• Sonuç bulunamadı

Edirne şehir merkezinde'ki son trimester gebelerin sosyodemografik özellikleri, yaşam kaliteleri, kaygı düzeyleri

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Edirne şehir merkezinde'ki son trimester gebelerin sosyodemografik özellikleri, yaşam kaliteleri, kaygı düzeyleri"

Copied!
101
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

TRAKYA ÜNİVERSİTESİ

TIP FAKÜLTESİ

AİLE HEKİMLİĞİ

ANABİLİM DALI

Tez Yöneticisi

Yrd. Doç.Dr. E. Melih ŞAHİN

EDİRNE ŞEHİR MERKEZİNDE’Kİ SON TRİMESTER

GEBELERİN SOSYODEMOGRAFİK ÖZELLİKLERİ,

YAŞAM KALİTELERİ, KAYGI DÜZEYLERİ

(Uzmanlık Tezi)

Dr.Suna KILIÇARSLAN

(2)

TEŞEKKÜR

Uzmanlık eğitimimde ve tez çalışmam boyunca gösterdiği her türlü destek ve yardımdan dolayı tez danışmanım Dr. E. Melih Şahin’e anabilim dalı başkanımız Dr. Nezih Dağdeviren’e, eğitimimde emeği geçen fakültemizin diğer anabilim dallarında görevli hocalarıma, araştırma görevlisi arkadaşlarıma, tüm desteğinden dolayı sevgili aileme teşekkür ederim.

(3)

İÇİNDEKİLER

GİRİŞ VE AMAÇ……..……… …….…..1

GENEL BİLGİLER...3

GEBELİK DÖNEMİ İLE İLGİLİ KURAMSAL BİLGİLER...3

GEBELİKTE MEYDANA GELEN PSİKOLOJİK DEĞİŞİKLİKLER……...7

GEBELİKTE ANKSİYETE VE DEPRESYON...10

GEBELİKTE SOSYAL DESTEK...14

GEBELİK VE YAŞAM KALİTESİ...15

GEBELİKTE SAĞLIK HİZMETLERİ...18

AİLE HEKİMLİĞİNDE GEBELİĞE YAKLAŞIM...20

GEREÇ VE YÖNTEMLER...23

BULGULAR...26

TARTIŞMA...54

SONUÇLAR...68

ÖZET...71

SUMMARY...72

KAYNAKLAR...74

EKLER

(4)

SİMGE VE KISALTMALAR

DSÖ : Dünya Sağlık Örgütü

MOS SF 36 : Medical Outcomes Study Short Form 36 SİYK : Sağlığa ilişkin yaşam kalitesi

STAI : State Anxiety Inventory TNSA : Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması TÜTF : Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi

(5)

GİRİŞ VE AMAÇ

Aile toplumun vazgeçilmez, geleneksel ve sosyal kurumudur. Neslin devamı için, sağlıklı, sosyal değerlerle donanmış bireylerin yetiştirildiği bir ortam olması, aileye bir çok toplumda anlam kazandırmaktadır. Anne olabilmesi kadının en önemli özelliklerindendir. Neslin devamını sağlamasıyla gebelik, anne olmak, kadının hayatında önemli bir yere sahiptir.

Gebelik, vücut görüntüsünde, sosyal ilişkilerde ve aile üyelerinin rollerinde değişiklik yapan bir durumdur. Bu durum gebelerin biyolojik durumunu etkilediği gibi psikolojik ve sosyal durumunu da etkilemektedir.

Anne karnında gelişen bebeğin varlığı ve gebeliğe özgü fizyolojik değişimler psikolojik değişikliklerin kaynağını oluşturur. Üçer aylık üç dönemden oluşan gebelik, annenin bebeğini kabul etmesi, doğuma hazırlanması için aileye yeterli zaman vermektedir. Bu dönem ileride kurulması beklenen sağlıklı anne-çocuk ilişkisinin de temelini oluşturmaktadır.

Gebelik dönemini sağlıklı ve rahat geçirmek kadın için ve doğacak çocuk için çok önemlidir. Hemen hemen bütün kadınlar doğumdan korkarlar. Doğumda ortaya çıkabilecek bir takım risklerin bebeğe zarar verebilme ihtimali anneyi strese sokar ve kaygılandırır. Ayrıca gebelik kadın vücudu için büyük bir yük ve stres oluşturur. Gebelik döneminde kadının vücudunda meydana gelen fizyolojik ve psikolojik değişiklikler sadece anneyi değil, çevresindeki insanları, eşini, ailesini, arkadaşlarını da çeşitli şekillerde etkileyebilir. Anne-baba olmaya geçiş dönemi olan doğum eylemi hem anneyi hem de babayı etkileyen

(6)

geçici bir durum ve değişikliktir. Hamilelik süresince, bebek aileye katılıncaya kadar aile gelişimsel kriz yaşar (1).

Bu çalışmada Edirne Merkez’de gebelerin sosyodemografik özelliklerini, kaygı düzeylerini, yaşam kalitesini araştırmak, çalışmanın sonunda da gebelikte ortaya çıkabilecek kaygıların giderilmesine, sağlıklı bir doğum yapmasına ve yaşam kalitesinin yükseltilmesine yardımcı olabilecek veri ve sonuçlara ulaşmak amaçlanmaktadır.

(7)

GENEL BİLGİLER

GEBELİK DÖNEMİ İLE İLGİLİ KURAMSAL BİLGİLER Döllenme ve Gebeliğin Oluşumu

Gebeliğin oluşumunda; erkek cinsel organı aracılığıyla vajene boşaltılan ya da başka yol ve yöntemle yumurta ile buluşan spermler adet döngüsündeki değişikliklere bağlı olarak spermlerin geçişini kolaylaştırıcı müküs değişikliklerinin ve hareketli kamçı bölümleri serviks yoluyla rahim içine girerler ve yumurtaya doğru ilerlerler. Döllenmenin olması için yumurtanın ovulasyondan sonra 12 saat içinde spermle karşılaşması gerekir. Çok sayıda sperm yumurtaya gelir. Bunlardan birisi yumurtanın içine girme başarısına ulaşır.

Yumurta ile spermin birleşmesine döllenme denir. Döllenmiş yumurtaya ise zigot adı verilir. Döllenme sırasında cinsiyetini belirleyecek kromozal yapı da belirlenmiştir. Döllenmiş yumurta uterusa doğru ilerlemeye başlar. Mitozla önce morula sonra blastosist meydana gelir. Blastosist 3. gün uterus kavitesine ulaşır, 24 saat kadar kavitede serbest kaldıktan sonra implantasyon başlar. İmplantasyonun gerçekleşmesi için endometrium hazırlanmış olmalıdır. İmplantasyon uyarısından kaynaklanan endometriyumun hücresel ve vasküler değişiklikleri desidual reaksiyon adıyla tanımlanır. Gebeliğin devamı için yeterli progesteron desteği ve zigottan gelen erken parakrin işaretler var olmalıdır(2,3-4).

(8)

Gebelikteki Hormonal Değişiklikler

Gebelikteki endokrin değişiklikler, hem miktar hem de genişlik olarak endokrinolojide benzersiz ve anıtsaldır ve istisnasız fetal-plasental fonksiyonların direkt ya da indirekt sonucu olarak yavaş yavaş gelişir. Dolayısıyla embriyo-fetus gebeliğin endokrin ortamının sorumlusudur. Desidua başlangıçta embriyonun beslenmesi için kaynak görevi yapar daha sonra trofoblastik işgal fetus ve anne arasında vasküler bağlantılar kurar. Trofoblastlar iki farklı tabakaya farklılaşır; sitotrofoblast ve sinsitotrofoblast. Sinsitotrofoblast hücreleri tarafından salgılanan HCG gebeliğin 9. gününde anne plazmasında saptanabilir. Erken gebelikte salgılanmaya başlayan HCG hızla artar, 9-12. haftalarda pik değerlere ulaşır, sonra azalır, plato çizer ve tüm gebelik boyunca aynı seviyelerde devam eder. HCG korpus luteumun işlevinin devam etmesini sağlar, bu etkiyle korpus luteumdan estradiol ve progesteron salgılanır, daha sonra plasenta bunları yeteri kadar üretmeye başlayınca HCG geriler.

Başarılı implantasyon, fetusun ilk tutunması ve uzun erimli varlığını sürdürmesi için progesteron vazgeçilmez bir maddedir. Progesteron daha sonra prolaktin salgılanmasını indükler. Aktarıldığı fetusta kortizol, aldesteron sentezi için sübstrat olarak kullanılır. Plasental progesteron, artmış angiotensin II yapımı ile indirekt olarak maternal aldesteron sekresyonunun, normal bir erkeğe veya gebe olmayan kadına göre 20 kat veya daha fazla artmasını sağlayan bir uyaran görevi görür. Prostaglandin üretimini ve uterus kasının oksitosin yanıtını inhibe ederek gebeliğin devamı üzerine katkıda bulunur. Meme bezi gelişmesini uyarır, süt salgı kapasitesini arttırır. Böylece progesteron gebeliğin hakim hormonudur (3).

Gebelik boyunca östrojen üretimi de artar. Östrojen yapımı C19 steroidlerinin plasental aromatizasyonu ile gerçekleşir. C19 steroidleri öncelikle fetal adrenal bezlerden üretilirler (2). Gebe bir kadında üretilen östojen miktarı gebe olmayan bir kadının üç yılda ürettiği miktara eşittir. Progesteron hormonu da gebe bir kadında gebe olmayan bir kadına göre 10 kez daha fazladır. Östrojen uterus kaslarının büyümesini, pelvis eklemleri ve bağlarında gevşeme ve yumuşama yapar. Memenin kanal sisteminin büyümesini arttırır (3).

Gebelikte Genital Organlardaki Değişiklikler

Uterus: Gebelik boyunca uterusun büyüklüğünde, ağırlığında, kalınlığında, yumuşaklığında, pozisyonunda ve ligamentlerinde değişiklikler olmaktadır. Ağırlığı 40-60 gram olan uterus doğuma yakın 1000-1500 grama ulaşmaktadır.Hamilelikten önce 1.5 cm

(9)

olan uterus duvarının kalınlığı artarak 2.5 cm’e ulaşır. Fetüsün büyümesi ve amniyos suyunun artması ile myometrium gerilip incelir

Serviks: Gebelik esnasında servikste belirgin yumuşama ve siyanoz gözlenir. Döllenmeden hemen sonra çok kalın mukus tıkaç servikal kanalı kapatır. Gebelik ilerledikçe servikal kanalda parmak ucunun girişine izin verecek kadar belirgin bir genişleme olabilir.

Servikal mukus: Gebelikte servikal mukus kıvamında değişim olur. Gebe kadınların büyük çoğunluğunda, servikal mukus kuru bir cam yüzeye yayılıp kurutulduğunda progesteronun tipik etkisi ile parçalı kristalleşme veya boncuk şekli ile karakterize bir görünüm alır. Bazı kadınlarda, kristallerin dallanması veya eğrelti otu şekli gözlemlenir.

Overler: Gebelikte ovulasyon gerçekleşmez ve yeni folikül gelişimi bir süreliğine durur.

Vajina ve Perine: Vulva ve perine kaslarında ve deride damarlanma artışı ve hiperemi gelişir ve bu yapılarda normalde bol miktarda bulunan bağ dokusunda yumuşama olur. Artmış damarlanma vajinayı belirgin olarak etkiler. Bol miktardaki salgılar ve vajinanın gebelik boyunca tipik özelliği olan mor rengi hiperemiden kaynaklanmaktadır. Gebelik boyunca vajinal salgılar da bol miktardadır. Kalın ve beyaz bir akıntıdan oluşur. Ph’sı asidiktir ve 3,5 ile 6 arasında değişir (5,6).

Gebelikte Sık Rastlanan Şikayetler

Gebelik döneminde bazı yakınmalar sık görülür. Bunlar;

Bulantı-Kusma: Bu şikayetler gebeliğin ilk yarısı boyunca olağandır. Ortalama 14. haftaya kadar devam eder. Bulantı, kusma genellikle sabahları daha kötüdür. Fakat gün boyunca devam edebilir. Lacroix ve arkadaşları (7), gebe kadınların dörtte üçünün bulantı ve kusma şikayetlerinden bahsettiğini ve ortalama 35 günde bu şikayetlerin geçtiğini saptamıştır. Bu kişilerin yarısı gestasyonun 14. haftasıyla, %90’ı ise 22. haftasıyla beraber bu şikayetlerden kurtulur.

Mide Yanması: Bu semptom, gebe kadınlarda en sık karşılaşılan semptomlardan biridir. Nedeni, muhtemel olarak midenin uterus nedeni ile yukarı hareket etmesi ve sıkışması ile birlikte alt özefageal sfinkterin gevşemesidir.

Kabızlık: Bağırsak hareketlerinin azalması neden olabilir. Hareketsiz hamilelerde kabızlık daha büyük oranda görülür.

(10)

Hemoroid: Genişlemiş uterusun venöz dönüşü tıkaması sonucu rektal venlerdeki artan basınca ve gebelik sırasında kabızlığa olan yatkınlığa bağlıdır.

Pollaküri: Doğuma yakın aylarda uterusun idrar torbasına baskı yapmasına bağlı olarak idrar torbasının tam boşalamaması sonucu oluşur. İdrar yolu enfeksiyonu sık gelişebilir.

Baş Ağrısı: Emosyonel olaylar veya sinüzite bağlı baş ağrısı meydana gelebilir. Ayrıca preeklampsi veya eklampsi belirtisi olabilir.

Ödem: Uterusun yaptığı baskı venöz dolaşımın bozulmasına ve bacaklarda şişmeye neden olur. Bu bulgu preeklampsi belirtisi de olabilir.

Göğüslerde Hassasiyet: Gebelikte hormon salınımında artma, fizyolojik olarak göğüslerde meydana gelen değişiklikler hassasiyete neden olur.

Yorgunluk: Gebeliğin erken dönemlerinde birçok kadın yorgunluktan şikayet eder ve uyku için daha fazla zaman ister. Bu durum genellikle gebeliğin dördüncü ayıyla beraber kendiliğinden düzelir ve özel bir nedeni yoktur. Progesteronun uyku getirici etkisine bağlı olabilir.

Tablo 1. Gebeliğin Semptomları

1. Amenore 2. Bulantı, kusma 3. Göğüslerde gerginlik

4. Bebeğin hareketlerini hissetmek 5. Boşaltım sistemine ait bulgular 6. Konstipasyon

7. Kilo alma

8. Yorgunluk, halsizlik 9. Tırnaklarda kırılma

Bel ve sırt ağrısı: Postür bozukluğu, vücut ağırlığının artışı gibi nedenler bel ağrısına yol açabilir. Orvieto ve arkadaşları 449 kadın üzerinde yaptıkları bir çalışmada, sırt ağrısının gestasyon süresi ile beraber arttığını göstermiştir (7).

Aşerme ve Pika: Hamilelikte alışılmış olmayan şeylerin yenmesi eğilimidir. Bazen hamilenin yemek istediği yiyecekler, normal ama bulunması güç şeyler olabileceği gibi, yenilmesi olağan olmayan şeyler de olabilir. Buz, toprak, nişasta gibi yiyecek olmayan

(11)

maddelere karşı istek olabilir. Eğer garip yiyecekler diyette baskın hale gelirse demir eksikliğine ve bağırsak parazitlerinin oluşumuna neden olur.

Bacak Krampları: Gebelik sırasında büyüyen uterusun bacak sinirlerine bası yapması, kalsiyum yetersizliği krampa neden olur (7).

Tablo 2.Gebeliğin Bulguları (7)

1. Bazal vücut ısısında artma

2. Ciltte değişiklikler (Gebelik maskesi, linea nigra, strialar, telenjektazi) 3. Hirşutizm

4. Göğüslerde değişiklikler 5. Karında genişleme 6. Pelvik değişiklikler

7. Vajinada damarlaşmadan dolayı renk değişikliği 8. Vajinal akıntı, lökore

9. Servikal değişiklikler (siyanoz ve yumuşama, damarlaşmada artma) 10. Corpus uteride düzensizlik

GEBELİKTE MEYDANA GELEN PSİKOLOJİK DEĞİŞİKLİKLER

Gebelik dönemi birçok insan için özel bir dönem olarak kabul edilmekle birlikte, yeni doğan çocuğunu kucağına alma beklentisi içinde olan anne için aynı zamanda ruhsal bozuklukların gelişimi için riskli bir dönem olmaktadır. Gebelikte sadece fizyolojik değişiklikler değil psikolojik ve sosyal değişiklikler de eşlik eder. Gebelerde fizyolojik değişikliklerin görülmesi, hızlı hormonal değişimlerin olması, duygu durum ve diğer psikiyatrik sendromların ortaya çıkmasının bir nedeni olarak ileri sürülmektedir.(8).

Gebelik birçok anlam içerir. Gebe kadının bu dönemdeki reaksiyonları mutluluk, iğrenme, öfke, kaygı, korku ve depresyon olarak sıralanabilir. Çocuk sahibi olma içgüdüsü farklı bir psikodinamiktir; kadın sevdiği bir partnerden bir şey yaratmak, yeni bir yaşam kurmak, kendine ait bir arkadaş ister (9). İkinci trimester ebeveynler için genellikle mutlu zamandır. Gebe kadın çocuğun durumu üzerine odaklanmıştır ve bebeği kabul etme düşünceleri içerisindedir. Üçüncü trimester başladığında artmış bir şekilde çocuğun koruyuculuğunu üstlenir, kaybetme korkusu hissederek hassaslaşabilir (10).

Gebeliğin her döneminde görülen fizyolojik ve psikolojik tepkiler farklı olabilir. Gebeliğin ilk dönemlerinde bedensel düzenlemeler üzerinde yoğunlaşılır; sabah

(12)

bulantısıyla baş etme, meme hassasiyeti, fiziksel değişiklikler, cinsellik, diyet ve egzersiz. Gebelik sırasında, gebe kadın hem fiziksel hem de fizyolojik sınırlardaki değişikliklere ayak uydurmalıdır(11). Hamileliğin ilerleyen dönemlerinde alınan kilolar kadının görünümünü değiştirdiği için bazı kadınlar bundan olumsuz etkilenip eşlerinin kendilerini beğenmeyeceği endişesine kapılabilirler(10). Kadın gebelik boyunca uyku ve yeme düzenindeki değişikliklerle, bulantı, kusmayla, cildindeki renk değişiklikleri, büyüyen memeler ve kilo artışıyla baş etmeye çalışır; kendini şişman hissedebilir ve fiziksel olarak tekrar eski haline dönüp dönmeyeceği konusunda endişe taşıyabilir. Çoğul gebeliği olan kadınların vücut imajı konusundaki kaygı ve anksiyeteleri daha fazladır(1,10).

Kariyer sahibi kadınlarda annelik durumu ikilem yaratabilir; çocuğun doğumu ile kariyerin nasıl etkileneceği konusunda kaygılanabilir (10). Gebelik basit kıskançlık duygusunu uyardıkça gebe olan çalışan kadınlar, işlerini ve dış sorumluluklarını boşlamak için ince yollarla cezalandırıldıklarını düşünmektedirler (11).

Hamileliğin son dönemi yaklaştıkça doğum korkusu başlar. Bebeğin normal olup olmayacağı, sağlıklı, problemsiz bir doğum yapıp yapmayacağı endişesi içerisine girer. Doğum esnasında çekeceği acıların düşüncesi bile gebe kadının büyük bir kaygı yaşamasına neden olabilmektedir. Bir an önce doğum yapıp, sağlıklı bir duruma bebeği ile birlikte kavuşmak ister (12). Gebelik çoğu kadın için stres faktörüdür. Gebelik sırasında ve doğum sonrasında kadının anneliğe uyum sağlamaya çalışması, stresin asıl kaynağıdır. Bunun yanı sıra çevrenin kadından iyi bir anne olmasını beklemesi stresi arttırır (13).

Gebelik ve doğum kadının yaşam süresinde fizyolojik olay olarak görülmekle birlikte gebe ve ailesi için ciddi biyopsikososyal adaptasyon gerektiren yaşam dönemidir. Gebelik, kadının biyopsikososyal dengesinin bozulduğu, aile ve işyerindeki rollerinin değiştiği, bebek ve anne arasında ebeveynlik ilişkisinin kurulduğu yaşam krizi olarak tanımlanmaktadır (14). Çok sayıda araştırmacı tarafından gelişimsel bir kriz yada kritik bir faz olarak değerlendirilen gebeliğin kadın yaşamındaki yeri kuşkusuz çok önemlidir. Bibring ve arkadaşları gebeliğin bir kadını geri dönüşümsüz olarak etkilediğini ve kalıcı bir psikolojik değişiklik yarattığını söylemişlerdir (14).

Kadının kendi yaşam özgeçmişinde anne ve babası ile ve ailesi ile ilgili yaşadıkları duygular, tutumlar ya da örselenmeler; hamileliğe ilişkin tutumlarda etkilidir. Hamilelik bir neşe, doyum, olgunluk, kendini gerçekleştirme ve mutluluk kaynağı olabildiği gibi; endişe, kaygılı bekleyiş, emosyonel yüklenme de yaratabilir. Gebelik duygusu kendini

(13)

gerçekleştirme yanında, yaşamda değer yargılarını, sistemlerini geliştirme, aktarma duygusu da verir (10).

Gebe kadınların gebeliğe karşı tutumlarını etkileyen bazı faktörler vardır. Bu faktörler; gebenin kendi bireysel ve kişisel deneyimleri, kültür düzeyi, yaşam felsefesi, ailedeki mutluluk derecesi, ailedeki bireylerin gebeliğe karşı tutumları, ailenin sosyal ekonomik yapısı, anneliğe hazırlıklı olma, önceki ruhsal hastalıklar, önceki abortus, gebelikte medikal olarak yüksek risklerin olup olmadığı, ailedeki çocuk sayısı, gebeliğin istenen ya da istenmeyen, planlanmış ya da planlanmamış olmasıdır (8,11).

Gebenin kendi bireysel ya da kişisel deneyimleri gebeliği olumlu ya da olumsuz etkileyebilir. Daha önceki gebeliklerinde zorluklar yaşamış olan kadınlar bu dönemde aynı olumsuzlukların tekrarlanabileceği endişesi içinde olabilirler. Oysa rahat bir hamilelik geçirmiş kadınlar ise daha az kaygı duyacaklardır. Çünkü daha önceki hamilelik deneyimi oldukça olumludur.

Kültür düzeyi daha yüksek olan kimselerin gebelik ve doğum hakkında daha önceden bilgi sahibi olma ihtimali daha fazladır. Bu konu ile ilgili yayınları okuyup bilgi edinebilmektedirler. Başına gelecekleri önceden bilen kişi buna hazırlıklı olur, neyin normal, neyin anormal olduğunun bilincindedir.

Ailedeki mutluluk derecesi, kadının hamileliği kabullenmesi ile doğrudan ilgilidir. Mutlu, huzurlu, sevgi dolu bir aileye sahip olan kadın, bebek ile ilgili mutluluklarının çoğalıp aileye yeni bir fert dünyaya getirmekten sevinç duyacaktır. Ailesinde sorunlar yaşayan kadın ise bu sorunlarını bir de bebek dünyaya getirerek arttırmak istemeyebilir. Bu da gebeliğinde normal yaşaması gereken fizyolojik değişiklikleri çok yoğun yaşamasına neden olabilir (1,8,15).

Ailedeki bireyler kadının gebeliğini kabullenmiş ve bunu sevinçle karşılamışlarsa, gebe kadın bu durumdan daha büyük mutluluk duyabilir. Bu onun daha rahat gebelik geçirmesine yardımcı olacaktır. Aile tarafından tepkiyle karşılanan, istenmeyen, olumsuz tepkilere yol açan hamilelikte ise, kadın daha endişeli, tedirgin olacaktır.

Ekonomik yönden geçim sıkıntısı çeken ailelerde yeni bir bebek haberi, çoğunlukla geçim sıkıntısını arttıracağı düşüncesi ile endişeli karşılanabilir. Oysa ki, ekonomik durumu daha iyi olan ailelerde aynı bebek haberi büyük sevinçle karşılanabilir. Bu endişenin olmaması gebe kadını bir ölçüde olsa rahatlatabilir (1,8,11).

(14)

Eğer kadın çok fazla çocuğa sahip değilse gebeliğini kabullenmesi daha kolay olacaktır. Çok fazla çocuk olması durumunda kadının gebeliğini kabullenmesi güçleşebilir (11,15).

Planlanmış gebeliklerde genellikle kadın ve aile gebelik haberine hazırlıklıdır ve bu haber onları mutlu eder. Kadının gebeliğini kabullenmesi oldukça kolaylaşmıştır, endişesi azalmıştır. Mutlu bir bekleyiş süreci içine girer. Planlanmamış bir gebelik aile tarafından önce şaşkınlıkla karşılanır. Eğer bebek istenen bir bebek ise, gebelik haberi aileye sevinçli bir haber olarak verilir. Ama istenmeyen bebek haberi, aileyi mutsuz edebileceği düşüncesiyle kolay kolay verilmeyebilir (1,11-16).

GEBELİKTE ANKSİYETE VE DEPRESYON

Gebelik dönemi kadınların ruhsal olarak en hassas oldukları ve bu nedenle psikiyatrik hastalık riskinin arttığı bir dönemdir (17). Gebelik ve doğum önemli biyolojik değişikliklerin yaşandığı fizyolojik bir süreç olduğu kadar, erken gelişim dönemlerine ilişkin bastırılmış ve çözülmemiş çatışmaların yeniden gündeme geldiği karmaşık psikolojik bir süreçtir. Bir çok kadın gebelik ve doğuma bağlı olarak oluşan fizyolojik, psikolojik, sosyal değişimlere kolaylıkla uyum sağlarken, bazı kadınlarda hafif, orta, şiddetli düzeylerde ruhsal hastalıklar ortaya çıkmaktadır (18).

Gebeliğin ruhsal bozukluklar için koruyucu bir dönem ya da “kendini iyi hissetme” dönemi olduğu savı son yıllarda kabul görmemektedir, gebe olan ve olmayan kadınlarda depresyon görülme sıklığı benzerdir (Altshuler ve Szuba 1994) (15).

Gebelik ve sonrası duygu durum bozuklukları, çok sayıda gebeyi etkilemekte ve sık karşılaşılan obstetrik komplikasyonlardan biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Gebelik dönemi, kadınlarda depresyonun başlaması açısından yüksek riskli dönemdir. Hemen hemen hiçbir yaşam olayı, gebelik ve doğumun neden olduğu nöroendokrin ve psikososyal değişikliklerle kıyaslanamaz (16,19). Bu dönem kadınların ruhsal olarak en hassas oldukları ve bu nedenle psikiyatrik hastalık riskinin arttığı dönemdir (17,20).

Üreme hormonları duygudurumu hem doğrudan hem de nörotransmitterler, nöroendokrin ya da sirkadiyen sistemler aracılığıyla dolaylı olarak etkileyebilir. Gebelikte, doğumdan sonra üreme hormonlarında ortaya çıkan değişiklikler, sirkadiyen sistemi etkileyerek duygudurum belirtilerine yol açabilir (21).

Anksiyete çoğu zaman bilinç dışı çatışmaya bağlı, nesnesi belli olmayan ve birey tarafından tanınamayan içsel tehdit ya da tehlikeye karşı yaşanan bunaltıdır. Anksiyeteli bir

(15)

kişi belirsizlik ve yardımsızlık duygusuna eşlik eden belli olmayan bir gelecek korkusu ya da endişe duygusu yaşar. Belirsiz olayların bilişsel değerlendirmesiyle anksiyeteye verilen tepki arasında ilişki olduğunu vurgulayan bazı çalışmalar da mevcuttur (22). Anksiyete yaşayan bireyde belirsizlik bir tehlike olarak algılanabilir. Böylece, belirsizlik durumu anksiyeteyi, anksiyete düzeyinin yüksek olması da belirsizliği arttırabilir (22).

Gebede meydana gelen fizyolojik değişimler, psikososyal değişimler, komplikasyonlar anne adayında anksiyeteye yol açabilir. Doğumda meydana gelebilecek aksilikler, bebeğini doğumda kaybetme ihtimali hemen hemen bütün kadınlarda anksiyeteyi arttırmaktadır (15).

Tıbbi öyküde ruhsal bozukluk olması, sosyal destek zayıflığı, evlilik problemleri, kötü yaşam deneyimleri ve gebeliğe karşı ambivalan tutumlar gibi birçok psikososyal risk faktörü de gebelik ve postpartum dönemde ruhsal bozukluk gelişimini etkilemektedir (23). Ayrıca yetersiz beslenme, yetersiz sağlık bakımı, alkol ve madde kullanımı gibi zayıf sağlık davranışları da gebelikte anksiyete ve depresyon ile ilişkilidir (16).

Depresyon, derin üzüntülü bir duygu durum içinde düşünce, konuşma ve hareketlerde yavaşlama ve durgunluk, değersizlik, küçüklük, isteksizlik, karamsarlık duygu ve düşünceleri ile fizyolojik işlevlerde yavaşlama gibi belirtileri içeren bir durumdur (22).

Gebelikte major depresyon ve psikoz gibi ciddi psikiyatrik bozuklukların insidanslarının azaldığı ya da değişmediği bulunmuştur (14). Ancak hafif düzeyde depresyon, anksiyete gibi semptomların insidansının gebelikte arttığı bildirilmiştir(14). Bu çalışmaların ışığında şunları söylemek mümkündür:

1. Anksiyete artışı tipiktir, anksiyetenin özelliği kadının kendisinden çok fetusa odaklı olmasıdır.

2. Kendi içine dönme ve kendi kendisiyle uğraş artar.

3. Artan bağımlılık gereksinimi meydana gelebilir. İlkel savunmalar ve birincil süreç düşüncesine doğru değişim bildirilmiştir (14).

Çeşitli izleme çalışmaları gebelik sırasında depresyon insidansını %10 ile %18 olarak vermektedir. Doğum öncesi depresyon doğum sonrası depresyon kadar şiddetli değildir ve normalde ilk 3 aylık dönemde görülür (24,25). Gebelik, postpartum dönem ve gebe olmayan kadındaki depresyon prevalansının benzer olduğu bilinmektedir (24,26).

Depresyon veya premenstrüel disforik bozukluk öyküsü, genç yaş, kısıtlı sosyal destek, yalnız yaşama, çok çocuklu olma, istenmeyen gebelik, evlilik çatışmaları ve gebelikle ilgili kararsızlık gibi faktörler gebelik sırasında ve postpartum dönemde

(16)

depresyon gelişme riskini arttırır (24,26). Genç yaşta gebelik anne adayı ve onun ailesine benzersiz psikolojik zorluklar getirir. Gebeliğin zorluklarına bir de ergenliğin gelişimsel zorlukları da eklenince psikopatoloji riski artar. Örneğin depresyon yaygınlık oranı gebe genç kızlarda ikinci ve üçüncü trimesterde daha da kötüleşen depresif semptomlarla birlikte yüksektir. Genç anneler özkıyım riski artış göstermeye eğilimlidir (11). Antenatal fazda depresyon öyküsünün olması gebelik ve loğusa döneminde depresyon gelişiminin en önemli belirleyicisidir (11,24). Çeşitli araştırmalarda gebelikteki anksiyete ve depresif semptomların postpartum depresyonu öngörmede en güçlü belirleyiciler olduğu vurgulanmaktadır. Postpartum ilk 6 haftada deprese olan kadınların yarısında prepartum depresif semptomlar bildirilmiştir (25). Önceki gebelikte depresyon öyküsü varsa sonraki gebelik ve doğumlarda % 50-60 oranında tekrarlama riski vardır (8). Diğer yandan gebeliklerin % 15’i düşük ile sonuçlanır. Düşük sonrası gelişen depresyon şiddeti ile gebelik ayı arasında ilişki vardır. Düşük yapanlarda bir sonraki gebelikte de depresyon görülme riski artar (15).

Gebelik boyunca sosyodemografik ve obstetrik değişkenlerin depresyon, anksiyete ve ruhsal bozukluklara yol açması preeklampsi, plesental anormallikler, düşük doğum ağırlığı, erken doğum, fetal stres gibi riskleri arttırır (16,27). Hirshfeld-Becker ve arkadaşları yaptıkları çalışmalarında gebeliklerinde strese maruz kalan annelerin çocuklarında anksiyete bozukluğu geliştirme riskinin daha yüksek olduğundan söz etmişlerdir (20). Yine bu konuyla ilgili yapılan çalışmalarda annelerde oluşan ruhsal bozuklukların çocuğun gelişimi ve anne-çocuk arasındaki duygusal ilişki üzerine olumsuz etkileri olduğu gösterilmiştir (20).

