YAZICILIĞIN YİRMİNCİ SENESİNDE
R
ÎŞl kendi kendisini tarta- bilseydi şu edebiyat ve gazetecilik alanında kaç kişi kalırdı?.. Yirmi se nedir yazı yazarım; iyi kötü. Ne beni överlerse yutarım, ne de söverlerse fazla, yüksü- nürüm.Hem bana kalırsa yazıcılık işinde, insanın yazıları pek ahım şahım olma sa da zararı yok pek. E lverir ki, na muslu olalım: Kalemimizi ne devlete, ne patrona, ne de hattâ millete (dema go ji yapmağı, efkârı umumiye denilen mikrobu kasdederek söylüyorum) sa talım. Dahası var. En korktuğumuz mahlûk olan münekkide, hattâ okuyu cuya bile beğendirmek gayesiyle yazı yazmadığıma göre kendimi yazıcı say makta hakkım v a r mıydı, bilmem k i? Bir yerde lâzım oldu da mesleğimi sor dular. Doğrusu epey çekinerek, ama gururla “ yazıcı” dedim. Mesleğimi bir kâğıdın meslek hanesine kaydedecek lerdi. Benden yazıcılığımı isbat edecek bir vesika istediler. “Efendim, birkaç hikâye kitabım var diyecek oldum. Bunların vesika mahiyetinde şeyler ol madığını anlamakta gecikmedim.
Vaktiyle bir yerde hikâyeler yazar, röportajlar yapardım. Röportajlarıma
on, hikâyelerime beş papel alırdım. Valde sağ olsun, evde babadan kalma larla ocağı tüttürüp, aşı kotarıyor. Söy lediğim yerden de haftada beş on pa pel alıyor, kahveye çıkabiliyor, haya tımdan hoşnut geçinip gidiyordum.
Bu yazılarımın çıktığı yere baş vur mam ayıp mı idi? "Şu Sait Faik deni len bay, bize tanesi beş liraya hikâye, on liraya röportaj yapar, Enayinin bi ridir, tasdik ederiz” diye bir kâgıteık lûtfetselerdi işim olmuştu. Vermediler beyim. Vermediler kardeşim. “Biz kâ ğ ıt veremeyiz, isterlerse o daireden te lefon edip sorsunlar, şifahen söyleriz” dediler. Aman! Zaman! mı diyecektim? Diyemiyorum körolası! Aldım garip başımı oradan. Bastım gittim Giilhane Parkına. Orada aklıma geldi. Ben bir zamanlar bir kurulda üye idim Aida tımı geciktirdiğim için bir mektupla müracaat etmişler. A y lık borçlarımı ödediğim takdirde yine üyeleri arasın da bulunmamla şeref duyacaklarım da yazmışlardı. Ben de utanmış, yirmi beş lirayı valdeden ödememesine ödünç al mış, borçlarımı vermiştim. Herhalde
yine o kurulun üyesi sayılırdım. Ma demki borcumu ödemiştim, değil mi ya? Bu cemiyetin bir resmî kâğıdı ise benim değil yazıcı olduğumu isbat et mek, elime kalem bile sürmesem kâi nata aksini yutturabilecek salâhiyette idi.
Benden paralan ödediğime dair ver dikleri makbuzu getirmemi söylediler. Evi tartak martak getirdim. Makbuzu buldum, götürdüm. Yine bir dalgasına getirdiler. Yazıcı olduğumu bir türlü söyliyemediler. Elleri varmadı benim yazıcılığımı tasdik etmiye.
işte o gündenberi ben yazıcı, sahiden bir yazıcı olduğumu anladım da onun için yazı yazamıyorum.
Çünkü bugünün yazıcısının üzerine büyük bir sorum yüklenmiştir. Bu so rum yalnız ve yalnız doğru görüp doğ ruyu yazmaktır. Kimsenin hatın, keyfi için yazı yazmadım ama kendi keyfim için çok cümlem var. Yazılanından bunlan da attığım gün, yine “ Yeditepe” ye yazanm. Şimdilik bana izin...
Ha!.. O resmî kâğıttaki meslek ha neme “yok” yazdılar. Türkceai nek r>
kadar canımı sıkmadı, (sebebi var). Ama bir de bu kâğıdın fransızca kısmı vardı. Oraya da bir “ Şans professiyon” oturttular ki, kan beynime çıkıyor, (sebebini anlatmak uzun sürer, hem lüzumsuz.)
Hikâyeyi anlattığım arkadaşlar ka tıla katıla gülüyorlar. Ben de ne halt edeyim, onlara uyuyorum. Beraberce gülüşüyoruz.
Ama şimdi ben, kim bana ne iş ya parsın derse göğsümü kabartarak ya zıcıyım diyorum. Eskiden utanır, keke ler, kendimin de pek şüpheli bulduğum bir “ muharririm” derdim. N e enayi imi- şim. Ben halis muhlis yazıcı imişim yahu! Yazıcı olmasam muhakkak ou iki yerden de şatafatlı birer kâğıt alır dım. Çünkü her iki yerde de eline ka lem sürmemişler, sürüp de on azından para kazanmak gayesi gütmemişler bir tane yok.
Bereket “Yeditepe” para vermiyor yazıcısına şimdilik. Şu yazıma en azın dan beş papel isterdim. Beş papeli alın ca da acaba zavallı Hüsam’ı ne diye kandırdım, bu yazı beş papel eder miy di? diye içimi yerdim.
S A t T F A İK
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi