• Sonuç bulunamadı

Karaosmanoğlu

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Karaosmanoğlu"

Copied!
3
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Milliyet

20 Aralık 1974 Sayı: 111

(2)

KARAOSMAINIOĞLU

«Yaratıcı sanat dehaları tenkid devirlerini

tâkip edegelmişlerdir. Bizde tenkid çığırı

açılmaması gelişme yollarını tıkamıştır.»

G e ç e n hafta y it ir d iğ im iz Y a kup Kadri K araosı.ıanoğ- lu ile yaşam ı boyunca en ço k konu ja n , röportaj y a - pan, g a z e te c i- y a z a r M us - tafa Baydar olm uştur. YUz sa y fa yı bu lan bu konuşma - lardan sa n a tç ın ın ç e ş itli y ö n le rin e ış ık tu ta ca k bir derlem eyi aşağıda sunuyo - ru z . Konuşm aların y a p ıld ı­ ğ ı ta rih le r pa ra n tez iç in d e g ö s te rilm iş tir.

Sanat alanında yaptık - larınızla yapmak istedik - leriniz arasında bir fark oldu mu ?

Kemal-i samimiyetle iti­ raf ederim ki, bu alanda yap­ tıklarım, yapmak istedikle -rimin bir gölgesinden ibaret­ tir. (1957)

Edebiyatta birçok a - kımlar var: Romantizm, ralizm v. b. Şimdi bunlara bir de sosyalist sanat an­ layışı eklenmiştir, diye - biliriz miyiz ?

Emil Zola'nın romanla­ rının çoğu, sosyalizmi tutan romanlardır. Amele hayatın­ dan bahseder. Amele mahal­ lelerindeki sefaleti anlatır. Kendisi dünyanın en burjuva adamı olduğu halde olayla­ rı sosyalist bir gözle görür ve o duygu ile işlerdi.

Benim solculuğum da kü­ çük yaştan beri Zola'yı Çek okumamdan gelir. Yoksa bir doktrin filan meselesi değil­ dir.

Bu realizm-sosyalizm de­ dikleri şey, taaa Zola'nın Germinal'inde, Assomoir'ın-da vardır.

19'uncu yüzyılın ilk yarı­ sı, İngiltere'de sanayiin ala­ bildiğine geliştiği bir devir­ dir. İşte bu sırada yaşamış İngiliz Romancısı Charles Dickens'ın "David Copperfi­ eld" diye bir eseri var. Ko -nu olarak bir çocuğu ele alır. Tabii o vakit amelenin teşki­ lâtı yok, garantisi yok, sen­ dikalar yok.. . (1969)

Eserlerinizi nasıl ya­ zarsınız ?

Bazan bir sayfa yazıyı üç günde, dört günde yazdığım olur. Çok zahmetli yazı ya­ zarım, çünkü son derece ti tizimdir. Meselâ bir sayfa -da aynı kelimenin iki defa tekrarlanmasına râzı ola -mam. Gece uykudan uyanır.

onu siler, yerine başkası­ nı yazarım. Buna belki şe-kilperestlik denebilir. Fakat bu benim zaafımdır. Üslûba çok düşkünümdür. (1969).

Sanatçılıkta doğuştan kabiliyetin mi, yoksa eği­ timin mi rolü daha fazla - d ır?

İzin verirseniz bu soruya kendimden söz ederek karşı­ lık vereyim: Benim romana merakım çocukluktan başlar. Ben yedi yaşımda iken ölen babam, pek çok roman bırak­ mış; gerek tercüme, gerek y e rli.. .Ayrıca Ebüzziya Tev-fik'in yayınladığı kitaplar.. Ben okul kitaplarından çok onları okurdum. Benim a -nam da okuma yazma bilirdi. Meselâ ramazan gecelerinde fransızcadan çevrilmiş "Ek­ mekçi Kadm"ı okurdu, "Mon­ te Kristo"yu okurdu.

İyi ama, benim hemşirem de vardı. Onda herhangi bir merak hâsıl olmadı. Oda ay­ nı havanın içinde yetişti, aynı romanları dinledi, onda ro -man okumak merakı bile gö­ rülmedi. Demek doğuştan bir eğilim olacak.

Sonra ben edebî kültürü -mü hocalardan öğrenmedim, kendi kendimi yetiştirdimYal-nız benim şansım şu oldu ki, kitap okuyabileceğim nir mem­ lekette yetiştim.

İzmir'de İdadide iken r o ­ man okutmazlardı. Roman değil, okul kitapları dışında kitap okutmazlardı.

Belki de iyi bir rastlantı, annem Mısırlıdır. İşleri var dı orada, ben de İdadiyi he -nüz bitirmiştim. Böylece Mı­ sır'a gittik. Orada bir F ra n ­ sız Kolejine girdim. İskende­ riye 'de adım başı umumî kü -tüphaneler var, kira ile, ü c ­ retle kitap verirlerdi. Ben boyuna kütüphanelerden kitap alırdım. O kadar kitap oku -maya vermiştim ki kendimi; bir gece kitap okuyordum, sa­ bah olmak üzereydi, birden bire başım döndü.. . O dere -ce, kendimden geçercesine felsefî eser, şu, bu eser, pek ayırd etmeksizin okurdum.

Yaşamınız boyunca bir hayli kalem kavgasına gi - r iş tiniz. Bunlardan Nû - zım 'la aranızda olan tar­ tışma üzerinde biraz du - ru r musunuz ?

Mütareke devrinde Nâzım bazı arkadaşlariyle, Milli Mücadele'ye iştirak etmek U-zere Anadolu'ya gitti. Ve, Vâ-la Nureddin'in yazdığı son bir Utapdan da anlaşılmış o -lacağına göre Rusya' ya geç­ tiler. Az sonra Rusya'da yaz­ dığı şiirler elimize geçm e­ ye başladı. Ben kendi şahsım namına söylüyorum, bu ş ii r ­ lerde büyük bir şairlik kud retinin mevcut olduğunu sez -m işti-m .

Ben sanatta, sağ sol, or­ ta, geri, ileri diye bir şey aramam. Elverir ki eser gü­ zel olsun ve tesirli olsun. Bu güzellik, Nâzım'ın şiirlerin­ de kendini yeni yeni bir şe - kilde gösteriyordu.

Nâzım, İstanbul'a gelir gelmez beni evimde ziyaret etti ve hakkında yazdığım ya -zılardan dolayı memnunluğu­ nu bildirdi.

Onun üzerine ben kendisi­ ne bir baba nasihati vermek ihtiyacını duydum: "Nâzım, dedim, sen büyük bir şair -sin. Fakat kendini öyle dar bir ideoloji çemberi içine al­ mışsın ki korkarım, orada sıkışıp kalmayasın." (1969).

Darülbedayi 'de irtica aleyhinde bir tezi işleyen "Sağanak" isimli piyesi - niz 3-4 gün oynandıktan sonra sahneden kaldırılı - yor. Bunun hikayesini lüt­ fed er misiniz ?

Hay h ay .. . Bu benim ilk tiyatro müellifliği tecrübem değildir. Her ne zaman bir piyesim sahneye konuldu ise onu ben bile tanıyamaz hale gelmişimdir. İrtica aleyhin­ deki "Sağanak" adlı eserimle bu' tecrübelerin en gülüncü­ nü yapmış bulunuyorum. Re­ jisör, mürteci rollerine, ak­ törlerin halka en sempatik gelenlerini seçmişti. Bu yüz­ den en çok alkışlananlar da onlar olmuştu. Böyle bir hâ­ disenin devamına bittabi rıza gösteremezdim. (1954).

Sizce dilde sadeleşme­ nin sınırı ne olmalıdır?

Ben öteden beri türçenin, arapça, farsça tesirinden mümkün olduğu kadar kurtul­ ması taraftarıyım. Ortada bize örneklik edecek "Öz dil" diye bir şey mevcut değildir. Her dilden öbür dile alınmış kelimeler vardır.Ancakhiç bir medeniyet âlemi ile teması olmayan bazı kabilelerin dili özdür. İngilizcede bütün s o ­ yut kavramları ifade eden k

e-(Devamı 30. sayfada)

®

(3)

KARAOSMANOĞLU

(Devam)

limelerin hepsi hepsi fran -sızcadır . Fransızca, eski yu­ nanca kelimelerle doludur. Almancada bol bol lâtince vardır. Yüzde yüz saf türkçe imkânsız bir şey gibi görünü -yor bana.Halkı tedirgin eden de budur. (1969'

Bizde henüz Batılı an - lamda bir eleştiri çığırı - mn açılamadığı ve eleş - tirmenin yetişemediğidü - şiincesi sizce bir gerçeğin ifadesi m idir?

Bence edebiyatımızın en büyük eksiğine bu sualle do­ kunmuş oldunuz. Her memle­ kette daha doğrusu Batı mem­ leketleri edebiyat tarihlerin­ de en büyük edebi devirle -rin münekkitler tarafından a-çıldığmı müşahede ederiz. Yaratıcı sanat dehaları hep tenkid devirlerini takip ede -gelmişlerdir. Bu itibarla d i­ yebiliriz İd bizde Batılı anla­ yışa göre bir tenkid çığırının açılmamış olması bütün ede­ biyatçılara gelişme ve kemal bulma yollarını tıkam ıştır. Bizdeki tenkid anlayışına gö­

re ise münekkid, hâlâ eski Şark kasidecilerinin veya hic-viyecilerinin izi üzerinden yürümekte ve tenkidin ya me-dih veya zemmetmek olduğu­ nu sanmaktadır. Halbuki ha - kiki münekkid, bahsettiği ki­ tabı veya sanat eserini yal­ nız tefsir eden değil, tamam­ layan, açıklayan kimsedir.

Bizde gerçek anlamda tenkid çığırının açılama - masının sebepleri ?

Bu sebeplerin en başında kültürsüzlük gelir. (1954)

Atatürk devrimlerinin istenildiği biçimde tutma­ dığı kanaati var. Acaba bu hususta izlenenyol mu yanlıştı, yoksa aydınları - mız bu konuda yeter dere­ cede çaba mı gösterem e - diler ?

Atatürk devrimlerinin hamleleri bu son yıllarda hay­ li gevşemiştir. Bunun başlı­ ca sebebi bence bu devrimle-rin hassaten sanatkarlarımız tarafından halkın insiyakına geçirilmemiş olması ve yal­ nız kanun ve inzibat kuvvet lerinin himayesine bırakıl -mış bulunmasıdır. (1954)

Atatürk'ün kitaplarla ilgisi ve kitap sevgisi üze­ rinde herhalde söyleye - çekleriniz vardır.

Atatürk,bir büyük aksiyon adamı olduğu kadar bir büyük fikir adamı idi. Bu , ekseriya tarihte tesadüf edilmeyen bir fenomendir. Tarihte büyük adamlar yetişmiştir, aksi -yonda kuvvetlidir, fikirde za­ yıftır. Yahut bunun aksi de olabilir. Atatürk, bu ikisini birleştirmesini bilmiştir ve muvaffakiyetinin s ırrı da bu­ radadır.

Çok kitap okurdu ve şa yanı dikkat derecede me raklısı idi. Hattâ ilâve ede -ceğlm, bizim kendisine sun­ duğumuz eserleri, herhangi bir eleştirmeciden daha iyi eleştirmesini bilirdi. (1969)

Basın hayatınızda at­ lattığınız bazı büyük teh­ likeler oldu mu ?

Milli Mücadele esnasında İkdam gazetesinde yazı ya­ zarken her gün türlü türlü tehlikelerle karşılaşmışım -dır. Bu tehlikeler, kâh ecne­ bi işgal kuvvetleri sansürün­ den, kâh Nemrut Mustafa Di­ vân- 1 Harbi'nden gelirdi. (1957)*

■MUSTAFA BAYDAR

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

DESTELEDİĞİ Yunus Emre Orator- * * yosu'yla dünya çapında bir musi­ ki hâdisesine yol açan bu beynelmi­ lel Türk kompozitörü 1907 senesinde İzmir'de

Hâdisenin ilk suçlusu olarak ele geçen Şerif Dursun, asıl failin Hü­ seyin Üzmez olduğunu, Ahmet Emi­ ne kendisinin de ate» ettiği hakkın­ da zabıtada

The local trains that depart from Sirkeci Station, serve for the beaches on the European side of the Sea o f Marmara and those that depart from Haydarpaşa

Örneğin sürücüsüz otomobillerde çalışan yapay zekâ yazılımlarının nasıl çalıştığını analiz eden kötü amaçlı bir yapay zekâ yazılımı, otomobilin kaza

In this study, chy- mase protein and the collagen content significantly increased in paraquat-treated human lung fibroblasts, whereas the addition of a chymase inhibitor, chymase

Türkiye doğası yabani bitki türlerinin yanı sıra ekonomik değeri olan bitkiler açısından da hayli zengindir.. İnsanlar, bitkileri tarih öncesi dönemlerden bu yana

Bakıyordum daha mahmurluğu üstünde onun,: Kâh olur, kör gibi çarpar sıvasız bir duvara; Kâh olur, mürde şuaatı düşer bir mezara; Kâh bir sakfı çökük

Bunlar Başkâtip Tahsin Faşa, Başmabeyinci (Ragıp veya İzzet Paşa, iyi bilmiyorum), bunlardan ayrı olarak Esvapçıbaşı, Berber- başı gibi şahsî hizmet