İH
™sr= •
TURNELÍ TİYATRO
TARIK DURSUN K.
Sinemanın "kötü adam” ı Ahm et Tarık Tekçe, Anadolu'da turnede... Müşteri toplamak
için sokak sokak dolaşırken, kahveden fırlayan biri, tabancasını üstüne doğrultup gürler:
"Sana yaşamak
reva mı be?"
Yine de seyircinin ”oğ-
lan' dan çok kendisini
sevdiğini söylemişti Tek
çe... ve bir turnede de
peşine takılan hayranla
rından biri, ona şu övgü
de (!) bulunmuştu: "Ma
şallah ayı gibi!"
S
İMDİ, zamanlar değişti; eskiden daha bir başkaydı. Radyo mik rofonlarında ünlenilir, oradan sahneye geçilir, sahnede iyice pişip ününü pekiştirdikten son ra da “beyazperde” dediğimiz sinemaya atlanırdı. Bir döne min Türk sinemasında, oyuncu- lar, hep Darülbedayl-Şehir Ti yatrolarından gelirler, irili ufaklı rolleri bile aralarında paylaşırlardı. Gel zaman git zaman o gelenek de değişikliğe uğradı, sinemaya“sokaktan” oyuncu devşirilir oldu. Bunların bir bölümü, bir süreler, amatör olarak Halkev- leri’nin sahnelerinde “müsamere’Mere çıkmış lar, “ ham” lıklarını bir parça olsun atmışlar dı. Bir bölümü ise, tiyatroyu yaşamlarında
seyirci olarak bile görmemişlerdi.
KİTAPSIZ İLİM, TEK Ç E'S İZ...
riO L Ü M Ü N E kadar geçen sürede Türk 1 1 film lerinin bir numaralı kötü adamı
L5=_l Ahmet Tarık Tekçe’ydi. Öylesine yay gın bir ünü vardı ki, şaşırıp kalırdınız. Kendi siyle ilg ili bir özdeyiş bile türetilm işti:
“ Kitapsız ilim, Ahmet Tarık Tekçe’siz film ol maz.”
Bir yıl içinde çevrilen ne kadar Türk filmi varsa, o filmlerde Ahmet Tarık Tekçe hep kö tü adam rollerine çıkar; “ kız” ı “ oğlan” ından ayırır, namusuna “tecavüz” eder; herkese, ama herkese yapmadığı kötülüğü bırakmaz dı. Bunca ettiklerine karşılık, şaşılacak bir şey; seyirci, film in iyi kahramanından daha çok severdi onu.
Peki, yaptığı bu kötülükler yanına kâr ka lır mıydı Ahmet Tarık Tekçe’nin? Hayır! Se yircinin ve sansürün baskısı sonucunda, filmin sonlarına doğru, “ oğlan” tarafından bir
g ü z e t d ö v ü lü r (b a ze n d e ö ld ü rü lü rd ü ), kötü-
lükleri burnundan fitil fitil getirilirdi. Ahmet Tarık Tekçe, sinemaya Bizim Yo- kuş’tan geçmişti. Hatta bir basın davası ne deniyle “ içerP’ye girmiş çıkmışlığı bile vardır. Sinem adaki ününü k u lla n ıp biraz
“dünyalık” yapmak amacıyla “ sözde” bir t i yatro trubu kurarak Anadolu’ya çıkmak sine ma seyircisiyle yüz yüze gelme turneleri düzenlemek fikri (gerçek anlamda ve ahım- şahım olarak) ilk kez Ahmet Tarık Tekçe’den doğmuştur.
“...ilk defa Anadolu’ya turneye çıkıyor dum” diye anlatmaya başlamıştı. ‘Bir film se- tindeydik, yine kötü adamı oynuyordum’, ba şında kasketi, üstü başı hırpani köylü kıyafetinde, bıyıkları sarkmış... Birazdan ka meranın karşısına geçip hemen gözlerini de virecek, zavallı “iyi kız”a düşmanca bakacaktı yine. Ama şimdi sette, kilovatlar yüklü ışık lar altındaki bir samanlık sahnesinde sonra olacaklardan habersiz, “iyi kız”la “oğlan” her kesin gözü önünde tatlı tatlı sevişiyorlardı.
“...Her zaman Anadolu’ya turneye tiyatro lar çıkar. O güne dek hiçbir sinema oyuncu sunun böyle bir turne sevdasına kalkıştığı görülmemişti. Aldım önüme Türkiye harita sını; şurdan şuraya, burdan buraya gidilecek, geçilecek diye bir yol yordam çizdim kendi me. Tek başına bir Ahmet Tarık Tekçe’nin bu işin altından kalkması mümkün değildi elbet te. O yüzden Amerika’dan yeni dönmüş Yıl maz Duru-Nilüfer Aydan çiftini, Orhan Erçin’i
(Çeto), bir de iyi arkadaşım rejisör Agâh Hün’ü truba aldım. Duru-Aydan dans edecek, Çeto Orhan komedi oynayacak, Agâh Hün de
“ Bilen Kazanıyor” u sunup idare edecekti.
SİRK GİBİ BİR ADAM
EYHAN’a bir ikindi üstü indik. Ha va yavaş yavaş kararıyordu. Birkaç •— I gün önce Karadeniz Ereğlisi’nde kötü bir tipiye yakalanmış, yola vaktinde çı kamadığımızdan Ceyhan’a da yine vaktinde gelememiştik. Sinema salonu sahibi, bizden umudunu kesmiş, ‘Bunlar gelmeyecekler anlaşılan' demiş; afişleri indirmiş, satılan bi letlerin paralarını da geri vermiş mi sana!
66 yıl önce İlk Türk (yerli) filmlerimizden “Ateşten Gömlek". Bu ve daha sonraki bütün filmlerimizde başrolleri hep Darülbedayi oyuncuları üstleneceklerdir. Fotoğraftakiler, Bedia Muvahhit (oturan) ve diğerleri. Muhsin Ertuğrul, Emin Beliğ, Vasfi Rıza ve üç Beyaz Rus figüran.
işte "kötü bakışı"
Ahmet Tarık Tek^e, kendisine "ırz düşmanı” dedirten rollerinden birinde, dans ediyor... O ünlü “kötü” bakışlarıyla.
“Ayağımızın tozuyla gittik baktık; durum, anlattığım merkezdeydi. Sinemacı; ‘Üzülme Tekçe' dedi. Yarın akşama işi ayarlarız. Siz de bu gece yıkanmış, yorgunluk atmış olur sunuz.’
“ Ne yıkanması, ne dinlenmesi? Yarın şa fakla kalkıp İskenderun’a geçmemiz gerek, orada da gecesine iş' bağlamışız, iki dünya bir araya gelse, bozulmaz artık.
‘Sen merak etme babalık’ dedim. ‘Ben şimdi halkı sinemaya toplarım !’
“ Nasıl olur da toplarmışım diye yüzüme baktı. Ama ben bozuntuya vermedim. Hemen filmlerdeki kıyafetimi giyindim, başıma da kasketimi geçirdim, kaşlarımı yıktım, yürü düm.
“Çarşıya çıktım şöyle, amacım kendimi millete göstermekti. Nitekim, beklediğim he mencecik gerçekleşiverdi. Hiçbir şey yok muş, olmamış gibi başladım yürümeye yolda. Önümden arkamdan fıs fıslar duyuyordum:
‘Ahmet Tarık Tekçe! Ahmet Tarık Tekçe! Ya’u, gördün mü Tekçe gelmiş, Tekçe gel m iş!'
“ Böylece tam on beş mahalle gezdim, ar dıma yüzlerce hayran taktım, sonra onları bir punduna getirip doğru sinemanın önüne do luşturdum ve yine arka kapıdan çıkarak yeni baştan mahalle mahalle gezdim. O geceki ge lir, Ceyhan’da hiçbir tiyatroya nasip olmamış bir gelirmiş; sinemacı öyle dedi. Ağzı kulak larındaydı.
EYİRCİLERİMİN bana karşı garip bir sevgisi vardır, bilir misin? Ben hep kötü adamı oynamama karşılık, yine de (Bunu bir türlü çözememişimdir) be ni çok severler. Galalarda ‘iyi oğlan dan da ha fazla beni alkışlarlar.
“ Bir turnede de şu başıma geldi: Yolda gi diyordum, peşimden gelen iki kişinin beni ko nu edinerek şöyle konuştuklarını duydum:
‘Tüh, tüh kırk bir kere maşallah, herifçi ayı g ib i!’
“ İskenderun’dan sonra programa göre, yolumuz Tarsus’a uzanıyordu. Hava güzeldi, arabalar da denk geldi, saatinden önce geli verdik. Ben, yine çıktım, şöyle şehri bir dola şayım dedim. Beni ilk gören yeni yetme bir çocuk grubu oldu. Birbirlerine sokuldular;
'Ahmet Tarık Tekçe gelmiş, işte, bak gör dün mü? Vallahi o, billahi o, Ahmet Tarık Tek çe !’
‘Gidelim, konuşalım b e l’ dedi biri içlerin den.
‘Sakın ha’ diye hemen önlediler çocuğu.
‘Ona yaklaşılmaz. Suratına bak, mahkeme du varı gibi...’
“Yalanım varsa, şurdan şuraya gitmeye yim; kim buçocuklar diye yalnızca merakım dan başımı çevirip bakayım dedim; bakmamla birlikte, çocukların, çizgi filmlerdeki gibi bir anda ortalıktan toz oluverdiklerini gördüm.
BİR AT HİKÂYESİ
ONUSU köyde geçen bir film çevi riyorduk. Senaryo gereği, ben, kızı --- her zaman olduğu gibi atımın terki sine atıp kaçıracağım, iyi oğlan da gelecek, beni yakalayacak, dövüp kızı elimden kurta racaktı. Sahne hazırlandı. Ben, getirilen ata bindim, az ileride de kız, beni bekliyordu. Re jisör, sahne hareketli olsun diye, ‘Kızın üstü ne atı sür, yaklaş, kap, götür’, dedi.
