I
çT
V V . • • • •Çoban ve suru
Y a z a n : H A L İD E E P İ B
— Vâ - Nû’ya — Ziya Gökalp’ın yirmi be şinci yıldönümü münasebe tiyle yapılan merasimde bu lunmama hastalık mâni ol du. Mamafih bu «anmak» ve ihtiram vazifesine bütün kalbimle iştirâk ettim. Ken disini tanıdığım ilk günler den, tâ Ankaradan bir kağ nı içinde Diyarbakırda fikrî faliyetine devam için ayrıl dığı güne kadar hâtıraları hafızamda canlandı. Haya tında etrafına nur saçan bir insandı, nur içinde yatsın!
Bundan sonra da bu son merasim münasebetiyle ya zılan ve elime geçen şeyieri okudum. Bilhassa Vâ - Nû’- nun yazısı üstünde durdum, çünkü onun neslini, istikbal gençliğine yolu aydınlata cak fenerciler ve meşaleci- ler telâkki ederim. Bizlerin çoktan göçmüş olacağımız o güne rehber olacak fikirle rin bazıları üzerinde durup gençlerle açık konuşmağı bundan dolayı mânevi bir vazife biliyorum.
Vâ - Nû’nun büyük şair ve mütefekkirin «Sürülerin hani, Çoban nerede?» sözle ri üzerinde durmasında ma nevî sahada bir çoban, bir başkan, hulâsa mutlak bir şef hasreti seziliyordu. Ger çi, bu hasret, başka başka devirlerde, başka başka i- simler altında hiçbir zaman içimizden eksik olmuş değil dir. Genç meslektaş ve oğ lumuz Vâ - Nû’nun bu has reti ifadesinde hiç şüphesiz büyük ve faydalı bir insa nın hâtırasına karşı duy duğu hayranlık da vardı. Hakşinaslığını ve vefasım tabiî takdir ettim. Fakat...
Geçmişte ve gelecekte, si yasî, İçtimaî, hattâ ahlâkî sahalarda liderlerin lüzu munu kabul etmiyen tek in san yoktur, bununla bera ber, Şarkın ve Yakın Şarkın, geçirmiş olduğu uzun ve ba- zan acı tecrübelerden sonra, lider veya rehbere «çoban», cemaat veya millete «sürü» demesi, sırf sembolik bir mânada dahi olsa, bir tehli ke işareti olduğuna inanı yorum. Tabiî bu nevi zihni yet bilhassa maddî sahada daha fazla tehlikelidir. (* ) Mânevi sahaya gelince Ger çi, zamanımızın insaniyeti yutan su katılmamış mater yalizm cereyanından genç liği halâs edecek bir değil, birçok rehbere, ve sarih bir
hayat felsefesine ihtiyacı
vardır: ve bu sadece bizde değil, Garp ulemasının ve fikir adamlarının mütema diyen üstünde durdukları bir mevzudur. Bundan dola yıdır ki, bir vakitler keçisi ve kıyafetiyle alay edilen a- ziz Mahatma Gandhi için Amerika Senatosu muazzam bir âbide yapmağa karar vermiştir. İnanıyorum ki, Gandhi’nin insaniyete karşı beslediği muhabbeti ve ha yatını bütün ıstırap içinde olanlara, vakfetmesi daima hürmetle ve heyecanla
anı-( * ) Tanınmış bir vatan
daşım« mütareke esnasında
Malta’ya götürülmeden evvel,
Sultan Vahidettin ile görüş müş ve henüz başlıyan mil
li mücadelenin lüzumundan
bahsetmişti. Sultan sözünü ke serek, «.... Bey . Bey, ben ço ban millet de benim sürümdür»,
demişti. Maalesef kontrolsus
kudret baştakini çoban ve hal kı sürü telâkki etmek temayü lünü daima uyandırmıştır.
lacaktır. Fakat, acaba, da ha dün, siyasî çobanlığın, yani diktatörlüğün dünyayı
nereye sürüklediğini gör
dükten sonra, mânevi saha da da bir nevi mutlakıyet ifade eden diktatörlük veya
peygamberlik hasreti bir
tehlike ifade etmez mi? A- caba bu hasret yeni baştan bir takım tarikatlar ve şeyh ler yaratmaz mı? Ve bu şeyhlerin mübarekleri oldu ğu kadar «Nur Baba» örnek leri de bulunmaz mı?
Şurasını itiraf etmek ge
rektir ki, eski günlerde
Şarkta ve Garpta tarikatlar mânevi, hattâ maddî saha
da insaniyetin oluşunda
mühim roi oynamışlardır. İlim, ahlâk, İçtimaî nizam, insan münasebetleri, hattâ sanat ve şiir vesaire bakı mından Ortaçağda ve biraz sonrada birçok kıymetler getirmişlerdir. Fakat aynı zamanda, zarar tarafları da vardır. En mühimmi, fertte
«nemelâzımcılık» uyandır
ması, ferdin mesuliyetini
şeyh efendinin omuzlarına yükletmesi olmuştur. Tari katlara mensup bir hayli kıymetli fertler kendileri i- çin Cennette yer temin et mekle meşgul olurken, ya şadıkları cemiyeti belki bü yük İçtimaî faydalar temin edebilecek hizmetlerinden ve huzurlarından mahrum et
mişlerdir. Diğer taraftan
şeyhler arasında pek müba rek şahsiyetler olduğu gibi, fertlerin vicdanının mutlak hâkimi olmak sıfatiyle bir nice kan dökülmesine, kötü
lüğe ve ahlâksızlığa yol
açan Haşan Sabbah’-lar
da zuhur etmiştir. De
mek ki insanlar bir ferdi, sadece maddî sahada rehber olarak değil, hattâ mânevî sahada vicdanlara hükme decek lâyuhti bir şef diye kabul eder, hareketlerini hiç düşünmeden bir otomat gibi onun emrine göre ayar ederlerse, bu zihniyetin in saniyeti nerelere kadar gö türeceği belli olmaz.
Her münevver insan ve u- mumiyetle milletler atom devri denilen henüz neticesi ni tahmin edemediğimiz ye ni bir çağa girerken maddî ve bilhassa mânevî sahada, kanaatlerimizi dikkatli bir muhasebeden geçirmek mec buriyetinde bulunuyoruz. İş te bundan dolayı, Durkheim felsefesine göre ayarlanan, birçok faydası olduğu kadar tehlike tarafları da olan merhum Gökalp Ziyanm iki vecîzesini kısaca, fakat dik katle ve samimiyetle göz den geçirerek bir karar ver mek dakikası gelmiş oldu ğuna inanıyorum.
I
I I
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi