• Sonuç bulunamadı

Kadının toplumsal rolünün güçlendirilmesinde kadın sorunları araştırma merkezlerinin rolü

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Kadının toplumsal rolünün güçlendirilmesinde kadın sorunları araştırma merkezlerinin rolü"

Copied!
128
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ

SİYASET BİLİMİ VE KAMU YÖNETİMİ ANABİLİM DALI

KADININ TOPLUMSAL ROLÜNÜN

GÜÇLENDİRİLMESİNDE KADIN SORUNLARI

ARAŞTIRMA MERKEZLERİNİN ROLÜ

Merve YAZICI

YÜKSEK LİSANS TEZİ

154228001016

Danışman

Prof.Dr. Hacer Tuğba EROĞLU

(2)

Merve YAZICI KADININ TOPLUMSAL ROLÜNÜN GÜÇLENDİRİLMESİNDE KADIN SORUNLARI ARAŞTIRMA MERKEZLERİNİN ROLÜ Yüksek Lisans Tezi 2019

(3)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ

SİYASET BİLİMİ VE KAMU YÖNETİMİ ANABİLİM DALI

KADININ TOPLUMSAL ROLÜNÜN

GÜÇLENDİRİLMESİNDE KADIN SORUNLARI

ARAŞTIRMA MERKEZLERİNİN ROLÜ

Merve YAZICI

YÜKSEK LİSANS TEZİ

154228001016

Danışman

Prof.Dr. Hacer Tuğba EROĞLU

(4)
(5)
(6)

ÖNSÖZ

Danışmanlığımı yapan ve çalışmalarım süresince gerek akademik birikimiyle gerekse manevi yönden desteğini esirgemeyen sayın Prof.Dr. Hacer Tuğba EROĞLU’na,

Çalışma süresince her türlü desteği ve yardımı sağlayan, her türlü zorluğu benimle göğüsleyen, beni bu zamanlara kadar getiren, onların kızı olduğum için her zaman gurur duyduğum babam Abdullah YAZICI, annem Rüveyda YAZICI, abilerim Musa YAZICI, Mustafa YAZICI ve tüm aileme sonsuz teşekkürlerimi sunarım.

(7)

T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Öğre n cin in

Adı Soyadı Merve YAZICI

Numarası 154228001016

Ana Bilim / Bilim

Dalı Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi/ Kamu Yönetimi

Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora Tez Danışmanı Prof. Dr. Hacer Tuğba Eroğlu

Tezin Adı Kadının Toplumsal Rolünün Güçlendirilmesinde Kadın Sorunları Araştırma Merkezlerinin Rolü

ÖZET

Dünya’da ve Türkiye’de kadınlar toplumsal hayat içerisinde çok farklı sorunlar yaşamaktadır. Bu sorunların çözümü için bazı kurum ve kuruluşlar çalışmalar gerçekleştirmektedir. Türkiye’deki o kurumlardan biri Kadın Sorunları Araştırma Merkezi’dir. Bu merkezler ilk olarak 1989 yılında İstanbul Üniversitesi’nde kurulmuştur. İlk kurulduğu tarihten bu zamana kadar 85 üniversitede bu merkezlerden açılmıştır. Bu merkezler kadınların yaşamış oldukları sorunların çözümü için çalışmalar yapmaktadır. Yaptıkları çalışmalar ile bu kurumlar kadının hayatının farklı yönlerini güçlendirmektedir. Bu merkezlerin kadının hayatını güçlendirdiğine örnek olarak Selçuk Üniversitesi Kadın, Aile ve Toplum Hizmetleri Uygulama ve Araştırma Merkezi (KATUM), Necmettin Erbakan Üniversitesi Aile ve Gençlik Uygulama ve Araştırma Merkezi, Atatürk Üniversitesi Kadın Sorunları Uygulama ve Araştırma Merkezi Düzce Üniversitesi Kadın Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Kadın ve Toplum Araştırma Merkezi ve Ahi Evran Üniversitesi Fatma Bacı Kadın Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi müdürleriyle yapılan görüşmeler verilmektedir. Bu görüşmeler doğrultusunda merkezlerin kadının hayatında nasıl bir rol oynadığı sorusunun cevabı bulunmaktadır. Kadın için önemli olan bu merkezler daha

(8)

güçlü bir hale gelirse kadının yaşamış olduğu sorunların daha minimum seviyeye ineceği belirtilmektedir.

Anahtar Kelimler: Kadın, Kadının Toplumsal Rolü, Kadın Sorunları, Kadın

(9)

T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Öğre n cin in

Adı Soyadı Merve YAZICI

Numarası 154228001016

Ana Bilim / Bilim

Dalı Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi/ Kamu Yönetimi

Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora Tez Danışmanı Prof. Dr. Hacer Tuğba Eroğlu

Tezin Adı The Role Of Women’s Issues Research Centers in Strengthening Women’s Social Role

SUMMARY

Women in the world and Turkey is in a very different problems in social life. Some institutions and organizations are working to solve these problems. It is one of those institutions in Turkey Women's Issues Research Center. These centers were first established in Istanbul University in 1989. Since its establishment, it has been opened in 85 universities from these centers. These centers work to solve the problems women have experienced. However, there is little information about how these studies affect women's lives. Therefore, this study provides information about how these centers affect women's lives. In the first part of the study, historical change of woman in social life is explained. In addition, given the historical process of women's place in society due to social change taking place in Turkey reviled. In the second part of the rights that women in Turkey, where women have experienced problems and work towards solutions to these problems have been addressedIn the last section, information about Women's Problems Research Centers is given. Selçuk University Women, Family and Community Services Application and Research Center (KATUM), Necmettin Erbakan University Family and Youth Application and Research Center, Atatürk University Women's Problems Application and Research Center Düzce University Women's Studies Application and Research Center, Ondokuz Mayıs University Women and Community Research Center

(10)

and Ahi Evran University Fatma Bacı Women's Studies Application and Research Center were selected and interviews were conducted with the managers of Women Research Centers.

Keywords: Women, Women’s Social Role, Women Issues, Women’s Issues

(11)

KISALTMALAR LİSTESİ

AB: Avrupa Birliği

AGİT: Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı

AREM: T.C. İçişleri Bakanlığı Araştırma ve Etütler Merkezi

BM: Birleşmiş Milletler

CEDAW: Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi

DAP: Doğu Anadolu Projesi

DİB: Diyanet İşleri Başkanlığı DK.: Dakika

HIV: İnsan İmmün Yetmezlik Virüsü

ILO: Uluslararası Çalışma Örgütü

KADEM: Kadın Ve Demokrasi Derneği

KA.DER: Kadın Adayları Destekleme Derneği

KAGİDER: Kadın Girişimciler Derneği MEVKA: Mevlana Kalkınma Ajansı

M.Ö. : Milattan önce M.S. : Milattan sonra

OECD: Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü

STK: Sivil Toplum Kuruluşları

TBMM: Türkiye Büyük Millet Meclisi

TÜİK: Türkiye İstatistik Kurumu

TÜSİAD: Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği VB. : Ve benzeri

(12)

VD. : Ve diğerleri

(13)

TABLOLAR LİSTESİ

Tablo 1. Cinsiyete Göre Seçilmiş Göstergeler, 2017 (TÜİK, 2018)………..40

Tablo 2. Cinsiyete Göre Seçilmiş Göstergeler, 2017 (TÜİK, 2018)………..43

Tablo 3. Kadın Araştırmaları Merkezi Bulunan Üniversitelerin Alfabetik Listesi...60

Tablo 4. Kadın Araştırma Merkezleri İle İlgili Yapılan Çalışmalar…………...62

Tablo 5. Kadın Araştırma Merkezlerinin Kuruluş Tarihi Ve Görevli Kişi Sayısı ... 63

Tablo 6. Kadınların Toplumsal Hayatta Yaşadığı Sorunlar Hakkındaki Görüşler ... 66

Tablo 7. Merkezlerin Kadın Sorunlarının Çözümüne Yönelik Yaptığı Faaliyetler Hakkındaki Görüşler ... 72

Tablo 8. Merkezlerin Kadın Sorunlarının Çözümüne Yönelik Yaptığı Faaliyetlerin Yaş Grubu Hakkındaki Görüşler ... 75

Tablo 9. Merkezlerin Kadın Sorunlarının Çözüme Yönelik Devam Eden Projeleri Hakkındaki Görüşler………77

Tablo 10. Merkezlerin Yapmış Olduğu Çalışmaların Sorunların Çözümünde Yardımcı Olduğu Hakkındaki Görüşler ... 79

Tablo 11. Merkezler Tarafından Yapılan Çalışmaların Kadınları Desteklediği Alanlar Hakkındaki Görüşler ... 81

Tablo 12. Merkezin Kadının Toplumsal Rolünün Güçlendirilmesi İçin Yapılan Çalışmalar Hakkındaki Görüşler ... .84

Tablo 13. Merkezlerin Yapmış Oldukları Çalışmalarda Üniversitenin Sunduğu İmkanlar Hakkındaki Görüşler ... 87

Tablo 14. Yapılan Çalışmalarda İşbirliği Yapılan Kurumlar Hakkındaki Görüşler ... 89

Tablo 15. Yapılan Çalışmalarda Karşılaşılan Sorunlar Hakkındaki Görüşler ... 92

Tablo 16. Kadının Toplumsal Rolünün Güçlendirilmedi İçin Kadın Sorunları Araştırma Merkezlerinin Daha Etkili Olabilmesi Hakkındaki Görüşler ... 95

(14)

İÇİNDEKİLER

BİLİMSEL ETİK SAYFASI ... i

YÜKSEK LİSANS TEZİ KABUL FORMU ... ii

ÖNSÖZ ... iii

ÖZET ... iv

SUMMARY ... vi

KISALTMALAR LİSTESİ ... viii

TABLOLAR LİSTESİ ... x

GİRİŞ ... 1

BİRİNCİ BÖLÜM TOPLUMSAL HAYATTA KADININ YERİNİN TARİHİ YANSIMALARI 1.1.TARİHSEL SÜREÇTE KADININ TOPLUMDAKİ YERİ ... 4

1.1.1. Antik Yunan Döneminde Kadın ... 4

1.1.2. Mısır Döneminde Kadın ... 9

1.1.3. Roma Döneminde Kadın ... 12

1.1.4. Bizans Döneminde Kadın ... 13

1.1.5. Anadolu Medeniyetlerinde Kadın ... 14

1.2.TÜRK TOPLUMUNDA KADININ YERİ VE ROLÜ ... 15

1.2.1. Tarihsel Süreç Bağlamında Kadının Toplumsal Yeri ... 17

1.2.1.1. İslamiyet Öncesi ve Eski Türklerde Kadın ... 17

1.2.1.2. İslamiyet Sonrası Kadın ... 20

1.2.1.3. Osmanlı Devletinde Kadın ... 24

1.2.1.4. Cumhuriyet Döneminde Kadın ... 29

1.2.1.5. Cumhuriyet Döneminden Günümüze Kadar Kadın ... 32

İKİNCİ BÖLÜM TÜRKİYE'DE KADIN HAKLARI, SORUNLARI VE BU SORUNLARIN ÇÖZÜMÜNE YÖNELİK YAPILAN ÇALIŞMALAR 2.1. TÜRKİYE’DE KADIN HAKLARI ... 37