Gebelikte depresyon varlığı ihmal edilemez bir gerçektir. Ortaya konmuş birçok risk faktörlerinin olmasına karşın gebelik ve gebelik sonrası depresyon etyolojisi belirsizliğini korumaktadır. Depresyon atağına yönelik koruyucu önlemler ve erken tedavi, semptomların ağırlığını azaltmakta, anne ve bebek üzerinde olabilecek olumsuz etkilenmeleri sınırlamaktadır (19).

Gebelik sırasında depresyon tanısı koymak zordur. Bu dönemdeki kadınlarda sık görülen libido değişiklikleri, yorgunluk, iştahsızlık ve uyku problemleri, asabiyet gibi somatik belirtileri depresif semptomlardan ayırt etmek zordur. Oysa gebeliğin genel somatik şikayetleri, alışılmış depresyon derecelendirme ölçeklerine göre (Beck Depresyon Envanteri, Hamilton Depresyon Derecelendirme Ölçeği, Epidemiyolojik Araştırmalar Merkezi Depresyon Ölçeği gibi) depresyon semptomları kadar düşüktür. Gebe kadınlar

(17)

tarafından belirtilen depresyon semptomları, tedavi edildikleri doğum uzmanları tarafından, normal gebeliğe bağlı şikayetlerle karıştırılabilir (11,27). Hamilelik esnasında duygudurum veya anksiyete yakınmaları rutin obstetrik kontrol sırasında nadiren ortaya çıkar (8). Ayrıca gebelik ve postpartum dönemde sık görülen gestasyonel diabet, anemi, tiroid fonksiyon bozukluğu gibi tıbbi bozuklukların depresif semptomlara neden olabileceği göz ardı edilmemelidir (17).

Gebelikteki diğer bir zorluk ise halen anti depresan sağaltımı alanların gebe kaldıkları zaman sağaltımlarını erken kesmeleridir. Gelişmiş toplumlarda bile planlanmamış gebelik oranı % 50’ye yakındır. Çoğu gebe kadın “bebek mi yoksa ilaç mı ?” sorusuna ilacı kesme ile yanıt vermektedir. Bu durumda gebelik sırasında depresyonda alevlenme ya da yineleme riski doğmaktadır. Özellikle de sağaltım kesildikten sonra ilk 8 hafta alevlenme görülmesi açısından en riskli dönemdir. Sağaltılmayan depresif dönemlerde özellikle özkıyım görülme riski artar. Gebelik sırasında sağaltılmayan depresyonların yetersiz beslenme ve uykusuzluğa bağlı olarak erken doğum, düşük doğum kilosu ve neonatal sorunlarla birlikte sigara ve alkol kullanımında artışa yol açtığı bildirilmektedir. Gebelik depresyonunda görülen nöroendokrin değişikliklerin fetusa etkileri de tam olarak bilinmemektedir (15).

Cinsiyetin anksiyete bozuklukları üzerine büyük etkisi vardır. Kadınlarda anksiyete gelişme olasılığı erkeklere oranla %85 daha fazladır. Kadın üreme yaşamı boyunca üreme hormonlarındaki dalgalanmaların anksiyete gelişiminden sorumlu olduğu düşünülmektedir. Anksiyete bozukluğu olan kadınların gebelik ve doğum sonrası dönemde hastalık belirtilerinde belirgin değişiklikler ortaya çıkar. Gebeyi en fazla rahatsız eden anksiyete bozukluklarının başında panik bozukluk gelir. Gebelikte panik bulgularındaki değişiklikler gebeliğin fizyolojik değişiklikleri ile açıklanmaya çalışılmaktadır. Gebeliğin ve doğum sonrası dönemin panik bozukluğuna etkileri ile ilgili olarak ilk olgu bildirimlerinde gebeliğin koruyucu etkisi olduğu, doğum sonrası dönemin ise panik bozukluğu riskini ve ciddiyetini arttırdığı bildirilmiştir. Daha sonraki çalışmalarda ise gebelik boyunca panik bozukluğunun değişik gidişleri olabileceğinden söz edilmiştir. Birçok yazar gebelikte panik bulgularındaki değişiklikleri gebeliğin fizyolojik değişiklikleri açıklamaya çalışmışlardır. Gebelikte oluşan fizyolojik değişiklikler, panik bozukluğunda sempatik sinir sistemi işlevinin noradrenerjik kontrolünün daha labil hale gelmesini önleyerek, panik atak sırasında görülen paroksismal sinir sitemi aktivitesinin ortadan kaldırılmasına yardımcı

(18)

olabilir. Tüm bu fizyolojik değişiklikler, panik bozukluğunun gebelik sürecindeki değişikliklerinden sorumlu olabilir (20).

GEBELİKTE SOSYAL DESTEK

Gebelik esnasında oluşan fizyolojik ve psikolojik değişiklikler ailenin ve kadının anksiyetesini arttırır. Bu anksiyete ve stres kriz oluşumuna sebep olup ailedeki dengeyi sarsabilir (28). Anne baba olmaya geçiş dönemi olan doğum eylemi, hem anneyi hem de babayı etkileyen geçici bir durum ve değişikliktir. Gebelik süresince, bebek aileye katılıncaya kadar aile gelişimsel kriz yaşar.

Gebelik boyunca eşle, diğer çocuklarla ve geniş ailede diğer fertlerle olan ilişkiler etkilenebilir. Artmış bir gerginlik oluşur. Bu gerginlikle baş edebilme yeteneği doğrudan anne ile yakın bir ilişki, mutlu bir aile yaşamı, eşle iyi geçinmek ve ekonomik güvenlikle ilişkilidir (1,29).

Ailedeki mutluluk derecesi, kadının gebeliğini kabullenmesi ile doğrudan ilgilidir. Mutlu, huzurlu, sevgi dolu bir aileye sahip olan kadın, bebek ile bu mutluluklarının çoğalıp aileye yeni bir fert dünyaya getirmekten sevinç duyacaktır. Ailesinde sorunlar yaşayan kadın ise bu sorunlarını bir de bebek dünyaya getirerek arttırmak istemeyebilir. Bu da gebeliğinde normal yaşanması gereken fizyolojik değişiklikleri çok yoğun yaşamasına neden olabilir (1,28).

Gebe kadınların çoğu hem biyolojik hem de psikososyal ihtiyaçlara sahiptir. Kendisinden başka çevresinde bulunan ve onun için önemli olan kişilerce de gebe olduğunun bilinmesinden ve istenmiş olmasından emin olmak ister. Bu durumu eşine açık ya da kapalı bir şekilde ifade edebilir. Bu tür davranışlar kadının desteğe olan gereksinimini ortaya koymaktadır (30).

Araştırmalar gebelik döneminde kadının ev ve iş ortamında, sosyal ilişkilerinde desteklenme gereksinimini kuvvetlendirir; desteklendiğini hisseden gebe kadının yaşamı olumlu yönde etkilenirken, gebelik sırasındaki kişiler arası çatışmalar, gebelikte ortaya çıkan emosyonel değişiklikler tarafından ağırlaştırılabilir(31).

Araştırmalar, ailede görülen stres, destek ve aile içi etkileşimlerin doğum, perinatal komplikasyonlar ve doğum kilosu da dahil olmak üzere gebelik dönemini etkileyebileceğini göstermektedir (28). Eşlerinden ve diğer aile fertlerinden pratik ve manevi anlamda destek gören kadınlar, gebelik ve gebelik sonrası dönemde daha az depresyona maruz kalırlar. Ailelerinden ve toplumdan az destek gören stresli kadınlarda

(19)

daha fazla doğum komplikasyonları görülür (28). Gebelikte sosyal desteğin yetersiz olması, evlilik sorunları depresyon görülme sıklığını arttırır (15).

Aileden gelen yoğun destek psikososyal streslerin etkilerini azaltır. Aile, gebelik döneminde bir stres kaynağı veya olumsuz etki de yaratabilir. Kötü işleyen bir aile daha fazla doğum komplikasyonları ve düşük doğum kilosu ile bağdaştırılır (32). Ailelerinden uzakta yaşayan kadınların bebekleri aileleriyle birlikte yaşayanlara göre daha küçük doğar (33).

Psikolojik faktörler gerçek doğum ağrılarını ve doğumu da etkiler. Bir meta-analiz, duygusal destek gören annelerde doğum süresinin 19 dakika daha az olduğunu saptamıştır (28). Duygusal destek gören anneler aynı zamanda daha az intratekal analjezi ve epidural anesteziye ihtiyaç duyarlar. Mercer, hem prenatal hem de intrapartum faktörleri incelemiş ve bir kadının doğum deneyimindeki en önemli değişkenin orada bulunan partneri olduğunu bulmuştur (28).

Başarılı ana-baba olmanın ilk temel koşulu başarılı, dengeli ilişkiler kurabilen birer eş olmaktır. Geleneksel olarak, gebelik sürecinde baba adayının rolünün anne adayının rolü kadar önemli olmadığı düşünülmektedir. Baba adayının gebelik süresince eşine destek olması ve ailenin ekonomik rahatını sağlaması beklenir. Gebelik süresince baba adaylarından, rollerindeki beklentileri ve gereksinimleri karşılamaları beklenmektedir.

Toplumlarda erkekten babalık rolü beklentileri kültürel değerlere bağlıdır ve gebelik süresince erkekler yanlış duygular yaşayabilirler. Genellikle erkeğin gebeliği desteklemesi ve çok yakında gerçekleşecek olan babalıktan gururlanması beklenir.

Erkeklerde de eşi gebe kaldıktan sonra farklı reaksiyonlar görülebilir. Bu farklılık yaşadığı o an ki yaşam koşullarına ve babalıkla ilgili bilinmeyenlere bağlıdır. Bu durum baba adayının zıt duyguları yaşamasına sebep olur (34). Anne adayının gebeliği esnasında baba adayında da birincil olarak ruhsal, ileri durumlarda ise bedensel belirtilerin ortaya çıkmasına neden olabilen değişiklikler ortaya çıkabilir. Özellikle katılımcı baba gebelik ve doğum konusunda anne adayının yaşadığı kaygıları tümüyle yaşayabilir. Bu endişe kendini baş ağrısı ya da bel ağrısı şeklinde dışa vurabileceği gibi gerçekte “sempatik gebelik sendromu” yada tıbbi adıyla “Couvade Sendromu” gelişebilir (35).

GEBELİK VE YAŞAM KALİTESİ

Yaşam kalitesi bireysel iyilik halinin bir anlatımıdır ve yaşamın farklı alanlarında öznel bir doyum ifadesidir. Yaşam, bedenin temel gereksinimlerinin karşılanması ve

(20)

bireyin hayatını ve yaşantısını normal bir şekilde devam ettirmesidir. Buna normal yaşam kalitesi denir. Yaşam kalitesi aile, iş yaşamı ve sosyoekonomik koşulları içermekle birlikte; bireyin hedefleri, beklentileri, umutları ve düşleri ile gerçekler arasındaki farklılığı yani bireyin günlük yaşamından aldığı doyum ve iyilik algısını da içermektedir (22). Grant ve Rivera yaşam kalitesinin çok yönlü olduğunu vurgulamışlar ve yaşam kalitesinin boyutlarını fiziksel ve sosyal iyilik, psikososyal uyum, inanç ve değerler olarak gruplamışlardır (22).

