• Sonuç bulunamadı

19. yüzyıl âşık şiirinde sevgili (Seyranî, Ruhsatî ve Dadaloğlu)

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "19. yüzyıl âşık şiirinde sevgili (Seyranî, Ruhsatî ve Dadaloğlu)"

Copied!
323
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

NİĞDE ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANABİLİM DALI

19. YÜZYIL ÂŞIK ŞİİRİNDE SEVGİLİ (SEYRANÎ, RUHSATÎ VE DADALOĞLU)

YÜKSEK LİSANS TEZİ

HAZIRLAYAN ÂDEM KORKMAZ

DANIŞMAN Doç. Dr. HATİCE İÇEL

(2)
(3)
(4)

ÖZET

19. YÜZYIL ÂŞIK ŞİİRİNDE SEVGİLİ (SEYRANÎ, RUHSATÎ VE DADALOĞLU) Âdem KORKMAZ

Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı Niğde Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü

Eylül 2014

Danışman: Doç. Dr. Hatice İÇEL

Türk Halk Edebiyatı, binlerce yıl öncesine dayanan köklü bir edebiyattır. Bu edebiyatın vazgeçilmez motifi ise sevgilidir. Bu çalışmamızda 19. yüzyılın önemli şairlerinden olan Seyranî, Dadaloğlu ve Ruhsatî’nin şiirleri esas alınarak, 19. yüzyılda sevgili ve sevgiliye ait unsurlar incelenmiştir. Bu unsurlar; sevgilinin fiziki özellikleri, karakter özellikleri, yaşadığı mekânlar, zamanlar, kullandığı aksesuarlar ve araç gereçler, soyu gibi sevgiliye ait temel ögelerdir.

Çalışmamızın amacı 19. yüzyıl âşık şiirinin karakteristik özelliklerini taşıyan üç âşıktan hareketle dönemin sevgili ve sevgiliye ait hususiyetlerinitespit etmek ve söz konusu dönemi aydınlatmaktır. Çalışmanın neticesinde, 19. yüzyıl şiirindeki sevgiliye ait unsurlar belirlenmiş ve bu unsurlar ışığında sonuca ulaşılmıştır.

Anahtar Kelimeler: 19.yüzyıl saz şiiri, sevgili, sevgili motifi, Seyranî, Ruhsatî, Dadaloğlu.

(5)

ABSTRACT

VALENTİNE MOTİF İN MİNSTREL POEM İN 19.TH CENTURY (SEYRANÎ, RUHSATÎ AND DADALOĞLU)

ADEM KORKMAZ

Department of Turkish Language and Literature Institute of Social Sciences of Niğde University

September 2014

COUNCELLOR: Associate Professor Doctor HATİCE İÇEL

Turkish Folk Literature is an established literature which dates back thousands of years ago. Indispensable motive of this literature is “belowed”. In this study, beloved and elements of beloved in the 19. century have been discussed in details based on the poems of Seyranî, Dadaloğlu and Ruhsatî, who were outstanding poets of 19. century. These elements are the physical characteristics of the belowed, personality traits, places and time in which she lived, accessories and tools she used and some other basic elements such as her ancestry.

The objective of our study is to narrate the characteristics and elements of beloved with respect to the period and to enlighten the so-called period with reference to three minstrels who had the characteristic features of minstrel poems of 19. century. As result of this study, elements of beloved in the 19. century have been determined and in the light of these elements, some conclusions have been drawn.

Keywords: The poem of long necklute of 19.th century, long neck lute poem, mistrel valentine, Seyranî, Ruhsatî, Dadaloğlu.

(6)

İÇİNDEKİLER ÖZET... ii ABSTRACT ...iii İÇİNDEKİLER... iv ÖN SÖZ... xxvii KISATMALAR ... xxix GİRİŞ... 1 1. 19. YÜZYIL ÂŞIK ŞİİRİ... 1 2. ÂŞIKLARIN HAYATLARI... 4 2. 1. Ruhsatî ... 4 2. 2. Seyranî ... 7 2. 3. Dadaloğlu ... 9 I. BÖLÜM ... 11

GENEL OLARAK SEVGİLİ... 11

1. SEVGİLİYLE İLGİLİ TEŞBİH VE HİTAPLAR ... 11

1. 1. Afet ... 11

1. 2. Ağa Yollu... 12

1. 3. Ak... 13

1. 4. Bağ, Bostan, Koru... 13

1. 5. Bal, Şeker, Yağ ... 14

1. 6. Bîvefa ... 15

1. 7. Bülbül... 15

1. 8. Can, Canan ... 15

1. 9. Cellat ... 17

(7)

1. 11. Çiçek ... 18 1. 12. Dal... 18 1. 13. Derman... 19 1. 14. Diken... 19 1. 15. Dilber ... 20 1. 16. Dildâr ... 24 1. 17. Din, İman ... 24 1. 18. Dost, Yaren ... 24 1. 19. Duman... 26 1. 20. Gelin... 26 1. 21. Gül... 28 1. 22. Güzel, Hûb ... 31 1. 23. Hanım... 36 1. 24. Hercai ... 36 1. 25. Huri ... 37

1. 26. İma (Dağ Keçisi)... 38

1. 27. İnci, Sedef, Dür ... 38 1. 28. İt ... 39 1. 29. Kale, Hisar ... 39 1. 30. Kalpazan ... 40 1. 31. Kaz, Kuğu ... 40 1. 32. Keklik... 40 1. 33. Kız... 41 1. 34. Köşek ... 42 1. 35. Kuş ... 42 1. 36. Kuzu ... 43

(8)

1. 37. Lokman ... 43

1. 38. Lale ... 44

1. 39. Mâh, Ay, Işık ... 44

1. 40. Ma'kes-i Hüsn-i Ezel... 45

1. 41. Maya ... 45 1. 42. Melek ... 46 1. 43. Merdâne ... 46 1. 44. Mimar... 47 1. 45. Nakkaş... 47 1. 46. Nazlı, Şîvekâr... 48 1. 47. Nergis ... 48

1. 48. Nevreşte, Nevcivân, Taze, Tıfl ... 49

1. 49. Nigâr ... 49 1. 50. Ördek, Suna... 50 1. 51. Peri ... 52 1. 52. Pulat ... 53 1. 53. Sakî ... 53 1. 54. Satıcı ... 54 1. 55. Sel ... 54 1. 56. Serv-i Revân... 55

1. 57. Sevdiğim, Habip, Maşuk, Mahbup ... 56

1. 58. Sitemkâr ... 58

1. 59. Sultan, Padişah, Şah, Sultan, Hünkâr, Han ... 59

1. 60. Şahin, Baz, Toygun... 61

1. 61. Şem ... 62

(9)

1. 63. Şuh ... 63 1. 64. Tabip ... 63 1. 65. Tavus Kuşu ... 64 1. 66. Turna ... 64 1. 67. Tûti ... 65 1. 68. Yâr... 66 1. 69. Yavru... 72 1. 70. Yayla ... 72 1. 71. Yayla Kızı ... 72 1. 72. Yel... 73 1. 73. Yol... 73 1. 74. Yosma ... 74 1. 75. Yusuf... 74 1. 76. Zalim ... 75 1. 77. Ziyaret ... 75

2. SEVGİLİYE AİT İSİMLER... 76

2. 1. Genel Olarak Sevgiliye Ait İsimler... 76

2. 2. Leyla ... 81

II. BÖLÜM... 83

SEVGİLİNİN FİZİKÎ ÖZELLİKLERİ... 83

1. BAŞ ... 83

1. 1. Genel Olarak Baş ... 83

1. 2. Baş ile İlgili Teşbih ve Tasavvurlar ... 84

1. 2. 1. Güneş... 84

1. 2. 2. Eğri Baş ... 84

(10)

2. 1. Genel Olarak Saç ... 85

2. 2. Saç ile İlgili Teşbih ve Tasavvurlar ... 86

2. 2. 1. Şekil ve Renk Bakımından Saç ... 86

2. 2. 1. 1. Bele Taranan Saç ... 86

2. 2. 1. 2. Belik Belik, Kelep Kelep... 86

2. 2. 1. 3. Bela... 87

2. 2. 1. 4. Bent Olmuş Saç ... 87

2. 2. 1. 5. Bulut ... 88

2. 2. 1. 6. Dağınık, Perişan Saç... 88

2. 2. 1. 7. Ekin... 89

2. 2. 1. 8. Elmas Takılı Saç ... 90

2. 2. 1. 9. Gerdana Dökülen Saç ... 90

2. 2. 1. 10. Irgalanan Saç ... 91

2. 2. 1. 11. Kaş Üstüne Taranan Saç... 91

2. 2. 1. 12. Urgan, Bağlayan ... 91

2. 2. 1. 13. Kulunca Dökülen Saç ... 92

2. 2. 1. 14. Leyla ... 92

2. 2. 1. 15. Âşığı Mansur Gibi Asan Saç ... 92

2. 2. 1. 16. Mâr... 93

2. 2. 1. 17. Mor ... 94

2. 2. 1. 18. Nâr ... 94

2. 2. 1. 19. Omuza Dökülen Saç ... 95

2. 2. 1. 20. Öldüren Saç ... 95

2. 2. 1. 21. Örgülü... 95

2. 2. 1. 22. Reyhanlı... 96

(11)

2. 2. 1. 24. Sırma-İbrişim-Altın Saç ... 96

2. 2. 1. 25. Sultan Kavisi... 97

2. 2. 1. 26. Sümbül... 98

2. 2. 1. 27. Sümbül Takılan Saç... 98

2. 2. 1. 28. Taranan, Düzülen Saç... 99

2. 2. 1. 29. Tel Tel... 100

2. 2. 1. 30. Toplanmış Saç ... 102

2. 2. 1. 31. Topuğa Değen Saç... 102

2. 2. 1. 32. Tûba ... 103

2. 2. 1. 33. Suna, Turna Teli ... 103

2. 2. 1. 34. Yanağa, Yüze Değen Saç ... 104

2. 2. 1. 35. Yeke Telli ... 105

2. 2. 1. 36. Zemzemeli (Hoş Nağmeli) ... 106

2. 2. 2. Koku Bakımından Saç... 106

2. 2. 2. 1. Misk ... 106

3. KÂKÜL, PERÇEM ... 107

3. 1. Genel Olarak Kâkül, Perçem ... 107

3.2. Kâkül, Perçem ile İlgili Teşbih ve Tasavvurlar ... 107

3. 2. 1. Gamlı ... 107

3. 2. 2. Gerdana Dolanan... 107

3. 2. 3. İpek Tel ... 107

3. 2. 4. Kaşa Uygun Perçem ... 108

3. 2. 5. Kesik Kâkül... 108

3. 2. 6. Kıvrım Kıvrım... 108

3. 2. 7. Perişan ... 108

(12)

3. 2. 9. Taranmış... 109

3. 2. 10. Yaşmaktan Çıkan Kâkül... 109

3. 2. 11. Yasemin... 109

3. 2. 12. Yüze Değen Kâkül ... 110

4. ALIN... 110

4. 1. Genel Olarak Alın ... 110

4. 2. Alın ile İlgili Teşbih ve Tasavvurlar ... 110

4. 2. 1. Hulle Biçilen Alın ... 110

5. KAŞ ... 111

5. 1. Genel Olarak Kaş ... 111

5. 2. Kaş ile İlgili Teşbih ve Tasavvurlar... 111

5. 2. 1. Ay (Hilal) ... 111

5. 2. 2. Ayın ... 112

5. 2. 3. Bölünür... 113

5. 2. 4. Can Alan, Akıl Alan... 113

5. 2. 5. Çatık, Yıkılmış, Eğik Kaş ... 113

5. 2. 6. Elif... 114

5. 2. 7. Ira (Râ) ... 115

5. 2. 8. Kalem ... 115

5. 2. 9. Katar Katar, Toplanmış ... 116

5. 2. 10. Kerde (Rastık) Çekilen Kaş... 116

5. 2. 11. Kusursuz, Güzel ... 116

5. 2. 12. Kıskanılan... 117

5. 2. 13. Mihrap ... 117

5. 2. 14. Oynayan Gezen, Ar Edep Koymayan, Âlemi Berbat Eden Kaş ... 117

(13)

5. 2. 16. Perişan ... 118 5. 2. 17. Samur ... 119 5. 2. 18. Sırma ... 119 5. 2. 19. Siyah... 119 5. 2. 20. Süzgün, Eğik ... 120 5. 2. 21. Taranan Kaş... 120 5. 2. 22. Teber... 121

5. 2. 23. Yay, Keman Kaş ... 121

5. 2. 24. Zülfikâr... 123

6. GÖZ ... 124

6. 1. Genel Olarak Göz ... 124

6. 2. Göz ile İlgili Teşbih ve Tasavvurlar ... 124

6. 2. 1. Arap Farisî... 124 6. 2. 2. Bela... 125 6. 2. 3. Benli Göz... 125 6. 2. 4. Büyük ... 125 6. 2. 5. Can Alıcı-Cellat... 126 6. 2. 6. Ceylan... 126

6. 2. 7. Cihanı Yakan, Şanlı... 127

6. 2. 8. El Eden Göz ... 127

6. 2. 9. Ela... 128

6. 2. 10. Hükmeden, Zapteden, Hapseden Göz ... 129

6. 2. 11. Kara, Seyfi, Kömür ... 129

6. 2. 12. Kinli... 131

6. 2. 13. Mestân, Mest, Humurlanmış ... 132

(14)

6. 2. 15. Oymak Oymak ... 133 6. 2. 16. Pehlivan... 133 6. 2. 17. Pınar ... 134 6. 2. 18. Sürmelenmiş... 134 6. 2. 19. Süzgün... 135 7. GAMZE (BAKIŞ) ... 135

7. 1. Genel Olarak Gamze... 135

7. 2. Gamze ile İlgili Teşbih ve Tasavvurlar... 136

7. 2. 1. Candan Bîzâr Eden Bakış... 136

7. 2. 2. Göz Ucuyla Bakış... 136

7. 2. 3. Hoşça Bakış... 136

7. 2. 4. Kaçak Bakış... 137

7. 2. 5. Kalbe Doğru Bakış ... 137

7. 2. 6. Ok, Mızrak ... 137

7. 2. 7. Süzgün Bakış... 138

7. 2. 8. Şahin, İspir Bakışlı ... 138

7. 2. 9. Şahane Bakış ... 139

7. 2. 10. Yürek Ezen Bakış... 139

7. 2. 11. Yosma... 139

8. GÖZYAŞI... 140

8. 1. Genel Olarak Gözyaşı ... 140

8. 2. Gözyaşı ile İlgili Teşbih ve Tasavvurlar ... 140

8. 2. 1. Pınar ... 140

8. 2. 2. Sel, Umman... 140

8. 2. 3. Katar Katar ... 140

(15)

9. 1. Genel Olarak Kirpik... 140

9. 2. Kirpik ile İlgili Teşbih ve Tasavvurlar... 141

9. 2. 1. Birbirine Bakışan Kirpikler ... 141

9. 2. 2. Cana Kast Eden ... 141

9. 2. 3. Çift Çift ... 141 9. 2. 4. Elif... 142 9. 2. 5. Hançer ... 142 9. 2. 6. Kancalı ... 142 9. 2. 7. Kara ... 142 9. 2. 8. Kusursuz... 142 9. 2. 9. Ok ... 143 9. 2. 10. Süzgün, Eğik, Kaykı... 143

9. 2. 11. Yüze Dökülen Kirpik ... 144

10. YÜZ, YANAK (CEMÂL, RÛY, RUH, SİMA) ... 144

10. 1. Genel Olarak Yüz ve Yanak ... 144

10. 2. Yüz, Yanak ile ilgili Teşbih ve Tasavvurlar ... 144

10. 2. 1. Ablak ... 144

10. 2. 2. Ay, Mah, Kamer... 144

10. 2. 3. Al Yanak ... 146

10. 2. 4. Bal, Kaymak... 148

10. 2. 5. Çok Renkli, İki Renkli ... 148

10. 2. 6. Benli ... 149

10. 2. 7. Bahar-Yaz... 149

10. 2. 8. Elma Kiraz... 149

10. 2. 9. Elmas... 150

(16)

10. 2. 11. Gül... 150 10. 2. 12. Gülgülü... 151 10. 2. 13. Güneş... 152 10. 2. 14. Doyumsuz... 152 10. 2. 15. İman Arttıran ... 152 10. 2. 16. Kar ... 153 10. 2. 17. Melek... 153

10. 2. 18. Öpülen, Öpülmek İstenen Yüz ... 153

10. 2. 19. Saklanmış, Nikaplı, Perdeli... 154

10. 2. 20. Şevk Veren ... 154

10. 2. 21. Turşu Satan Asık Surat... 155

10. 2. 22. Öldüren Yüz ... 155

10. 2. 23. Yusuf ... 155

10. 2. 24. Yüzün Nuru, Işığı, Ziyası ... 156

11. AĞIZ... 157

11. 1. Genel Olarak Ağız ... 157

11. 2. Ağız ile Alakalı Teşbih ve Tasavvurlar ... 157

11. 2. 1. Gonca ... 157

11. 2. 2. Şeker, Bal ... 158

12. DUDAK... 158

12. 1. Genel Olarak Dudak ... 158

12. 2. Dudakla ilgili Teşbih ve Tasavvurlar... 158

12. 2. 1. Kevser... 158

12. 2. 2. La'l, Ahmer (Kırmızı)... 159

12. 2. 3. Kiraz ... 159

(17)

12. 2. 5. Öldüren Dudak ... 160

12. 2. 6. Öpülen, Emilen, Nûş Edilen... 160

11. 2. 7. Râz... 161

12. 2. 8. Saklanan, Bükülen Dudak (Dudak Bükmek) ... 161

12. 2. 9. Sihir ... 162

12. 2. 10. Şeker, Bal, Kaymak... 162

12. 2. 11. Şarap, Mey ... 163

12. 2. 12. Şeftali ... 164

12. 2. 13. Şirin ... 164

12. 2. 14. Zülâl ... 164

13. DİL... 164

13. 1. Genel Olarak Dil ... 164

13. 2. Dil ile ilgili Teşbih ve Tasavvurlar ... 164

14. DİŞ... 165

14. 1. Genel Olarak Diş... 165

14. 2. Diş ile İlgili Teşbih ve Tasavvurlar ... 166

14. 2. 1. İnci, Dür ... 166

14. 2. 2. 2. Mercan... 166

15. BOYUN ... 167

15. 1. Genel olarak Boyun ... 167

15. 2. Boyun ile İlgili Teşbih ve Tasavvurlar ... 167

15. 2. 1. Tavus Kuşu... 167

15. 2. 2. Ördek ... 167

15. 2. 3. Uzun ... 167

16. KOL ... 167

(18)

16. 2. Kol ile İlgili Teşbih ve Tasavvurlar ... 167

16. 2. 1. Boyna Dolanan, Saran Kol... 167

16. 2. 2. Öldüren Kol... 168

16. 2. 3. İnci, Mercan Takılı Kol... 168

16. 2. 4. Yumuşak Kol... 168

17. EL ... 168

17. 1. Genel Olarak El... 168

17. 2. EL ile İlgili Teşbih ve Tasavvurlar ... 169

17. 2. 1. Ak (Beyaz). El... 169 17. 2. 2. Bade Sunan El ... 169 17. 2. 3. Güllü... 170 17. 2. 4. Kalem Tutan El ... 170 17. 2. 5. Kınalı... 170 17. 2. 6. Öpülmek İstenen El ... 171 17. 2. 7. Topak... 171 17. 2. 8. Yıkanan El... 171 18. GERDAN... 171

18. 1. Genel Olarak Gerdan ... 171

18. 2. Gerdanla ilgili Teşbih ve Tasavvurlar... 172

18. 2. 1. Ak ... 172

18. 2. 2. Ballı ... 173

18. 2. 3. Benli ... 173

18. 2. 4. Emilen, Öpülen... 173

18. 2. 5. Gümüş, Sim, Billur Gerdan... 173

18. 2. 6. Gerdan Açmak, Gerdan Kırmak... 174

(19)

18. 2. 8. Mihrap Yazılı ... 175

18. 2. 9. Reyhanlı ... 175

18. 2. 10. Yukarıda Olan Gerdan ... 175

19. GÖĞÜS, DÖŞ, SÎNE... 176

19. 1. Genel Olarak Göğüs... 176

19. 2. Göğüs ile İlgili Teşbih ve Tasavvurlar... 176

19. 2. 1. Ak ... 176

19. 2. 2. Açılan, Görünen Göğüs... 177

19. 2. 3. Benli ... 178

19. 2. 4. Elvan Elvan, Nakışlı... 178

19. 2. 5. Göğüs Üstündeki Düğmeler ... 178

19. 2. 6. Gül... 179

19. 2. 7. Kar ... 179

19. 2. 8. Misk... 180

19. 2. 9. Namaz Kılınan Yer... 180

19. 2. 10. Sarılan, Sarmak İstenen... 180

19. 2. 11. Uzun Yayla... 181

19. 2. 12. Yumuşak... 181

20. KOYUN... 181

20. 1. Genel Olarak Koyun ... 181

20. 2. Koyun ile İlgili Teşbih ve Tasavvurlar ... 181

20. 2. 1. Arzulanan, Girilen Koyun ... 181

20. 2. 2. Ayva, Turunç, Nar Biten Koyun ... 182

20. 2. 3. Kışlanacak Koyun ... 182

21. MEME ... 183

(20)

21. 2. Meme ile ilgili Teşbih ve Tasavvurlar ... 183 21. 2. 1. Ayva-Turunç-Nar ... 183 21. 2. 2. Beyaz ... 183 21. 2. 3. Domurlanmış... 183 21. 2. 4. Emilen ... 184 21. 2. 5. Kokusu ... 184 22. BEL... 184

22. 1. Genel Olarak Bel... 184

22. 2. Bel ile ilgili Teşbih ve Tasavvurlar... 184

22. 2. 1. İnce ... 184

22. 2. 2. Bele Sarılmak ... 185

22. 2. 3. Bükülen Bel... 185

22. 3. Belle İlgili Diğer Unsurlar ... 186

22. 3. 1. Bele Takılan Kemer, Kuşak, Şal, Hançer... 186

23. BOY... 186

23. 1. Genel Olarak Boy ... 186

23. 2. Boy ile İlgili Teşbih ve Tasavvurlar ... 187

23. 2. 1. Elif... 187 23. 2. 2. Fidan-Dal... 187 23. 2. 3. Öldüren... 187 23. 2. 4. Suna... 188 23. 2. 5. Revan, Hırâmân, Salınan... 188 23. 2. 6. Servi, Kavak ... 188 23. 2. 7. Usul, Güzel... 189

23. 2. 8. Uzun, Orta, Münâsip Boy ... 190

(21)

24. 1. Genel Olarak Ayak, Topuk ... 191

24. 2. Ayak ve Topuk ile İlgili Teşbih ve Tasavvurlar ... 191

24. 2. 1. Kınalı... 191

24. 2. 2. Ak Topuk... 191

24. 2. 3. Ufak Ayak ... 191

24. 2. 4. Topuğa Değen Unsurlar ... 192

25. VÜCUT (TEN) ... 192

25. 1. Genel Olarak Vücut ... 192

25. 2. Vücut ile ilgili Teşbih ve Tasavvurlar ... 192

25. 2. 1. Ak ... 192 25. 2. 2. Bağ, Bahçe ... 193 25. 2. 3. Nâzenîn... 193 25. 2. 4. Pamuk... 193 25. 2. 5. Sığın Etli... 194 25. 2. 6. Sîm ... 194 25. 2. 7. Uygun, Kusursuz... 194

25. 3. Koku Bakımından Ten ... 194

25. 3. 1 Misk, Anber... 194

25. 3. 2 Eşsiz ... 194

26. BEN ... 195

26. 1. Genel Olarak Ben... 195

26. 2. Ben ile İlgili Teşbih ve Tasavvurlar... 195

26. 2. 1. Bağlayan... 195

26. 2. 2. Çifte, Elvan Elvan ... 196

26. 2. 3. Mercan... 196

(22)

26. 2. 5. Öpülen, Dişlenmek İstenen ... 196 26. 2. 6. Sayılan ... 197 26. 2. 7. Sıra Sıra, Katar Katar ... 197 26. 2. 8. Siyah... 197 26. 2. 9. Yüz Yanak, Gerdan Göz Üzerinde... 198 26. 3. Koku Bakımından Ben... 198 26. 3. 1. Anber ... 198 27. TER... 199 27. 1. Genel Olarak Ter... 199 27. 2. Ter ile İlgili Teşbih ve Tasavvurlar ... 199 27. 2. 1. Gül... 199 28. YAŞ ... 199 28. 1. Genel Olarak Yaş ... 199 III. BÖLÜM ... 203 SEVGİLİNİN KARAKTER ÖZELLİKLERİ... 203 1. GENEL OLARAK KARAKTER... 203 1. 1. Karakter ile İlgili Teşbih ve Tasavvurlar ... 203 1. 1. 1. Akıl Eğlencesi ... 203 1. 1. 2. Âlişân ... 203 1. 1. 3. Değişken Huylu... 204 1. 1. 4. Emsalsiz ... 205 1. 1. 5. Edepli Erkânlı Vakur... 206 1. 1. 6. El Sözüne Uyar... 207 1. 1. 7. Hâlden Bilmez, Haksızlık Yapar... 207 1. 1. 8. Huri Melek ... 208 1. 1. 9. Kibirli, Kendini Beğenmiş ... 208

(23)

1. 1. 10. Küser ... 209 1. 1. 11. Kuyu Kazar ... 211 1. 1. 12. Nazlı, Nazik, Edalı, Cilveli, İşveli ... 211 1. 1. 13. Pak (Temiz) ... 215 1. 1. 14. Sadık, Özü Sözü Bir, Mert ... 215 1. 1. 15. Sır Saklayan... 216 1. 1. 16. Söz Verip Sözünde Durmaz ... 217 1. 1. 17. Utangaç... 217 1. 1. 18. Vefasız... 218 1. 1. 19. Kandıran, Kalpazan... 218 1. 1. 20. Zalim, Cevreden ... 219 IV. BÖLÜM ... 222 SEVGİLİNİN DİĞER GÜZELLİK UNSURLARI... 222 1. GÜLÜŞ ... 222 1. 1. Genel Olarak Gülüş... 222 1. 2. Gülüş ile İlgili Teşbih ve Tasavvurlar ... 222 1. 2. 1. Hoşça Gülüş ... 222 1. 2. 2. Fıkır Fıkır ... 223 1. 2. 3. İnci, Mercan, Gül Döken... 223 1. 2. 4. Sine Yakan, İncelten, Üzen, Kalbe Değen ... 223 2. SÖZ, KONUŞMA ... 224 2. 1. Genel Olarak Söz, Konuşma... 224 2. 2. Söz, Konuşma ile İlgili Teşbih ve Tasavvurlar... 224 2. 2. 1 Ayıltan ... 224 2. 2. 2. Bülbül ... 224 2. 2. 3. Dayanılmaz, Dert Veren, Öldüren... 225

(24)

2. 2. 4. Duru... 225 2. 2. 5. Dür (İnci)... 225 2. 2. 6. Kumru... 225 2. 2. 7. Nazlı ... 226 2. 2. 8. Sitemli, Acı Poyraz, Kahırlı, Dertli... 226 2. 2. 9. Şirin, Bal, Güzel ... 227 2. 2. 10. Taç ... 228 2. 2. 11. Turna ... 229 2. 2. 12. Tûti ... 229 2. 2. 13. Uğrun (Gizli) Konuşma... 230 2. 2. 14. Sevgilinin Metinlerde Geçen Konuşmaları ... 230 3. YÜRÜYÜŞ ... 235 3. 1 Genel Olarak Yürüyüş ... 235 3. 2. Yürüyüş ile İlgili Teşbih ve Tasavvurlar ... 236 3. 2. 1. Düz, Doğru ... 236 3. 2. 2. Kan Dökücü, Öldürücü ... 236 3. 2. 3. Kaz, Keklik, Şahin, Suna, Turna ... 237 3. 2. 4. Kostak... 238 3. 2. 5. Maya (Deve)... 238 3. 2. 6. Nazlı ... 238 3. 2. 7. Peri ... 239 3. 2. 8. Salınarak... 239 3. 2. 9. Selvi, Fidan, Dal... 241 3. 2. 10. Şah, Hünkâr ... 241 3. 2. 11. Yavaş Yavaş, Tıkır Tıkır, Hoşça ... 242 3. 2. 12. Bazı Fiillerle Yürüyüşü ... 242

(25)