(15)

2.2.1. Eğitim Sorunu ... 38

2.2.2. Sağlık Sorunu ... 40

2.2.3. İstihdam Sorunu ... 42

2.2.4. Siyasal Katılım ... 44

2.2.5. Şiddet Sorunu ... 46

2.2.6. Bölgeler Arası Eşitsizlik ... 47

2.3. TÜRKİYE’DE KADIN SORUNLARININ ÇÖZÜMÜNE YÖNELİK YAPILAN ÇALIŞMALAR ... 49

2.3.1.Yapılan Çalışmaların Hukuki Dayanakları ... 53

2.3.2.Yerel Düzeyde Yapılan Çalışmalar ... 53

2.3.2.1. Kadının Eğitimine Yönelik Çalışmalar ... 54

2.3.2.2. Kadın Sağlığına Yönelik Çalışmalar ... 55

2.3.2.3. Siyasal Katılım ... 56

2.3.2.4. Kadına Yönelik Şiddete Karşı Yapılan Çalışmalar ... 57

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM KADININ TOPLUMSAL ROLÜNÜN GÜÇLENDİRİLMESİNDE KADIN SORUNLARI ARAŞTIRMA MERKEZLERİ’NİN ROLÜ 3.1. KADIN SORUNLARI ARAŞTIRMA MERKEZLERİ ... 59

3.2. ARAŞTIRMANIN AMACI ... 61

3.3. ARAŞTIRMANIN EVREN VE ÖRNEKLEMİ ... 61

3.4. ARAŞTIRMANIN ÖNEMİ ... 62

3.5. ARAŞTIRMA BULGULARININ DEĞERLENDİRİLMESİ ... 63

3.5.1. Merkezin Kuruluş Tarihleri ve Kaç Kişi Görev Aldığı Hakkındaki Bilgiler .... 63

3.5.2. Kadınların Toplumsal Hayatta Yaşadığı Sorunlar Hakkındaki Görüşler ... 63

3.5.3. Merkezlerin Kadın Sorunlarının Çözümüne Yönelik Yaptığı Faaliyetler Hakkındaki Görüşler ... 69

3.5.4. Merkezlerin Kadın Sorunlarının Çözümüne Yönelik Yaptığı Faaliyetlerin Yaş Grupları Hakkındaki Görüşler ... 74

3.5.5. Merkezlerin Kadın Sorunlarının Çözüme Yönelik Devam Eden Projeleri Hakkındaki Görüşler ... 75

3.5.6. Merkezlerin Yapmış Olduğu Çalışmaların Sorunların Çözümünde Yardımcı Olduğu Hakkındaki Görüşler ... 77

(16)

3.5.7. Merkezler Tarafından Yapılan Çalışmaların Kadınları Desteklediği Alan

Hakkındaki Görüşler ... 80

3.5.8. Merkezin Kadının Toplumsal Rolünün Güçlendirilmesi İçin Yapılan Çalışmaların Yeterli Olduğu Hakkındaki Görüşler... 82

3.5.9. Merkezlerin Yapmış Oldukları Çalışmalarda Üniversitenin Sunduğu İmkanlar Hakkındaki Görüşler ... 85

3.5.10. Yapılan Çalışmalarda İşbirliği Yapılan Kurumlar Hakkındaki Görüşler ... 87

3.5.11. Yapılan Çalışmalarda Karşılaşılan Sorunlar Hakkındaki Görüşler ... 90

3.5.12. Kadının Toplumsal Rolünün Güçlendirilmedi İçin Kadın Sorunları Araştırma Merkezlerinin Daha Etkili Olabilmesi Hakkındaki Görüşler ... 93

SONUÇ ... 97

KAYNAKÇA ... 99

EKLER ... 110

(17)

GİRİŞ

Türk kadınının toplumda üstlenmiş olduğu görevler ve sahip olduğu haklar zaman içerisinde farklılık göstermiştir. Eski Türklerde yaşayan kadınların durumu Çin, Hint, Arap, Moğol, Roma, Yunan ve Sparta gibi devletlerinde yaşayan kadınlarla karşılaştırıldığında Türk kadınının toplum içerisindeki konumunun çok iyi bir durumda olduğu bilinmektedir. Erkeğin aile içerisinde sahip olduğu haklara kadınlar da sahip olmuştur. Fakat yine de ataerkil bir yapı olduğu için erkek kadınlardan bir adım önde yerini almıştır. Türklerin İslamiyet’i kabul etmesiyle birlikte kadının toplum içerisinde üstlendiği görevler ve sahip olduğu haklarda değişmeler görülmüştür. Bu değişmelerde Arap ve İran kültürlerinin etkisi bulunmaktadır. Daha sonra Türklerin Bizans devleti ile karşılaşması gerçekleşmiştir. Bu karşılaşmanın etkilerinden biri Hristiyanlığın kadına karşı tutumunun Türk saraylarında da görülmeye başlamasıdır. 300-350 yıl gibi bir değişim süreci geçiren kadının toplum içerisindeki yerinde Selçuklular zamanında önemli görevler üstlenmiş ve onları en iyi şekilde yerine getirmiş kadınların var olduğu bilinmektedir. Buna örnek olarak; bir vakıf oluşturan Gevher Nesibe Hatun, siyasette söz hakkına sahip olan Tuğrul Bey’in eşi Altun Can Hatun ve Melikşah’ın eşi Terken Hatun, ilk teşkilat ‘Bacıyan-ı Rum (Esnaf Teşkilatı) oluşturan Fatma Bacı verilmektedir (Kurnaz, 1996: 13).

Osmanlı Dönemi’nde kadınların hukuksal açıdan ve toplum içerisindeki konumları İslam toplumlarında yaşayan kadınlarınki ile aynıdır. Fakat sosyal yapıda olan farklılıklardan dolayı kadının Osmanlı Devleti içerisinde konumu bölgeden bölgeye değişiklik göstermektedir. Bu yüzden kadının durumu Osmanlı Devleti döneminde 2 ayrı dönem olarak ele alınabilir; kuruluştan Tanzimat’a kadar yaşanan uzun dönem, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e kadar olan kısa dönem. Tanzimat’a kadar olan dönem içerisinde kadınların o dönemin getirmiş olduğu şartlar itibariyle çalışma ihtiyacı bulunmamaktadır. Kadın ailesi, eşi, dostu ve akrabalık çerçevesi içerisinde bir hayat yaşamaktadır. Hukuki açıdan ise erkekler ile aynı haklara sahiptir. Mülkiyet hakkı, evlenirken kadına verilen mehir ve farklı şekilde elde ettiği malları istediği gibi yönetebilme hakkı bulunmaktadır. Kanuni döneminden başlanarak evlilikler belli bir düzen çerçevesinde yapılmıştır (Aydın, 1996: 144-145). 18. yy.’dan sonra devletin içerisinde bulunduğu durum değişmeye başlayınca çözüm için Batı örnek alınmıştır. İlk

(18)

olarak askeri alanda gerçekleştirilen yenilikler 1839 yılında Tanzimat’la beraber kendini eğitimde, hukukta ve daha farklı alanlarda göstermektedir. Kadınların da bu durumdan etkilendiği bir dönem olmuştur. Osmanlıda kadın hareketleri başlamış ve birçok yazar bu hareketlere eserlerinde değinmiştir. O yazarlardan birkaçı Namık Kemal, Şemsettin Sami ve Ahmet Mithat Efendi’dir (Kurnaz, 1991: 58-62). 1858 yılında İstanbul’da açılan Kız Rüştiyesi ve onu takip eden yıllarda kızların eğitimine yönelik açılan okullar hareketin desteklenmesine zemin hazırlamıştır. Buna ek olarak Osmanlı Devleti’nin Balkanlar’da aldığı yenilgiler kadının toplumsal yaşam içerisinde farkı alanlara dâhil olmasında etkin rol oynadığı görülmüştür (Aydın, 1996: 147-148).

Cumhuriyet’in ilan edilmesiyle birlikte Atatürk, kadınlara birçok alanda haklar vermiştir. 1924 yılında kabul edilen Tevhid-i Tedrisat Kanunu ve 1926 yılında kabul edilen Medeni Kanun ile birlikte kadınlara harp okulları hariç diğer tüm okullara girme hakkı; 1934 yılında da kadın, seçme ve seçilebilme hakkına sahip olmuştur (Bingöl, 2014: 112).

1960 ve 1970 yılındaki öğrenci hareketleri, 1980’li yıllardaki feminist yaklaşımlar, köyden kente gerçekleşen göç durumu kadının sahip olduğu ya da sahip olmadığı haklarının tartışma ortamının daha fazla artmasına olanak sağlamıştır. 1980 sonrasında dünyada yaşanan küreselleşme ile birlikte kadın hakları daha fazla üzerinde durulan bir konu haline gelmiş, ev içi şiddet, kadının görmüş olduğu taciz ve insan ticareti gibi konularda önemlilik arz etmiş çok geniş kitlelere yayılmasına imkân tanınmıştır. 1986 yılında imzalanan Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW) ve 1990 yılında kurulan Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü Türkiye için kadının yaşamış olduğu sorunlara ve sorunların çözümlerine karşı yapılacak her türlü çalışmalar için önem arz etmektedir (Akın, 2017: 43-44). Kadının akademik açıdan desteklenmeye başlandığı yıl 1989’dur. Bu yılda İstanbul Üniversitesinde kadın sorunları araştırma merkezinin temelleri atılmıştır. Fakat literatürde bu merkezlerin kadınlar için neler yaptığı, kadının hayatında nasıl bir rol oynadığı ile ilgili fazla kaynak bulunmamaktadır (Savaş vd., 2018: 1528). İşte bu tezin amacı, kadın sorunları araştırma merkezlerinin kadın yaşamını hangi alanda etkilediği, kadına hangi alanda destek olduğu, hangi sorunların çözümünde yardımcı olduğunu tespit etmektir. Bu bağlamda çalışmanın ilk bölümünde, dünya medeniyetlerindeki kadının toplumsal hayattaki yerinin tarihsel

(19)

değişimine değinilmiş ayrıca Türkiye’de yaşanan toplumsal değişme ve değişme sonucunda kadının toplumdaki yerinin tarihsel süreci anlatılmıştır.

İikinci bölümde Türkiye’ de kadınların sahip oldukları haklar, kadınların yaşamış olduğu sorunlar ve bu sorunların çözümüne yönelik çalışmalar ele alınmıştır.

Çalışmanın son bölümünde Kadın Sorunları Araştırma Merkez’lerinin ne olduğu, amaçlarından ve Türkiye’deki sayılarından bahsedilmiştir. Örneklem olarak Selçuk Üniversitesi Kadın, Aile ve Toplum Hizmetleri Uygulama ve Araştırma Merkezi (KATUM), Necmettin Erbakan Üniversitesi Aile ve Gençlik Uygulama ve Araştırma Merkezi, Atatürk Üniversitesi Kadın Sorunları Uygulama ve Araştırma Merkezi1, Düzce

Üniversitesi Kadın Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Kadın ve Toplum Araştırma Merkezi ve Ahi Evran Üniversitesi Fatma Bacı Kadın Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi seçilerek bu merkezlerinin müdürleriyle röportaj yapılıp onlara yer verilmiştir.2

1 Necmettin Erbakan Üniversitesi direk Kadın Sorunları Araştırma Merkezi değildir. Fakat görüşmeye başlamadan önce 2019 yılı içerisinde sadece kadın ve kadın sorunları ile ilgilenecek ‘Kadın Birimleri’ açacaklarını söyledikleri için ayrıca direk Kadın Sorunları Araştırma Merkezi olmasa bile kadın sorunlarının çözümü için çok sayıda çalışma yaptıklarından dolayı onlarla görüşme gerçekleştirilmiştir. 2 Merkezlerin isimlerinde farklılıklar bulunmaktadır. Fakat hepsinin amacı kadın sorunlarının çözümü için çalışmalar yapmaktır (Savaş vd., 2018: 1528).

(20)

BİRİNCİ BÖLÜM

TOPLUMSAL HAYATTA KADININ YERİNİN TARİHİ YANSIMALARI

Çalışmanın ilk bölümünde dünya tarihinde yer alan Antik Yunan, Mısır, Roma, Bizans ve Anadolu Medeniyetlerinde ki kadının, toplum içindeki yerinin tarihsel sürecine yer verilecektir. Daha sonra Türk kadının tarihteki yeri, hangi eğitimleri aldığı, çalışma hayatının nasıl olduğu, siyaset içerisinde etkinliğinin ne olduğu, oluşan toplumsal değişmeler ile birlikte bu değişmelerden nasıl etkilendiği anlatılacaktır. Bu yüzden çok farklı boyutlar incelenmiştir. İlk olarak Osmanlı Devleti Dönemi’ nden önceki Türk toplumlarından başlanacaktır. Türk toplumlarında kadının sahip olduğu haklar ve üstlendiği görevlerler anlatılacaktır. Daha sonra İslamiyet’in kabulü ile birlikte kadının sahip olduğu haklar ve üstlendiği görevlerdeki değişikliklere yer verilecektir. Eski Türk devletlerinden sonra Osmanlı Devleti’nde yaşayan kadınların hem siyasi hem de sosyal yönden hakları ve görevleri incelenecektir. Son olarak Cumhuriyet döneminden şuana kadar olan zaman dilimi içerisinde kadının toplum içerisinde olan durumu anlatılacaktır.

1.1.TARİHSEL SÜREÇTE KADININ TOPLUMDAKİ YERİ 1.1.1. Antik Yunan Döneminde Kadın

Antik Yunan Çağ’ı M.Ö. 8. yy. da başlamış M.S. 5. yy.’la kadar da sürmüştür. Bu dönem Antik Yunan ile Antik Roma uygarlıklarının birleşmesinden oluşmuştur. Bu uygarlık M.Ö. 8. yy. ve 2.yy. tarihleri arasında devrinin en iyisi olduğu dönemi yaşadığı bilinmektedir. Antik Yunanın altın çağı ise Olimpiyat oyunları ile başladığı ve M.Ö. 146 yılında Yunanistan’ın Romalılar tarafından işgal edilmesiyle de sona erdiği bilgisi mevcuttur. Bu olaydan sonra M.S. 5. yy.’la kadar Yunanistan ve Antik Yunan kültürü Roma egemenliğinin ve kültürünün etkisinde kalmıştır ve böylelikle Antik Yunan kültürü melez bir yapıya dönüşmüştür. Antik Yunan kültürüne ait günümüzde yapılmış veya yapılan arkeolojik kazılar ve antropolojik araştırmalar sonucunda onlara ait pek çok bilgiye ulaşmak mümkündür (Güzel, 2015: 510). Yapılan bu kazılardan elde edilen sonuçlarda Antik Yunanda kadın; destan, şiir, tiyatro ve yazılı belgelerde çokça zikredilmektedir. Bunların yanı sıra kadınlardan bahseden ilk yapıt da Homeros’un İlias destanıdır (Darga, 2015: 275). Grek belgelerinde kadına ait ilk bulgular M.Ö. 6. ve 3.

(21)

yy.’ları arasında rastlanılmaktadır. Bu belgelerin ilk örnekleri Girit ve Kykladlar’da bulunmaktadır. Yapılan bu araştırmalarda kadınların toplumsal hayatta önemli bir yer edindiği tespit edilmiştir (Akalın, 2003: 18). Kadınların her ne kadar toplumsal yaşama katıldıkları tespit edilmişse de Antik Yunanda kesin olarak söyleyebileceğimiz bir cinsiyet ayrımı bulunmaktadır. Yönetimsel olarak demokrasi vardır fakat yapısı farklıdır. Antik Yunan’a göre tüm vatandaşların yönetimde söz sahibi olduğu bir demokrasi düzeni söz konusu olmuştur. Bununla beraber köleler vatandaş sayılmamıştır. Kadınlar ve çocuklar istisnai durumlarda vatandaş olarak sayılmıştır. Antik Yunan döneminde demokrasi yalnızca erkeklere verilmiş bir hak olarak görülmüştür. Toplumda yaşayan kadın ve erkekler arasında keskin ayrılıklar yaşanmıştır. Kadınlar her ne kadar yönetime katılıyor olsalar da ikinci sınıf insan muamelesi görmüşlerdir. Buna örnek ise olimpiyat oyunlarına kadınların katılmaması kuralı verilmektedir (Güzel, 2015: 510). Bunun sebebi de olimpiyat oyunlarında erkek atletlerin çıplak olarak yarışmasıdır. Kadınların bu şekilde çıplak olmaları Yunan toplumunda hoş karşılanan bir durum olarak görülmemiştir. Bununla beraber Spartalılar kadınlara diğer Yunan devletlerinden farklı davranmışlar. Spartalı kadınlar toplum içinde özgürce yaşamış ve hatta atletizm müsabakalarında yer alabilmişler. Bu durumu kadını kısıtlayan diğer Yunan devletleri tarafından doğru bulunmadığı bilinmektedir (Tekin, 1995: 138).

Cinsiyet ayrımcılığı, kadın erkek eşitsizliğinin temeli Antik Yunan’da atılmıştır. Kız çocukları bu dönemde istenmeyen olarak belirlenmekte ve küçük yaşlarda terkedilmiştir. Bunun sebebi kızların bir masraf olarak görülmesi hatta topluma hiçbir faydasının bulunamayacağı düşüncesinin etkisi sayılmıştır. Bu nedenle zengin ailelerin dışında kimse evlerinde birden fazla kız çocuğu bulundurmamıştır (Atılgan, 2013: 16).

Yunanlılarda kız çocuklarının evlendirme yaşı 15 ile 18 yaş arası olarak belirlenmiştir (Mutluay, 2007: 38) ve bu çocukların eşlerini seçme gibi bir hakları bulunmamıştır. Hatta eşlerinin daha önceden görme gibi bir durumları da söz konusu olmamıştır (Bonnard, 2011: 154). Yapılan evliliklerde kadın ve erkek arasındaki yaş farkı fazla olmuştur. Genellikle kızlar küçük yaşta erkekler ise daha büyük yaşta evlenir ve kızların küçük yaşta evlenmeleri bir sorun teşkil etmemiştir. Düğün gerçekleşmeden önce bir nişan yapılmış sonra düğün olmuştur. Düğün tarihi olarak Atina takviminin yedinci ayı Gamelion ( bizim zamanımıza göre Ocak – Şubat ayı ) tercih edilmiştir. Bu zamanın

(22)

seçilmesi ise Tanrıça Hera için önemli olmasıdır (Darga, 2015: 278). Kadın evlenene kadar ‘kyrios’ adı verilen bir erkek akrabasının koruması altında yer almıştır. Evlendikten sonra ise kocasına korumasına geçmiştir. Günlük hayatta kullandığı giysiler hariç geriye kalan her şey eşinin gözetimin olmuştur. Kadın yaşamında en sade işleri yerine getirme gibi görevlere sahip olmuştur (Freeman, 2013: 212).

M.Ö. 451 yılında Atina’ da Epigami adında bir yasa çıkarılmıştır. Bu yasaya göre yapılan evlilikler yalnızca Atinalılar arasında meydana gelmekte ve evlilik aşamasında Engyesis adında bir anlaşma yapılmıştır. Anlaşma damat, gelinin vasisi yani ‘Kyros’ ve tanıklar önünde imzalanmıştır (Mutluay, 2007: 39) . Atina toplumunda soyun devamı ve servetini miras olarak bırakılması toplum için önemli konular içerisinde sayılmıştır. Bu yüzden erkek için yasal evlilik gerçekleştirmesi bir zorunluluk haline gelmiştir. Çünkü evli bir erkeğin mirası sadece nikâhlı eşin çocuğuna kalmakta ve soy o çocuktan devam etmiştir. Evlilik dışı meydana gelmiş bir çocuğun ne miras da nede soyun devamı için herhangi bir hukuksal hakkı söz konusu olmamıştır (Atılgan, 2013: 16).

Evlilik yaşamında bir kadın eşine karşı sadakatsiz bir davranışta bulunmuşsa kadına farklı cezalar verilmiştir. Fakat aynı eylemi erkek gerçekleştirdiğinde herhangi bir yaptırımı bulunmamıştır. Sadakatsizlik yapan kadın kocası tarafından evden atılmış ve bu şekilde boşanmış kabul edilmiştir. Boşanmış kadın yurttaşlık hakkını kaybetme gibi bir durumla da yüzleşmiştir. Başka bir ceza olarak da tapınakta ateşe atma gibi durumların yaşandığı bilinmektedir (Darga, 2015: 278). Erkek ve kadın arasında yapılmış evlilik sadece birini bağlayan sonuçlar doğuran bir sözleşme olarak kabul edilmiştir (Bonnard, 2011: 155). Boşanma durumlarında Yunanlı bir erkek herhangi bir sebep göstermeksizin eşini boşayabilme hakkına sahipmiş (Darga, 2015: 278). Kadın ise çok nadir durumlarda boşanabilmiştir. Bu çok nadir durumlar arasında kadının ağır bir muamele görmesi yer almıştır (Bonnard, 2011: 155) .