Dünya Sağlık Örgütü, “hedefleri, beklentileri, standartları, ilgileri ile bağlantılı olarak, kişilerin yaşadıkları kültür ve değer yargılarının bütünü içinde durumlarını algılama biçimi” olarak tanımlar yaşam kalitesini. Bir diğer ifadeyle yaşam kalitesi, kişinin içinde yaşadığı sosyokültürel ortamda kendi sağlığını öznel olarak algılayışını tanımlamaktadır. Yani bu kavram tıp teknikleri, laboratuvar işlemleriyle ölçülen nicelik değil, sübjektif olarak yaşatılan bir niteliktir ve aslında pahalı zevklerle doğrudan bir ilişkisi yoktur. Esas amaç kişilerin kendi fiziksel, psikolojik ve sosyal işlevlerinden ne ölçüde memnun olduklarının ve yaşamlarının bu yönleri ile ilgili özelliklerinin varlığı veya yokluğunun ne ölçüde onları rahatsız ettiğinin saptanmasıdır (36,37,38).

Yaşam kalitesinin pek çok bileşeni vardır; sağlık ve eğitim hizmetlerinden yararlanma, yeterli beslenme ve korunma, sağlıklı bir çevre, hak, fırsat ve cinsiyet eşitliği, günlük yaşama katılma, saygınlık ve güvenlik. Bu bileşenlerin hepsi tek tek önemlidir; birinin bile eksikliği kişinin “ben kaliteli bir yaşam sürüyorum” duygusunu zedeler. Yaşam kalitesinin toplamı veya ortalaması alınamaz. Bu yüzden yaşam kalitesinin tanımlanması ve ölçümü zordur (36).

Son yıllarda yaşam kalitesi anketler kullanılarak ölçülmektedir. Bu anketler, hastadaki fiziksel ve zihinsel belirtiler, ağrı ve günlük yaşam etkinlikleri gibi birkaç konuyla ilgili sorular içerir. Yaşam kalitesiyle ilgili ankette verilen yanıtlar, yaşam kalitesini yükseltmek için girişim yapılabilecek alanların saptanmasına yardımcı olabilir.

Teknolojinin ilerlemesi ile birlikte sağlıkta başarılı adımlar atılmış ve hastalıkların tedavisinde mesafeler kat edilmiştir. Buna bağlı olarak yaşam süresi uzamış ve kronik hastalıklar ile daha uzun süre birlikte yaşama zorunluluğu doğmuştur. Hastaların biyolojik yönden tedavisinde bu gelişmeler sağlanırken, hastaların psikososyal sorunları ile daha fazla ilgilenme zorunluluğu gündeme gelmiştir. Böylece hastaların yaşam kalitesi daha fazla ilgi çeker duruma gelmiştir.

(21)

Dünya Sağlık Örgütü 1948’de sağlığı sadece hastalığın ve sakatlığın olmaması değil, fiziksel, ruhsal, sosyal iyilik olma hali olarak tanımlamasından sonra yaşam kalitesi konusu sağlık bakım uygulamalarında ve araştırmalarında önem kazanmaya başlamıştır (37,38).

Yaşam kalitesinin özel bir formu olan “Sağlığa İlişkin Yaşam Kalitesi-SİYK” kavramı, fiziksel, psikolojik ve sosyal alanlarda bireyin deneyimleri, inançları, beklentileri ve algılamalarından etkilenen sağlık algılarını içermektedir. Genel olarak SİYK değerlendirilmesi sağlıkla ilişkili değişkenlerin genelde veya belli bir hastalığı olanlarda önemli olan yaşam olaylarıyla ilişkisini yansıtmaya çalışmaktadır. Genel yaşam kalitesi anketleri, hastalıklara ve hasta gruplarına özgü olmayıp, geniş populasyonlarda, genel sağlık araştırmalarında kullanırlar. Hastalığa özel araçlar ise, çalışılan gruptaki hastalık ya da duruma en uygun olanlara yoğunlaşır. Klinik araştırmalarda kullanılan Sağlıkla İlişkili Yaşam Kalitesi-SİYK (Health Oriented QOL veya Health related QOL) anketleridir (38).

Yaşam kalitesi ölçümleri

MOS SF 36: Klinik araştırmalarda ve tedavide sağlık durumunu değerlendirmek ve medikal tedavinin sonuçlarını belirlemek amacıyla giderek artan bir şekilde kullanılmaktadır. SF-36 skalasından 5’i (fiziksel fonksiyonellik, fiziksel rol güçlüğü, ağrı, sosyal fonksiyonellik ve duygusal rol güçlüğü) kısıtlılık veya yetersizliğin olup, olmadığını sağlık durumlarını tanımlar. Bunlar için 100’lük bir skor, yetersizliğin veya kısıtlılığın olmadığını gösterir. Diğer 3 skala (genel sağlık, vitalite ve mental sağlık) bipolardır, negatif (kötü) ve pozitif (iyi) sağlık durumlarını ölçerek değerlendirir. Bunlar için 50-100 arası puanlar iyi sağlık durumunu gösterirken 50’lik (orta derecede) bir skor limitasyon veya yetersizliğin olmadığını gösterir. (39,40).

Dünya Sağlık Örgütü Yaşam Kalitesi Ölçeği (WHOQOL): Global WHOQOL çalışması, 1992 yılında, o güne dek geliştirilen genel amaçlı sağlıkla ilgili yaşam kalitesi ölçeklerinin batı kaynaklı olması ve ancak batılı kültürler arasında karşılaştırma yapmaya olanak tanımaları gerekçesiyle, dünyadaki çeşitli kültürler arasında karşılaştırma yapmaya olanak tanımaları gerekçesiyle, dünyadaki çeşitli kültürler arasında karşılaştırma yapmayı olanaklı kılmak amacıyla başlatılmıştır. Türkiye ekibi 1995 yılında katılmıştır. Sorular 5’li Likert tipi ordinal yanıt ölçeğine sahiptir. Ölçeğin toplam skoru yoktur. Her bir bölüm ve alan maksimum 20 puan veya 100 puan üzerinden skor alır. Yüksek puan daha iyi yaşam kalitesini

(22)

ifade eder. Bu ölçek, bedensel alan, ruhsal alan, bağımsızlık düzeyi, sosyal ilişkiler, çevre, kişisel inanç olmak üzere altı alandan oluşmaktadır (41).

Gebelik, yaşamın önemli bir parçası, kadın ve ailesi için ise önemli bir yaşam deneyimidir. Gebelik döneminin başlangıcından itibaren fizyolojik ve psikolojik değişiklikler meydana gelmektedir. Gebelik doğal, fizyolojik bir süreçtir, kadınların çoğu iyi bir destekle ve fazla bir tıbbi girişime gerek kalmadan bu süreci sağlıklı bir şekilde geçirirler. Fakat kadınların bazılarında gebelik esnasında komplikasyonlar da oluşabilir. Ayrıca gebelik, sosyal ilişkilerde ve aile üyelerinin rollerinde de değişiklikler yapan durumdur. Gebelik boyunca oluşan fizyolojik, psikososyal değişiklikler, fiziksel, sosyal, psikolojik alandaki değişimlerin yaşam olaylarıyla ilişkisini yansıtmaya çalışan sağlıkla ilgili yaşam kalitesini etkileyecektir.

GEBELİKTE SAĞLIK HİZMETLERİ

Doğum öncesi bakım anne ve fetüsün tüm gebelik boyunca düzenli aralıklarla gerekli muayene ve önerilerde bulunarak, bir sağlık personeli tarafından izlenmesidir. Böylece annelerin daha sağlıklı bir gebelik geçirmeleri ve daha sağlıklı bebeklere sahip olmaları sağlanmış olur (42). Anne ve çocuk sağlığına yönelik en önemli hizmetlerden olan doğum öncesi bakım, başlıca koruyucu hizmetlerdendir (43,44).

Her yıl yaklaşık 500 binden fazla kadın gebelik ve doğum nedeniyle hayatını kaybetmekte, milyonlarca kadın ise bu sebeplerle ya hasta, ya da sakat kalmaktadır. Bunların çok büyük çoğunluğunun az gelişmiş ülkelerde olduğu saptanmıştır (45). Kadınların güvenle gebe kalmaları, doğum yapmaları ve sağlıklı bebeklere sahip olabilmeleri için gebelikleri boyunca eğitimli sağlık personelleri tarafından takip edilmeleri son derece önemlidir (46). Gebelikleri boyunca hiç doğum öncesi bakım almamış annelerin daha fazla ölüm riski taşıdıkları, daha fazla düşük doğum ağırlıklı bebek doğurdukları, bebeklerin perinatal dönemde ölme olasılıklarının daha fazla olduğu belirlenmiştir (42). Annede daha önce var olan hastalıkların erken teşhisi için doğum öncesi bakıma mutlaka ilk trimesterde başlanmalı, düzenli aralıklarla gebeliğin sonuna kadar, normal gebelerde en az 6 kez, riskli gebelerde ise daha fazla sayıda izlem yapılmalıdır (47). Gebelerin ilk üç ayda en az bir kez görülmeleri, sağlıklı ve güvenli bir gebelik geçirilmesi ve olası risk etmenlerinin erken belirlenmesi, özellikle az gelişmiş ülkelerde gebe kadınlarda görülen aneminin tanınması ve sağaltımı açısından önemlidir (48). Doğum öncesi bakımda izlem sayısı kadar izlemin niteliği de son derece önemlidir (42).

(23)

Doğum öncesi dönemde gebe ve fetüs için yaşamsal değer taşıyan riskli durumların erken dönemde farkedilebilmesi için öncelikle gebenin kapsamlı bir biçimde tanılanması gerekir. Günümüzde gelişmiş ülkelerde risk faktörlerini belirlemeye yarayan standardize edilmiş birçok güvenilir tanılama aracı vardır. Tümünün ortak özelliği, gebe ve fetüsü sistematik, bütünsel bir yaklaşımla yani fiziksel olduğu kadar emosyonel bir psikososyal yönleriyle de tanılamış olmasıdır. Ülkemizin doğum öncesi hizmet sunan birimlerinde bu anlamda kapsamlı bir standart tanılama aracının varlığından söz etmek olanaksızdır (49).

Doğum öncesi bakımın temel amacı, annelerin sağlıklı bir gebelik geçirmelerini, sağlıklı bebeklerin doğmasını sağlamaktır.Bu amaca yönelik olarak annede gebelikten önce var olan hastalıklar ve riskli gebelikler saptanır, gebelik komplikasyonu olarak ortaya çıkabilecek hastalıkların erken tanı ve tedavisi, gerekirse sevki sağlanır, fetus intrauterin izlenir, anne tetanoza karşı bağışıklanır, doğumun nerede, nasıl, kim tarafından yapılacağına karar verilir. Anneye beslenme, gebelik hijyeni, doğum, doğum sonu bakım, bebek bakımı ve doğum sonu kullanabileceği aile planlaması yöntemleri konusunda eğitim verilir (43).