4. KIYAFET VE AKSESUARLAR... 243 4. 1. Genel Olarak Kıyafet ... 243 4. 2. Kıyafetler ve Kıyafetlerin Yapımında Kullanılan Kumaşlar ... 243 4. 2. 1. Kıyafetler... 243 4. 2. 1. 1. Don ... 243 4. 2. 1. 2. Entari, Telli ... 243 4. 2. 1. 3. Heril ... 245 4. 2. 1. 4. Kürk ... 245 4. 2. 1. 5. Libas ... 245 4. 2. 1. 6. Önlük ... 245 4. 2. 1. 7. Salta ... 245 4. 2. 1. 8. Sıktırma ... 246 4. 2. 1. 9. Şalvar ... 246 4. 2. 2. Kıyafette Kullanılan Kumaşlar... 247 4. 2. 2. 1. Atlas, Savai, Sim, İpek, Hara, Kemha, Kutnu, Keten ... 247 4. 2. 3. Kıyafette Renk... 248 4. 2. 4. Ayakkabılar ... 250 4. 2. 4. 1. Çizme... 250 4. 2. 4. 2. Mest ... 251 4. 2. 4. 3. Nalın ... 251 5. AKSESUAR ... 251 5. 1. Genel Olarak Aksesuar ... 251 5. 1. 1. Altın, Gümüş, Elmas, İnci Mercan... 252 5. 1. 2. Cığa, Tel ... 252 5. 1. 3. Halhal ... 253 5. 1. 4. Hamaylı, Muska ... 253

(26)

5. 1. 5. İbrişim ... 254 5. 1. 6. Kemer ... 254 5. 1. 7. Kol Halkası, Burma... 255 5. 1. 8. Saça Takılan Çiçekler... 255 5. 1. 9. Yüzük ... 256 5. 2. Yüze, Alna, Saça, Omza Atılan ve Takılan Aksesuarlar ... 256 5. 2. 1. Bürümcek ... 256 5. 2. 2. Çâr ... 256 5. 2. 3. Çember ... 257 5. 2. 4. Fes, Eğr'efe ... 257 5. 2. 5. Nikap, Yaşmak, Perde ... 258 5. 2. 6. Şal, Lahur ... 259 5. 2. 7. Yemeni, Tülbent, Yağlık, Elvela... 260 5. 3. Makyaj Malzemeleri ... 261 5. 3. 1. Cila ... 261 5. 3. 2. Kerde (Rastık) ... 261 5. 3. 3. Kına ... 261 5. 3. 4. Sürme ... 263 6. ARAÇ, GEREÇ ... 264 6. 1. Genel Olarak Araç, Gereç... 264 6. 1. 1. Halı ... 264 6. 1. 2. Hançer, Bıçak ... 264 6. 1. 3. Kalem, Nâme (Mektup)... 265 6. 1. 4. Mendil ... 265 6. 1. 5. Tas, Kadeh... 265 6. 1. 6. Yorgan ... 266

(27)

7. SOY, NESİL... 266 7. 1. Genel Olarak Soy, Nesil ... 266 7. 2. Soy, Nesil ile İlgili Teşbih ve Tasavvurlar ... 267 7. 2. 1. Aşiret Kızı ... 267 7. 2. 2. Avşar, Türkmen... 267 7. 2. 3. Huri, Melek, Peri ... 268 7. 2. 4. Kral Kızı ... 268 7. 2. 5. Kuş ... 268 7. 3. Annesi, Babası, Kardeşleri, Diğer Akrabaları ve Tanıdıkları ... 269 8. YER, YURT ... 271 8. 1. Genel Olarak Yer, Yurt... 271 8. 2. Yer, Yurt ile İlgili Teşbih ve Tasavvurlar... 272 8. 2. 1. Âşığın Semti... 272 8. 2. 2. Ava Giderken ... 273 8. 2. 3. Bağ, Bahçe ... 273 8. 2. 4. Cami Avlusu... 273 8. 2. 5. Cennet... 274 8. 2. 6. Gemi ... 274 8. 2. 7. Göl, Irmak Kenarı ... 274 8. 2. 8. Kapı ... 275 8. 2. 9. Pınar, Su Yolu ... 275 8. 2. 10. Tenha Yerler... 276 8. 2. 11. Oda ... 277 8. 2. 12. Saray... 277 8. 2. 13. Tarla ... 277 8. 2. 14. Yayla, Dağ Başı... 277

(28)

8. 3. Sevgilinin Bulunduğu Mekân İsimleri... 278 9. DEĞER (KIYMET)... 282 9. 1. Genel Olarak Değer (Kıymet)... 282 SONUÇ... 287 KAYNAKÇA ... 289

(29)

ÖN SÖZ

Türk Halk edebiyatı, sözlü edebiyata kadar uzanan köklü bir edebiyattır. Şaman törenleri ve dini törenlerle başlayan âşık edebiyatının,Orta Asya'dan yayılmaya başladığını ve günümüze kadar sınırlarını genişleterek çok geniş bir sahada binlerce yıldır var olduğunu görmek mümkündür.Bu uzun serüven içinde,sosyal hayat ve düşünce hayatında görülen değişimler, binlerce yıl süregelen edebî zevkin ve geleneğin de farklılaşmasına zemin hazırlamıştır. Devam edegelen bu süreçte Türk Halk şiiri, üç kolda kendi çizgisini tayin etmiş ve şekillenmiştir: Anonim Halk Şiiri, Dini-Tasavvufi Halk Şiiri ve Âşık Tarzı Türk Şiiri.

16. yüzyılda sözlü kültür ortamında,tam manasıyla vücut bulan âşık edebiyatı, 16. yüzyıldan sonra bağımsız bir şiir kolu olarak varlık gösterir. Asırlarca devam eden ve edecek olan bu süreçte, dönemin siyasî, toplumsal, fikrî, dinî ve askerî olayları Türk halk şiirini de tabii olarak etkilemiş ve bu etki eserlerde doğrudan yahut dolaylı olarak vücut bulmuştur.

XI. yüzyılla edebiyatımızın kapısını çalan divan edebiyatının rüzgârı ve ihtişamı, 18. yüzyılın sonlarında, son büyük temsilcisinin ölümüyle kaybolsa da halkın bağrından çıkan ve tamamıyla milli unsurlarla mücehhez olan halk edebiyatı, yine halkın gönlünde yer bulmuş; süsten, ihtişamdan uzak, mütevazı, bir parça öksüz; fakat bir o kadar da içten, arı ve gür sesiyle halkın bütün terennümlerine ve duygularına tercüman olmuştur. Türk halk şairlerini tek başlarına incelemekten öte onları bir geleneğin zinciri, -öncesi ve sonrasıyla- tek kalıp hâlinde düşünmek daha uygun olacaktır.

Bu çalışmada“19. Yüzyıl Âşık Şiirinde Sevgili”konualınmıştır. Bu dönem içinde, sevgiliye bakış açısını, şairlerin duygu, düşünce ve tasavvurlarını, doğrudan ve dolaylı olarak sevgiliyi nasıl ele aldıklarını, dönemin şartları içinde sevgilinin sosyal çevresinin ve giyim kuşamının nasıl olduğunu, nerelerde görülebildiğini, hâl hareket ve tavırlarını, karakteristik özelliklerini kısacası sevgiliye ait ne varsa,geniş bir şekilde incelemeye çalıştık.

Dönem içinde var olan şairler, sevgililerini anlamak ve anlatmak için pek çok tasavvur kullanmışlar ve özgün söyleyişler meydana getirmişlerdir. Bu motifleri kullanmalarının amacı kabına sığmayan, coşkun sevgilerini bir parça somutlaştırmak, lisana alamadıkları onlarca hissi kalıplara dökerek duygu ve hayal gücünün derinlikleriyle ifade ettikleri kelimeleri, sevgilinin kapısını çalacak bir anlam hâline getirmektir. Zaman zaman, beddualarla, zaman zaman dualarla ve yalvarışlarıyla ortaya konulan bu sevginin en önemli ve güzel yanı herbiri birer Türkmen olan bu halk ozanlarının kalplerinin de dilleri gibi duru, içten ve çıkarsız olmasıdır.

(30)

“19. Yüzyıl Âşık Şiirinde Sevgili(Seyranî, Ruhsatî ve Dadaloğlu)” adlı çalışmada konuyu sınırlandırdık ve dönem üzerinde en etkili olan üç aşığı ele aldık. Bu âşıklarSeyranî, Dadaloğlu ve Ruhsatî'dir. Âşıkların eserlerini incelerken titiz davranmaya gayret ettik. Çalışmamızda ilk önce Ruhsatî, Seyranî ve Dadaloğlu’nun hayatı, edebi şahsiyeti verilmiştir. Daha sonra çalışmamızın ana konusu olan “19. Yüzyıl Âşık Şiirinde Sevgili”ye geçilmiştir. Bu konuyu ‘Sevgili ve Sevgilinin Güzellik Unsurları’ ve ‘Diğer Güzellik Unsurları’ olmak üzere iki ana kısımda inceledik. Ana konudaki çalışmamızda ilk olarak sevgili, genel olarak ele alınmıştır. Sevgiliyle ilgili teşbih ve hitaplar sunulmuş, sevgiliye ait isimler ayrıntılı olarak belirtilmiş, sevgilinin fiziki güzellik unsurları ve fiziki özelliklerinden ayrıntılı olarak bahsedilmiş ve her güzellik unsurunun geçtiği mısralar gösterilmiştir.‘Sevgilinin Diğer Güzellik Unsurları’ olarak ele aldığımız ikinci bölümde ise, fiziki özelliklerinden ziyade, hâl, hareket, tavır ve karakter özellikleri ayrıntılarıyla ele alınmıştır. Yapılan benzetmeler ve tasavvurlar açıklamalı bir şekilde tasnif edilmiş, eserlerde karşılaşılan mısralar tespit edilerek tespit edilen bu metinler çalışmaya aktarılmıştır. Sonuç bölümünde aynı yüzyılda yaşamış üç halk ozanının benzer ve farklı yönleriyle ait oldukları yüzyıldaki sevgili motifi tüm hatlarıyla ele alınarak bir sonuca gidilmiştir. Çalışmamız, yararlandığımız kaynakları belirtmek amacıyla kaynakçayla sona ermektedir.

Gerek konu tespitinde gerekse de çalışmanın hazırlanmasında bana her konuda yardımcı olan, engin bilgi ve tecrübesiyle yol gösteren; anlayışıyla, sabrıyla, desteğiyle, gerçek bir rehber olan, öğrencisi olmakla her zaman gurur duyduğum değerli hocam,Doç. Dr. Hatice İÇEL’e gönülden teşekkürü bir borç bilirim.Kıymetli aileme, destekleri, anlayış ve sabırları için ayrıca teşekkür ederim.

Niğde 2014

(31)

KISATMALAR Bkz.:Bakınız C.:Cilt Dr.:Doktor Hz.:Hazreti Hzl.:Hazırlayan

MEB.:Milli Eğitim Bakanlığı

OTAM: Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Prof.:Profesör

s.:Sayfa S.:Sayı

(32)

GİRİŞ

1. 19. YÜZYIL ÂŞIK ŞİİRİ

Mehmet Fuat Köprülü’ye göre (Köprülü 1962: 524)16. yüzyıldan beri gelişimini sürdüren âşık edebiyatı 19. yüzyılda daha büyük önem kazanmıştır. Divan edebiyatında Mahallîleşme akımının etkileri artarken, diğer yandan âşık şiiri, divan edebiyatı etkisine daha fazla girerek halktan ve halk zevkinden uzaklaşma eğilimi göstermeye başlamıştır. Âşıklar, Âşık Ömer ve Gevherî’nin etkisinde kalarak aruz ölçüsünü ve divan şiirinin nazım şekillerini daha çok kullanmaya başlamışlardır. Hece ölçüsüyle yazdıkları şiirlerde de daha çok Arapça ve Farsça kelime terkip ve tamlamalar kullanmaya başlamışlardır.” “Âşık edebiyatı ve divan edebiyatı 19. yüzyılın ikinci yarısında, toplumdaki değişim ve gelişime paralel olarak gerileyip gelenekten uzaklaşmaya başlamıştır.

Erman Artun (Artun 2011: 4) 19. yüzyılda İstanbulun, âşık edebiyatını gelişmesi bakımından çok uygun bir çevre olduğunu dile getirmiş. Bunda II. Mahmut'un âşıkları korumasının payı büyük olduğunu belirtmiştir. Artun’a göre bu yüzyılda âşıklık geleneği ve âşık edebiyatı yeniden canlanmıştır.19 yüzyılın sonlarında büyük yerleşim merkezlerindeki ve özellikle İstanbul'daki kuvvetli âşıklık geleneği yerini başka bir geleneğe" semaî kahvelerine" bırakmıştır. Bu kahvelerde söz sahibi olan âşıklar artık gezginci âşık değildir. "Meydan Şairleri" de denen bu tarzın temsilcileri semaî kahvelerinde mani destan, koşma, divanî, semaî, kalenderî gibi şiirler söylerlerdi. Ramazan, bayram ve Cuma geceleri semaî kahvelerinde büyük toplantılar olurdu. Önce klarnet, darbuka ve zilli maşa gibi çalgılarla mızıka faslı yapılırdı. Alafranga marşlardan sonra türkülere geçilirdi. En sonunda âşık şiirleri okunurdu. İstanbul'da semaî ocakları, genellikle tulumbacı ocaklarına bağlı İstanbullu âşıklardı. Tekkelerin kurulduğu ve geliştiği şehir ortamında âşıkların, tekke ve medrese kültürüyle yoğrularak 19. yüzyıl sonlarına kadar geleneksel tavırlarını sürdürdükleri görülmektedir.Bu yüzyılda âşıkların çoğu okur-yazardır. Bazı âşıkların şiirlerini klasik kalıplara uymasa da divan şeklinde basılmıştır. Okur-yazar âşıkların yanı sıra eski geleneğe bağlı âşıklar dar, çevrelerde şiir söyleyerek âşıklık geleneğini sürdürmeye devam etmişlerdir

“Bu yüzyıl da 17. yüzyıl gibi Türk saz şiirinin zirve heyecanını yaşadığı dönemlerden biridir. Kaynakların artması, bazı âşıkların şiirinin basılma şansını yakalaması elbette yüzyılın gelişmesinde etkili olmuştur.” (Alptekin- Sakaoğlu 2008: 96).

19. yüzyılda yazılan şiirlerden hareketle bilhassa âşıkların toplumun içinden çıkmalarından dolayı, toplumun gelenek görenek, aşk, kahramanlık ve ölüm gibi pek çok konuda hakkında net fikre sahip olunabilir.

(33)

AMAÇ

Çalışmamızın amacı; 19. yüzyıl âşık şiirinde geçen sevgili motifini bütün yönleriyle ele almak ve hangi unsura niçin ve nasıl benzetildiğini örnekleriyle ortaya koymaktır. Âşık şiirinin 19. yüzyılda sevgiliye bakışından hareketle bütün bir halk edebiyatı hakkında çıkarım yapabilmek de mümkün olacaktır. Netice itibariyle âşık edebiyatının dolayısıyla Türk halk şiirinin inceliğinin ve ahenginin anlaşılması, hiçbir teşbih ve tasavvurun sıradan ve rastgele olmadığı her birinin bir mana inceliği taşıdığını belirlemek ve ortaya koymak temel amacımızdır.

YÖNTEM

Metinlerin tespitinde fişleme yöntemi kullanılmıştır. Daha sonra tespit edilen bu metinler kendi içinde tasnif edilmiş ve ana tasnif içindeki metin başlığına yerleştirilerek sınıflandırılmıştır.

VERİLERİN TOPLANMASI

Çalışmamıza ilk olarak inceleyeceğimiz yüzyılı araştırmakla başladık. 19. yüzyıl âşık edebiyatında, yaşadıkları dönemi yansıtan üç sanatçıya ait güvenilir kaynaklara ulaşmak için kaynak taraması yaptık. Bu doğrultuda Eflâtun Cem Güney-Çetin Eflâtun Güney’in “Ruhsatî”, Hüseyin Avni Yüksel’in “Âşık Seyranî” ve İsmail Görkem’in “Yeni Bilgiler Işığında Dadaoğlu” adlı eserlerine ulaştık ve bu eserleri çalışmamızda esas aldık. Eserlerin her birini inceleyerek konumuzda kullanılacak unsurları tek tek tespit ettik. Bu tespitlerimizi önce ana başlıklar altında, daha sonra alt başlıklar altında tasnif ettik. Bütün örnekleri hazırladıktan ve başlıkları belirledikten sonra farklı kaynaklara başvurarak, örneklerin önceki yüzyıllarda nasıl ve hangi amaçla kullanıldığı hakkında bilgiler edindik. Kendi çalışmamıza bu kaynaklardaki bilgileri de aktararak, bir sentez oluşturmaya çalıştık.

Tespit ettiğimiz mısraların yazımından sonra bu mısranın hangi şaire ait olduğu, sayfa numarası, mısranın alındığı şiir numarası, bent veya dörtlük numaralarını bu şiirlerin sağ alt köşesinde belirttik. Bunun bir örneği şu şekildedir:

Çatma kaşlarını gel eyle rahat Zülfünü gerdâna düzme sevdiğim

(Seyranî s. 91/61-1).

Sevgilinin karakter özelliklerinde ise zaman zaman farklı bir yol takip ederek, genel başlık içinde bir nevi şerh yaparak örnekler üzerinde açıklama yoluna gittik. Bir örnekte

(34)

yalnızca bir mısra verirken, bir başka örnekte ise bütünlüğün bozulmaması için bir kıtanın tamamına ver verilmiştir. Bunu anlam bütünlüğünü bozmamak adına yaptık.

SINIRLILIKLAR

“19. Yüzyıl Âşık Şiirinde Sevgili(Seyranî, Ruhsatî ve Dadaloğlu)” adlı çalışmamızı hazırlarken, konunun genişliği, söz konusu yüzyılda yaşamış şairlerin çokluğu, yazılmış ve söylenmiş şiirlerin fazla olmasından dolayı konuyu sınırlandırdık. Dönemi en iyi yansıtan ve dönemin en karakteristik özelliklerini şiirlerinde bulabileceğimiz üç şair olan Seyranî, Dadaloğlu ve Ruhsatî’yi ele aldık. Bu üç âşığın şiirlerinden hareketler sevgili ve ona ait özellikleri inceledik.

(35)

2. ÂŞIKLARIN HAYATLARI 2. 1. Ruhsatî

Ruhsatî 19. yüzyılda yaşamış büyük bir halk ozanıdır. Âşıklığını ve hayatını araştıran araştırmacıların en önemli kaynağı, şairin elimizde olan şiirleridir. Bu şiirlerden hareketle, Ruhsatî'nin hayatı hakkında bazı sonuçlara ulaşmışlardır.

Eflatun Cem Güney'e göre Âşık Ruhsatî Sivas Kangal kazasına bağlı Deliktaş bucağındandır. Bu iddiasını "Dedem vilayeti gitsem Tunus'a" mısraıyla desteklemiş ve soyunun baharda yayladan yaylaya göçen, kış gelince Tunus'ta kışlayan Avşar soyu olduğunu belirtmiştir.(Güney 1975:7)

Ahmet Özdemir bu iddiayı destekleyerek: "Ruhsatî eski adı Tonus olan günümüzde Şarkışla ve Altınyayla ilçelerini içine alan yöreden göçerek Kangal'ın Deliktaş köyüne yerleşen Yeni İl Türkmenleri, bir şiirine göre de Yeni İl Afşarları kökenli bir ailenin oğluydu" tespitinde bulunmuştur (Özdemir 2008: 13).

Her iki araştırmacı da Ruhsatî'nin; “Elli birde zuhur edip

Doğup meydana geldim ben”

şiirini (Güney 1975: 7) referans alarak doğumunun 1251 olduğu ve bu tarihin milâdî karşılığının ise 1835 olduğu hususunda birleşmişlerdir.

Ahmet Özdemir Mehmet Fuat Köprülü’nün , Ruhsatî'nin doğum yılını 1856 olarak verdiğini (Köprülü 1962: 539), Vehbi Cem Aşkun'un, Büyük Halk ve Saz Şairi Ruhsatî kitabında ise doğum tarihinin 1832 olarak gösterildiğini (Aşkun: 1944 :7) belirtmiştir. ( Özdemir 2008: 13).

Özdemir, Ruhsatî’nin bir başka dörtlüğündeki; “Aşk ile sürdüm safa

İsmim sorarsan Mustafa”

dizelerinden hareketle (Özdemir 2008: 14) Eflatun Cem Güney ise "Mustafa’dır öz adım Mahlâsım Ruhsat koydum" mısralarından hareketle (Güney 1975: 7) asıl adının Mustafa olduğunu belirtmişlerdir.

Âşık, Ruhsatî mahlasının dışında "İcâdî" mahlasını taşımış; hatta lebdeğmez söylediğinde "Cehdî"yi kullanmıştır.

(36)

"Bir zaman İcâdî bir zaman Cehdî/Şimdi de Ruhsatî baba dediler." (Güney 1975: 8). Ruhsatî üzerinde çalışma yapan Doğan Kaya, böyle bir mahlasa rastlamadığını belirtmektedir (Alptekin-Sakaoğlu 2008: 147).

Ruhsatî küçük yaşta anne ve babasını yitirmiştir. Bunu: “On iki yaşımda sebâvetimde

Yitirdim pederi anamı vah vah”

mısralarıyla ( Güney 1975: 8) dile getirmiş ve kimsesiz kalarak değişik işlerde çalışmıştır. Söylendiğine göre eline kalemi veren Hoca Feryâdî saz veren de Âşık Kusurî olmuştur. Âşıklık yoluna girdikten sonra geleneğe uyarak bir tarikata girmeyi düşünmüştür. Şiirleri incelendiğinde Bektâşî ve Nakşî geleneğine bağlılık bildiren şiirler yazmıştır.

Eflatun Cem Güney, Ruhsatî'nin:

“Târîkatım Nakşî amma/Bize Veysî kul derler” ve “Tadan bilir tarikimiz /Bal gibi Bektâşiyiz” şiirlerinden hareketle Nakşî mi Bektâşî mi olduğu kestirilemiyor (Güney 1975: 9) dese de Doğan Kaya "Âşık Ruhsatî'nin Tarikatı Üzerine Düşünceler" adlı makalesinin sonuç kısmında( Güney 1975 :9) "Ruhsatî Nakşî mi, Bektaşî mi yoksa Rüfaî mi? Şiirlerinden hareketle şunu söyleyebiliriz ki O Bektaşîlik ve Rüfaîlikle ilgili şiirlerini bir durum veya bir sebep yüzünden söylemiştir. Her ikisine de sempati duyması o inancın bir ferdi olmasını gerektirmez. İnancının ne olduğunu anlamak için doğrudan doğruya kendini anlattığı ifadeler üzerinde durmamız gerekir ki biz de yukarıda detaylı olarak aktarmaya çalıştık. Bu bilgilerden ve yukarıdan beri sıraladığımız örneklerden görüleceği üzere Ruhsatî, Nakşıbendî tarikatine mensup bir âşık olduğunu söyleyebiliriz. Ancak şurasını da söyleyelim ki saygı, sevgi ve ilgi duyduğu diğer tarikatlere de hep sıcak yaklaşmıştır." diyerek( Güney 1975 :9) Nakşibendi tarikatına mensup olduğunu belirtir.

“Âşık Ruhsatî badeli âşıklardandır. Ancak Rüyada kendisine gösterilip âşık olduğu bir sevgilisi yoktur. Ona âşıklık "bismillah" ile verilmiştir. Saz çalamayan âşıklardan olan Ruhsatî şiirlerini irticalen söyler. Sağlığında şöhrete kavuşmuştur. Fuat Köprülü ölümünü 1899; Kadri Özyalçın, Kemal Gürpınar ise 1901 olarak göstermişlerdir. Ruhsatî, Eflatun Cem Güney ve Doğan Kaya'nın tespitlerine göre 1911 yılında ölmüştür” (Artun: 2009: 339).

“ “Ruhsatî'nin dili Karacaoğlan, Dadaloğlu, Gevherî gibi âşıklarla kıyaslandığında daha ağırdır. Onun dili daha çok Erzurumlu Emrah'ı hatırlatmaktadır. Bu benzerlik her iki

(37)

şairin de dini tasavvufî terimleri fazlaca kullanmalarından kaynaklanmaktadır.” (Albayrak 1999: 26).

“Şiirlerinde kelime tekrarına düşmemeye özen gösteren Âşık Ruhsatî, ancak bir şeyi vurgulamak istediği zaman tekrarı bilinçli olarak yapar. Şiirlerinde tasvire fazlaca yer verildiği görülür. Öyle ki bu tasvirler her âşıkta rastlayamayacağımız güzelliktedir. Kelime kadrosunda pek çok yerel kelime kullanmıştır.” (Artun 2009: 340).

Âşık Ruhsatî'nin şiirlerinde göçebe hayatın ve köy hayatının etkileri doğrudan görülür. Benzetmelerinde samimidir, Tasvirleri oldukça canlıdır. Bu canlılık Anadolu ağızlarını kullanmasında "diyorum " yerine "diyom" gibi halk ağzını bütün samimiyetiyle şiirlerine aktarmasıyla görülmektedir.

Dinî tasavvufî şiirleri vardır ve zaman zaman sevgililerinin ibadetlerini yerine getirmelerini öğütler. Aynı zamanda sevgililerine yazdığı şiirlerinde dili bütün canlılığıyla ve yoğun bir tutkuyla karşımıza çıkar. Pek çok acılar çekmiş ve görmüş olan Ruhsatî bu acıları ve hazin hayatını aktardığı şiirlerinde de çok başarılı bir dil kullanmış ve bütün ıstırabını mısralarına hiçbir yapmacıklığa düşmeden aktarmayı başarabilmiştir.

Âşık Ruhsatî kendinden önce halk şairlerinin yozlaştığı ve azaldığı bir dönemde gelerek âdeta yeni bir solukla Halk şiirinin bütün imkânlarını kullanarak ölmez eserler vermiştir.

(38)

2. 2. Seyranî

Hasan Avni Yüksel’in verdiği bilgilere göre(Yüksel 1987: 2-12) 19. yüzyılın tanınmış halk şairlerinden biri olan Seyranî'nin asıl adı Mehmet'tir. Kayseri'nin Develi (Everek) ilçesinde doğmuştur. Doğum tarihi 1800'dür. Ancak, doğum tarihi hakkında kaynaklar farklı bilgiler vermektedirler. Bir kısım yazarlar Seyranî hakkında ilk matbu eseri veren Hâzım Ulusoy'a dayanarak, doğum tarihini 1807 olarak gösterirler. Bazıları da daha geriye giderek 1788'i kabul etmektedirler. Son yıllarda yapılan araştırmalar neticesinde Seyranî'nin doğum tarihinin 1800 olduğu görüşü ağırlık kazanmıştır. Babası Oruza Camii imamı Cafer Efendi, annesi Emine Hatun'dur. Dört kardeş olan Seyranî ailenin en büyük evladıdır. İlk eğitimini babasının yanında tamamlayan Seyranî daha sonra Halâsiye Medresesi'ne devam etmiş ancak tahsilini tamamlamadan medreseden ayrılmıştır. Seyranî'nin gençlik yıllarını bir kısmı Develi'de geçmiştir. 182'lerde askere alındığı ve askerliğinin sekiz yıl kadar sürdüğü anlaşılmaktadır.

Genç yaşta üne kavuşan ve askerlik sebebiyle de uzak diyarları görme imkânı bulan Seyranî artık kabına sığmaz olmuştur. O devirde halk şairlerinin saray tarafından gördüğü ilgiden de cesaret alarak memleketini, evini bırakıp İstanbul yollarına düşmüştür. Seyranî, İstanbul'da kaldığı zaman içerisinde şairlerin toplandığı meydan kahvelerine devam etmiş, saray tarafından düzenlenen çeşitli yarışmalara katılmış, devrin önde gelen şairleriyle atışarak çoğuna pes dedirtmiştir. Sert, haksızlığa boyun eğmeyen bir yaratılışa sahip olan Seyranî'nin olaylara bakışı, saraydan oldukça farklıdır.

Seyranî'nin umutlarla başlayan İstanbul günleri, haksızlıklarla mücadele ve acılarla, karamsarlıklarla doludur.

‘Sendeyken her türlü mürüvvet-kanı

Bulmadın derdime çare İstanbul ‘ ( Yüksel 1987: 5)

İstanbul'da başı tehlikeye girip de sığınacak bir yeri kalmayınca çareyi İstanbul'dan uzaklaşmada bulur. Nüfuzlu hemşehrilerinden biri (Maviş Ağa, Ali Celalettin Efendi veya Develizade Kasım Paşa) vasıtasıyla bir kervana katılarak İstanbul'dan Halep'e kaçırılır.

Seyranî'nin memleketten uzakta geçen bu gurbet hayatı yaklaşık üç yıl sürmüştür. Oralarda ne yapmış, kimlere kapılanmış tam olarak bilemiyoruz. Onun belli bir dalda karar kılamayan gönül kuşunun Halep'te Kadirî tarikatına bağlandığı zikredilir.

(39)

“Halep dönüşü bir süre Develi'de bağıyla, tarlasıyla uğraşır. Gerek Develi'de gerek Kayseri'de şiirleriyle, sohbetleriyle dost halkasını genişletir. Fakat geniş bir âlemi görüp tanımış, kabına sığmayan bir yaratılışa sahip olan şair için Develi'nin sürekli mekân olamayacağı açıktır. Nihayet öyle de olur. Bir süre sonra elinde sazı Develi'den ayrılarak memleketin çeşitli yerlerini dolaşmaya başlar. Yaşı ilerleyip de artık dizlerinde dolaşacak dermanı kalmadığını görünce memleketine döner ve ömrünün kalan kısmını Develi'de tamamlayarak 1866'da Hakk'ın rahmetine kavuşur. Çoğu halk şairinin insan ömrünü safha safha anlatan yaş destanı vardır.

Edebiyatımızda Seyranî mahlasını kullanan iki şair daha vardır ki, her ikisi de Everekli Seyranî ile çağdaştır. Bunlardan birincisi olan Rumelili Seyranî'nin Edirneli olduğu sanılmaktadır. 19. yüzyılda İstanbul'da İmam Seyranî diye de anılan ve âşık kahvelerinde, padişah huzurunda atışmalarda bulunduğu bilinen şairin hayatı ve eserleri hakkında fazla bir bilgimiz yoktur. Aynı mahlası kullanan ikinci kişi ise Ispartalı Seyranî'dir. Asıl adı Ahmet olan âşık, aslen Ispartalı olmamakla birlikte yıllarca diyar diyar dolaştıktan sonra kalan ömrünü Isparta'da tamamlamıştır. İkinci Mahmut devrinde İstanbul'da bulunmuş, padişahın emriyle başka şairlerle müşaarelerde bulunmuştur. Gezip dolaştığı yerleri "Seyahat Destanı"nda anlatan şairin aruz ve hece ile güzel şiirleri bulunmasına rağmen eserleri üzerinde yapılmış derli toplu bir çalışma yoktur.1844-1849 yılları arasında öldüğü sanılan Ispartalı Seyranî, yukarda sözünü ettiğimiz Rumelili Seyranî ile atışmış ve bu atışma neticesinde onu yenerek mahlasını değiştirmiştir.

Seyranî, şiirlerinin büyük bir kısmını hece ile söylemiştir. Bu şiirlerin bütünü dikkate alındığında şairin kuvvetli bir nazım tekniğine sahip olduğu görülmektedir. Çoğu koşma tarzında ve kusursuz olan bu şiirlerin yanında acemice söylenmiş, vezin ve kafiye yönünden oldukça bozuk şiirlerin de bulunuşu ilk bakışta şairin ünü ile bağdaşmamaktadır. Fakat bu tür şiirlerde görülen hataların şaire ait olduğunu sanmak da çok güç. Şekil ve muhteva yönünden zayıf olan şiirlerin başka şairlere ait olabileceği ihtimali kuvvetle muhtemeldir. Yine şiirlerin alındığı cönklerin kıymeti, cönk sahiplerinin sosyal yapıları da burada önemli bir husustur. İstanbul'da bulunmuş, medrese tahsili görmüş, Arapça ve Farsçaya yeterince vakıf olduğu anlaşılan gezgin bir şairin bütün şiirlerinde aynı dil özelliklerini görmek mümkün değildir. Bununla beraber hece ile olan şiirleri bize şairin yaşadığı bölge olan Develi ağzı hakkında da bilgi vermekten geri kalmamaktadır.

“Seyranî'nin dili çağdaşlarına göre oldukça yalındır. Ancak çağının gerektirdiği sanatlı dili, divan tarzı şiirlerinde kullanmıştır. Bunun yanında yöresel dili de göz ardı etmemiştir.

(40)

Çağdaşları arasında yerel ögeleri en iyi kullanan âşıktır. Şiirleri kafiye yönünden başarılıdır. Özgün yeni kafiyeler kullanır. Cinaslı kafiyede çok başarılıdır.” (Artun 1999: 318).

Seyranî, 19. yüzyıla damgasını vurmuş gerek söyleyiş güzelliği ve kudretiyle gerekse işlediği konularla Türk halk şiirinin en başarılı şairlerinden biri olmuş ve ölümsüzleşmiştir.

2. 3. Dadaloğlu

Erman Artun’un aktardığına göre (Artun 2009:306) Dadaloğlu Çukurova'da konargöçer Türkmen toplulukları arasında yetişmiş, çağına damgasını vurmuş bir âşıktır. Göçebe hayatı, güneyde yaşayan âşıklarda kuvvetli izle bırakmıştır. Dadaloğlu için de yaşadığı toplumun sözcüsü olmuş, göçebe yaşamın doğal söyleyiş biçimiyle lirizmi yakalamış, kendinden sonra gelen âşıkları etkileyerek Çukurova âşık şiirinde gelenek oluşturmuştur

Alptekin ve Sakaoğlu Dadaloğlu’nun için Oğuzların 24 boyundan birisi olan Avşar boyuna mensup oldupunu, doğum tarihi bilinmemekle beraber araştırıcıların büyük kısmının inanışına göre 1785'te doğduğunu belirtmişlerdir. Dadaloğlu'nun öğrenimi hakkında da bilgimiz yoktur. Ancak babasının şair olması onun okuma ihtimalini kuvvetlendirdiğini(Alptekin-Sakaoğlu 2008: 118).

‘Avşar elinden sökün eyledim Şam'da Kul Yusuf'u görmeğe geldim Ziyâret ettim Şam-ı Şerif'i

Ustam divanına durmaya geldim’

mısralarındaki usta kelimesinden hareketle fikir yürütülmektedirler.

Artun Dadaloğlu hakkında (Artun 2009: 307).19. yüzyılda Çukurova'da Fıkra-i İslahiye birliğinin göçebe zümreleri yerleşik hayata mecbur etmesiyle beraber konargöçerlerle yer yer çatışmalar olduğunu, yeni yasama biçimine girmek istemeyen aşiretlerin direnmeleri âşıkların şiirlerine konu oldupunu dile getirmiş ve onun göçebe bir âşık oldupunu belirtmiştir. Artun’a göre Onun şiirleri, tarihsel ve toplumsal olaylardan kaynaklanır. Osmanlı yönetimi 1865 yılında Derviş Paşa komutasındaki Fıkra-i İslahiye adlı orduyu göçebe ayaklanmalarını bastırarak, onları yerleşik değişik bölgelere sevk etmekle görevlendirildiğini ve Dadaloğlu'nun aşiretinin de bu planda Sivas dolayına yerleştirildiğini söyler. (Alptekin-Sakaoğlu 2008: 118). “Dadaloğlu'nun şiirlerinin tamamı hece vezniyle olup bunlarda pek bir saat endişesi görülmez. Şiirlerinde işlenen konu ise büyük ölçüde Avşar aşiretinin hayatıdır. Bu hayat içerisinde sevda, yurt güzellemeleri, göçer hayatı vb. olabilir.”

(41)

Dadaloğlu Türk halkının özünü temsil eder. Bütün içtenliğiyle halkın hislerine tercüman olmuş. İçinde bulunduğu toplumu her manada yansıtmıştır.

(42)

I. BÖLÜM

GENEL OLARAK SEVGİLİ

“Aşk, âşık şiirinde en çok işlenen konudur. Âşıklar bahtsızdır, ömürleri sevgililerin peşinde koşmakla geçer. Onların sevgilileri ilahî ve ideal değildir. Âşık; güzellerle buluşur, sözleşir, hatta onları elde edebilir. Âşıklar, her zaman sevgililerinin özlemini çekmiş vuslatı istemişlerdir. Güzellik anlayışı ve güzelde aranılan güzellik ögeleri âşıklara göre değişir. Bu bazen boy bos, kaş, göz, bel, salına salına yürüyüş; bazen naz, gönül çelen bir bakış, vefa, iyi bir huy olabilir. Âşıklardaki aşk, sıradan bir ilişki değil bireysel bir arayış sembolüdür.”(Artun 2009: 155-156).

“Divan edebiyatında daha ayrıntılı ve incelikli bir şekilde derinleştirilen sevgili, halk edebiyatında daha hayati ve gerçekçi bir hâldedir.” (Alparslan 2002: 799).

Sanatın doğuşunda sevgilinin olduğu muhakkaktır. 19. yüzyıl edebiyatında da sevgili her vasfıyla karşımıza çıkmaktadır. O güzelliğiyle akılları baştan alan, bakışıyla meftun eden, türlü cefalarla âşığa eziyet eden, murat ettiği kadar âşığını güldürendir. Âşık, sevgiliye vazgeçilmez bir tutkuyla bağlanmıştır. Bir nazına, bir güzelliğine dünya misli değerler biçilmiştir. Aranan, özlenen ve söylenen odur. Gündüz hayal edilen ve gece düşlenen ondan başkası değildir. Sevgili, bütün unsurlarıyla âşığı çepeçevre kuşatmıştır. Bazen yayla başında görülür, bazen bir su yolunda giderken elinde su testisi vardır. Bazen deve katarları çekerek göç eder, kimi zaman mahalle gezer, halay çeker. Bazen bağını bahçesini sevdiğine açar ve en görkemli saraylarda oturur. Bir fermanla bütün âşıklarını katledebilecek kadar kudretli, işveli, nazlıdır; fakat bu naz bile bin ömre bedeldir.