Atinalı kadının toplumsal düzendeki yerini gösteren bir başka kanıt da evlerin tasarım şekilleri olarak gösterilmektedir. Kadınlar evde olmuşturlar ve çok zorunda olmadıkları sürece evden dışarı çıkmamıştırlar. Bu durum ev yapılarına da yansımştır. Evler genel olarak dış dünyadan tamamen soyutlanmış bir şekilde yapılmıştır. Evin içerisi kadın ve erkeklerin oturdukları odaların birbirlerini görmeyecek şekilde tasarlanmıştır

(23)

(Bilgin, 2004: 68). Bu dönemde kadınlar sadece düğün, cenaze veya bunun haricinde dini programlar olduğunda dışarıya çıkabilme durumları söz konusu olmuştur (Blanck, 1999: 172).

Eski Atina toplumunda soylu kadınlar eve oldukça bağımlı bir şekilde yaşamalarına karşın daha düşük düzeydeki kadınlar ev ekonomisine katkıda bulunmak maksadı ile tarla işlerinde çalıştıkları için daha dışa dönük bir hayat sürmüştürler. 4.yy.’la ait kaynaklarda yer alan bilgilere bakıldığında ölen özgür kadınların mezar taşlarında yaptıkları meslekler yazılmıştır. Bunlar arasında; susam satıcısı, seyis, yün işçisi, bal satıcısı gibi meslekler yer almıştır. Lakin bunların yanında soylu bir kadının müzisyenlik mesleğini yapamadığı bilinmektedir (Deighton, 1995: 39- 41).

Atina toplumunda kadınlar için en saygın meslek ebelik sayılmıştır. İlkel manada eczacılık ve bitkilerle elde edilen tedavi yöntemlerini bilen kadınlar toplum içerisinde saygınlık kazanmıştır. Orta kesim ekonomik düzeye sahip kadınlar ise kocalarının atölyelerinde çalışma imkânı bulmuşturlar. Yapılan kazılar sonucu elimize ulaşan çanak çömlek gibi bazı eşyaların üzerinde her ne kadar erkeklerin isimleri yazıyor olsa da, bu eşyaları yapanların kadınlar olduğu bilinmektedir (Darga, 2015: 279).

Kadınlar için Yunan/Helen uygarlığı içerisinde en onur verici meslek olarak rahibelik mesleğini kabul edilmiştir. Bu meslek, devlet tarafından kadınlara tanınmış bir memuriyet hakkı olmuştur. Bu mesleği icra eden kadınlar bütün dini ve sosyal törenlere katılma hakkı verilmiştir. Rahibelik mesleğine giren kadınların yüksek oranda çoğunluğu Atina’nın soylu ailelerinin kızları olmuştur ve bu kızlar Akropol’de bulunan Athena tapınağında rahibe olarak görev almıştırlar. Bu rahibeler arasında en bilineni ise Delphideki Apollon tapınağında görev yapmış ve kâhin olarak tanınmış olan Pythia’dır (Darga, 2015: 281).

Yunan toplumunda kadınlara ‘Hetere’ adı verilen bir kadın sınıfı bulunmuştur. Bu sınıfa dair bilgiler yapılan araştırmalar sonucu M.Ö. 7. yy.’la kadar dayanmaktadır. Kelime manası olarak zevk veren, arkadaş gibi anlamlara gelen bu kadınlar yunan erkekleri için o dönemde aranılan bir kadın sınıfı oluşturmuştur. Bu sınıftaki kadınlar özel eğitimlerden geçirilmiştir. Şiir, edebiyat ve felsefe gibi alanlarda eğitilen bu kadınlar,

(24)

görüştükleri her erkek için belli ücretler almıştırlar. Bu kadınlarla uzun süre arkadaşlık yapmak isteyen erkekler ise şahitler huzurunda bu durumu dile getirme şartı konulmuştur. Bu kadınlar resmi olarak yurttaş sayılmadıkları için yunan erkekleri bu kadınlarla evlenememiştirler (Darga, 2015: 280).

Yunanistan’daki eğitim sistemi ile en önemli bilgiler Sparta ve Atina kent devletlerinden gelmektedir. Sparta devletinin en önemli misyonu aile kavramını kontrol altına almakmış. Bu devlette erkek çocuklar küçük yaştan itibaren kendi akranları ile zorlu bir eğitim sürecinden geçirilmiş, zorlu doğa ve hayat koşullarına hazırlanırmış. Devlet verilen bu eğitime ‘paidonomos’ adı vermiştir. Bu devlette kız çocukları da erkek çocukları gibi küçük yaşta devlet tarafından bazı eğitimlerden geçirilmiştir. Bu eğitimlerin amacı devlete yön verecek yeni nesiller için sağlıklı anneler yetiştirmekmiş (Kaya, 2015: 215). Bu eğitimde kızlar da erkekler gibi bedensel hareketler yapmakla beraber müzik ve şarkı öğrenmiştirler. Diğer Yunan devletlerinde kadınlar toplumdan uzak bir şekilde yaşarken Spartada kadınlar bu eğitimleri ve özgürlükler sayesinde toplumun saygısını kazanmıştırlar (Tanilli, 2015: 226-227). Evlenene kadar özgür bir şekilde yaşayan Spartalı kadınlar evlendikten sonra evlerine kapanıp çekingen bir hayat yaşadıkları bilinmektedir. Bunun yanında bu kadınların makyaj yapmaları ve süslenmeleri de yasaklanmıştır. Buna ek olarak Spartalı kadınların evlilik yaşı da Atinada’ ki kadınların evlilik yaşı kadar küçük olmamıştır (Kaya, 2015: 215).

Atina’da çocuğun eğitiminden devlet değil babası sorumlu tutulmuştur. Çocuk ya kendi istekleri doğrultusunda yahut da babasının belirlediği istikamette eğitim almak zorunda bırakılmıştır. Çocuklar yedi yaşlarına kadar evde annelerinden ve evdeki kölelerden eğitim almıştırlar. Yedi yaşından sonra Yunanlıların ‘paidagogus’ dedikleri bir köleye emanet olarak verilmiş ve bu köle bütün eğitim hayatı boyunca çocuğun yanında yer almıştır. Aynı zamanda bu köle çocuğun istenilen davranışları elde edip etmediğini de kontrol etmiştir (Kaya, 2015: 216). Köle konumunda olmalarına karşı dadılar ve Paidagogus aile içerisinde saygın bir konumda olmuştur. Bütün hayatlarını ailedeki çocuklara adayan bu köleler bulundukları aileler tarafından korunduğu ve gözetildiği bilgisi kaynaklarda mevcuttur (Deighton, 2005: 45).

(25)

Rahat bir yaşantı süren Atinalı bir genç günde üç öğün yemek yiyebilir ve bunun dışındaki zamanlarını oyun oynayarak geçirebilmiştir. Özel eğitim alarak bazı çocuklar da flüt çalmayı ve disk atmayı öğrenebilmiştir. Bütün bu eğitimler Sparta’ daki gibi devlet tarafından zorunlu tutulmamakta bireysel gönüllülük esası ile yapılmıştır (Kaya, 2015: 216).

Kızların eğitimine ise erkeklerin eğitimi kadar önem verilmemiştir. Kadınlar sadece evin işlerini çevirebilecek kadar bir okuma yazma ve hesap bilgisine sahip olmaları yeterli sayılmıştır. Bunun yanında Atinalı erkekler için önemli konumda olan Heteria kadınları ise birçok eğitimi almalarına zorunlu tutulmuştur. Bu eğitimlerin fazla ve çeşitli oluşu kadınların erkekler tarafından tercih edilmelerini sağlamıştır. Bununla beraber seçkin aile kızları ile köle kızların arasında bir diğer önemli fark da saçlarının uzunluk ve kısalıkları olmuştur. Seçkin aile kızları saçlarını uzatabilmiş lakin köleler ve kızları saçlarını uzatamamıştırlar (Mutluay, 2007: 56).

1.1.2. Mısır Döneminde Kadın

Mısırlı kadınlar için elimizde mevcut olan bilgiler bize erkekler ile aynı mevkiye sahip olduklarını kanıtlamıştır. Bu mevki kadınların boşanmış, evli ya da bekâr oldukları durumuna bakılmaksızın verilmiştir (Hornung, 2004: 122). Buna karşılık olarak Mısır toplumu, erkek egemenliğine dayanmaktadır (Kaya, 2015: 55). Buna kanıt olarak da Mısır’daki kadın tasvirleridir. Bu tasvirlerde kadınlar erkeklerin sol tarafında ve arkasında ayakta resmedilmiştir. Ayrıca boyut olarak da erkeklerden daha küçüktürler. Bu tasvirlerden edindiğimiz bilgi kadınların sosyal yaşamda bazı hakları olduğu fakat toplumsal yaşamda erkeklerden birkaç adım geride olduğu şeklindedir. Tasvirlerde kadının ten rengi erkeğe kıyasla daha açıktır. Bu durum kadınların erkeklerden daha fazla evde zaman geçirdiklerini göstermiştir. Bunlara ek olarak kadınların tasvirlerdeki duruş şekillerinden yola çıkarak erkeklere nazaran daha içe dönük sergilendiği görülmüştür (Haktanır, 2010: 319).

Mısır hayatında kadınların siyasette ve kamu yönetiminde hiçbir etkisi olmamıştır. Buna ek olarak ev hanımı unvanı mısırda kadınlar için yaygın kullanılan bir ifade olarak kabul edilmiştir ve kadınların büyük çoğunluğunun okuma yazmalarının olmadığı bilinmektedir (Baines ve Malek, 1986: 201). Okuma yazma eğitimi alan çoğu kadın

(26)

müzisyenliği bir meslek olarak yapabilmiştir. Elimize ulaşan bilgilerde müzisyenlik yapmış olan çok sayıda asil kadın mevcuttur. Buna ilaveten Sistrum çalan birçok kraliçe vardır (Dinçol, 2003: 25). Ayrıca eğlence ortamlarında toplarla birlikte yapılan cambazlık gösterileri kadınlar tarafından da yapılmıştır (Lissner, 2006: 55). Yeni İmparatorluk döneminde kadınlar müzik korolarına girme hakkı elde etmiştirler (İnan, 1992: 332). Orta İmparatorluk döneminde kadınlar dokumacılık faaliyeti ile ilgilenmiş ve bu faaliyete mekân olarak da evlerini tercih etmiştir. Bu sayede dokumacılık ülke genelinde önemli bir sanayi kolu olmuştur (İnan, 1992: 201). Bunların dışında Mısır toplumunda kadınlar, klasik ev işlerinden sayabileceğimiz tahıl öğütme, ekmek yapma gibi işlerle de uğraşmıştırlar (Harmankaya vd., 2013: 133).

Mısır toplumunda aile kavramı çok önemli bir yere sahip olmuştur. Buna örnek olarak da mezar resimlerinde ölen kişinin ailesinin de resmedilmiş olması gösterilmektedir. Mısırda evdekiler diye bir kavram kullanılmıştır ve bu kavram birebir aileyi işaret etmiştir (Valbelle, 1992: 94). Mısırda gerçek bir ailenin oluşması için en önemli unsur, evlilik birliğinin kurulması sayılmıştır. Evlilik yaşı olarak kadınlarda 12-14 erkeklerde ise 20 yaş ortalaması belirlenmiştir (Freeman, 2013: 67).

Mısırda evliliklerin kayıt altına alınmadığı uzun dönemler olmuştur. İlk kayıtlara III. Ara dönemde rastlanmıştır. Evlenecek kişilerin karar verip birlikte yaşamaları, onların halk tarafından karı-koca olarak görülmesi için yeterli sayılmıştır (Douglas ve Teeter, 2003: 96). İki gencin evlilik kararı almaları toplum tarafından kötü olarak karşılanmamıştır. Lakin bu evliliklerde anne ve babanın rızasını almak önemli bir yer tutmuştur. Eğer ailelerin de rızası var ise resmi ve dini makamlar bu birlikteliğe karışmaz ve evlilik gerçekleşmiş sayılırmış. Eğer hür kişiler köleler yahut başka bir dine mensup kişilerle evlenmek isterse bu onların kararı sayılır ve kararına müdahale edilmezmiş. Irk ve din ayrımı gözetilmezmiş lakin en hoş karşılanan evlilikler aynı din ve aynı sosyal düzeyde olan kişilerin evlilik birliğini kurması olarak görülmüştür (Haktanır, 2010: 126). Evlenen çiftler bir zaman sonra boşanmak istediklerinde bu durum toplum için evlilik gibi normal karşılanmıştır. Boşanmış olan çiftler daha sonra isterlerse tekrardan birlikte olabilme hakkına da sahip olmuşturlar. Boşanma hakkı sadece erkeğe verilmemiştir. Kadın da bu hakka sahip olmuştur. Evlenmeden önce kadının bir mal

(27)

varlığı varsa boşanırken bu mal varlığı üzerinde söz söyleme hakkı kadına aitmiştir. Eşlerin oturdukları ev kadının ise erkek o evden gitmek durumunda olmuştur. Eğer ev adama aitse kadın gitmiştir (Haktanır, 2010: 130). Evlendikten sonra sahip olunan mülkler üzerinde boşanma durumunda bölünme oranı kadına 1/2 erkeğe ise 1/3 şeklinde gerçekleşmiştir (Douglas ve Teeter, 2003: 96). Kanunlarla kadınlara tanınan diğer haklar ise miras bırakma, mahkeme önünde şahitlik, dava açma, evlatlık alma veya evlatlıktan reddetme gibi haklardır. Bununla beraber eşi öldükten sonra ailenin reisliğini üstlenme, köle alma veya elinde bulunan köleleri serbest bırakma hakkı Mısır toplumunda kanunlar tarafından kadınlara tanınan haklar içerisinde yer almıştır (Haktanır, 2010: 125).

Kraliyet ailesinde evlilik toplumdan faklı bir statüde olmuştur. Eski ve Orta İmparatorluk dönemlerinde toplum içerisinde yaşayan bir erkeğin tek bir eş ile evlenmesi sınırlandırılmışken bu durum firavun için geçerli olmamıştır. Bir firavun isterse birçok kadınla evlenme hakkına sahip olmuştur (Baines ve Malek, 1986: 201). Hatta kız kardeşi varsa onunla bile evlilik yapmıştır (Freeman, 2013: 67). Bu evlilik bir gelenek olarak sayılmaktadır. Mısırlı kral soyunun saf kanlığını korumak için kız kardeşi ile evlenmek durumunda kalmıştır (Lissner, 2006: 62). Bu evlilikler hukuk için bir suç olarak görülmemiştir (Gündüz, 2002: 71). Kraliyet için aile firavun, kraliçe, prens ve prenseslerden oluşmuştur. Bu aile içerisinde kraliçenin yeri firavundan sonra gelmiştir. Firavundan sonra en önemli ikinci kişi olan kraliçe resimlerde firavunun yanında tasvir edilmiştir (Gündüz, 2002: 71).

Eski Mısır’da kadınlar sahip oldukları çocuk sayısınca toplumdan hürmet görmüştürler. Çok fazla çocuğa sahip olmak hayatta daha fazla kalmanın kanıtı olarak kabul edilir hatta en büyük çocuk ebeveynler için yaşlılık teminatı olarak görülmüştür. Bunun sebebi de en büyük çocuğun, annesi ve babası öldükten sonra bile onlar için bazı görevlerinin olduğudur. Bu görevler ölümden sonra mezarlıklar ile ilgilenmek ve mezarlıklara içecek koymaktır. Buna ek olarak çocuk sahibi olmayan ailenin bir zaman sonra isimlerinin o toplumdan silineceği inancı varmış. Bir kadının bekâr olması ve bir annenin bir çocuğa sahip olmaması diğer dünyadaki yeniden hayat bulma durumunu kötü etkileyeceği inanışı da oldukça yaygın şekilde görülmüştür. Yaşanılan sosyal hayatta kız çocuğuna nazaran erkek çocuğa sahibi olmak toplum için daha değerli kabul edilmiştir (Valbelle, 1992: 100).

(28)

Toplumda anne olan bir kadın sahip olduğu statüye bakılmaksızın çocuğunu üç yıl emzirmek zorunda kalmıştır. Herhangi bir sütanneye gerek duyulmamıştır. Fakat kraliyet ailesinde bu durum farklı yaşanmıştır. Kraliyet ailesinde doğan çocukların sütanneleri olmuştur. Sütanneler asil kadınlar arasından seçilmiştir. Eğer bu sütanne çocukları ile birlikte olmak isterse ona kendi çocuğunu firavunun çocuğunun büyüdüğü sarayda yetiştirme hakkı verilmiştir. Kraliyet için sütanne çok önemli bir yere sahip olmuştur. Bu önemin göstergesine örnek Ⅱ. Tutmosis’in karısı Hatşepsut gösterilmektedir. Hatşepsut, kızına sütannelik yapmış bir kadına minnettarlığını göstermek için onun heykelini yaptırmış ve kadın öldükten sonra da onun Krallar Vadisinde gömülmesini sağlayarak saygısını göstermiştir (Haktanır, 2010: 144).

1.1.3. Roma Döneminde Kadın

Roma toplumunda ataerkil bir yapı hüküm sürmüştür. Kadınlar da bu ataerkil toplum yapısında erkeklere ait bir yaşam geçirmiştir (Mutluay, 2007: 97). Erkeklere ait bir yaşam geçirdikleri için toplum içerisinde bir birey olarak görülmemiştirler. Kadınların yeri ev olarak kabul edilmiştir. Görevi de ev içerisinde yapılması gereken ev işlerini yapıp aynı zamanda o işleri takip etmekmiş (Erdemir, 2016: 6-7). Toplum içerisinde bir kadın için tasvir edilen bir hayat tarzı olmuştur. Bu hayat tarzının temelini eski geleneklerden almıştır. Bu geleneklere sahip olan bir eş ve anne, ideal kadın vasfıyla nitelendirilmiştir. Bir kadına ‘geleneklere bağlı bir şekilde hayat devam ettiriyorsun’ gibi cümleler kurmak o kadın için önemli bir gurur ve büyük bir itibar olarak görülmüştür. Roma toplumunda evlilik kutsal sayılmıştır. Bunun en belirgin göstergelerinden birisi de mezar taşları olmuştur. Bu nedenle de roma toplumuna hayat kadının yahut buna benzer toplum tarafından hoş karşılanmayan işler yapan kadınlarla evlilik yapmak hoş karşılanmamıştır (Mutluay, 2007: 97). Tarihi belgelerin bizlere gösterdiği ve kadınlardan beklenen en önemli görev evlerinin işlerini güzel bir biçimde yapıp ev işlerini devam ettirmesi şeklinde olmuştur (Darga, 2015: 287).

Roma, evlilikleri kadının da rızasına dayanan tek eşliliği ön gören bir yapıya sahip olmuştur (Erdemir, 2016: 10). Bu dönemin evlilik kurallarında evlenecek olan adayların bedensel yeterlilikleri olmalı ve baba taraflarından herhangi bir akrabalık bağlarının olmaması gibi şartların olduğu bilinmektedir (Blanck, 1999: 193-194).

(29)

Roma’da evlenecek kadın, eşine veya eşinin ailesine başlık parası benzeri adına ‘dos’ denilen bir mal varlığını vermek zorunluğu olmuştur. Evin bütün masraflarının kocaya ait olduğu ve eşlerin bundan sorumlu olmadığı da belirlenmiştir. Boşanma ise taraflardan birinin ölmesi yahut evlenme yeterliliğini kaybetmesi durumunda gerçekleşmiştir (Erişgin, 2013: 6, 13).

Roma’da kadınların medeni haklarını kullanmaları sınırlandırılmıştır. Bu hakları kullanmasının tek yolu ise vasiliği altında bulunduğu babası, eşi ya da onu bakmakla yükümlü kişiler tarafından kullanılması şeklinde gerçekleşmiştir (Tayanç ve Tayanç, 1977: 37).

Roma toplumunda kadınların hakları klasik dönem Atina toplumunda yer alan kadınların haklarından daha fazla olmuştur. Roma’daki evlerde Yunanlılarda olduğu gibi haremlik selamlık anlayışı olmamıştır ve Yunan toplumundaki gibi kadınlar eve hapsedilmemiştirler. Kadın eşi ile birlikte tüm yaşam alanlarını paylaşmıştır (Mutluay, 2007: 100). Kadın eşi ile birlikte davet edildikleri organizasyonlarda yer almış davetlere gitmiştir (Freeman, 2013: 449). Aynı zamanda bunlara ek olarak Yunan kadınlarından daha iyi bir eğitim aldığıda bilinmektedir. Örnek olarak ise Roma kadınlarının Yunan klasiklerini okumaları gösterilmektedir (Mutluay, 2007: 100).

Roma toplumunda kadın ev işlerinin liderliğinin yanı sıra ev halkının beslenmesi, kölelerin ihtiyaçlarının karşılanması ve kontrollerinin yapılması, tarım ürünlerinden elde edilen hasatları kontrol etmesi gibi bazı yükümlülükleri eşi ile paylaşmıştır (Erişgin, 2013: 7- 21). Evde bu yetkilere sahip olan kadınların siyaset ve yönetimde her hangi bir görev almadıkları görülmüştür. Kadınlar görev alamadıkları gibi oy kullanma hakları da bulunmamıştır. Bu görevler Roma toplumu içi erkeklerin yapabileceği görevler içerisinde yer almıştır (Erişgin, 2013: 21-22). Yönetimde ve siyasetinde görev almamalarına karşın kadınlar, Roma vatandaşı sayılmış ve Roma kanunları ile haklarını savunma hakkına sahip olmuştur Darga, 2015: 285).

1.1.4. Bizans Döneminde Kadın

Bizans İmparatorluğu ataerkil bir toplum düzenine sahip olmuştur (Hill, 2003: 15). Bu yüzden kadının toplum içerisindeki yeri erkeklerden sonra gelmiştir. İmparatorlukta

(30)

‘kadının yeri evidir’ toplumsal düşüncesi oluşturulmuştur. Bundan dolayı kadının gelir ve sivil, askeri ve dini rütbeli yerlerde çalışmaları yasaklanmıştır ve ayrıca bu dönemden elimize geçen kaynakların çoğunda erkeklere ait bilgiler mevcuttur. Bu bilgiler yine erkekler tarafından yazılmıştır (Tanman, 2015: 328). Kadın için ayrıca topluma bereket verdikleri düşüncesi mevcuttur. Bu yüzden Ana Tanrıça kültünde kutsallaştırılmıştır. Mitolojik açıdan kadınlar Tanrıça Venüs ve Helen gibi olağanüstü bir güzellikte resmedilmiş ve bunları yaptıkları heykellerde göstermiştirler (Gülaçtı, 2012: 82). İmparatorluğun Erken Bizans dönemi olarak isimlendirildiği zamanlarda kadınlar ipek dokuma atölyesinde çalışmıştır. Daha sonraki zamanlarda bu konuda uzmanlaşarak kumaş üretmiştir. Bu uzmanlaşma ile birlikte Konstantinopolis’te bu iş grubu ile alakalı, localara kendilerini kayıt ettirmiştirler (Öztürk, 2015: 37). Bu dönemde Hristiyan kadının yasalarda yer almaya başlaması kadınlar için çok büyük farklılık olarak onay görmüştür (Tanman, 2015: 328). Bizans İmparatorluğu’nun 11. yy. ortalarından imparatorluğun çöküşüne kadar olan zaman dilimi içerisinde kadınlara net bir şekilde verilen tek yer annelik olmuştur. Kadının diğer meslek gruplarında yer alması, kadını kaynak denetiminde başka birinin boyunduruğu altına sokmuştur ya da ahlaki ve manevi açıdan kadın üzerinde iktidar yoluyla güç kullanılmasını sağlamıştır (Öztürk, 2015: 36-37).

Bizans’ta imparatoriçe farklı bir statüye sahip olmuştur. Bu statü İmparatorla evlenmesiyle başlamıştır. İmparatoriçe evlendiği zaman bir taca sahip olmuştur. Bu taçla birlikte imparatoriçe imparatorluk meşruiyetinin aktarıcısı hakkını elde ettiği sayılmıştır (Hill, 2003: 18). İmparatoriçe olmak doğum ve evlilik yolu ile gerçekleşmiştir. İmparatoriçe olan bir kadın eğer isterse kendi isteği doğrultusunda doğrudan ya da dolaylı bir şekilde ülkeyi yönetme hakkına sahip olmuştur (Demirel, t.y: 10).

1.1.5. Anadolu Medeniyetlerinde Kadın

Yerleşik hayata geçen toplumlar hakkında yaygın görüşler mevcuttur. Bu yaygın görüşlerden biri tarımı kadınların bulduğudur. Bunun nedeni ise erkeklerin yiyecek bulmak için uzaklaştıkları dönemde kadınların mağaralarda yiyecek bulmaya yardımcı olmak amacıyla ağaçlardan ve bitkilerden kendi kendine yetişebilen ürünleri toplayarak yiyecek olarak kullanmasından kaynaklanmaktadır (İnan, 1975: 5). Üretimin genellikle kadınlar tarafından yapılması ve soyun anadan devam etmesi nedeniyle Anadolu

(31)

medeniyetlerinde anaerkil bir toplum yapısı ortaya çıkarmıştır (Erdem ve Sayılgan, 2011: 101).

Anadolu’da Neolitik Çağ’da yaşayan topluluklar tarım yapmaya başladıkları için mağaralardan çıkmış ve yeni yerleşimleri yerleri olarak küçük köyler kurmuşturlar. Bu dönemde kadın bereketin simgesi haline gelmiş ve ‘yaratan ana’ kavramı kadınlar için ortaya çıkmıştır (Darga, 2015: 44-46).

Anadolu uygarlıklarından Hititlerde ise aile reisi olarak baba öne çıkmıştır. Eğer baba vefat ederse ailenin geçimi ve aile hakkında karar verme evin büyük erkek çocuğuna geçmiştir. Erkek evladı yoksa akrabadan yaşlı bir erkek bu ev ile ilgili kararları almıştır. Bunun yanı sıra erkek, yani baba, kızlarının evlenecekleri erkekleri seçme hakkına sahip oldukları gibi bu erkeklerden başlık parası gibi bedelleri almaya da hak sahip olmuştur (Yakar, 2007: 59-62). Evlilikler şahitlerin bulunması gereken bir ortamda gerçekleştirilip kayıt altına alınmıştır. Boşanma ise çiftlerin her ikisine verilmiştir (Darga, 2015: 91).

Hitit’ler de güçlü bir kadın figürü ortaya çıkmıştır. Tavananna adı verdikleri kraliçeleri devlet adına kararlar alabilmekte ve kraldan sonra en yüksek yetkilere sahip olmuştur. Mısır ve Mezopotamya uygarlıklarına baktığımızda ise kralın eşleri yönetimde söz sahibi değillerdi yalnızca kralın eşi olmakla belli bir statüye kavuşmuşturlar (Kılıç ve Duymuş, 2007: 6). Hititlerde Tavananna kral ile beraber bütün resmi törenlerde yer almıştır ve bütün resmi evraklarda ismi geçmiştir. Bazı durumlarda Tavananna kralın yerine halk ile bazı törenlere katılmıştır ve bu törenlere liderlik etmiştir (İnan, 1975: 10).

Hititlerden sonra Anadolu’nun belirli bölgelerine hâkim olan Urartu, Frigya ve Lidya gibi uygarlıklarda kadınlar hakkındaki bilgiler oldukça kısıtlıdır. Bu devletlerin döneminde kadınların üretime katıldıkları bilinmekte lakin fazla bir ayrıntı bulunmamaktadır (İnan, 1975: 16).

1.2. TÜRK TOPLUMUNDA KADININ YERİ VE ROLÜ

Toplum kendi içerisinde bir zorunluluk olarak sürekli gelişim ve değişim göstermektedir. Bu değişim ve gelişmeler yalnızca bir yönlü gerçekleşmez. Toplumun tamamı birbiri ile ilişkide oldukları için bir alandaki gelişme toplumun diğer alanlarını da etkilemektedir. Toplum bir bütün halinde sürekli kendisini yenilemektedir ve bu yenileme

(32)

kaçınılmazdır. Bu yönüyle toplum, birbirini etkileyen bütündür (Kıray, 2006: 313 ). Toplumdaki değişmeler planlı olduğu gibi çağın gerektirdiği ortamlarda kendiliğinden de gerçekleşmektedir. Değişimler çok yavaş bir şekilde de kendini gösterdiği gibi bazen devrimsel nitelikte de olmaktadır (Doğramacı, 1993:8) .

Toplumsal değişmenin tanımını yaparken kültürel, ekonomik ve siyasi faktörleri bir arada değerlendirdiğimiz için farklı tanımları bulunmaktadır (Kongar, 2018: 55). Emel Doğramacı (1993: 7) toplumsal değişimi: ‘Bireyin içerisinde yaşadığı toplumun inançlarında, kurumlarında, bireyler arasındaki tutum ve davranışlarında ve tüm bu etkenlerde meydana gelen farklılaşmalardır’ şeklinde ifade etmiştir. Emre Kongar ise toplumsal değişmeyi, kabul edilen düzende meydana gelen değişiklikler gibi genel olarak kullanılan ifadelerin yanında, değişimi detaylı bir şekilde inceleyen görüşlerinden bahsetmektedir. Ginsberg ‘de toplumsal değişimi: Toplumun bir bütün olarak ele alınıp o bütünün parçaları arasındaki uyumun veya bunların arasındaki ilişkide meydana gelen değişim olarak tanımlamaktadır. Boskoff ise toplumsal değişmeyi, belirli bir toplumsal yapının işlevlerinde ortaya çıkan önemli değişim ve gelişmeler olarak açıklamaktadır (Kongar, 2018: 55).

Araştırmacılara göre evren kültürel, sosyal ve bireysel düzey olarak ele alınmalıdır. Toplumsal değişme ise bu üç evrenin kültürel düzeyinde ortaya çıkar ve giderek sosyal ve bireysel yönlerini etki altına almaktadır (Doğramacı, 1993: 7). Toplumsal değişmenin en önemli unsurunu insan oluşturmaktadır. İnsan hem toplumu hem de toplumun kültürünü etkilediği için değişimlerin merkezinde yer almaktadır (Vago, 1989: 5).

Toplamsal değişme karmaşık bir yapıya sahip olduğundan dolayı bunu açıklamak için çok farklı yönlerden ele alınması gerekmektedir (Erkal, 1987: 227).

Değişimin çok yönlü olarak incelenmesinde Türkiye tarihi bir örnek teşkil etmektedir. Avrupa’da meydana gelen Sanayi Devrimi bütün dünyanın ekonomik düzenini etkilemiştir. Ekonomik düzendeki bu değişim devlet ve milletlerin kültürel yapısında büyük değişiklikler meydana getirmiştir. Osmanlı Devleti de bu değişimin etkisinde kendisini ayakta tutabilmek için çeşitli değişimlere uğramış ve mecburi olarak yeniliklere gitmiştir. Tanzimat Fermanı, 1. Meşrutiyet, 2. Meşrutiyet ve devamında

(33)

gerçekleşen olaylar ile imparatorluk yapısından Cumhuriyet rejimine geçiş toplumsal değişmede büyük rol oynamıştır. Bütün bu olaylar toplum içerisinde erkeğin yanında kadın rollerinde de değişme meydana getirmiştir. Ekonomik yapının içerisinde kendisine yer bulan kadının maddi anlamdaki değişmesini manevi değişimleri takip etmiştir. Kılık kıyafetindeki değişiklik, inançlar, aile içerisindeki rolü ve bu role bağlı olarak aile yapısında meydana gelen farklılık, toplumdaki kadının manevi yönden değişimini sağlamıştır. Bütün bu gelişmeler sonucunda ekonomik ve sosyal hayat yeniden yapılandırılmış ve toplum içerisinde kadının rolleri yeniden düzenlenmiştir (Deniz, 2009: 89-90).