Ülkemizde 1961 yılında kabul edilen 224 sayılı Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Yasası’nın öngördüğü temel sağlık hizmetleri yaklaşımı ve alt yapısı, doğum öncesi bakım hizmetlerinin verilmesi için son derece uygun olmasına karşın, doğum öncesi bakım hizmetleri, istenen nicelik ve niteliğe ulaşamamıştır. Aynı zamanda hizmete ulaşılabilirlik, bireysel özelliklere ve bölgelere göre farklılıklar göstermektedir (43).

Hem doğum yapacak annenin hem de bebeğin sağlığını etkileyecek olan doğum öncesi bakım, ülkemizde başta sağlık ocakları olmak üzere pek çok kurum tarafından verilmektedir (47).

Doğum öncesi bakım tıp dünyasında oldukça yeni bir gelişmedir. İlk kez Boston’da yirminci yüzyılın başında gündeme gelmiştir.Boston Hemşire Birliğinin hemşireleri gebe kadınların sağlığına katkıda bulunabilmek amacı ile kayıtlı tüm gebelere ev ziyareti yapmaya başlamışlardır. Bu ev ziyaretleri ile büyük başarı sağlanmış, hekimlerin de desteği ile, önemli bir koruyucu hekimlik uygulaması olan doğum öncesi bakım hizmetlerinin ortaya çıkmasına yol açmıştır (43).

Günümüzde tüm dünyadaki gebe kadınların ancak %70’i gebelikleri boyunca en az bir kez bir sağlık personeli tarafından izlenmektedir. Bu oran ülkelerin gelişmişlik düzeylerine göre büyük farklılıklar göstermektedir. Gelişmiş ülkelerde en az bir izlem alan gebe oranı %98 iken, az gelişmiş ülkelerde bu oran %65’dir (50).

(24)

Türkiye’de doğum öncesi bakım alma durumu 2003 Türkiye Nüfus Sağlık Araştırması (TNSA) verilerine göre annelerin %81’i en az bir kez doğum öncesi bakım almıştır. 1993 ve 1998 TNSA sonuçları ile karşılaştırıldığında doğum öncesi bakım alanların oranlarında belirgin bir artış olmuştur. Dört ve üzerinde bakım alan kadınların oranı ise yıllar içinde bir miktar artmakla birlikte istenilen düzeyde değildir. Bu oran bölgelere göre farklılık göstermektedir. Oysa antenatal bakımın düzenli aralıklarla yapılması, önlenebilir nedenlerle olan anne-bebek ölümlerini azaltacaktır(51,52,53).

DSÖ’ne göre gebelik, doğum ve doğum sonrasında önlenebilir nedenlerle ortaya çıkan anne ve neonatal ölümleri ve hastalıkları öncelikli olarak ele alınması gereken sağlık sorunlarıdır. Yapılan çalışmalar, her yıl 7 milyon civarındaki yeni doğan ölümünün nedeni olarak bu yeni doğanların annelerinin gebelik ve doğum sırasında hayatlarını kaybetmiş olmasını işaret etmektedir (54). Oysa anne ölümleri gereksiz olan ölümlerdir ve büyük çoğunluğu önlenebilir(55,56). DSÖ, anne, bebek ölümlerinin azaltılması için 21. yüzyıl sağlık hedefleri içine üreme sağlığı, antenatal, perinatal ve çocuk sağlığı hizmetlerinde ulaşılabilirliğin arttırılması gerektiğini belirtmiştir (54). Bu kapsamda ebe ve hemşirelerin, doğum öncesi, doğum anındaki bakım hizmetleri yanında doğum sonrası bakım, bebek bakımı ve emzirmeye yönelik hizmetleri annelere sağlamaları gerekmektedir (52,55)

Ebe ve hemşireler, ev ziyaretleri sırasında annelere yönelik tam bir değerlendirme yapmalıdırlar. Değerlendirme, gebelerle görüşme ile başlamalıdır. Bu görüşmede annelerle ilgili kişisel, ailesel, obstetrik, tıbbi öykü ile ilgili bilgiler alınmalı ve riskler araştırılmalıdır. Görüşmeden sonra fiziksel muayene ve laboratuvar incelemeleri yapılmalıdır. Değerlendirme kadının en çok ihtiyaç duyduğu bakım gereksinimlerinin tanımlanmasına yardım eder. Değerlendirmeden sonra gebelerle birlikte bakım gereksinimleri için planlama yapılmalıdır (54).

AİLE HEKİMLİĞİNDE GEBELİĞE YAKLAŞIM

Aile hekimliği hizmetlerinde ana sağlığını ilgilendiren uygulamalara özel bir önem vermek gerekir. Çünkü yeterli sağlık bakımının yokluğu halinde gebelik, doğum, lohusalık gibi fizyolojik durumlar nedeniyle, kadınların sağlığı tehlikeye girebilmektedir.

Anne ölümlerini ve gebelik, doğum, lohusalık ile ilgili nedenlerden dolayı oluşabilecek hastalık ve sakatlıkları ortadan kaldırabilmek için ana sağlığına yönelik birinci basamak sağlık hizmetlerinin yeterli biçimde tüm topluma ulaşır olması gerekir (57).

Gebelikte verilecek sağlık hizmeti; Yüksek riskli gebeliklerin saptanması ve ikinci basamak kuruluşlarına sevk edilmesi, gebelikte ortaya çıkacak sorunların erken tanısı ve

(25)

tedavisi bu hizmet ile sağlanır. Psikososyal ve biyomedikal risk faktörleri değerlendirilir (57,58). Prenatal izlemlerde gebeliğin gelişimi, gebenin kan basıncı, fetusun gelişimi dikkatle izlenmelidir. Ayrıca anemiyi önlemek için demir ve folat tabletleri verilmeli, anneyi ve bebeği tetanoza karşı korumak için tetanoz immünitesi sağlanmalıdır. Anne doğuma hazırlanmalı, yeni doğan bakımı, anne sütü ile beslenme konularında bilgi verilmelidir. Aile planlaması danışmanlığı verilmelidir.

Prenatal (antenatal) izleme ve bakım hizmeti denilen hizmet tek başına maternal mortalite ve morbidite sorununa bir çözüm olmaz. Bu hizmet, gebelik öncesinde başlayan, gebeliğe kadar devam eden, doğum ve doğum sonrası dönemlerde de devam eden bir sağlık hizmetinin sadece bir bölümüdür. Bu gün için hangi kadınların, doğum sırasında ve doğumdan sonra hayatı tehdit edici komplikasyonlara yakalanacağını kesin olarak bilmek imkansız olduğundan annelik ile ilgili sağlık hizmetlerinin sunumunda zincirin sürekliliğinin sağlanması son derece büyük önem taşımaktadır (57).

Gebelik sırasında gelişebilecek tehlike belirtileri; kilo almanın durması, erken doğum, fetus gelişim bozukluğu açısından dikkat edilmelidir. Göz kapaklarının iç kısmındaki mukozanın solukluğu durumunda anemi tehlikesi vardır. Hipertansif hastalık açısından kollar, bacaklar veya yüzde ödem oluşabilir.

Gebelik sırasında oluşan tüm vaginal kanamalar, şiddetli baş ağrısı, şiddetli kusmalar, yüksek ateş, konvülsiyon, doğum eylemi başladıktan sonra 24 saat içinde doğumun gerçekleşmemesi durumlarında acil olarak tıbbi yardım istenilmesi gerektiği gebeye, gebenin yakınlarına ve tüm topluma anlatılmalıdır (57).

Gebelik izlemlerinde ilk vizit, eğitim, risklerin değerlendirilmesi, laboratuvar testlerinin yapılması ve değerlendirilmesini, gebelik haftasının tahminini kapsamalıdır. Gebe kadınlar, prenatal takiplerin sıklığı, beslenme konusunda eğitilmelidir. Laboratuvar testlerinde hemoglobin, hematokrit, kan grubu tayini, sifiliz, rubella, hepatit B, HIV enfeksiyonlarını teşhis etmek için serolojik testler kullanılır.

Düşük riskli ilk gebeliği olanlarda en az 10 vizit, düşük riskli çok gebeliği olanlarda ise en az 8 prenatal vizit yapılmalıdır. Psikososyal sorunları olan veya gebelik komplikasyonları olan gebeler daha sık takip edilmelidir. Gebeliğin ilk iki trimesterinde 5-6 haftada bir takip yapılmalıdır. 30. haftadan sonra vizitler arttırılmalıdır.

Normal gebelerde doğum öncesi kontroller 28. gebelik haftasına kadar ayda bir kez, 28-36. haftalar arasında 15 günde bir kez, bundan sonra doğuma kadar haftada bir kez yapılabilir (58).

(26)

Prenatal taramalarda nöral tüp defekti gibi fetusun yapısal defektlerini ve karyotip anormallkilerini taramak için yapılan ikili ve üçlü tarama testleri gebeliğin 16-18. haftalarında,.gebeliğe bağlı diyabet teşhisi için kan tahlilleri 26-28. haftalar arasında yapılmaktadır. Ayrıca her prenatal vizitte uterusun ebatları ve büyümesi de değerlendirilmelidir (59,60).

Gebelerin prenatal takiplerinde ayrıca psikososyal yönden de değerlendirme yapmak gerekir. Gebenin sahip olduğu sosyal destekleri ve onların bu gebelikle ilgili neler hissettikleri değerlendirilmelidir (28).

Gebelikte rastlanan risk faktörleri

18 yaşından küçük veya 35 yaşından büyük gebeler, ilk gebeliği olanlar, daha önce 4 ve daha fazla doğumu olanlar, gebelikleri arasında 2 yıldan az süre olanlar, çoğul gebelik, eklampsi, zor doğum, hemoraji, ölü doğum, düşük öyküsü, daha önceden 4 kg’dan iri bebek doğurma, uterus üzerinde iz bırakan ameliyat geçirmiş olma, tüberküloz, kalp hastalığı, diyabet, hipertansiyon öyküsü, kötü sosyoekonomik durum, gebeliğin istenmemesi gebelerin anemnezinden saptanan risk faktörleridir.

Anemi, hipertansiyon, ödem, proteinüri, sistemik bir hastalığın varlığı, gebeliğin ilk 3 ayında ilaç kullanma, enfeksiyon geçirme, röntgen ışınlarına maruz kalma, vaginal kanama, ayda 1500 gramdan az kilo alışı ise prenatal izlemlerde saptanan risk faktörleridir (57).

Gebelik takiplerinde yapılması gerekenler

Gebelere her vizitte kilo ve ultrason takibi yapılmalıdır. Kan basıncı, hemoglobin, hemotokrit, Rh, diyabet taraması gebeliğin üçüncü trimesterinde değerlendirilmesi gereken testlerdir. Gebeler ve ailelerine teratojenlerden sakınma konusunda, güvenilir cinsel ilişki, sigaranın zararları, erken doğumun işaretleri, fetusun büyümesi ve gelişmesi, fiziksel ve emosyonel değişim, doğum, emzirme, çalışma ve beslenme hakkında bilgi verilmelidir (59,60).

