyet eşitliği, Barış ve Gelişme Yolunda Pekin+5 Sonuçları ve Türkiye’de Durum. http/hüksam. Hacettepe.edu.tr/yayınlar.shtml

Gölbaşı Z, Taşkın L (2003) Adölesan Kızlara Yönelik Okula Dayalı Üreme Sağlığı Eğitiminin Etkinliği. 3.Uluslar arası Üreme Sağlığı ve AP Kongresi. 20-23 Nisan, Ankara

KSSGM (2001). Pekin+5 Siyasi Deklerasyonu Sonuç Belgesi Raporu. T.C Başbakanlık Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü (KSSGM)Yayını.

KSSGM (1996) 8 Mart Dünya Kadınlar Günü, Kadın Bülteni Özel Sayısı. Kadının Statüsü Sorunları Genel Müdürlüğü (KSSGM)Yayını,

KSSGM (2001). Türkiye’de Kadın. T.C. Başbakanlık Yayını KSSGM (2003) TBMM Kadının Statüsü Araştırma Komisyonu Raporu. 2. baskı CEM WEB ofset

KİDOG. Kadına İçin Destek Oluşturma Grubu. “Uluslar arası Sözleşmeler Işığında Türkiye’de Kadının Yasal Durumu” Bülteni T.C Hükümeti- UNİCEF 2001-2005 yılı işbirliği Programı. Türkiye’de Kadın ve Çocukların Durumu.

Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması (TNSA-2003). Hacettepe Üniversitesi IPS ve Makro İnternational İnc., Ankara T.C Devlet İstatistik Enstitüsü(2003). www.die.gov.tr WHO (2000). Department of Reproductive Health and Research(RHR). http:// www.who.int/maternal mortality analyzis.htl

Referanslar

Benzer Belgeler

Fıkıh ilminin Kur’an’dan sonra en önemli delili olan sünnetin doğru şekilde anlaşıl- ması ve hayata tatbik edilmesi sünnetin canlı bir şekilde yaşandığı Medine’de

Sabah­ leyin Stockholmden ayrılarak akşama doğruca îstanbula varmak şarkın füsununu bana daha çok hissettiriyordu.. Gerçi Türkiyeye gelmeden evvel mesud

Spectral analysis wase applied to obtain the Alpha, Beta, Theta and Gamma band power of EEG signal under different music stimuli.. The power at each band of each channel was used as

From the FTIR spectroscopy results, it is clear that silicon bonds with oxygen or oxygen metal pairs replaced those with hydrogen with alkali metallization.. It was further

meselesini mevzuu bahsede­ rek ve «Keyfiyeti rey beyanın» salâhi­ yeti olanlardan sorup çoğunun ademi malûmat beyan ettiğini ve sualini onıu* silkmekle,

Fetüs- te kalp muayenesi yaparak letal majör kalp anomalileri erken dönemde bulunup termine edilebilir, intrauterin tedavi veya invaziv giriflim imkan› sa¤lanarak do¤um

kaçırılmamalıdır. Bu araştırmada 'kadın hakları' .sözcüğü ile kastedilen kadının suf kadıı+ olduğu için erkekten farklı olarak ve erkeklerin sahip olmadığı

Bu merkezlerin kadının hayatını güçlendirdiğine örnek olarak Selçuk Üniversitesi Kadın, Aile ve Toplum Hizmetleri Uygulama ve Araştırma Merkezi (KATUM), Necmettin