Emre Kongar (2018: 58)’a göre Türkiye geri kalmış bir ülke olmasına rağmen çok önemli toplumsal değişmeleri yaşamaktadır. Osmanlı devletinde ise değişim Batılılaşma fikrinin ortaya çıkmasıyla gerçekleşmeye başlamıştır. Toplum içerisinde ekonomik sınıf farklılıklarını engelleyen Osmanlı Devletinde, batılılaşma hareketleriyle bu anlayış mecburen değişmiştir. Toplumun kendisinde meydana gelen değişimlere karşı çözüm bulamayan Osmanlı, batılılaşma hamlesi ile kendisini de değiştirmeye çalışmıştır. Osmanlı devleti kendisini değiştirirken en önemli değişim kadınlarda meydana gelmiştir. Son dönemlerine kadar modernleşmeye çalışan Osmanlı meydana gelen savaşların da etkisiyle yıkılmış ve Cumhuriyet Devri başlamıştır. Cumhuriyet devri, kadının sosyal değişmede en fazla etkilerinin görüldüğü devir olarak sayılmaktadır. İş hayatında aktif olarak çalışmaya başlayan kadın, ileriki dönemlerde siyasi hakları da kazanmıştır. Egemen olan ideolojik yaklaşım kadının hayatındaki bu değişimi biçimlendirmiştir. Kadın rolündeki bu değişimlere bakarak toplumsal değişmenin ana hatlarını ortaya koymamız mümkündür. Kongar’a göre Türkiye’de kadın haklarında meydana gelen gelişmelerin dünya ile aynı zamana denk gelmesi bir tesadüf olarak görülmemiştir. Cumhuriyet devrinin ilk yıllarında meydana gelen ideolojik saldırılar, bu değişimlerin zorunlu olarak dünya ile eş zamanlı yürütülmesini sağlamıştır (Deniz, 2009: 89- 91).

1.2.1. Tarihsel Süreç Bağlamında Kadının Toplumsal Yeri 1.2.1.1. İslamiyet Öncesi ve Eski Türklerde Kadın

Türklerin İslamiyet’e girmeden önceki bilgileri M.Ö. 4000 yıllara uzanmaktadır (M. Altındal, 1994: 9). Elimizde olan bu bilgilerde kadının esas özellikleri ‘Analık ve

(34)

‘kahramanlık’ olarak bizlere aktarılmıştır. Kadınının sahip olduğu vasıflar değerlendirilirken ata binmesini biliyor mu, savaş aletlerini kullanabiliyor mu, savaşma yeteneğine sahip mi gibi özelliklerden yararlanılmıştır (Savcı, 1973: 107).

Göçebe bir yaşam şeklinde en önemli unsur insan kabul edilmiştir. Bu yaşam şekli içerisinde kadın gelecek nesilleri yetiştirme noktasında önemli bir rol oynamıştır. Buna ilaveten eşinin savaşa gittiği zaman dilimi içerisinde kadın, kocasının yapmakla yükümlü olduğu çocukları, yiyecek ve barınağı koruma görevini yerine getirmiştir. Yani kadın at üzerinde çobanlık yapma, düşman saldırdığı zaman onlarla savaşma, sürüler başka biri tarafından çalınırsa, avcılık yapıp ailesini hayatta tutma gibi vasıflara sahip olmuştur ( Kırkpınar, 2001: 48). Ayrıca kadınlar meyvecilik yapmış, halı dokumuş ve madenlerde işçi olarak da bulunmuştur. Hem üretmiş hem de ailesinin daha iyi bir yaşam sürmesi için aile ekonomisine katkıda bulunmuştur (Arat, 1986: 54-56). Göçebe yaşam şeklinde hayatta kalmak her açıdan zor olduğu bilinmektedir. Bu zor hayat içerisinde kadınlar erkeklerin olduğu gibi güçlü, yapı bakımında da onlar kadar mücadeleci olmuştur. Ne erkeğin kadına ne de kadının erkek üzerinde herhangi bir üstünlüğü bulunmamıştır. Alınacak bir karar da kadının da söz söyleme hakkı olmuştur. Dönemin şartları doğrultusunda avcılık ve toplayıcılık geçim kaynakları olarak kabul edilmiştir. Bu geçim kaynaklarını kadın ve erkek ortak bir şekilde yapıp, elde edilen ne varsa eşit bir şekilde bölüşmüştürler. Bundan dolayı kadın ve erkek arasındaki fark çok fazla olmamıştır. Bu durum göçebe yaşam tarzından yerleşik hayata geçişte değişmiştir. Göçebe yaşam tarzında aktif bir şekilde rol oynayan kadın yerleşik hayat ile birlikte o aktifliğini kaybetmiştir. Bunun nedeni ise yerleşik hayatın tarıma dayanmasıdır. Tarımla birlikte kadınının göçebe yaşam tarzındaki elde ettiği özellikler kaybolmuştur. Tarlada eşi ile birlikte çalışmak durumunda kalmıştır (Yavuz, 2015: 10).

İslamiyet’i kabul etmeden önce Türklerin hem mitolojik çağda hem de yazılı eser döneminde günlük hayatlarında sürdürdükleri birbirinden farklı hayat şekilleri mevcuttur. Buna örnek olarak ‘Totemcilik inancı’ verilmektedir. Elimizdeki verilere göre bu inanış ilk olarak Türklerde ortaya çıkmıştır (Kafesoğlu,1980:9). Türklerin birden fazla Totemleri mevcuttur. Bunlardan biri kurttur. Kurt, Türkler için önemli bir totemi temsil etmektedir. ‘Ata’ olarak görülmüş, çok kutsal kabul edilmiştir (Göksel, 1993: 105). Başka bir totem de ‘Od Ana’ ve ‘Od Ata’ olarak kadın ve erkeği adlandırmalarıdır. Kadın

(35)

tanrılar için Gök ve Güneş, erkekler tanrılar için de Yer ve Ay sembolü kullanılmıştır. Türk erkeğinin hayatında at, kılıç ve kadın her zaman çok değer verdiği aynı zamanda da hep koruduğu bir yerde olmuştur (İnan, 1975: 27-28). Totemcilik inancından sonra Şamanizm inancına sahip olan Tükler, bu inanç doğrultusunda ‘Tanrı ve Tanrıçalara’ ibadet etmiştirler. Onlar için en güçlü tanrıça ‘Ana Tanrıça’ kabul edilmiştir. Doğum, iyilik ve aşk gibi hayatta toplum tarafından güzel olarak kabul edilen her şeye bir tanrıça adı konulmuştur. Bunun tam aksi şekilde hastalık, ölüm ve savaş gibi kötü durumlara ise tanrı adı verilmiştir (Göksel, 1993:105; M.Altındal, 1994:9). Buna ilave olarak Şamanizm’in temel prensibi eşitlik üzerine kurulmuştur. Bu eşitlik doğrultusunda kadınların, erkekler karşısında güçlü bir yapıya, saygın bir kişiliğe ve etkili düşüncelere sahip olmalarında herhangi bir sakınca görülmemiştir (Doğramacı, 1989:132). Türklerin sahip olduğu başka bir inanışa göre de Ulu Tanrı’ ya dünyayı oluşturma düşüncesini veren kişi ‘Akana’ dır. ‘Akana’nın hem bir ‘Tanrıça’ hem de bir dişi olduğuna inanılmıştır (Göksel, 1993: 105).

Kadın, Türkler için her zaman çok kıymetli olmuş ve her zaman onlara çok değer verilmiştir. Bu durumun kanıtı olarak Oğuz Kağan Destanı gösterilmektedir. Destan içerisinde sayısız yerde kadına yer verilmiştir. 8.yy. da yazılmış olan Orhun Kitabelerinde ise kadından hürmetli bir şekilde bahsedilmiştir. Bu dönem içersinde erkekler savaşta, siyasette ve günlük hayatlarında olan işlerde hiç yalnız olmamıştır. Eşleri olarak kadınlar her zaman kocalarının yanında olup onlara her türlü desteği vermiştirler (Gündüz, 2000: 135). Dede Korkut kitabında kadının, ailenin yönetimine sahip olduğu, ailedeki konumu bakımından özel bir yerde kabul edildiği geçmektedir (Sağ; 2001: 12). Yusuf Has Hacip ’in 1069’ da kaleme aldığı ‘Kutadgu-Bilig’ yapıtında da kadın ve kızın kıymeti için ‘nadir’ tabirine yer vermiştir (Göksel, 1993:106). Başka bir örnek ise Tükler’ in çıkarmış oldukları emirnamelerde Hakan’ın eşinin yani Hatun’un isminin bulunması verilmektedir. Eğer çıkartılan emirname ‘Hakan emrediyor ki’ diye bir başlangıca sahipse bu emir kabul görmemiştir. Emirnamenin ‘Hakan ve Hatun emrediyor ki’ diye başlaması durumu söz konusu olmuştur (Gökalp, 2017: 152).

Türkler’ in aile yapısı tek eşlidir. Fakat elimizde olan kaynaklarda Hakanların başka bir kadınla da evli oldukları bilgisi mevcuttur (Arat, 1986: 73). Evlilikler her iki tarafın rızasına dayalı olarak yapılmıştır (Kurnaz, 1991: XI). Evlilikten sonra kadın, baba

(36)

evindeki ismini kullanma, kendi eşyaları üzerinde söz söyleme hakkına sahip olmuştur ( Kırkpınar, 2001: 51; Gökalp, 2017: 120). Toplumda evli kadın kutsal kabul edilmiştir. Bir erkeğin bir kadına zorla sahip olması cezasının karşılığı ölüm olarak belirlenmiştir (İnan, 1975: 27).

Tarihsel süreç içerisinde Türk Devletlerinin kadına nasıl değer verdiği ile ilgili bilgiler elimizde mevcuttur. Bu bilgiler doğrultusunda Hun Devleti’nde kadın ve erkek aynı işi yapar ve aynı haklara sahip olmuştur. Asya Hunların da Hakanla beraber Hatun da devlette temsil edilmiş, Avrupa Hunlarında ise kadın, erkek ile beraber orduda yer almıştır (İnan, 1975: 26). Göktürk ve Uygur devletlerinden Kağan’ın yanında eşi ya da annesi bulunmuş ve ona destek olmuştur. Uygurlar düzenli bir yapıya sahip olmadan önce Kağan’ın annesi, savaş zamanında toplum içerisindeki düzeni bozan davalara bakar hatta gerekli gördüğü takdirde ceza da vermiştir (Yavuz, 2015: 10). Yine bu iki devletin prenseslerinin sosyal ve siyasal konularda yapmış oldukları faaliyetlere Orhun Kitabeleri’ nde yer verilmiştir (Doğramacı, 1989: 2). İskitlere kadınlar erkekler gibi yetiştirilip onlarla birlikte savaşlara katılmıştır (A. Altındal, 1991: 36). Kalmuk Türklerinde ise bir kadın evleneceği adamı kendi seçebilme hakkına sahipmiş (İnan, 1975: 34). Harzem Türklerinde Hakan’ın evliliği, kadının Türkmen olmasına bağlıymış. Bu bağ eşitliği getirmiş ve doğan şehzadeyi etkilemiştir (Gökalp, 2017: 151).

1.2.1.2. İslamiyet Sonrası Kadın

İslamiyet Arap ülkelerinde doğmuştur (Tozduman, 1984: 28). Arap ülkeleri İslamiyet’i kabul etmeden önce içinde bulundukları durumdan dolayı Kur’an’ı Kerim ve diğer kutsal kitaplar bu devri ‘Cahiliye Devri’ olarak isimlendirmiştir. Bunun sebebini ise bu dönem de bu toplumların manevi inançlarının yok olduğunu ve ahlaki açıdan kötü bir vaziyet içerisinde oldukları şeklinde açıklamıştırlar (Göksel, 1993: 113). Bu dönem içerisinde Arap Toplumu’nun hangi sosyal ve kültürel değerlere sahip olduğunu, nasıl yaşadıklarını, hangi hukuk kurallarını kullandıklarını bilgisini elde etmek için birkaç sorun mevcuttur. Bu sorunları o dönem içerisinde göçebe yaşam şeklinin vermiş oluğu koşullara bağlı olarak yazının kullanımın az olması, örf ve adetlerin yaşama yön vermesi oluşturmaktadır (Bardakoğlu, 1996: 9).

(37)

Cahiliye Dönemi’nde Arabistan’da yaşayan kız çocukları canlı bir şekilde toprağa gömülmüştür. Onu doğurmuş anne ceza almıştır. Erkeğin kaç kadınla evlenebileceği ile ilgili bir sınırlama olmamıştır. Kadın ise evlilik yapmış ve evlendiği kişinin hayatı sona ermişse kadın miras yolu ile bir başka kişiye bırakılmıştır. Hukuki olarak Arap kadınının hakları eşine oranla daha az olmuştur (Tozduman, 1984: 28). Kadınların herhangi bir üretkenliği olmamıştır. Çünkü savaşma ve avlanma yeteneklerine bulundukları ortamdan dolayı sahip değilmiştirler. Üretken olmadıkları için erkekler tarafından kadınların hayatlarına son verilmiştir. Bu duruma Kur’an da ayet bile bulunmaktadır. Bu ayetler, El-En’âm/151; El-İsrâ/31 ‘de ‘Açlık endişesi ile çocuklarınızı öldürmeyiniz…’ şeklindedir (Özek, 1996: 38). Kadın toplumun bir parçası olarak görülmemiştir. Erkeklerin izin verdiği ölçüde yaşamları sürmüştür. Toplumun sınıflandırılmasında kadınlar esirler sınıfında yer almıştır (İnan, 1975: 30).

Arap toplumunda kadının değer gördüğü dönem İslamiyet ile başlamıştır (Göksel, 1993: 122). Başlayan bu dönem ile kızların hayatlarına son verilmesi kaldırmış, evlilik ve ayrılma belli kurallara bağlanmıştır (Doğramacı, 1989: 133). Bu kurallar doğrultusunda erkeğe bir kadın ile evlenmesi eğer eşi hasta ya da çocuk dünyaya getiremiyorsa başka bir kadınla evlenebilme hakkı verilmiştir. Ama bu hakkın sağlanabilmesi iki eşin eşit haklara sahip olması koşuluna bağlanmıştır (Doğramacı, 1989: 133). İslamiyet ile birlikte kadın ilk kez miras ve mal edinme hakkına sahip olmuştur. Kadın ve erkeğin birbirine olan davranışları noktasında karşılıklı olarak birbirine iyi davranma zorunlulukları bulunmuştur. Kur’an’da kadın ve erkek aynı değeri görmüştür (Doğramacı, 1989: 133). Bu duruma örnek Kur’ anın Hucurât Süresi’ nin 13.Ayet’i verilmektedir. Ayet; ‘Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık... Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanızdır...’ şeklindedir (DİB, 2005: 516). Diğer bir örnek ise Hz. Muhammed’in Veda Hutbesi’ nde; ‘… Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim… Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, kadınların da sizin üzerinizde hakkı vardır… ’ cümleleri ile verilmektedir (DİB, t.y). Bu dönemde kadınların toplumsal hayatlarını nasıl yaşadıklarını ve siyasi hayata ne kadar katıldıkları ile ilgili çok fazla bilgi mevcut değildir. Var olan bilgiler içerisinde kadınların yapmış oldukları ve toplum tarafından olumlu karşılanan durumlar mevcuttur. Bunlara örnek Hz. Muhammed’in hanımlarının

(38)

ve kız çocuklarının savaş zamanı savaşmak için veya cephe gerisinde görev aldıkları, kadınların hastaları tedavi etmek için bir araya gelip ilk kadın topluluğunu oluşturması verilmektedir. Ayrıca az olan kaynaklarda İslamiyet’e girmiş pek çok toplum da yöneticilik görevini yapmış kadın bilgisi bulunmaktadır (Kurnaz, 1991: XII).

İslamiyet’in ortaya çıktığı zamanda Türkler Orta Doğu’nun kuzeyinde olmuşturlar. Türklerin İslamiyet’i kabul etmelerine zemin hazırlayan durum 751 Talas savaşı olmuştur. Bu savaştan sonra Türkler arasında İslamiyet daha hızlı bir şekilde kabul edilmiştir (Özaydın, t.y: 22-25). İslamiyet’i kabul etmelerine rağmen İslamiyet’ten önce sahip oldukları değerlere belli bir süre hürmet edilmiştir (Unat, 1982: 7). İçinde yaşadıkları coğrafyadan dolayı Arap, Fars ve Bizans kültüründen de etkilenmiş ve bunu günlük hayatlarına yansıtmıştırlar (Göksel, 1993: 128). Eski kültürlerini günlük hayatta devam ettiklerine delil olarak Dede Korkut hikâyesi gösterilmektedir. Bu hikâyede kadınların tarif edilmesinde at binmek, ok kullanmak, ihtiyaç durumunda harbe gitmek gibi özellikler sayılmaktadır. Bu özellikler İslamiyet’in kabul edilmesinden önceki kadınların sahip olması gereken özelliklerdir (Unat, 1982: 7).

İslam’a giren Türklerin tarihi; Orta Asya ve Ön Asya ‘da farklı zamanlarda ortaya çıkmış Türk devletleri, Anadolu merkezli ve oradan Avrupa’ya ve diğer yerlere uzanan Osmanlı İmparatorluğu şeklinde iki bölümde incelenmiştir (İnan, 1975: 33).

Orta Asya ‘da ki Türkler için göçebe yaşam şekli ve yerleşik hayat düzeni şeklinde iki dönem yaşanmıştır. Her iki dönemde de kadının üstlenmiş olduğu görevler önemlilik arz etmiştir. Bu dönemlerde yaşamış kadınlar ile ilgili bilgilere Çin kaynaklarından ulaşılmıştır. Ulaşılan bu bilgiler doğrultusunda kaynaklarda Türk Devletleri’nin kadınlarının nasıl bir hayat sürdükleri bu hayatı sürerken hangi görevleri yerine getirdikleri anlatılmıştır. Kaynaklarda geçen kadınlara örnek olarak Hotan şehrinde yaşamış kadınlar verilmektedir. Bu kadınlar ile ilgili bilgiler; kıyafet olarak şalvar giydikleri, saçlarını örgü yaptıkları, erkekler gibi ata binebildikleri, herhangi bir törende eşleri ile yan yana olabildikleri, selamlaşma olarak erkekler gibi dizlerini yere kadar eğdikleri şeklindedir. Başka örnek olarak Kaşgar kadınları sayılmaktadır. Bu kadınlar için; yumuşak bir mizaca sahip oldukları, toplumsal yaşam içerisinde kadın ve erkeklerin üstlenmiş oldukları görevlerin eşit olduğu söylenmektedir. Diğer bir örnek ise Kuça

Şekil

Tablo 1. Cinsiyete göre seçilmiş göstergeler, 2017 (TÜİK, 2018)
Tablo 2. Cinsiyete göre  seçilmiş  göstergeler, 2017 (TÜİK, 2018)
Tablo 3: Kadın Araştırmaları Merkezi Bulunan Üniversitelerin Alfabetik Listesi  1. Adnan Menderes
Tablo  8’de  görüşülen  tüm  müdürlerin  yapılan  çalışmaların  hangi  yaş  grubuna  yönelik olduğu hakkında üzerinde durulan ortak tek konuya yer verilmiştir
+4

Referanslar

Benzer Belgeler

Bu makalede dizilerdeki kadın ve erkek temsillerinin kısıtlılığını kapsamlı bir örneklem içinde ortaya çıkaran en güncel araştırmalardan biri olan TÜSİAD

Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Ankara (Karaosmanoğlu 2017) romanını Walter Benjamin’in metinleri ve Susan Buck-Morss’un Benjamin’in Pasajlar projesi incelemesi

Uluslararası ve ulusal düzeyde kadının sağlığı ile ilgili alınan tüm kararlar pozitif olarak görülmesine rağmen, aslında kadın bedeni aracılığı ile biyo-iktidar alanı

Çalışmada ön analizler çerçevesinde değişkenlere ilişkin betimleyici analizler yapıldıktan sonra, kendini susturmanın yaşanılan kente, annelik deneyimine, eğitim

Kadınlara özel kafe kadınlar için kamusal mekân kullanımını teşvik amaçlı bir girişim gibi başlasa da söz konusu mekân ayrımı başlı başına kadın kimliğinin mahrem

Derlemeler Giriş, uygun başlıklar altında Ana Metin ve Sonuçlar olmak üzere üç bölümden oluşabilir, yayınlanmasında Ankara Üniversitesi Çevre Bilimleri

Zaman ve mekan iliĢkisinin kadın temelinde ele alındığı bu sempozyumdan yola çıkılarak, kadını etkileyen ve kadının etkilendiği unsurlar olan zaman ve mekânın

Mahalleli kadınların evlerinden kent hayatına uzanan mekânda nasıl aksiyon aldıklarını, özel ve kamusal mekân kullanım biçimlerini ve gündelik hayatlarındaki yerini,