“Atı sürdüm, kızın yanına geldim, az eğil dim; at üzerinden kızı belinden kavradığım gi bi aldım terkiye. Almasına aldım ya, at, aynı anda güüüüm dedi, belinin ortalık yerinden çöktü. Kız bir yana, ben bir yana döküldük, saçıldık. Ucuz olsun diye atı bir arabadan çö züp getirmişler meğer. Kızla ikimizin ağırlı ğını çekemediğinden...
Seyirciye selam...
"... sonra birden tüm sesler uğultu halini aldı ve yalnız kalmak istedim, kimseye göstermeden merdivenlerden yukarı, sahneye çıktım. Kimseler yoktu koca tiyatroda. "Hey gidi hey" diye düşündüm. Neler oynamıştık on yıl süreyle, şu gerçekten em ektar sahnenin üzerinde. Kimi başarılar kazanmış, kimi de ne büyük hayal kırıklıklarına uğratmıştı bizleri. Ya bizden önce? ses opereti, Şehir Tiyatrosu, Rey kardeşlerin yapıtları, Komedi Fransez'in turneleri, Zati Sungur gösterileri, jübileler... Neler neler görüp geçmişti şu
kulislerden... vasfi Rıza, Bedia Muvahhit, semiha Berksoy, büyük Hazım, Muammer Karaca, Tevhit Bilge, Avni Dilligil, sevgili Şevkiye May, cemal Sahir, Münir özkul, Vahi Öz, Charles Boyer, Marie Bell, hatta bir söylentiye göre ilahi sarah Bernardt bile şimdi durduğum yerde halkı selamlamışlardı geçmişte... Sanki hepsi birden boş koltuklara oturmuşlar, sessizlik içinde beni izliyorlardı şu anda..."
Haldun DÖRMEN ("Sürc-ü Lisan Ettikse...")
Ahmet Tarık Tekçe Bir dönemin,
filmlerimizde vazgeçilmez kötü adamıydı. “Kitapsız ilim, Tarık Tekçe’siz film olmaz" özdeyişi (!) bu nedenle söylenmiştir
Ç izim : S em ih POROY
İR kazaya indik. Otel diye ahırdan ya da handan bozma bir yere götür düler bizi. Odaların kapılarını açtı lar, Buyrundediler. Tam yerleşeceğiz, her odadan çığlıklar yükselmeye başladı.
‘Bit! B it!’
“Yataklarda iri iri bitler kol geziyordu. He men otelciye seslendim. Adam, telaşla aşa ğıdan yukarıya geldi. Ben:
Bu ne rezalet efendi?’ diye açtım ağzımı, yumdum gözümü. ‘Hem de rezaletin son per desi, anladın mı?’
‘O nedir ki beyim?' dedi otelci saf saf.
‘Ya’u, bitler! Şu bitlere baksana!' dedim. “ O zaman aklı erdi ne demek istediğimi ze. Acır gibi yüzümüze baktı tek tek:
'Ayıp ayıp!" dedi. ‘Koskoca adamlarsınız, mini minnacık bir hayvandan korkup avaz avaz bağırıyorsunuz. Ben de yangın mangın çıktı sandım!'
NEDİR BU ÇEKTİRDİĞİN?
H
1-~ A D İ adını söylemeyeyim o yerin; yine yollara düştük, şehir şehir, --- ilçe ilçe gezmelere durduk. Aslında turneciiik fena bir şey değil, biliyor musun? Filmlerde oynuyorsun, ama seyircinden na sıl bir tepki aldığını bilmiyorsun, bilemiyor sun. Beni sayma, ben başkayım.
“ Gittik bir ilçeye. Benim beylik numaram ya, ilk iş olarak hemen şehri dolaşmaya çı kacağım, gece sinemaya müşteri toplayaca ğım. Sokaklar mokaklar derken yine peşimde bir kalabalık toplandı ki, aman Allah! Gücün gücüne yürür oldum. Arada bir dalga halin de yanıma sokuluyor, ben şöyle bir döndüm mü, o dalga tıpkı denizdeki dalga gibi bir an da geriye çekiliyor, bana uzaktan bakıyorlar dı.
“ Bir kahvenin önünden geçiyorduk. Yine dönmüş, kalabalığa çevrilmiş, kalabalık da dalga gibi geriye çekilmişti. Birden kahveden birileri pat dedi, sıçradı havada, üç beş adım önüme düştü.
“ Bir genç adam. Fakat yüzü kararmış, bı yıkları tir tir titriyor. Bir narayla:
‘Ulan, nedir bu kızla oğlanın senin elinden çektiği alçak!' diye bağırdı. 'Ulan hiç rahat yü zü görmeyecekler mi, ha? Ulan senin gibi bir ırz düşmanına yaşamak reva mı, ha?'
“ Dedi, demedi elini beline atıp çekti ta bancasını. Kara, kocaman, sahici bir taban ca. Namluyu doğrulttu üstüme, tetiği ha çekti, ha çekiyor. Bereket, sağdan soldan üstüne çullandılar da... Sıktığı kurşun havaya gitti, ben de canımı zor kurtardım o gün.”