(27)

GEREÇ VE YÖNTEM

Bu araştırma, Edirne il merkezinde yaşayan son trimester gebelerin sosyodemografik özellikleri, yaşam kaliteleri, kaygı düzeylerinin araştırılması amacıyla kesitsel tanımlayıcı desende tasarlanmıştır.

Çalışma evreni Edirne şehir merkezinde son 3 ayında olan tüm gebeler oluşturmaktadır. Evrenin tamamının çalışmaya alınması hedeflenmiştir. Araştırmamızda Edirne’deki Devlet Hastaneleri ile TÜTF Kadın Hastalıkları ve Doğum polikliniğinde takip edilen, birinci basamakta ebelerin ev ziyaretleri ile takip ettiği son 3 ayında olan toplam 500 gebe kadına ulaşılmıştır. Araştırmamıza 340 gebe kadın (%68,0) katılmayı kabul etmiştir.

Araştırmamızda ulaşılan toplam 500 gebe kadına çalışma hakkında bilgi verilmiş, araştırmaya katılmayı kabul eden 340 kişi çalışmaya dahil edilmiştir. Çalışmanın veri toplama aşaması 01.05.2007-30.06.2007 tarihleri arasında yürütülmüştür. Araştırmacı tarafından son trimester gebelerin takip edildikleri sağlık kuruluşlarında ve ebelerin gebe takiplerinde katılımcılar ile yüz yüze görüşülerek anketlerin doldurulması sağlanmıştır. Araştırmamızda gebelerin kimlik bilgileri toplanmamıştır. Araştırmaya katılacak olan bireyler sözlü olarak bilgilendirilmiş ve onayları alınmıştır. Bu bilgilendirme ve onam alma süreci, çalışma anketinin giriş bölümünde bulunan, araştırmayı açıklayan ve katılımlarını isteyen bir metin yardımıyla sağlanmış ve kabul ettiklerini bildiren gebeler çalışmaya alınmışlardır (Ek 2).

Veri Toplama Aracı

Çalışmada veriler, bu çalışma için araştırmacılar tarafından hazırlanan bir anket kullanılarak toplandı. Anket, katılımcıların sosyodemografik ve aile ortamı bilgileri, sigara ve

(28)

alkol alışkanlığı bilgileri, obstetrik hikayesi, gebelik hakkındaki bilgi, tutum ve görüşlerini sorgulayan 59 soru bulunmaktaydı. Ek olarak gebelerin depresyon durumunu değerlendiren 7 soruluk birinci basamak için Beck Depresyon Ölçeği, gebelerin kaygı düzeyini ve yaşam kalitesini değerlendiren 20 soruluk Spielberg’in Durumluluk Kaygı-Sürekli Kaygı Envanteri ile 27 soruluk Dünya Sağlık Örgütü Yaşam Kalite Ölçeği Kısa Form (WHOQOL-BREF(TR) ankete dahil edildiler. Sorular ulusal ve uluslar arası diğer çalışmalarla karşılaştırılabilir özellikte oluşturulmuştur.

Anket sorularının ve yönlendirmelerin okunabilirlik ve anlaşılabilirlik özelliklerini belirlemek üzere, Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Obstetri servisinde 10 gebe kadına deneme uygulaması yapıldı ve gerekli düzeltmelerden sonra ankete son hali verildi.Araştırmada uygulanan anket Ek-2’de görülmektedir.

Durumluk-Sürekli Kaygı Envanteri (STAI): Spielberger ve ark tarafından geliştirilmiştir. Öner ve Le Compte tarafından 1985 yılında Türk toplumuna uyarlaması yapılmış durumluk ve sürekli kaygı düzeylerini 20 soru ile ayrı ayrı ölçen likert tipi bir ölçektir. Her iki ölçekten elde edilen toplam puan değeri 20-80 arasında değişir. Büyük puan yüksek kaygı seviyesini, küçük puan ise düşük kaygı seviyesini belirtir. Ölçeğin, her biri 20 maddelik iki ayrı ölçeği vardır. Durumluk Kaygı Ölçeği bireyin belirli bir anda ve belirli koşullarda kendini nasıl hissettiğini belirlerken Sürekli Kaygı Ölçeği bireyin içinde bulunduğu durum ve koşullardan bağımsız olarak, kendini nasıl hissettiğini belirler (17). Çalışamamızda, amaçla paralel olarak durumluluk kaygı ölçeğinden yararlanılmıştır.

Birinci Basamak İçin Beck Depresyon Ölçeği: Beck ve arkadaşları tarafından geliştirilen Birinci Basamak için Beck Depresyon ölçeği uluslararası kabul görmüş bir ölçektir. Aktürk ve ark tarafından Türkçe’ye uyarlanmıştır. Birinci Basamak için Beck Depresyon Ölçeği, üzüntü, kötümserlik, geçmişteki başarısızlıklar, kendini beğenmeme, kendini suçlama, ilgi kaybı ve intihar düşüncesi veya isteği belirtilerini kullanarak yedi başlık altında depresyon taraması yapar. Her başlık 0’dan 3’e kadar dört basamaklı bir derecelendirme içerir. Puanlaması her başlıktaki puanların toplanmasıyla elde edilir. Toplam en fazla 21 puan elde edilebilir. Herhangi bir kesme puanı bildirilmemekle birlikte 4’ün üzerindeki puanlarda depresyon olasılığı %90’ın üzerindedir. DSM ölçütlerinin azami gerekliliklerini yerine getirmek için bireylere “bugün dahil, son 2 hafta içindeki” duygu durumları sorulmuştur (61).

Dünya Sağlık Örgütü Yaşam Kalitesi Ölçeği (WHOQOL): Bireyin yaşam kalitesini nasıl algıladığını değerlendiren bir ankettir. Yaşam kalitesinin pozitif ve negatif

(29)

yönlerini belirler (41). WHOQOL-BREF (TR) Türkler için DSÖ Yaşam kalitesi kısa formudur. Toplam 27 soruyu kapsamaktadır. Soruların son 15 gün dikkate alınarak yanıtlanması istenmiştir. İlk iki genel soru dışındaki sorular kullanılarak bedensel, sosyal, psikolojik, çevre ve ulusal çevre alan puanları hesaplanmaktadır.Sorular 5’li likert tipi ordinal yanıt ölçeğine sahiptir. 0-20 puan üzerinden hesaplanan fizik, psikolojik, sosyal, çevre ve ulusal çevre alan puanları yükseldikçe yaşam kalitesi yükselmektedir. Türkçe geçerlilik güvenilirlik çalışması Eser ve ark tarafından yapılmıştır. (62).

Destek ve İzinler

Bu araştırmada uluslararası etik kurallara uyulmuştur ve Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Yerel Etik Kurulu’ndan etik onayı alınmıştır (Ek-1).

İstatistiksel Analiz

Araştırma sonucunda elde edilen verilerin istatistiksel analizleri Statistica 7.0 paket programı (Seri No: AXF507C775406FAN2) kullanılarak yapıldı. İstatistiksel anlamlılık sınırı olarak p<0.05 değeri kabul edildi ve her analizle ilgili mutlak p değerleri belirtildi. Likert 5’li yanıt anahtarı kullanılan tutum sorularında “kesinlikle katılmıyorum” yanıtı -2, “katılmıyorum” yanıtı 1, “fikrim yok/kararsızım” yanıtı 0, “katılıyorum” yanıtı 1 ve “kesinlikle katılıyorum” yanıtı 2 değerleriyle eşlendi. Grup ortalaması hesaplandığında -1’den küçük değerler “kesinlikle katılmıyorum”, 0’dan -1’e kadar olan değerler “katılıyorum”, 0’dan 1’e kadar olan değerler “katılıyorum” ve 1’den büyük değerler “kesinlikle katılıyorum” alanı olarak kabul edildiler. Katılımcılardan çeşitli yakınlarının gebelere destek olma oranları 5’li Likert skalayla incelendi ve yanıtlarda 1 çok az, 2 biraz, 3 orta, 4 oldukça, 5 çok eşlikleri kullanıldı. Grup ortalamaları alındıktan sonra 2’den küçük değerler “çok az”, 3’ten 2’ye kadar olan değerler “biraz”, 3’ten 4’e kadar olan değerler “oldukça” ve 4’ten büyük değerler “çok” alanı olarak kabul edildiler. Çeşitli analizlerde kullanılmak üzere meslek, sosyal güvence, gebelik, doğum, kürtaj ve çocuk sayıları, gebelikte sağlık sorunu yaşama durumu, kronik hastalık varlığı, sigara ve alkol kullanımı, gebelik takibi yaptırma ve gebelik takibini aynı hekime yaptırma değişkenleri “var/yok” şeklinde yeniden gruplandılar. Değişkenlerin normal dağılıma uygunluğu tek örneklem Kolmogorov-Smirnov Z test ile incelendi. Verilerin değerlendirilmesinde frekans tabloları, çapraz tablolar, ki-kare ve korelasyon testleri, Kruskal-Wallis testi, Mann-Whitney U testi, Kendall’s tau-b testi ve lojistik regresyon testleri kullanıldı.

(30)

BULGULAR

Tanımlayıcı istatistikler

Katılımcıların yaşları ortalama 26,87±4,82, ortanca 26 yıl (en düşük 17, en yüksek 43 yıl) olarak bulundu. Çalışmaya alınan tüm gebeler evliydi. Gebelerin evlilik süresi ortalama 5,00±4,70, ortanca 3 yıl (en düşük 1 yıl, en yüksek 29 yıl) olarak bulundu. Katılımcıların çalışma durumu incelendiğinde 242 (%71.2) gebe işsiz, öğrenci ya da ev hanımıydı. En sık rastlanan meslek grubu 51 (%15,0) kişiyle büro, eğitim, sağlık hizmetleri grubuydu. Eşinin mesleği ile ilgili soruya 335 (%98,5) kişi yanıt verdi. Bunların içinde kalifiye işçi veya serbest meslek grubu 100 kişi (%29,4) ile en kalabalık grubu oluşturmaktaydı. Katılımcıların ve eşlerinin mesleklerinin dağılımları Tablo 3’te görülmektedir. Eğitim durumuna bakıldığında katılımcılardan 132’sinin (%38,8) lise mezunu, 89’unun (%26,2) ilkokul mezunu olduğu görüldü. Eşinin eğitimi ile ilgili soruya 338 (%99,4) kişi yanıt verdi. 141 katılımcının (%41,5) eşi lise, 67 katılımcının(%19,7) eşi ilkokul mezunuydu. Katılımcıların ve eşlerinin eğitim durumları Tablo 4’te görülmektedir.

(31)

Tablo 3: Katılımcı ve Eşlerinin Mesleklerinin Dağılımları

Gebe Eşi

Meslek Sıklık Yüzde(%) Sıklık Yüzde(%)

İşsiz,öğrenci,ev hanımı 242 71,2 5 1,5

Kalifiye olmayan işçi 23 6,8 49 14,6

Üretim işçileri 6 1,8 51 11,2

Hizmet işçileri 2 0,6 21 6,3

Satışla ilgili işler 6 1,8 13 3,9

Büro,eğitim,sağlık hizmetleri 51 15,0 60 17,9

Silahlı Kuvvetler - - 27 8,1

Kalifiye işçi,serbest meslek 7 2,1 100 29,9

Yüksek okul mezunları 2 0,6 6 1,8

Yönetici,iş adamı 1 0,3 3 0,9

Toplam 340 100,0 335* 100,0

*Soruya 5 kişi yanıt vermedi

Tablo 4: Katılımcı ve Eşlerinin Eğitim Durumları

Gebe Eşi

Eğitim Durumu Sıklık Yüzde(%) Sıklık Yüzde(%)

Okur yazar değil 1 1 - -

Okur yazar 3 0,9 - - İlkokul 89 26,2 67 19,8 Ortaokul 50 14,7 55 16,3 Lise 132 38,8 141 41,7 Yüksekokul 32 9,4 32 9,5 Fakülte 27 7,9 38 11,2 Yüksek lisans 5 1,5 4 1,2 Doktora 1 0,3 1 0,3 Toplam 340 100,0 338* 100,0

*Soruya 2 kişi yanıt vermedi

Katılımcıların 16’sının (%4,7) sosyal güvencesi yoktu. Kalanların 70’inin (%20,6) Emekli Sandığı, 39’unun (%11,5) Bağ-Kur, 191’inin (%56,2) Sosyal Sigortalar Kurumu mensubu, 24’ünün (%7,1) ise Yeşil Kart sahibi olduğu görüldü.

(32)

Evde sürekli birlikte yaşayan kişi sayısı ortalama 2,88±1,26, ortanca 2 kişi (en düşük 1 kişi, en yüksek 9 kişi) olarak bulundu. Dağılımları Tablo 5’te görülmektedir.

Tablo 5: Evde Yaşayan Kişi Sayısı

Kişi Sayısı Sıklık Yüzde(%)

1 1 0,3 2 174 53,9 3 74 22,9 4 36 11,1 5 22 6,8 6 9 2,8 7 6 1,9 9 1 0,3 Toplam 323* 100,0

* Soruya 17 kişi yanıt vermedi

Katılımcıların ailelerinin aylık gelirleri ortalama 1106,75±1068,33, ortanca 900 YTL (en düşük 200, en yüksek 10.000 YTL) olarak bulundu. Katılımcıların kişi başı gelirleri ortalama 457,83±510,43, ortanca 350 YTL (en düşük 29, en yüksek 5000 YTL) olarak hesaplandı.

Obstetrik Hikaye

Katılımcılardan 192’sinin (%56,5) ilk gebeliğiydi. Gebelik sayısı ortalama 1,78±1,19, ortanca 1 (en düşük 1, en yüksek 8) olarak bulundu. Katılımcıların gebelik sayısı dağılımı Tablo 6’da görülmektedir.

(33)

Tablo 6: Katılımcıların Gebelik Sayısı

Gebelik sayısı Sıklık Yüzde(%)

1 192 56,5 2 83 24,4 3 38 11,2 4 13 3,8 5 7 2,1 6 4 1,2 7 2 0,6 8 1 0,3 Toplam 340 100,0

Katılımcıların 257’sinin (%75,6) normal doğumu yoktu. Kalanların 59’unun (%71,1) bir, 17’sinin (%20,5) iki, 4’ünün (%4,8) üç, 2’sinin (%2,4) dört, 1’inin (%1,2) ise beş normal doğumları bulunmaktaydı. Katılımcıların 295’inin (%86,5) hiç sezeryan öyküsü yoktu. Kalanların 39’unun (%86,7) bir, 5’inin (%11,1) iki, 1’inin de (%2,2) üç sezeryan doğumu vardı. Hem normal doğum hem sezeryan olmuş 6 gebe vardı.

Katılımcıların 295’inin (%86,8) düşük öyküsü yoktu. Kalanların 41’inin (%12,1) bir, 4’ünün (%1,2) iki düşüğü vardı. Katılımcıların 310’unun (%91,2) hiç kürtajı yoktu. Kalanların 21’inin (%6,2) bir, 8’inin(%2,4) iki, 1’inin (%0,3) üç kürtaj öyküsü vardı. Katılımcılardan 327’sinin (%96,2) hiç ölü doğumu yoktu. Kalanların 9’unun (%2,6) bir, 4’ünün (%1,2) iki ölü doğumu bulunmaktaydı.

Çalışmaya dahil edilen 225 (%66,2) gebenin hiç çocuğu yoktu. Kalanların ortalama 1,46±1,05, ortanca 1 (en düşük 1, en yüksek 8) çocukları bulunmaktaydı. Çocuk sayısının dağılımı Tablo 7’de görülmektedir. Katılımcıların en büyük çocuklarının yaşı ortalama 7,46±4,82, ortanca 6 (en küçük 1, en büyük 20 yaş) olarak bulundu.

(34)

Tablo 7: Katılımcıların Çocuk Sayısı

Çocuk Sayısı Sıklık Yüzde(%)

Yok 225 66,2 1 84 24,7 2 21 6,2 3 5 1,5 4 2 0,6 5 1 0,3 6 1 0,3 8 1 0,3 Toplam 340 100,0

Katılımcıların gebelik haftaları ortalama 31,64±4,69, ortanca 32 (en düşük 24, en yüksek 40) hafta olarak bulundu. Katılımcılara “isteyerek mi hamile kaldınız?” diye sorulduğunda 309’u (%90,9) “evet“ şeklinde yanıtlarken 31 gebe (%9,1) “hayır” yanıtı verdi. Gebelerin tıbbi yardım durumuna bakıldığında 13 (%3,8) gebe tıbbi yardım ile gebe kalmıştı. Bu tıbbi yardım 10 (%76,9) gebede aşılama, 3 (%23,1) gebede ise tüp bebek yöntemi idi.

Katılımcıların gebeliklerinde kullandıkları ilaçlar Tablo 8’de görülmektedir.

Katılımcıların 332’si (%97,7) gebeliğinde önemli bir rahatsızlık geçirmemişti. Kalan 8 (%2,3) gebeden 2’sinde kanama, 2’sinde gestasyonel diyabetes mellitus, 2’sinde hipertansiyon, 1’inde oligohidroamniyos, 1’inde abortus imminens rahatsızlıklarının bulunduğu öğrenildi. Katılımcıların 328’i (%96,5) daha önceki gebeliklerinde sorun yaşamamıştı. Kalan 12 (%3,5) gebeden 2’si ölü doğum, 4’ü düşük, 1’i gestasyonel diyabetes mellitus, 1’i kanama, 1’i hipertansiyon, 1’i ateşli hastalık, 1’i erken doğum, 1’i anemi rahatsızlıkları geçirmişti. Kronik hastalık durumuna bakıldığında 330 gebenin (%97,1) herhangi bir kronik hastalığı yoktu. Kalan 10 (%2,9) gebeden 3’ü tiroid hastalığı, 2’si astım, 1’i hipertansiyon, 1’i diyabetes mellitus, 1’i migren, 1’i ektopik böbrek, 1’i ise talasemi taşıyıcılığı bulunduğunu belirtti.

Katılımcılardan 144 (%42,4) gebe en sık olarak bel ağrısı şikayeti olduğunu belirtti. Katılımcıların gebelikleri sırasındaki şikayetlerinin dağılımı ve görülme zamanları Tablo 9’da görülmektedir.

(35)

Tablo 8: Katılımcıların Gebeliklerinde Kullandıkları İlaçlar

İlaç Sayı Yüzde(%)

Kullanmayan 38 11,2

Demir preparatı ve Vitamin 193 56,8

Demir preparatı, Vitamin ve Folik Asit 177 52,1

Vitamin ve Folik Asit 67 19,7

Demir preparatı ve Folik Asit 57 16,8

Vitamin 49 14,4 Demir Preparatı 38 11,2 Folik Asit 9 2,6 Kalsiyum 5 1,5 Magnezyum 5 1,5 Aspirin 3 0,9 Progesteron 1 0,3 Antitrombotik Ajan 1 0,3 Toplam* 340 100,0

*Bir kişi birden fazla seçenek yanıtlamış olabilir

Tablo 9: Katılımcıların Gebelikleri Sırasındaki Şikayetleri

Şikayet Olmadı Oldu-Geçti Şimdi var

Bulantı-kusma 101 (%29,7) 203 (%59,7) 36 (%10,6)

Bacaklarda kramp tarzında ağrı 139(%40,9) 112(%32,9) 89(%26,2)

Baş ağrısı 176(%51,8) 117(%34,4) 47(%13,8) Mide yanması 113(%33,2) 121(%35,6) 106(%31,2) Kabızlık 180(%52,9) 98(%28,8) 62(%18,2) Hemoroid 293(%86,2) 19(%5,6) 28(%8,2) Bel ağrısı 108(%31,8) 88(%25,9) 144(%42,4) Ayaklarda şişlik 162(%47,6) 42(%12,4) 136(%40,0)

Katılımcıların sigara kullanma durumuna bakıldığında 174 (%51,2) gebe hiç sigara kullanmamıştı. Son 1 ayda sigara kullanan 49 (%14,4) kişiydi ve 21 gebe (%6,2) halen

Referanslar

Benzer Belgeler

Buna göre uygulanan kuvvetler ile ilgili aşağıdaki yargılardan hangisi doğrudur? A) Yönleri aynı, doğrultuları ve büyüklükleri farklı kuvvetlerdir.. B) Doğrultuları

Bu klinikte 2008- 2009 yılları arasında yata- rak tedavi gören hastaların yatış dosyaları geriye dönük olarak taranmış, hastaların sosyodemografik verileri, alkol/

Aynı cins iki maddenin sıcaklığını eşit derecede artırmak için ise kütlesi büyük olana daha çok ısı verilmesi gerekir. Bir öğretmen laboratuvarda aşamaları

Taylor’a göre modern toplumsal tahayyülle birlikte din, daha önceki toplumsal tahayyül biçimlerinden farklı olarak artık toplumun bütün üyelerinin gündelik hayatında

Bu çalışmada tip 2 DM’li bireylerde obezitenin yaygın olduğu buna bağlı olarak abdominal obezitenin yüksek olduğu ve özellikle abdominal adipozitenin, insülin

Bu derlemede, önem li bir sağlık sorunu olan obezite- ııin patogenezi ile ilgili son literatürler gözden geçi­ rilmiştir. Enerji dengesi yönünden bakıldığında,

Ge­rçi he­rhangi bir halk bilimcinin traktör ku­llanmay›­ halk bilgisinin u­ygu­n bir örne­ği olarak kabu­l e­de­bile­ce­ği de­ şüphe­lidir... Halk

Kültür pozitif ve negatif olan grupta preterm doğum oranı ile yenidoğan yoğun bakım oranları ben- zerdi ve HbA1c değerleri arasında anlamlı fark bulunmadı.. Sonuçlar: