• Sonuç bulunamadı

CULTURE AND GLOBALIZATION

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "CULTURE AND GLOBALIZATION"

Copied!
14
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

©Copyright 2020 by Social Mentality And Researcher Thinkers Journal

SOCIAL MENTALITY AND RESEARCHER THINKERS JOURNAL Doı: http://dx.doi.org/10.31576/smryj.704

SmartJournal 2020; 6(38):2310-2323 Arrival : 01/11/2020 Published : 15/12/2020

KÜLTÜR VE KÜRESELLEŞME

1

Culture And Globalization

Reference: Aydoğdu, H. (2020). “Kültür Ve Küreselleşme”, International Social Mentality and Researcher Thinkers Journal, (Issn:2630-631X) 6(38): 2310-2323.

Doç. Dr. Hüseyin AYDOĞDU

Erzurum Teknik Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Felsefe Bölümü, Erzurum/Türkiye ORCID: 0000-0003-3754-1858

ÖZET

Bu çalışmada, kültür ve küreselleşme ilişkisinin incelenmesi amaçlanmıştır. Özellikle günümüzde kültür ile küreselleşme her alanda doğrudan bir etkileşim içerisindedir. Artık dünya çok kültürlülükten tek kültürlülüğe doğru gitmektedir. Bu da küresel kültür ve kültürel yoksunluk gibi yeni kavramların ve problemlerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Küreselleşme, hem modernitenin hem de onun oluşturmuş olduğu kültür sisteminin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Küreselleşmenin kökleri Antik Yunan ve Helenistik Devir felsefesinde “dünya yurttaşlığı” söylemine kadar geri gitmesine rağmen, fiili olarak Amerika kıtasının keşfiyle başlar. Küreselleşmenin hızlanmasında telgraf, telefon, radyo, televizyon ve internet gibi kitle iletişim araç ve gereçleri, ulaşım, moda, demokrasi, adalet ve sermaye de etkili olmuştur. Küreselleşmenin demokrasi, özgürlük, eşitlik, adalet ve temel haklar konusunda olumlu katkısı olmasına karşın, özellikle alt kültürler üzerinde olumsuz etkisi olmuştur. Örneğin kültürün tek tipleşmesine yol açmıştır. Küreselleşmenin verilerini liberalizm daha etkili kullanmaktadır. Liberalizmin de etkisiyle tek dünya kültürünün, yani küresel kültürün oluşması alt kültürlerin varlığını tehlikeye sokmaktadır. Küreselleşme karşı konulmaz bir güç olduğuna göre onun karşısında yapılacak en doğru şey, küreselleşme içinde alt kültürlerin yaşayabileceği homojen bir kültür oluşturmak ve küreselleşmeyi özellikle demokrasi, özgürlük, eşitlik, adalet, ekonomik refah ve temel haklar üzerinden yapılandırmak ve okumak olmalıdır.

Anahtar Sözcükler: Kültür, Küreselleşme, Küreselleşmenin Boyutları, Küresel Kültür.

ABSTRACT

The aim of this study is to examine the relationship between culture and globalization. Today in particular, culture and globalization directly interact with one another in all areas. There is now a prevailing trend in the world to move from multiculturalism to monoculturalism. This in turn is causing the emergence of new concepts and issues such as global culture and cultural deprivation. Globalization first came into the picture as a result of modernity and the system of culture created by it. Although the idea of globalization had its roots in the term “citizen of the world” dating as far back as the Ancient Greek and Hellenistic Period, the discovery of the American continent marked its actual beginning. Tools of mass communication such as telegram, telephone, radio, television and internet in addition to transportation, fashion, democracy, justice and capital also played a part in the quickening pace of globalization. Whilst globalization had a positive contribution to democracy, freedom, justice and fundamental rights, it especially had an adverse effect on subcultures, namely cultural standardization. Liberalism utilizes the data from globalization in a more effective manner. Formation of a single world culture, i.e. the global culture, combined with the impact of liberalism, jeopardizes the existence of subcultures. Conceding that globalization is an unstoppable force, the right thing to do in the face of globalization would be to create a homogeneous culture in which subcultures can survive, and to reconfigure and study globalization through the lens of democracy, freedom, equality, justice, economic welfare and fundamental rights.

Key Words: Culture, Globalization, Aspects of Globalization, Global Culture

1. GİRİŞ: BİR FELSEFİ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜREL OLGU OLARAK KÜRESELLEŞME

20. yüzyıldan itibaren her alanda, özellikle bilgi, teknoloji, ulaşım, yöntemler, teknikler, sistemler, gündelik yaşam pratikleri, hattâ duygu ve düşüncede hızlı değişim ve dönüşümler yaşandı. Bu süreçte küreselleşme, liberal demokrasi, yeni-liberalizm, küresel kapitalizm, yeni dünya düzeni, sivil toplum, katılımcılık, insan hakları ve serbest piyasa ekonomisi gibi birey haklarının ve bireyciliği ön plana çıkaran düşünceler, küresel kültür, üst kültür, alt kültür, homojen kültür, ulusal kalkınma, yerel kalkınma, kültürel yoksulluk, postmodernizm ve medeniyetler çatışması gibi kavramlar ve deyişler gündemin baş sırasına oturdu. Bu hızlı değişim ve dönüşümlerin birçok nedeni olmasına rağmen, temelde üç nedeni vardır. Birincisi küresel sistem, ikincisi sosyalist sistemin (reel sosyalizm) reel gücünün azalması ya da pratik olarak tarih sahnesinden çekilmesi, üçüncüsü ise kültürel sistem ya da kültürel monizmdir. Bunun sonucu olarak küresel boyutta uygulanan ve adına küreselleşme denen içeriğini ise başta kültür, demokrasi, hukuk, insan hakları,

1 Bu çalışma, 23–25 Ekim 2002 tarihleri arasında KTÜ Gümüşhane Mühendislik Fakültesi’nce düzenlenmiş olan “Gümüşhane ve Yöresinin

Kalkınması Sempozyumu”nda sunulup yayınlanmamış olan Kültürel Yapının Küreselleşmesi ve Kültürel Yoksulluk (Gümüşhane Örneği) adındaki bildirinin bir kısmının yeniden düzenlenmiş ve genişletilmiş halidir.

(2)

ekonomi, teknoloji ve sosyal yaşamla ilgi programların oluşturduğu yeni bir felsefî düşünce ve sosyal yapılaşma ortaya çıktı. Felsefe ve düşüncede bu durum genel olarak küreselleşme (globalization) olarak adlandırıldı. Küreselleşme olmuş bitmiş bir şey değil, bir süreçtir. Küreselleşme, demokrasiyi, temel hak ve özgürlükleri, eşitliği, adaleti, gelir ve refah seviyelerini yükseltmeyi amaçlamasına karşın, kültür, ekonomi, bilim ve teknik olmak üzere birçok alanda geri kalmışlık, gelir dağılımı adaletsizliği, yoksulluk, acımasız rekabet koşulları, mali krizler, iklim değişikliği, doğanın tahribi ve çevre kirliği gibi birçok problemin yaşanmasına neden oldu. Özellikle de kültürün tek tipleşmesine, toplumların tek bir kültüre mahkum olmasına yol açtı. Artık Stoa felsefesinde politik düşsel bir fikir olan özgürlük, eşitlik, adalet ve çoğulculuk esaslarına dayalı tek dünya idesi, indirgeyici ve asimile edici tek reel dünya sistemi olarak ortaya çıktı. Küreselleşme günümüzde de her alanda her geçen gün kökleşerek devam etmekte, adeta devasa bir makine gibi önüne çıkan her şeyi tahrip etmekte, bütün sınırları ortadan kaldırmakta, ardında ise büyük felaketler ve insanlık trajedileri bırakarak ilerlemektedir (Greider, 2003: 9). Küreselleşme Stoacıların da savunduğu amaçlardan biri olan epistemik, etik, estetik, politik ve hukuki sınırları ortadan kaldırmasına rağmen, küreselleşmenin kültürel monizme dönüşmesinden dolayı kültür eksenli problemlerin ortadan kalkmasını sağlayamadı. Aksine sosyo-kültürel temelli problemler varlığını korumaktadır. Çoğulcu kültür kaybolmakta, yerine tek bir kültür sistemi (Batı kültürü) geçmektedir. Artık insanlar aynı olaylara aynı tepkileri vermektedirler. Aynı yiyecekleri yiyen, aynı markayı giyinen, aynı filmi izleyen, aynı şeye gülen veya ağlayan bir kültüre doğru sürüklenmektedir.

Küreselleşme üzerine bütün dünyada genelde iki tür değerlendirme vardır. Birincisi küreselleşmeyi anayasal hukuk devletini, insan haklarını, özgürlükleri, liberal demokrasiyi ve serbest piyasa ekonomisini garanti altına alan, geri dönülemez ve karşı konulamaz bir süreç ve insanlığın hayrına olumlu bir gelişme olarak değerlendiren görüştür. İkincisi ise küreselleşmeyi uluslararası sermayenin yerküreyi yatay olarak fethetme gayretinin özgürlük, eşitlik, adalet, insan hakları ve ekonomik refah gibi kavramlarla süslenip kamuflaj edilen “neo-kolonyalizm”in yeni adlandırılmasından, söyleminden ve kimliğinden başka bir şey olmadığını savunan görüştür (Akdemir, 2004: 43). Bu iki görüşten ilki küreselleşmeyi onaylarken, ikincisi ise yadsımaktadır. Aslında bu her iki değerlendirme de keskin ve ideolojiktir. Buna karşın bunlar görünmezlikten de gelinemez, çünkü her birinin haklı argümanları vardır. Örneğin birinci görüşü savunanlar küreselleşmeyi, “tekil bir durum veya lineer bir süreç olmaktan çok, insani faaliyet ve etkileşimin iktisadi, siyasi, teknolojik, hukuki, askerî, kültürel ve çevresel gibi çeşitli alanlarıyla ilgili olan çok boyutlu bir olgu” olduğu tezini ileri sürerler (Erdoğan, 2002: 27-28). Böylece bu görüşe sahip olanlar, küreselleşme üzerinden ortak hukuk temelli bir “dünya toplumu” oluşturmanın yolunu ararlar. İkinci görüşü savunanlar ise küreselleşmenin gerçekte iktisat temelli bir süreç olarak liberalizmin/kapitalizmin farklılıklarını ortadan kaldırmaya yönelik yeni bir proje olduğu tezini ileri sürerler. Buna göre küreselleşme aslında liberalizmin yeni bir okunmasından başka bir şey değildir. Birbirine karşıt olan bu iki görüşün aslında ortak bir noktası vardır. O da her ikisinin de küreselleşmenin kültür üzerinden ortaya çıktığı, şekillendiği ve yayıldığı gerçeğine vurgu yapmalarıdır. Gerçekten küreselleşmenin ortaya çıkışı ve yayılışı kültür üzerinden olmaktadır. Küreselleşme kültür üzerinden hızla yayılmaktadır. Buradaki temel problem kültürün küreselleşmesi değil, küreselleşen kültürün hangi ve nasıl bir kültür olduğudur. Batı eksenli herhangi bir kültür mü veya liberalizm odaklı yeni bir kültür mü, yoksa tüm dünyaya hitap eden bir sistem kültürü müdür? Hiç şüphesiz küreselleşen kültür, herhangi bir kültür değil, Batı toplumlarının ortak kültürüdür. Bu durumdan hareketle bazı kişiler, hem tüm kültürlerin Batı kültürü (küresel sistem) altında toplanıp küreselleşeceğini hem de kültürler arasında yerel kültürlerde bazı dirençlerin ortaya çıkmasından dolayı medeniyetler arası çatışmaların yaşanılacağını öngörmektedirler. Bunlardan ikincisini savunanların başında Huntington gelir. Ona göre kültürler arası farklılaşmalar, parçalanmalar, kutuplaşmalar veya çatışmalar Batı’nın ortak kültürünün küreselleşmesi sonucu evrenselleşip yaygınlaşmaktadır. Bu da küreselleşmenin kültür olgusu, yani Batı kültürü üzerinden yaşanılıp yayıldığını doğrulamaktadır (Sarıbay, 2002: 48-49).

(3)

Yalnız burada şunu ifade edelim ki, küreselleşmenin birinci şekli olan insan hakları, özgürlük, eşitlik, adalet ve ekonomik refah gibi değerlerin küreselleşmesine hiçbir kimsenin itirazı yoktur. Buradaki asıl problem, küreselleşme adı altında ortaya konulan “dünya sistemi”nin son sistem ve hakikat olarak gösterilmesidir. O zaman küreselleşme nedir? Küreselleşmenin ne olduğunu ortaya koyabilmek için öncelikle kültürün ne olduğuna bakmak gerekir. Çünkü küreselleşme kendisini kültürel ürünler üzerinden yatay olarak yaymaktadır. Burada ikinci bir problem ise Batı kültürüne dayalı küreselleşme ya da küresel sistem ile mücadele yapılıp yapılmayacağı ya da küreselleşme ile bir mücadele yapılacaksa, bunun nasıl ve hangi yöntem ile yapılacağı sorularıdır. Eğer kültürün küreselleşmesiyle ortaya çıkan tek dünya sistemi engellenecekse, bu yine Batı ve Doğu ayrımı yapmaksızın kültür üzerinden ancak homojen bir kültür ve küresel bir ahlaki sorumluluk projesi geliştirilerek yapılabilecektir. Bu bağlamda küreselleşmenin dolayısıyla kültürün küreselleşmenin basit bir problem olmadığı görülmeli ve insanlık tarihinin her zamandan daha çok küresel bir imtihanla karşı karşıya kaldığı unutulmamalıdır.

2. BİR VARLIK ALANI OLARAK KÜLTÜR

Kültür, felsefe, sosyoloji, antropoloji, tarih, sanat ve teknik gibi geniş bir alanın ilgi alanına girmesine rağmen, belli bir alanla sınırlı olmayan toplumun sembolik ve öğrenilmiş yönlerini anlatan genel bir terimdir. En geniş anlamda kültür, bir toplumun maddi ve manevi alanlarda yapıp ettiklerinden meydana gelen mirastır ya da herhangi bir toplumda biyolojik olarak değil, toplumsal araçlarla aktarılıp iletilen her şeydir (Turhan, 1987: 48; Uygur, 1996: 17; Güvenç, 1991: 100-101; Marshall: 1999: 442). Başka bir tanımla kültür, insan rasyonalitesinin bilinçli bir yaratısı olarak “bir ulusun, bir halk ya da topluluğun yaşam tarzı”dır (Cevizci, 2000: 586). Bu tanımlara göre kültür, bilgi, inanç, ahlâk, sanat, gelenek ve teknik gibi öğrenilmiş geniş bir yapıyı gösterir.

Karmaşık bir yapıda olan kültür, bilgi, süreç ve üründen oluşur. Kültürün bu karmaşıklığı onun hem statik hem de dinamik yönünden gelmektedir. Toplumsal, değişken, soyutlayıcı, bütünleştirici, ihtiyaçları karşılayıcı, doyum sağlayıcı, tarihi ve de bir sistemi olan kültür, her şeyi örtük olandan açık olana taşır. Kültür ne bireyseldir ne de kolektiftir, aksine o hem bireyseldir hem de kolektiftir. Kültürün maddi ve manevi boyutu olduğu gibi ulusal ve evrensel boyutu da vardır. Kültürün ulusal boyutu o toplumun yeme, içme, giyinme, eğlence, inanma gibi kendine özgü özelliklerini yansıtır. Kültürün evrensel boyutu ise moda, bilgi, bilim, sanat ve teknoloji gibi genel özelliklerini kapsar. Kültürün özellikle evrensel boyutu kültürün geçiş özelliğini ve aktarılabileceğini ortaya koyar ve onu diğerleriyle betimler, karşılaştırır ve farklılıklarını yansıtır. Kültürün nesnel bir varlık alanı olduğu kadar, kişiden kişiye, toplumdan topluma değişen öznel bir alanı da vardır. Kültürün öznelliği ise onun çok yönlü, yani toplumsal, siyasal, ekonomik sistemlere göre değişken bir kavram olduğunu gösterir. Ama küresel sistem başta özne, bilgi ve değer olmak üzere kültürü de küreselleştirerek, kültürün öznel yanını ortadan kaldırmaktadır. Bunun etkisiyle kültür tüm unsurlarıyla birlikte hızla küreselleşmektedir. Gerçekten bu süreçte farklı toplumların kültürlerinde farklı kültürel unsurlar ayrılmaz biçimde birbirine karışıp aynileşmektedir. Örneğin yeme-içme, giyim-kuşam, iletişim, dil ve sanat alanlarda tek tip kültürleşmenin oluşması gibi. Artık her geçen gün kültür, sanat, ekonomi, politika ve hukuk başta olmak üzere tüm alanlarda aynılıklar, benzerlikler ve farklılıklar daha görünür hale gelmektedir. Bu durum karşısında özgün bir kültür olarak ayakta kalabilme ise o toplumun kurumlarının gelişmesinden, kurumlarının gelişmişlik düzeyinden ve yeni kültürel değerler üretmekten geçer. Bir toplumda kurumların gelişmişlik düzeyi arttıkça o toplumda kurumların işlevleri farklılaşıp çoğalacak, “çeşitli kültür düzeylerin ortaya çıkması” hızlanacaktır (Çeçen, 1996: 323).

Doğrudan doğruya insanın yaşam sorunları, geleceğe dönük amaçları, yazgısı, topluma ve dünyaya bıraktıkları ile bağlantılı olan kültür, yalnızca bir süreklilik içerisinde hayat bulabilir. O, bir yandan simgesel görüntüsünü yaratırken, öte yandan da insanı yaratıcılığa ve üretkenliğe doğru yöneltmektedir. Böylelikle kültür, hem kendisinin hem de insan varlığının devamını sağlamış olur. Küresel sistem kültürün bu özelliğini çok iyi kullanarak, kendi değerlerini kültür içerisinde evrensel bir söylem haline dönüştürebilmiştir. Bu yüzden kültür günümüzde kaçınılmaz olarak hızla küresel

(4)

bir boyut kazanmaktadır. Kültürün yaşamış olduğu bu süreç esasta modernitenin de bir sonucu olup, kültür ile medeniyetin kesin olarak birbirlerinden ayrılmayacağının da bir göstergesidir. Kültür, toplumsal bir boyuta sahip bir olgu olarak içinde doğduğu toplumun karakterini ve özelliklerini de yansıtır. Kültür, içinden doğduğu toplumdaki ya da diğer toplumlardaki olay ve olgulardan etkilenebilecek duyarlı bir yapıya sahiptir. Kültür toplumun tüm unsurlarıyla birlikte ilerleme gösterirken bireylerin zihin yapısında da kısa zamanda gelişmeler göstertir. İnsanın zihin yapısı ve zihninin gelişim göstermesi doğrudan doğruya kültürün gelişmesine bağlıdır. Tarihsel süreçte insan ya da toplumların düşünme ufukları arttıkça insan düşüncesinin de olumlu aşamalar katettiği gözlemlenmektedir. Bunun yolu da temelde felsefe ve sosyal bilimlerin gelişmişlik düzeyinden geçmektedir. Zaten küreselleşmenin önündeki en büyük engel ya da küreselleşme sürecini kontrol altında tutacak olan felsefe ve sosyal bilimlerin gelişmişlik düzeyidir. Kültürel ve toplumsal gelişme, bireylerin düşünce yapılarıyla, dolayısıyla sosyal bilimlerin gelişmişlik düzeyiyle çok yakından ilişkilidir. Gelişme süreci içerisinde toplumlar belirli aşamalara yükseldikçe, kültürel yapısı da daha üst düzeylerde bir birikime ulaşacaktır. Bu sebeple küresel sistem ile sosyal bilimler birbirinden ayrılmalıdır. Küresel sistem, felsefe ve sosyal bilimlerin verilerinden faydalanmış olsa da onlar küresel sistemin kendisi değildir. Tam tersine felsefe ve sosyal bilimler sistemler üstü bir değere sahiptirler, akıl ile doğa arasındaki bağı kurmaktadırlar. Küresel sistem, hem Rönesans felsefesinin hem de Descartes ontolojisinin bir sonucu olarak doğa ile sosyal bilimler arasında varolan bağı koparmıştır. Bu bağı tekrar kurabilmek için, bir yandan yeni bir felsefe anlayışına ve evrenselliğe, öte yandan da felsefe ve sosyal bilimler alanında yeni bir programa, yapılandırmaya ve büyük bir kamu kaynağına ihtiyaç vardır. Küresel sistemin tekilci zihniyeti ve kültürü, ancak felsefe ve sosyal bilimleri, dolayısıyla kültürü yeniden yapılandırmadan geçmektedir (Gulbenkian Komisyonu, 2005: 88, 92-93; Çeçen, 1996: 323-324, 330).

Kültür ile medeniyet birbirlerinden farklı olmasına karşın, aralarında çok yakın bir ilişki vardır. Her kültür yeni bir medeniyetin hazırlayıcısı olduğu gibi, her medeniyet de yeni bir kültürün yaratıcısıdır. Örf-âdet, gelenek-görenek, ahlâk normları, sanat, edebiyat, musiki ve dünya görüşü birer kültür unsuru iken, ev araç ve gereçleri, üretim sistemi, teknoloji vb. medeniyet unsurudurlar. Medeniyeti doğuran kültürdür, kültürü besleyip geliştiren de medeniyettir. Kültürdeki bir gelişme ve ilerleme medeniyeti geliştireceği gibi teknolojideki bir gelişme de bizim dünyayı algılayış tarzımızı, başkalarını algılayışımızı ve kendimiz hakkındaki değerlerimizi değiştirir. O zaman kültürel hayattaki bir gelişmenin medeniyet unsuru olarak hayata geçebilmesi ancak maddî dünyada bir karşılığının bulunmasıyla mümkündür. Bu durumda kültür, “bir cemiyetin kendi tarihi içinde meydana getirdiği değer hükümlerinin”, medeniyet ise “insanlığın muayyen tarihi devirlerinde bir zümre cemiyetin benimsediği vasıtalarla çalışarak ortaya koyduğu ve yaşattığı teknik eserlerin ve yaşayış şekillerinin” bütünüdür (Topçu, 1978: 67). Kültür ile medeniyet arasındaki bu karşılıklı etkileşim toplumların daha hızlı bir ilerleme ve gelişme süreci içerisinde yaşam bulmasına katkı sağlamıştır. Kültür gibi belirgin sınırları olmayan medeniyet, “en geniş kültürel varlıktır.” (Huntington, Tarihsiz: 50). Bu durumda kültür millî, medeniyet ise uluslararası olduğundan yerel kültürlerin küreselleşme süreci karşısında direnememesi kendi varlıklarını medeniyete dönüştürememelerinden kaynaklanmaktadır. Medeniyet giden yol, dolayısıyla küreselleşmenin denetlenmesi kültürden geçmektedir. Sadece kültür ile medeniyet arasında değil, birey-kültür-toplum arasında da sıkı bir ilişki vardır. Bu ilişkiler ağında bireyin kültürü birey-kültür-toplumun kültürüne, toplumun kültürü de tek tek bireylerin kültürüne doğrudan doğruya bağlı bir görünüm sergiler. Kültür insanlarla ilgili her şeyi içerisine alır. İnsanın yarattığı her şey, eylem içerisinde bulunduğu tüm varlık alanı ve değerler alanı kültürün içeriğini belirleyen öncelikli öğelerdir.

3. MODERNİTENİN BİR SONUCU OLARAK KÜRESELLEŞME 3.1. Küreselleşme Nedir?

Küreselleşme kavramının hâlâ herkesin üzerinde mutabık olduğu bir tanımı yoktur. Bu kavram literatürde birbirinden farklı anlamlara gelen kavramlarla veya deyimlerle ifade edilmektedir. Örneğin uluslararasılaşmak, evrenselleşme, liberalizasyon, Batılılaşma, modernizasyon,

(5)

demokratikleşme, karşılıklı bağımlılık gibi. Küreselleşmenin düşünsel kökleri çok eskilere dayanır, Antik Yunan ve Helenistik Devir felsefesine kadar geri gider. Kinikler “doğal olanla-yasal olan” arasında bir ayrım yaparak, tüm insanların kardeş olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu ayrım ve anlayış Stoacılar tarafından da benimsenmiştir. Stoacılar dünya devleti yurttaşlığını evrensel kardeşlik fikrinden, dolayısıyla Logos’tan hareketle temellendirmişlerdir. Onlara göre de ortak bir insan doğası vardır ve tüm insanlar Tanrı’nın çocuklarıdır. Çünkü insanlar aynı Logos’tan pay almaktadırlar. Bu durumda tüm insanlar akraba olduklarına göre toplumda cinsiyet, ırk, ulus, sınıf gibi farklılıklar önemsizdir. Devlet bunlar gibi gelip geçici değerler üzerine değil, kardeşlik, erdemlilik ve yasa gibi evrensel değerler ve ilkeler üzerine oluşturulmalıdır. Bu nedenle tek bir dünya devleti ve onun yurttaşlığı olmalıdır. Var olan veya var olduğu iddia edilen toplumsal sınıflar veya belli bir ırka, ulusa dayandırılan devletler gerçek değil yapaydır. Bireysel akıl, etik, pozitif hukuk evrensel Logos ile uygunluk içinde bulunduğu zaman konuma, statüye, sınıfa, ırka, ulusa, mal ve mülke dayalı tüm ayrımlar ortadan kalkacaktır. Stoacılarda evrensel kardeşlik ilkesi doğal bir zorunluluk olarak gerçekleşir. Evrensel kardeşlik ilkesini mal, mülk, zenginlik, soy, konum, statü ve ulus farklılıkları gibi hiçbir şey parçalayamaz veya ortadan aldıramaz. Çünkü tüm insanlar Logos’un ve ona tabi olan evrensel dünya devletinin üyesidirler. Böylece Stoacılar, bir evrensel dünya toplumu, bir dünya devleti (kozmopolis, kozmoplolitan, dünya vatandaşlığı) sonucuna ulaşmış olurlar (Arslan, 2008: 179-182; Cevizci, 2014: 515; Akdemir, 2016: 104-105, 119-125). Bu anlayış Roma Stoası’nda da devam ederek, tek bir dünya devleti olması gerektiği sonucu çıkarılmış, geçmişte ve gelecekte, Atina’da ya da Roma’da, Doğu’da ve Batı’da farklı yasaların hüküm sürmemesi gerektiği savunulmuştur. Küreselleşmenin düşünsel kökleri Antik Yunan ve Helenistik Devir felsefesine kadar geri gitmesine rağmen, kavramsal olarak 1960’ların başında M. McLuhan’ın Medyayı Anlamak adlı eserinde “global köy” deyimini kullanmasıyla meşhur olmuştur. Bu eserinde McLuhan, “geniş bir imkân ve kapasiteye dayanan medyanın ve onun arkasındaki bilgi birikimi ve teknolojinin dünyamızı gittikçe küçülttüğü” konusunu işlemiştir (Aydın, 2002: 11). Modernizasyon sürecinin bir sonucu olarak doğup gelişen küreselleşme, özellikle 1970’li yıllardan sonra dünyanın somut bir biçimde tek bir bütün olarak yeniden yapılaşma sürecini ifade eder. Evrensel boyutta bir sosyal değişme olan küreselleşme, hem dünyanın küçülmesine hem de bir bütün olarak dünya bilincinin güçlenmesidir. En basit tanımla küreselleşme, insanların, toplumların, kültürlerin ve devletlerin giderek birbirlerine karşılıklı bağımlılık haline gelmesidir. Daha geniş bir tanımla küreselleşme, iletişim ve ulaşım teknolojisi sayesinde iktisadi, siyasi, sosyal ve kültürel alanlarda demokrasi, özgürlük, eşitlik, adalet, ekonomik refah ve temel haklar gibi bazı ortak değerlerin yerel ve milli sınırları aşarak dünya çapında yayılmasıdır. Buna göre küreselleşme, yatay eksende yerellikten evrenselliğe doğru ilerleyen bir süreci tanımlamakta ve statik bir yapıdan ziyade dinamik ve değişken bir yapıya işaret etmektedir. Fikir ve değerler alanıyla dinamik bir yapıya sahip olan küreselleşme, her geçen gün farklı kültürleri nüfuzu altına almaya devam etmekte ve bünyesine kattığı yeni açılım ve devinimler ile mevcut yapısını sürekli olarak yenilemektedir. Bu durumda küreselleşme, “dünyanın sıkıştırılması ve bir bütün olduğu şuurunun artması” ya da “toplumsal ve kültürel düzenlemeler üzerindeki coğrafya ile ilgili sınırların ortadan kalkma süreci ve insanların da bu sürecin farkında olması” halidir (Bolay, 2002: 57. Ayrıca bk. Robertson, 1999: 21; Tomlinson, 2004: 48). Tek kutuplu bir dünyayı ifade eden küreselleşme, “dünyanın somut bir biçimde tek bir bütün olarak yapılaşma sürecine verilen addır.” (Cevizci, 2000: 590). Tüm bu tanımlardan çıkarılan ortak sonuca göre küreselleşme, dünyanın özellikle son yıllardaki durumuna işaret ederek, 20. yüzyılın son çeyreğindeki sosyal, kültürel ve ekonomik, politik ve hukuki anlamda bazı ortak değerlerin yerel ve ulusal sınırları aşarak dünya çapında yayılmasını ifade eder. Gerçekten sonuçlarını her yerde hissettiren, özel yaşamı ve kamu yaşamını her yönden istila eden küreselleşmiş bir dünyada yaşıyoruz. Onun göstergesi demokrasi, hukuk ve ekonomi olmasına karşın esas vurgusu kültürel sistemdir. Küreselleşmenin katalizörü, taşıyıcısı ve yayıcısı olan küresel kültür, bütün bir dünyayı kuşatan kültürdür. Kültürün küreselleşmesinde tikelin (özne) evrenselleşmesinin ve onun tikel arayışının küreselleşmesinin büyük bir etkisi vardır. Küreselleşme toplumsal değişmeyi hızlandırarak, küresel boyutta birçok sosyal olgunun ortaya çıkmasına neden

(6)

olmuştur. Bu gelişmelerden bazıları şunlardır: Dünya çapında uydu enformasyon sisteminin varlığı, ulaşım ve iletişimin baş döndürücü gelişimi, küresel tüketim ve tüketimcilik modellerinin ortaya çıkması, kozmopolit yaşam tarzlarının gelişmesi, çekirdek ailenin parçalanması ve bireysel yaşamın ön plana çıkması, bireyselciliğin gelişmesi, ulus devletlerin egemenliğinin zayıflaması, BM (UN, Birleşmiş Milletler), IMF (Uluslararası Para Fonu), DB (WB, Dünya Bankası), WTO (DTÖ, Dünya Ticaret Örgütü), AT (EU, Avrupa Topluluğu), OECD (Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Teşkilatı), NATO (Kuzey Atlantik Paktı), G-7 ve G-20 gibi devletler-üstü teşkilatların ve politik sistemlerin doğuşu, sınır tanımayan ekonomik ve ticari etkileşimin hızlanması, uluslararası şirketlerin etkinliklerinin artması, sosyal ve ekonomik kutuplaşmaların yayılması, dünya turizminin yayılması, kültürler arasında karşılıklı ilişkilerin bütün dünyayı etkileyecek boyutta yayılması, insan hakları kavramının sınır tanımayan yayılımı, dünya dinleri arasında karmaşık ilişkilerin başlaması (dinler arası diyalog gibi), küresel askeri bir sistemin ortaya çıkması, AIDS, SARS, Kuş Gribi, Domuz Gribi, MERS ve Covid-19 gibi tüm dünyaya yayılan sağlık problemleriyle karşılaşılması, küresel spor etkinliklerinin varlığını artırması, kültür, sanat ve medyada sınırların ortadan kalkması, bütün bir gezegeni tehdit eden ekolojik krizin artması ve öznenin anlam yitirimi gibi (Habermas, 2018: 26-27; Koçdemir, 2002: 277-278, Yılmaz, 2004: 32-33). Tüm bu gelişim ve değişimlerle küreselleşme, bütün bir dünyayı tek bir yer olarak kavrayan yeni bir “bilinc”in şekillenmesidir. Demek ki küreselleşme, bütün bir dünyanın tüm sistemleriyle birlikte tek bir sistem, tek bir yöntem ve tek bir felsefi söylem adı altında birleşmesidir. İktisadi, siyasi, sosyal ve kültürel bir içerikte tüm dünya toplumlarının Büyük Dünya Toplumu’nun bir parçası haline dönüşme sürecidir. Yukarıda göstergelerini ya da sonuçlarını belirttiğimiz bu süreci, bu devası projeyi sadece yeni-liberalizmin bir sonucu olarak ya da salt siyasi ve ekonomik bir süreç olarak görmek, onun ne olduğunun ya da ne olmadığının anlaşılmasını güçleştirmekte ve insanı küreselleşmeye karşı salt ideolojik bir tavır takınmasına, daha doğrusu teslimiyetçi bir zihne götürmektedir.

3.2. Küreselleşmenin Ortaya Çıkışı, Gelişimi ve Küresel Kültür

Modernizasyon sürecinin bir sonucu olarak doğup gelişen küreselleşme, bazı kişiler tarafından 19. yüzyıla kadar geri götürülse de özellikle 1970’li yıllardan sonra çok uluslu şirketlerin doğmasıyla dünyanın somut bir biçimde tek bir bütün olarak yeniden yapılaşma sürecini ifade eder. Aslında küreselleşme yeni bir olgu değildir. Küreselleşme, yukarıda da vurguladığımız gibi, felsefi düşünce olarak İlk Çağ felsefesinden Stoa Okulu’nun “dünya yurttaşlığı” söylemine kadar geri gider. Ama gerçekte küreselleşme, Kristof Kolomb’un 1 Ekim 1492’de Amerika’ya ulaştığı günle başlar (Chomsky, 2001: 18-19). Gerçekten 1492’de Amerika’nın keşfi, küreselleşmenin kültürel ve iktisadi göstergelerinden biri olan merkantilizmin başlamasına ve sömürgecilikle sonuçlanmasına neden oldu. Bunu 18. yüzyılın ikinci yarısında (1760) İngiltere’de Sanayi Devrimi’nin başlaması ve 1812’de buharlı makinenin lokomotifte kullanılması takip etti. Sanayi Devrimi, bir yandan modern sömürgeciliği başlatırken, öte yandan da sömürgeciliğin emperyalizme ve küreselleşmeye dönüşmesini hızlandırdı. Küreselleşme sistematik olarak ise 19. yüzyılda telgrafın bulunmasıyla, yani modern iletişimle birlikte başlar.

Küreselleşme tek boyutlu değil, çok boyutlu bir süreçtir. Küreselleşmenin iletişimsel/teknolojik, ulaşımsal, kültürel, ekonomik, politik ve hukuksal gibi birçok boyutu vardır. Küreselleşmeyi hazırlayıcı altı temel faktör vardır. Birinci faktör iletişim ve iletişim teknolojisidir. Küreselleşmeyi başlamasında ve hızla yayılmasında telgraf, telefon, faks, radyo, televizyon, sinema ve internet gibi iletişim ve kitle iletişim araçlarının büyük bir etkisi olmuştur. Telgrafın küreselleşmenin başlamasında tartışılmaz bir önceliği ve ayrıcalığı vardır. Telgraf, modern iletişimin ilk aracı olarak onun en önemli tarafı, taşıma ile iletişimin birbirinden ayırmasıdır. İlk kez telgraf dünyayı küçülterek coğrafyayı önemsiz hale getirmiştir. Bu açıdan telgraf, iletişim ve kültürün küreselleşmesinin ve de bilginin metalaşmasının ilk habercisidir (Stratton, 2002: 81-82). Telgraf, kamusal söyleme yeni bir anlam kazandırmakla kalmadı, onun mucidi olan Samuel Morse’un dediği “telgraf bütün ülkeyi bir mahalle haline getirecektir.” kehanetinin de gerçekleşmesini sağladı (Postman, 2004: 78). Küreselleşme telgrafın yanında telefon, faks, radyo, televizyon, sinema ve

(7)

internet gibi diğer kitle iletişim araçları ile iletişimi yeryüzünün en ücra köşesine kadar yayan haberleşme teknolojileri devrimi ile iyice güçlenerek, kendisine dünyada geniş bir alan bulmuştur. Bunların her biri telgraf gibi hayatı kolaylaştırmasına rağmen, mesaj ile birlikte mesajın içeriğini de değiştirdi. Bunların başında televizyon, internet ve sosyal medya gelir. Evin davetsiz ama kalıcı misafiri olan televizyon, düşünceden çok imgeleri vurgular. Olayların içeriğinden çok şahısların konuşulmasına yol açar. Bu durum izleyiciyi düşünmekten ve bilmekten uzaklaştırdığı kadar onda bir şeyler bilme yanılsaması da yaratır. Televizyon genellikle sıkıcı bulunmasına karşın, bütünsel olarak canlı, oyalayıcı ve renklerle doludur. Televizyonun evrensel mesajı oyunu, imgeyi, eğlenceyi, satın almayı, satmayı ve tüketmeyi vurgular. Güçlü ışınları tüm dünyayı manipüle ederek bir bireysel istekler, arzular ve kıvançlar ideolojisini, bir tercih ideolojisini, yatay bir dünyanın ideolojisi olan küreselleşmeyi, küresel kültürü yayar. Televizyonda resmedilen birey düşünen, karar veren ve üreten birey değildir, aksine o, sadece tüketen ve tercih yapan bireydir. Bunun için o, topluluğa, mahalleye ve köye daha az bağlıdır, daha çok bireysel ve küreseldir, fakat özne değil nesne olan bireydir. Küreselleşme televizyon aracığıyla birey gibi kültürü de özne olmaktan nesne olmaya dönüştürmüştür. Televizyon bilgiyi, sanatı ve eğlenceyi de küreselleştirerek bir boş zaman kültürü yaratmıştır (Frredman, 2002: 26, 30). Artık tüm insanlar, dünya toplumu aynı şeyle eğlenmekte, aynı şeyi sevmekte, aynı şeye gülmekte ve ağlamaktadırlar; yani büyük bir kitle olarak aynı olaya aynı tepkiyi vermektedirler. Böylece kitle iletişim araçları ile küresel kültür bir boş zaman ve eğlence kültürüne dönüşmüş oldu. Modern iletişimin bir ürünü olan bu kültürde, artık, birey televizyon aracılığıyla çok katı bir bilgi ve iletişim bombardımanı altındadır. Televizyon durmadan sunmuş olduğu bu bilgi bombardımanı altında zamanla amacının dışına çıkarak hakikati imaja yenik düşürmüştür. Yine her şeyi bu enformasyon bombardımanı altında “eğlenceli” bir biçimde sunup içeriksizleştirerek insanları parçalara ayırıp tepkisizleştirerek, hafızalarını, algılama ve muhakeme yeteneklerini yitirmelerine neden olmaktadır. Hatta pervasızca mahremiyetimizin en ücra köşelerine kadar girerek, duygularımızı, tepkilerimizi ve duyarlılıklarımızı törpülemektedir. Günümüzde de televizyon varlığını ve hayattaki öncülüğünü korumayı sürdürmekte, hattâ bir “mit” statüsüne yükseltilmiş bulunmaktadır (Postman, 2004: 92). Küreselleşme, televizyonla yaratılan kitle kültürüne dayalı bu mitleşmiş kimliğin paylaşımını “simgesel bir araçla değil, teknik bir araçla” yani teknoloji ile gerçekleştirmiş oldu (Baudrillard, 2004: 128; Ayrıca bk. Aydoğdu, 2009: 195). Televizyonla birlikte internet ve sosyal medya da bilincinin küreselleşmesine hizmet etmektedir. İnternet de diğer kitle iletişim araçları gibi dünyanın en ücra yerlerine mesajı göndermeye, almaya ya da bilgiyi aktarmaya yardım ederken aslında kültürü taşımaktadır. İnternet, kültürü değiştirmekle sınırlı kalmadı kişiliği de etkileyip değiştirdi. Bireyselci bir kimlik ve kültürün ortaya çıkmasına neden oldu. Böylece tüm kitle iletişim araçları ellerindeki güçlerle sınırları yıkarak yatay toplum ve kültürün, yani küresel kültürün ortaya çıkmasını sağladılar.

İkinci faktör ulaşımdır. Özellikle uzun demiryolları ağı toplumlararası, devletlerarası iletişimi yaygınlaştırarak küreselleşmenin hazırlayıcısı olmuştur (Stratton, 2002: 87). Demiryolları ağı da iletişim gibi coğrafyayı yakınlaştırmıştır. Demiryollarının yanında önceden var olan deniz ulaşımının yanına kara yolu ve özellikle hava yolu ulaşımının da eklenmesiyle hepsi birden iletişim gibi coğrafyayı da yakınlaştırarak, kimliğin ve evrensel değerlerin küreselleşmesine hizmet ettiler (Aydoğdu, 2009: 195). Böylece kültürün maddî boyutu olan bilim ve teknolojideki gelişmeler, küreselleşmenin hızlanmasını sağladılar. Teknolojinin hızlı bir dönüşümü ve gelişimi olan iletişim ve ulaştırma imkânları, dünyayı hızlı bir küreselleşme içine sokarken, dünyayı giderek daha fazla tekil ve bağlantılı bir kültür sistemine dönüştürdüler.

Üçüncü faktör giyim-kuşam, yani modadır. Moda sadece insanların giyindiği kıyafet değildir ya da insanların kendilerini özgür hissettikleri, arzu ettikleri şekilde kendilerine yakışanı yaratıp giyindikleri veya sergiledikleri bir şey değildir. Aksine moda, herhangi bir şeyin yapısı ve formudur ya da herhangi bir tarz ve yoldur. Belli bir söylemi temsil etmekte ve taşımaktadır. Ayrıca moda belli bir form içeriğinde küresel sistemin sunduğu bir tüketim tabusu olarak küresel tüketim köleliğidir, küresel bir değişimdir. Moda bir bilime indirgenmeyecek kadar kısa ömürlü olmasına rağmen, her zaman altında bir mesaj yatar ve o onu taşır. Moda, taşımış olduğu herhangi bir

(8)

mesajla, bir yandan farklılığı taşırken, öte yandan da kitle kültürünü küresel kültüre dönüştürdü (Frredman, 2002: 30; Bayart, 1999: 191-192). Bu özelliğiyle moda, insanları belli bir kalıba sokarak, tüketiciyi baştan çıkaran ve hükmedilemeyen küresel bir güce dönüştürdü. Hâlâ Apple, IBM, Samsung, McDonald’s, Burger King, Cola-Cola, Pepsi, Amazon, Adidas, Nike, Chanel, Valentino, Gucci, Armani gibi markalar modanın söylemi altında küreselleşmektedir. Bunlar hem modayı hem de tüketim kültürünü temsil etmektedirler.

Dördüncü faktör adalet düşüncesi, yani hukuktur. Küreselleşme, kendisini hukuksal boyutta özellikle hukuk devleti, demokrasi, özgürlük, eşitlik, insan hakları, hak ve ödevler gibi ortak değerlerle temsil eder. Bunlar farklı alanlarda birçok uluslararası sözleşmelerin ortaya çıkmasına neden oldu. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Kadın Hakları, Çocuk Hakları, Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşme ve Mülteci Hakları gibi sözleşmeler, dünyanın herhangi bir yerinde meydana gelen insan hakları ihlallerini bütün dünyanın gündemine taşıyabilmekte ve onlara küresel tepkilerin gösterilebilmesini mümkün kılabilmektedir. SSCB (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği)’nin çökmesi ve soğuk savaşın bitmesi demokrasiye ve temel haklara duyulan ilgiyi daha da artırmaktadır (Yılmaz, 2004: 81; Aydoğdu, 2009: 196).

Beşinci faktör küresel sermayedir. Küreselleşme sürecinde ulusal kültür gibi ulusal sermaye de yerini zamanla küresel sermayeye bıraktı. Küresel sermayede küçük ölçekli girişimler görünüşte bağımsız kuruluşlar olmasına rağmen, aslında bağımsız olmayan birer taşeron kuruluşlardır. Bunun nedeni sermayenin büyüyen kâr haddidir. Büyük şirketler hem kâr marjlarını daha büyütmek hem de geniş bir pazar ağına hakim olmak amacıyla ulusal küçük sermayeli girişimleri himayelerine aldılar. Büyük sermayenin kâr haddinin daha da artması ulus devleti ve küçük sermayedeleri ve işletmeleri zayıflatmaya yönelik politikaların ortaya çıkmasına neden oldu. Bunun gerçekleşmesi için de sermayenin önündeki korumacı gümrük engelleri ortadan kaldırıldı, ülkeler arasında mal ve hizmet akışlarının serbestleşti, yabancı sermaye ve yatırımın ülke ekonomisine girerek ekonomik gelişmeye destek sağlamasının yolunu açtı (Habermas, 2018: 85; Kazgan, 2002: 15, 29, 42-43, 97-112, 162-189; Yılmaz, 2004: 81; Aydoğdu, 2009: 196). Sermayenin küreselleşmesinde reklâmlar, moda, turizm, sinema ve TV filmleri de destek verdi. Küresel sermaye de küresel üretime ve küresel tüketime, dolayısıyla tüketim toplumuna neden oldu.

Altıncı faktör ise politikadır. Politik küreselleşme, günümüzde siyasi güç, otorite ve yönetim biçimlerindeki yapısal dönüşüm olarak tanımlanmaktadır. Politikada hızlı bir dönüşümün yaşanmasında SSCB’nin 25 Aralık 1991’de yıkılması ve özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nde 2001 yılındaki 11 Eylül Saldırıları’nın büyük bir etkisi oldu. Bu durum geleneksel siyaset anlayışını adeta alt üst etti ve küresel siyaset her alanda nüfuz alanını güçlendirerek tek merkezden dünyayı yönlendirmeye başladı. Günümüzde küresel siyaset, ulus devlet, devletler-üstü kurumlar, yerel yönetimler ve sivil toplum kuruluşlarının karşılıklı etkileşimi ile şekillenmektedir. Bunların içinde en dikkat çekici olan ulus devletin geleceğidir. Ulus devlet, küreselleşme sürecinde temel birim olarak faaliyet göstermeye devam etmekte, ancak yetki ve manevra alanları belirli ölçülerde kısıtlanmakta ve sınırlanmaktadır. Ulus devletlerin gücünü sermayenin küreselleşmesi, uluslararası kuruluşlar, uluslararası hukuk, iç ve dış politika ayrımının ortadan kalkması gibi faktörler zayıflatmaktadır. Buna rağmen ulus devletler varlıklarını tamamen kaybetmemektedir. Aksine BM, IMF, DB, DTÖ, AT, OECD, NATO, G-7 ve G-20 gibi devletler-üstü kurumlar içinde, ama pasif olarak varlıklarını sürdürebilmektedir. Uluslararası kurumlar, bir yandan ulus devletlerin varlığını korumasına yardım etmekte, öte yandan da ulus devletlerin hem hareket alanlarını hem de karar mekanizmalarını zayıflatmaktadır. Küreselleşme, ulus devletlerini küresel pazarlar, kitlesel tüketim, kitle iletişimi ve kitle turizmi gibi araçlarla etkilemeyi sürdürmektedir (Habermas, 2018: 96). Bu altı faktör gösteriyor ki, küreselleşmenin merkezinde kültürel pratikler, modern kültürün merkezinde de küreselleşme yatmaktadır (Tomlinson, 2004: 11).

Küresel kültürün bu altı boyutu; etnik alan, medya alanı, teknik alan, finans alanı, düşünce alanı ve politik alandır. Deleuze ve Guattari bu altı faktörü dörde indirerek, bu akışların “insan, imaj, para ve

(9)

fikir” olduğunu söylerler (Stratton, 2002: 86). Küreselleşmenin bu altı boyutu, aynı zamanda modernitenin sonuçlarıdır. O zaman küreselleşmeyi esas başlatan modernitedir diyebiliriz. Bu da modernitenin “yapısal olarak küreselleştirici” olduğunun bir başka kanıtıdır (Giddens, 2004: 68, 176). Bu boyutlar aynı zamanda liberal demokrasinin ve onu temsil eden küresel kültürün de akışlarıdır. Bunlar küresel kültür içerisinde alt kültürlerin/yerel kültürlerin ve millî kültürlerin uzamsal gerçekliklerini baskı altına sokarak, hareket alanını kısıtlamakta, pasifize etmekte ve alt kültürlere yayılmasını engellemektedir. Kitle iletişim araçları bunun en iyi örneğidir. Küresel kültür, küreselleşmenin bu altı boyutunda olduğu gibi, mücadeleci ve asimilece bir kültürdür. Küresel kültür, küreselleşmenin araçlarını kullanarak, alt kültürler/yerel kültürleri ve millî kültürleri aşındırıp yok etmektedir. Küresel kültür, homojen bir kültür oluşturmak için kendisine rakip olarak gördüğü her kültürü ya yok etmekte ya da yok edinceye kadar marjinalleştirmektedir. Ayrıca küreselleşme sürecinde gerek ekonomik yapılanmaya, gerekse evrensel sisteme ve teknolojik değişimlere ayak uyduramayan toplumlar kültürlerini yitirmekte, tek bir kültüre mahkum olmaya zorlanmaktadırlar. Hattâ küreselleşme toplumların yerel kültürleri ve kimlikleri üzerinde bir baskı oluşturmaktadır. Çok kültürlü toplumlarda bölünmeye veya yok olmaya neden olmaktadır. Bu durum karşısında hem üst kültürler hem de alt kültürler/yerel kültürler, küresel kültür karşısında kendini tanımlayıp rekabet yapabilecek bir güce ulaşmadığı sürece bir nostalji olarak kalmaktan kurtulamayacaktır. Yerel kültürü bir nostalji olmaktan kurtarmanın en önemli yolu kamusal alandan geçer. Yerel kültürü kamusal alan üzerinden dünya vitrinine taşımak ve sunmak gerekir. Ama küresel sistem, iletişim araçları ve teknoloji ile kamusal alana müdahale ederek, onu devre dışı bırakmaktadır. Küresel sistemde kamusal alanın hüviyeti değişerek, kanunu yaşamanın, reklâmın, bilginin ve politikanın paylaşılan alanı olmuştur (Stratton, 2002: 96). Böylece kamusal alan mevcut amacının dışına çıkarak, küresel sistemin yayıldığı bir alana dönüştü.

Küresel sistemi, 1980’li yıllardan itibaren liberalizm çok iyi kullanarak, hem kültürde hem de ekonomide küreselleşmenin alt yapısını, felsefi ve kültürel temellerini hazırladı. Bu süreçte liberalizm, yeni-liberalizm adında tüm dünyada fikir ve eylem birliğini sağlamayı amaçladı. Bunu yeni-liberalizm özellikle kültürel propaganda ile gerçekleştirmeyi planladı. Küreselleşmede fikir ve eylem birliğinin sağlanmasında propagandanın önemli bir rolü vardır. Küreselleşme, bir yandan tüm kültürlere açık olduğunu ifade ederken, öte yandan da ona karşı direnen toplumlara karşı onların inanç, kültür ve uygarlıkların çeşitliliğini reddetmektedir. Böylece küreselleşme kendi kültürünü evrensel kültür olarak gösterip dört bir yandan propaganda yapmaktadır. Bunun sonucu olarak küreselleşme, kendini insanlık dünyasına ve kültürlere yalnızca korku ve endişe veren küresel faşizm ve militarizm olarak sundu (Müftüoğlu, 2002: 25). Yeni-liberalizm, küreselleşme propagandayla her sahada olduğu gibi ekonomi sahasında da benzerlik oluşturmayı amaçlar. Propaganda ve manipülasyonla hemen hemen her toplumda kültür, sanat, edebiyat, giyim-kuşam, eğlence, spor, ekonomi ve siyaset gibi konularda gittikçe artan ölçülerde benzeşmeler oluşturmaktadır. Böylece tüm dünya küresel kültür modeli içinde aynı zevkleri paylaşmak zorunda kalmışlardır. Örneğin insanlar aynı fast foodlarda (KFC, Subway, McDonald’s, Taco Bell, Burger King, Pizza Hut gibi) yemek yiyorlar, aynı içeceği (Coca-Cola, Pepsi gibi) içiyorlar, aynı televizyon programlarını ve filmleri izliyorlar ve aynı müziği (Michael Jackson, Madonna, Lady Gaga, Jennifer Lopez, Rihanna gibi) dinliyorlar (Habermas, 2018: 96). Bunlar da dünyada hem bir kitle kültürünü, küresel kültürü doğurmaktadır hem de kültürel sistemi egemen kültüre dönüştürmektedir. Bu durum karşısında alt kültürler/yerel kültürler, küresel kültür, yani egemen kültür karşısında değer üretemedikleri için törpülenerek erimektedirler.

Küreselleşme her ne kadar bir bütünlük sergilemesine rağmen, esasta modernitenin bir sonucu olarak geliştiği için söyleminde tam bir bütünlük yoktur. Modernitenin yaşamış olduğu çelişkileri o da yaşamaktadır. Küreselleşmenin söylemi iç ve dış tutarlılık açısından incelendiğinde modernitede olduğu gibi birbirleriyle çeliştikleri görülür. Bu çelişkilerin en önemlileri evrensel olan ile yereli kaynaştırma, farklılıkla homojenliği birleştirme, yabancılıkla evciliği melezleştirme, özne ile nesnenin yer değiştirmesi ve de öznede anlam sorunudur. Küreselleşme, bir yandan tüm insanların birleşmesini, evrenselliği, Stoa felsefesinde olduğu gibi dünya yurttaşlığını savunurken, öte yandan

(10)

da alt kültürleri, yerelleşmeyi ve farklılıkları öne çıkararak bunların yaşamasını ister. Oysa alt kültürler, yerellik, farklı gelenekler, inançlar öne çıkınca derinleşme ve küreselleşme gerçekleşmeyebilir. Zaten temelde küreselleşme ile yerelleşme birbirleriyle çelişen kavramlardır. Yine küreselleşme bilginin göreliliğini değil de mutlak ve kesin olduğunu savunur. Bunun için küreselleşme kendisini tek seçenek olduğunu ileri sürerek mutlak bilgiden, tek yol ve yöntemden yana olduğunu gösterir. Bunun sonucu olarak da küreselleşme liberal demokrasiyi son insanın son sistemi ve kültürü olarak ileri sürmüştür. Bu sebeple küreselleşme, “yeni dünya düzeni”, “liberal demokrasi”, “yeni-liberalizm” ve “liberal kapitalizm” ile eş anlamlı olarak kullanılmaya başlanılmıştır. Fukuyama, bu konuda liberal demokrasinin meşruluğunu ortaya koyarak totalitarizm, faşizm ve komünizm gibi rakip egemenlik biçimlerinin ve kültürlerinin liberal demokrasiye yenik düştüğünü ileri sürer. Ona göre liberal demokrasi, “insanlığın ideolojik evriminin son noktasını” ve “nihayi insanî hükümet biçimini” temsil ettiğinden her bakımdan “tarihin sonu”dur (Fukuyama, 1992: 9, 12, 347, 403-404; Fukuyama, 1999: 14). Bu teze göre insanlık, ideolojik olarak her alanda, liberalizm ile birlikte evrensel, zorunlu ve son olan bir duruma ulaşmıştır. Artık, “liberalizme alternatif olabilecek hiçbir ideoloji mevcut değildir. Bu aşamaya gelmemiş olan devletler, tarihin dışında kalmamak için, kendilerini tarihin sonunda ortaya çıkan evrensel, zorunlu ve son olan bu duruma uydurmalıdırlar. Bu görüşün de facto hali, küreselleşmedir.” (Gündoğan, 2002: 229).

Küreselleşen kültür Batı’nın ortak kültürüdür derken, aslında kastettiğimiz şey öncelikle modernitedir. Bu açıdan küresel kültür, ne saf Amerikan’dır ne saf Avrupa’lıdır ne de saf yeni-liberalizmdir. O daha çok moderndir. Modernlik bireyleri içinde yaşadığı yerel kültürün dar sınırlarından çekip alarak “bir yandan bireysel özgürlük dünyasının, öte yandan da kitle toplumu ve kültürünün içine” atmıştır (Touraine, 2000: 109). Modernliğin kapsamı Batı dünyasının çok ötesini kapsadığı için modernleşme ve batılılaşma birbirlerini takviye ederler. Modernleşme ve batılılaşma küreselleşme içinde birbirlerini takviye etmelerine karşın, kültürler arasında da bir mücadele vardır. Huntington’un da belirttiği gibi bu “mücadelenin esas kaynağı öncelikle ideolojik ve ekonomik” değil kültüreldir (Huntington, 1997: 15). Bunun nedeni medeniyetler arasındaki farklılığın derece farkı değil, mahiyet farkı olmasıdır. Çünkü “medeniyetler birbirlerinden tarih, dil, kültür, gelenek ve en mühimi de din yoluyla” farklılaşmıştırlar (Huntington, 1997: 18). Her ne kadar dünya küresel bir sisteme doğru gitse de uzun vadede bu gerçekleşemeyebilir. Çünkü medeniyetler arasındaki farklılıklar küresel bölünmeye ve ayrışmalara neden olmaktadır. Ayrıca her kültür ve medeniyet modernliğin çekirdeğini kendi özünde taşıdığı için küresel sistemle mücadele edebilecek değerleri ve öğeleri yetiştirebilmektedir. O hâlde modernleşmek için batılılaşmak şart değildir.

Modernleşme medeniyetin maddi düzeyini dünyanın hemen her yerinde zenginleştirmesine karşın, medeniyetin kültürel ve ahlâki boyutlarını zenginleştirememiştir. Bunun sonucu olarak küreselleşme modernitenin yaşamış olduğu problemleri kendisi de yaşamaya devam etmektedir. Bu problemler temelde üç tanedir. Bunlar şunlardır:

Birincisi bireyciliktir. Bireycilik modernitenin ve küreselleşmenin en büyük kazanımlarından biri olarak “ben’in yıkılmasının karşılığı”dır (Touraine, 2000: 175). Bireycilik kendi yaşam tarzlarını saptamada, benimsedikleri inançları bilinçli olarak seçmede etkili olmasına rağmen, zamanla birey’in anlamını daraltarak ötekini keşfedemeyen, kültüre, topluma ve başkalarına kayıtsız, sorumsuz, paylaşımsız ve başıboşsuz bir hale dönüştürmüştür. Örneğin özelde modernitenin genelde ise kültürel küreselleşmenin bir sonucu olarak evlilik oranının düşmesi ya da çekirdek aileden ferdi veya evlilik dışı aileye dönüşülmesi gibi. Bu örnekler bütün bir dünya toplumlarının sosyal yaşamda yaşamış olduğu en büyük dönüşümlerinden birisi olup, küreselleşmenin de karşı karşıya kaldığı en büyük sorunlarından birisidir.

İkincisi araçsal akıldır. Araçsal akıl, belirli bir amaca ulaşmak için araçların en ekonomik olarak kullanılmasıdır. Aydınlanmanın bir sonucu olarak gelişen araçsal akıl, “bir yandan bireyi özgür kılarken, öte yandan da yine aynı bireyi tekniklerin gelişimine bağımlı kıldığından” öznelliği yıkarak sosyal-kültürel krizler ve yoksulluklar yaratmıştır (Touraine, 2000: 175; Ayrıca bk. Taylor, 1995: 12). Araçsal aklın hedefi maksimum verimlilik olduğu için insanı ve kültürü tek boyutlu

(11)

olarak tüketip onu zenginleştireceğim derken yoksullaştırıp kültürel farklılığı ya içerisinde eritmiştir ya da ortadan kaldırmıştır.

Üçüncüsü ise endüstriyel-teknolojik toplumun kurumlarıdır. Bu kurumlar önceden programlandırılmış olan kurumlardır. Onlarda ortak bir siyasi proje yokluğu yüzünden ve de kültürel ve siyasi katılımın yetersizliğinden dolayı bireyselciliğin öngörmüş olduğu özgürlük, eylem olarak değil, şekil olarak vardır. Artık görünüşte özgür olan bireyler aslında gerçek özgürlüğünü yaşamayan kendi içine kapalı, tepkisiz ve talepsiz bireyler yığınına dönüşmüştür. Bu durum bireyi kültür, siyaset ve toplumdaki diğer kurumlarda özyönetim faaliyetine aktif olarak katılmasını önleyerek evde oturup özel yaşam keyfini çıkarmaya yöneltmiştir. O zaman, özellikle küresel sistemdeki “programlanmış toplum” ya da “küresel toplum” aklın çöküşünün bir simgesi olarak yaratıcı bir yıkımdır. Küresel sistemdeki bu üç tehlikeden biri, bireyde anlam yitirimi meydana getirerek ahlâki ufkun kararmasına, ikincisi araçsal akıl karşısında hedeflerin gölgede kalmasına, üçüncüsü ise özgürlük yitirimine neden olmuştur (Taylor, 1995: 16-17). Bu tehlikeler küresel sistem ve küresel kültürde boşluk, çelişkiler, asgari benlik, narsist kültür, toplumsal atomculuk, kültürel parçalanma, kimlik bunalımı, bölünmüş hayat ve yaşam tarzının bölünmüşlüğü gibi durumların yaşanmasına sebep olmuştur.

Modernizmin ve küreselleşmenin yaratmış olduğu bu tehlikelere ve bunalımlara en önemli tepkiyi postmodernizm vermiştir. Postmodernizm modernizmin aksine çoğulculuğu, farklılığı ve ötekinin keşfini savunarak tekniğin ve araçsal akılcılığın hükümranlığının yıkılmasının ve de modernizmin “başlangıçtaki özgürleştirme hareketinin tükenişiyle, kendini teknik ve araçsal eylemin içine kapatılmış hisseden bir kültürün anlamını yitirmesine” tepkidir (Touraine, 2000: 112). Modernizme toptan radikal eleştiri olan postmodernist söylemin moderniteyle birlikte küreselleşmeye yöneltmiş olduğu eleştiriler, özgürlük söylemi ve bu konuda modernite kavramlarının yetersizliği, sosyal-kültürel kimlik sorunu, her türlü yoksulluk ve yerleşik temsili demokrasi düşüncesidir. Postmodernizm, modernizm ve küreselleşmeye karşı tüm bu tepki ve eleştirilere karşın ortak bir söylem, içerik ve yöntem oluşturamadığı için başarılı olamamıştır. O da kendini küresel sistemin bir parçası ve devamı haline dönüşmekten kurtaramamıştır.

Kültür sorunu her yönüyle insan varlığını ve etkinlik alanının tümünü (ahlâk, sanat, hukuk, politika, ekonomi ve bilim gibi) içine alan bir sorundur. Belli bir kültür değil, genelde tüm dünya bu problemle boğuşmaktadır. Kültürel yoksunluğu ortadan kaldırmak için yalnızca maddi kalkınmaya değil, bilgi, bilim, teknoloji, etiğe ve estetiğe yönelik yeni çözümler geliştirilmelidir, alternatif çözümler üretmelidir. Ekonomik kalkınma ahlâk, sanat, hukuk ve politika ile desteklenmelidir. Çünkü “uluslar iktisadi bir etkinlikten çok, bir kültürle tanımlanırlar.” (Touraine, 2000: 154). Bu yüzden her kültür, kendi dokusuna uygun yeni kültür üretme arayışlarına girmelidir. Bu yeni kültürel değer üretimiyle küresel sistem içerisinde yok olunmamış ya da asimile edilmemiş olunur. Aksine bolca kültürel değer üretilmiş olunur. Bu da kalkınmayı sağlayacak olan en önemli ivmedir, kültürel yoksulluğu ortadan kaldıracak olan en büyük güçtür.

Kültürü belirleyen bilinçtir, bilinci de belirleyen zihniyettir. İnsanı, toplumu ve kültürü unutarak yalnızca ekonomiyi düşünen zihniyet çeşitli uzlaşımsızlıklara yol açar, insanı ve kültürü yaralar, onları büyük bir boşluğa düşürür. Bu boşluğu da dolduracak olan diğer kültürlerdir, küresel sistemdir. Unutmayalım ki, ekonomiyle kültürün birbirinden kopması toplumdaki en büyük bunalımlardan biridir. Yaşanılan bu bunalım modernitede olduğu gibi olgularla anlamı, ekonomiyle kültürü birbirinden koparacaktır. Kültürde zihniyet, dolayısıyla bilinç bağımsız bir bilinç olmalıdır. Özellikle her türlü ideolojik söylemlerden, kültürel saplantılardan uzak olmalı, tarihsel bir derinliğe sahip olmalıdır. Kültürde bilincin öneminin farkına varan liberalizm onu sisteminde en iyi şekilde kullanarak liberal demokrasinin gelişmesinde önemli bir neden olmuştur (Fukuyama, 1999: 25). İşte Batı’da liberalizme güçlü bir ekonomi kazandıran onun kültürü ve bilinç düzeyidir. Bu bilinç ve kültür düzeyi ve kendilerine özgü düşünce, yöntem ve propaganda ile kültürlerini küresel bir zemine çekebilmişlerdir. Batı’nın kültürünü dünya vitrinine küreselleşme adı altında sunmasında

(12)

ekonomik başarılarının yanında kültürel değişimin ve bütünleşmenin yadsınamayacak derecede önemli bir rolü vardır.

4. SONUÇ VE DEĞERLENDİRME

Sonuç olarak küreselleşme, aslında her biri modernitenin bir sonucu olan iletişim, ulaşım ve iletişim teknolojilerindeki baş döndürücü gelişmelerin, emek ve sermayenin daha akışkan ve daha esnek bir hale gelmesinin, ekonomik örgütlenmelerin ulusal sınırları aşan boyutlar kazanmasının, hukuk sisteminin ve temel hakların evrenselleşmesinin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bu açıdan bakıldığında küreselleşme hem doğal bir süreçtir hem de doğru ve haklı bir söylemdir. Ama küreselleşmenin yeni-liberalizmin etkisiyle başta kültür, politika ve ekonomi olmak üzere her alanda tek bir dünya sistemine dönüşmesi, hem alt kültürlerin/yerel kültürlerin hem de felsefe ve sosyal bilimlerin geleceği açısından tehlikelidir. Çünkü bu alanlarda kültür sistemi tek dünya sistemine dönüşmektedir. Küreselleşmenin boyutlarının merkezinde kültür vardır. Küreselleşme özellikle kültür üzerinden hayatın ve dünyanın en ücra yerlerine kadar girerek, her alanda dünyayı küçültmüştür. Artık dünya giderek daha fazla tek dünyadır, “küresel köy”dür. Bunun nedeni küreselleşmenin, toplum, ekonomi, yönetim, hukuk, kültür ve düşünce dünyasını şekillendirecek kadar çok boyutlu olmasıdır. Bu çalışmamızda da görüldüğü gibi küreselleşme tek boyut çerçevesinde şekillenmemiştir. Küreselleşme tek merkezli gelişmemesine rağmen, bu süreçte özellikle politik ve ekonomik alanda yeni-liberalizm daha baskın olmuştur ve kendini daha çok hissettirmiştir. Böylece küreselleşme yeni-liberalizm ve onun değerleri ekseninde tüm dünyaya tek ve alternatifsiz sistem olarak yayılmaktadır. Fakat burada hemen küreselleşme tamamıyla kötüdür diyemeyiz. Küreselleşme tamamıyla ne iyidir ne de kötüdür. Küreselleşme, özellikle demokrasi, özgürlük, adalet, eşitlik, ekonomik refah ve temel haklar açısından olumlu bir gelişme olmasına karşın, çoğulculuk, farklılık, ötekinin keşfi, seçme, isteme ve rıza gösterme ortadan kaldırmasından dolayı, tek tipleşme, tek kimlik, kültürel yamalama, kültürel yoksulluk ve yabancılaşma gibi durumların yaşanılmasından dolayı kötüdür. Örneğin kültürde eşitlik adına kültürel farklılıkların ve kültürel çoğulculuğun ortadan kaldırılması gibi. Bu açıdan küreselleşme törpüleyici ve indirgeyici bir sistemdir. Çünkü kültürel alanda mutlak bir eşitlik olmaz. Kültürel alanda farklılıklar törpülenmemeli, aksine “bizzat bu farklılıkların oluşmasına katkıda bulunmalıdır.” (Habermas, 2018: 34).

Küreselleşmenin olası etkileri çoktur. Küreselleşmenin yukarıda da vurguladığımız gibi demokrasi, özgürlük, adalet, eşitlik, insan hakları, hoşgörü, sevgi ve ekonomik refah gibi olumlu sonuçlarının var olmasına karşın, olumsuz sonuçları daha çoktur ve etkileyicidir. En önemli olumsuz sonucu, küresel sistemin zayıf kültürlerin direncini kırarak onları asimile etmesidir. Ekonomileri güçlü olan devletlerin kültürlerinin zayıf kültürleri etkilemesi kaçınılmazdır. Ama bu durum zayıf kültürlerin tarih sahnesinden çekilmesini haklılaştıramaz. Bu durum ancak bir küresel etiğin oluşturulmasıyla ortadan kaldırılabilir. O zaman küresel bir ahlak anlayışının küreselleşmesine ihtiyaç var. Demek ki, küreselleşme olgusunun olumsuz durumunu ortadan kaldırmak için çözüm mevcut kültürlerin içine kapanması değildir. Kültürün içine kapanmasıyla küreselleşmenin olumsuzlukları ortadan kaldırılamıyor. Tam tersine küreselleşme yeni-liberalist politikalar içinde hızla yayılımını sürdürmektedir. Çünkü kitle iletişim araçları, ulaşım ve teknoloji sınır tanımamaktadır. Alt kültürler isteseler bile farklı kültürlere sınırlarını kapayamamaktadır. Bu durum karşısında yerel kültürel değerler, küresel planda savunulabilecek biçimde güçlendirilmesi ve sunulması en emin ve köklü tedbir olarak gözükmektedir.

Küreselleşme ile dünya kültürleri değil, Batı’nın ortak kültürü küreselleşmektedir. Tüm kültürler gün geçtikçe Batı kültürü adı altında aynîleşiyor. Artık günümüzde tüm dünyada aynîlikler ve benzerlikler daha görünür hale gelmektedir. Bunun sonunda kültürel çoğulculuk ortadan kalkmakta, yerine kültürel hegemonya, yahut bir tür kültür emperyalizmi geçmektedir. Böyle bir atmosferde küreselleşmenin yaratmış olduğu yoksulluktan kurtulmanın yolu ideolojik, bilinçsiz tepkilerden değil, rasyonel temele dayalı üretimden ve markalaşmaktan geçmektedir. Rasyonel üretim ve markalaşma aynı zamanda kalkınmanın temel refleksifleridir. Kalkınma ise temelde bir kültür

(13)

sorunudur. Küresel markalar (Apple, IBM, Samsung, Adidas, Nike, Chanel, McDonald’s, Burger King, Coca-Cola, Pepsi gibi) karşısında hem mevcut yerel markalar ön plana çıkarılmalı hem de rekabet gücü yüksek yeni markalar üretilmelidir. Ayrıca kültürel temelli yatırımlara öncelik vermelidir. Ama pazar sorunu olan küresel sistem ile rekabet edemeyen yatırımlar yerine her kültürün kendi sosyo-ekonomik dokusuna uygun işletmeler ön plana çıkarılmalıdır. Kısaca küreselleşme hem doğal bir süreç hem de karşı konulmaz bir güç olduğuna göre, bu durum karşısında çözüm yolu onu yadsımak değil, küreselleşmeyi “birlik içinde çokluk”u mümkün kılabilecek şekilde, bir yandan insani bir dünya tasavvuruna, öte yandan da bir fırsatlar ve imkânlar haline dönüştürebilmenin yolu aranmalıdır.

KAYNAKÇA

Akdemir, M. (2004). “Küreselleşme ve Kültürel Kimlik Sorunu”, Atatürk Üniversitesi Sosyal

Bilimler Enstitüsü Dergisi, Yıl: 2004, Cilt: 3, Sayı: 1, s.43-50.

Akdemir, M. (2016). İnsan Felsefesi –Epiktetos ve Marcus Aureliıus Örneği–, Bursa: Sentez Yayıncılık.

Arslan, A. (2008). İlkçağ Felsefe Tarihi 4 –Helenistik Dönem Felsefesi: Epikurosçular Stoacılar

Septikler–, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.

Aydın, M. S. (2002). “Küreselleşmeye Genel Bir Bakış”. Mehmet S. Aydın, Mustafa Erdoğan, A. Yaşar Sarıbay ve ark. Siyasi, Ekonomik ve Kültürel Boyutlarıyla Küreselleşme, İçinde (s.9-24), İstanbul: Ufuk Kitapları.

Aydoğdu, H. (2009). “Küreselleşen Dünyada “Cumhuriyet(çilik)” Sorunsalı: Kimlik ve Vatandaşlık Sorunu”, Doğu Batı Düşünce Dergisi, Yıl: 11, Sayı: 47, Kasım, Aralık, Ocak 2008-2009, s.191-215.

Baudrillard, J. (2004). Tüketim Toplumu (Çevirenler: Hazal Deliceçaylı – Ferda Keskin), İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Bayart, J.-F. (1999). Kimlik Yanılsamaları (Çeviren: Mehmet Moralı), İstanbul: Metis Yayınları. Bolay, S. H. (2002). “Küreselleşme ve Millî Kültürler”. Mehmet S. Aydın, Mustafa Erdoğan, A. Yaşar Sarıbay ve ark. Siyasi, Ekonomik ve Kültürel Boyutlarıyla Küreselleşme, İçinde (s.55-69), İstanbul: Ufuk Kitapları.

Cevizci, A. (2000). Paradigma Felsefe Sözlüğü, İstanbul: Paradigma Yayınları. Cevizci, A. (2014). İlkçağ Felsefesi, İstanbul: Say Yayınları.

Chomsky, N. (2001). Sömürgecilikten Küreselleşmeye (Çeviren: M. Erdem Sakınç), Ankara: Ütopya Yayınevi.

Çeçen, A. (1996). Kültür ve Politika, Ankara: Gündoğan Yayınları.

Erdoğan, M. (2002). “Siyaset ve Hukuk Perspektifinden Küreselleşme”. Mehmet S. Aydın, Mustafa Erdoğan, A. Yaşar Sarıbay ve ark. Siyasi, Ekonomik ve Kültürel Boyutlarıyla Küreselleşme, İçinde (s.25-43), İstanbul: Ufuk Kitapları.

Frredman, L. M. (2002). Yatay Toplum (Çeviren: Ahmet Fethi), İstanbul: T. İş Bankası Kültür Yayınları.

Fukuyama, F. (1992). Tarihin Sonu ve Son İnsan (Çeviren: Zülfü Dicleli), İstanbul: Simavi Yayınları.

Fukuyama, F. (1999). “Tarihin Sonu mu?” Tarihin Sonu mu? (Yayına Haz: Ercan Şen), Ankara: Vadi Yayınları.

(14)

Greider, W. (2003). Tek Dünya: Kapitalizmin Manik Mantığı (Çeviren: Yavuz Alogan), Ankara: İmge Kitabevi.

Gulbenkian Komisyonu (2005). Sosyal Bilimleri Açın -Sosyal Bilimlerin Yeniden Yapılandıırlması

Üzerine Rapor- (Çeviren: Şirin Tekeli), İstanbul: Metis Yayınları.

Gündoğan, A. O. (2002). “Doğmatizm ve Doğmatik Tutumlar”, -Vehbi Hacıkadiroğlu Armağanı-

Felsefe Tartışmaları (Hazırlayanlar: D. Özlem - H. Ökçesiz - Ş. Argın), İstanbul: Everest Yayınları,

s.224-234.

Güvenç, B. (1991). İnsan ve Kültür, İstanbul: Remzi Kitabevi.

Habermas, J. (2018). Küreselleşme ve Milli Devletlerin Geleceği (Çeviren: Medeni Beyaztaş), İstanbul: Yarın Yayınları.

Huntington, S. P. (1997). “Medeniyetler Çatışması mı?”. Murat Yılmaz (Derleyen), Medeniyetler

Çatışması (Derleyen: Murat Yılmaz), İçinde, Ankara: Vadi Yayınları.

Huntington, S. P. (Tarihsiz). Medeniyetler Çatışması (Çevirenler: M. Turan - C. Soydemir), İstanbul: Okuyan Us Yayınları.

Kazgan, G. (2000). Küreselleşme ve Ulus-Devlet, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları. Koçdemir, K. (2002). Küreselleşme: Koordinatları Okumak, İstanbul: Ötüken Neşriyat A. Ş.

Marshall, G. (1999). Sosyoloji Sözlüğü (Çevirenler: D. Akınhay - D. Kömürcü), Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları.

Müftüoğlu, A. (2002). Küresel Kuşatma ve Küresel İhtiraslar, İstanbul: İnsan Yayınları.

Postman, N. (2004). Televizyon Öldüren Eğlence (Çeviren: Osman Akınhay), İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Roberson, R. (1999). Küreselleşme (Çeviren: Ü. Hüsrev Yolsal), Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları. Sarıbay, A. Y. (2002). “Kültürel Bir Olgu Olarak Küreselleşme”. Mehmet S. Aydın, Mustafa Erdoğan, A. Yaşar Sarıbay ve ark. Siyasi, Ekonomik ve Kültürel Boyutlarıyla Küreselleşme, İçinde (s.45-54), İstanbul: Ufuk Kitapları.

Stratton, J. (2002). “Siberalan ve Kültürün Küreselleşmesi”, Cogito, Sayı:30, Kış-2002, s.80-98. Şenses, F. (2001). Küreselleşmenin Öteki Yüzü Yoksulluk, İstanbul: İletişim Yayınları.

Taylor, C. (1995). Modernliğin Sıkıntıları (Çeviren: Uğur Canbilen), İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Tomlinson, J. (2004). Küreselleşme ve Kültür (Çeviren: Arzu Eker), İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Topçu, N. (1978). Milliyetçiliğimizin Esasları, İstanbul: Dergâh Yayınları.

Touraine, A. (2000). Modernliğin Eleştirisi (Çeviren: Hülya Tufan), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. Turhan, M. (1987). Kültür Değişmeleri, İstanbul: M. Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları.

Uygur, N. (1996). Kültür Kuramı, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Referanslar

Benzer Belgeler

diencephalondan gelişen bu divertikül sonradan neurohypophys'de olduğu gibi sinir doku karakteri kazanarak epiphys'i meydana getirir... • Diencephalon'un tavanında ayrıca plexus

ve dura nöral tüpten daha hızlı uzar ve spinal kordun terminal ucu yavaş. yavaş daha yüksek bir seviyeye

Bu bağlamda denebilir ki modern dünyada iki çeşit insan vardır: modern insanla yani modernizmin nesnesi olduğu kadar öznesi de olmak çabasından vazgeçmeyen

Yeni keşfedilen, ortalama 800-1000 metre derinlikteki Tazmanya d ış akıntısı Hint, Pasifik ve Atlantik güney yarımküre okyanus havzalarını birbirine bağlayan bir 'süper

Kriter olabilecek bir eğilimi ortaya çıkarmak için elde yeterli veri yok ancak önümüzdeki yüzyılda deniz seviyesinin yarım metre kadar artacağını gösteren rakamlar

TURİSTİK İŞLETMELER Otel ve lokanta İşletmeciliği TÜRK DEMİR DÖKÜM Döküm, çelik ve panel radya­ tör, kazan, fırın, şofben, ter- '____________________ mosifon,

Elazığ ili’nde kayısı üretimi yapan işletmelerin üretim değerleriyle değişken masraflarının analiz edilerek girdi kullanım etkinliklerinin belirlendiği bu

Servet-i Fünun edebiyatı m ensup­ ları hakkında «Décadent'lar (Yozlaşm ışlar)» başlığıy- le yazd ığı yazılarda bu kelim eyi çeşitli şekillerde yo ­