Ele alınan eserlerde sevgili somut anlamlarda kullanılmıştır. Bu kadar hakiki bir hayat içindeyken bile “sevgili” sıfatının verdiği ulaşılmazlıkla uzaktır. Bazen bir ceylan, bazen bir kuş, bazen bir servi dalı yahut gül goncası, bazen bir sel ya da rüzgâr gibidir. Bir görünür bir kaybolur. Türlü türlü huylarıyla, akılları baştan alan güzelliğiyle, bütün dertlerin hem kaynağı hem de dermanıdır.

1. SEVGİLİYLE İLGİLİ TEŞBİH VE HİTAPLAR 1. 1. Afet

“Âfet: Hurâfattan başı kız, gövdesi arslan şeklinde iki kanatlı bir mahlûk. Mısırlıların İsfenks- Eb'l Hevli Nihayet mertebede hüsne mâlik olduğundan gûyâ yüzünü görenler vehle-i nazarda kendilerine malik olmayacak raddelerde belâyı aşka giriftar oldukları için âfet tesmiye olunmuştur (Lugat-ı Ebuzziyâ) . Bugün bile birinin fevkalâde güzelliğinden bahsolunurken âfet

(43)

gibi demek âdettir. Şiirlerimizde âfet, âfet-i devrân gibi tabirler çok geçer. Bununla beraber âfet sözünü bazen belâ, musîbet gibi mânalarda da kullanmışlardır. Esâsen lügat mânâsı da belâ, dâhiye ve güzel mahbûbedir. Âfet-i devrân: Zamanın meşhur ve işvebâz güzeli demektir.” (Onay 2009: 34-35).

“Bela, musibet anlamına gelen âfet kelimesinin güzeller hakkında kullanılması, onların, aşklarına tutulanları, ölüme kadar sürükleyecek bir güzellik cazibesine sahip olmalarından dolayıdır.” (Onan 1998: 391).

Sevgili, yaşadığı çağdaki en büyük kudret ve güzelliktir. Bu olağanüstü kudret ve güzellik, belâya sebep olmaktadır. Felaket başa geldiğinde insan hayatı, her zamanki gibi değil; olağanüstü olur. Bir manada “Yaratıcı”nın kuvveti ve kudreti de tecelli etmiştir. Sevgilinin sıradan bir insan gibi tasavvur edilmemesi, âşık olunduğunda türlü belalara gark etmesiyle bu yönü ele alınmıştır.

Afet başa geldiğinde âşığı perişan eder, onu dünyanın diğer bütün zevklerinden mahrum edecek kadar bizar edecektir. Böyle bir afetin zararlarından kurtulmak, afetle bir olmakla mümkün olacaktır. Eskilerin dediği gibi “Tufanda balık, selde kuş olan kurtulur”. Afet, vuslatla neticelendiğinde âşığı öldürme ihtimali yüksektir; fakat bu ihtimal sevgili olmadan yaşama ihtimalinden kat be kat üstün olduğundan dolayı âşık için tercih sebebidir. Bu sebeplerden hareketle sevgili bir “afet” gibi tasavvur edilir.

İncelediğimiz eserlerde afet teşbihinin ikisi Seyranî'de, biri Dadaloğlu'nda olmak üzere üç yerde geçtiği tespit edilmiştir.

Hiçbir hâlden bilir âfet mi kaldı

(Seyranî s. 62 /32-3).

Öldürürse vuslatın Seyranî'yi tek razıyım Ey cemal-i âfet-i devrânım Allah aşkına

(Seyranî s. 152/115-4).

Senin gibi âfet-i devrân bulunmaz

(Dadaloğlu s. 399/158-1).

1. 2. Ağa Yollu

“Sultan IV. Murad devri saz şairlerinin eserlerinde tesadüf olunan bir tabirdir. O zamanın ma'ruf bir yosmasına verilmiş, sonra emsâli hakkında söylenmesi âdet olmuş bir lakaptır. Bazı dilber hakkında söylenen yosma, vardakosta, hanım iğnesi nev'inden bir argodur.” (Onay 2009: 38).

(44)

Sevgiliye cilvesi, nazı, hafifmeşrep hareketleri ve rakiplere yüz vermesinden de hareketle sevgililer için de kullanılan bu tabir, Ruhsatî'nin aşağıdaki tek dörtlüğünde geçmektedir:

Kaşları benzer kaleme Şavkı düşmüştür âleme Çiçekler durdu selâma Geldi ağa yollum geldi

(Ruhsatî s. 79/68-3). 1. 3. Ak

Sevgilinin "ak"(ağ) olması, hem huy ve karakterinin temiz olması hem de teninin beyaz olmasıyla alakalıdır. Zira “Alnı ak olmak” tabiri Anadolu'da sık kullanılan bir deyimdir. Bu sebeple kalbinin temizliği ve saflığı, içinde kötülük olmamasının yanında beyaz tenli olması sevgili için tercih sebebidir.

İncelediğimiz eserlerde Dadaloğlu'nun şiirlerinde karşımıza çıkmaktadır ve şu mısralarda tespit edilmiştir:

Ağ yârinen bizi ettiler gümân

(Dadaloğlu s. 105/28-4).

Hûri mi melek mi ağ yârin soyu

(Dadaloğlu s. 105/28-5).

Salın ağ yar görünür mü?

(Dadaloğlu s. 149/49-3).

Ağ yâri görünce yüreğim sızlar

(Dadaloğlu s. 247/99-2-1).

Ağ yâr size görünür mü?

(Dadaloğlu s. 384/151-2).

Oturmuş ağ gelin taşın üstüne

(Dadaloğlu s. 86/15-1).

1. 4. Bağ, Bostan, Koru

“Bağ” ya da “bostan” çeşitli sebze ve meyvelerin yetiştirildiği yeşil alanlar için kullanılır. Sevgilinin uzuvları da şekil, tat ve renk itibariyle bahçede yetişen meyvelerle tabir olunur. Yanaklarının elmaya, dudaklarının kiraza, göğüslerinin ise turunca benzetilmesi çok meşhurdur. Sevgili, edebiyatımızda her hâliyle türlü tatta ve rengârenk yemiş dolu; taze, güzel bir bahçedir. Âşık, kimi zaman bu bağdaki güllerin dalına konmak için bülbül olur, çevrilir

(45)

etrafında; kimi zaman “bağbân” olarak sevgilinin bağına bahçesine girer. Güllerini derer, yemişlerini tadar ve ağyara karşı onun bağını muhafaza eder.

Yenice bir bağa bağbân oldum

(Ruhsatî s. 169/179-1).

Bostan-ı vaslından senin ey melek Yemedi Seyranî bir dilim kelek

(Seyranî s. 74/43-4).

Bağı bahçeli de gülü goncalı

(Dadaloğlu s. 279/109-6).

Engininde mor sümbüllü korusun

(Dadaloğlu s. 67/4-3).

1. 5. Bal, Şeker, Yağ

Bal, tabiatta en saf hâlde bulunan ve bayatlamayan tek besindir. Türlü çiçeklerden derlendiği için aynı zamanda şifa kaynağıdır ve her derde devadır. Tadı ise benzersizliği ve lezizliğiyle teşbihlere her zaman mazhar olmuştur.

Sevgili ile bal arasında bu özelliklerden dolayı büyük bir yakınlık vardır. Sevgili âşık için tüm dertlere dermandır. Sevgilinin güzelliği asla eskimeyecek, tadı zaman geçse de azalmayacaktır. Bu hâliyle dünyanın en katıksız, en saf, en temiz ve tadıyla da eşsiz bir lezzete sahip balı gibidir. Âşık, tıpkı balın etrafında dönen bir oğul gibi sevgilinin etrafında çevrilir. Yalnızca âşık değil bütün rakipler de o balı tatmak için etrafında dönerler.

Dadaloğlu, gelin ve kızı kıyasladığı mısrasında, aynı karede olan bu iki güzellik için “taze yağ ve bal” teşbihini kullanmıştır.

Ruhsatî oğuldur bala çevrilir

(Ruhsatî s. 201/222-4).

Yeryüzünde arıların balısın

(Dadaloğlu s. 67/4-3).

Şekerden tatlı bal mısın nesin

(Dadaloğlu s. 235/92-1).

Her daim severler gelini kızı Taze yağı bala katmış gib'olur

(46)

1. 6. Bîvefa

Vefasızlık sevgilinin en önemli sıfatlarından biridir. Âşığa yüz vermez, çabuk unutur ve kadir kıymet bilmez. Ruhsatî, bu vefasızlığı adlaştırarak sevgiliye bu sıfatıyla hitap etmiştir:

Beni sen ne sanırsın behey bîvefâ Şu âlemde sensiz olamaz mıyım?

(Ruhsatî s. 178/191-1).

1. 7. Bülbül

“Bülbül, sesinin güzelliği ile tanınan ötücü kuş. Çeşitli Türk şivelerinde böberdek, bübürdek, keleçek, kujulak, ötlügen, sandugaç gibi adlarla da anılır. Divanü Lügat-it Türk'te ise sanduvaç olarak geçmektedir. Bülbülün ötüşü gür, melodik ve değişkendir.” (Albayrak 2010: 95).

Bülbül ötüşünün güzelliğiyle dillere destan bir kuştur. Edebiyatımızda genellikle âşıkla bütünleşmiş ve âşık bülbüle, gül ise sevgiliye teşbih edilmiştir. Bunun yanında aşağıdaki tespit edilen mısralarda Ruhsatî, sevgilisini bülbüle benzetmiştir. Bu benzetmede sevgilinin yaşadığı yerlerin bağlık bahçelik olması, sesinin güzel olması, ötüşündeki mahzunluk ve şevk etkili olmuştur. Bülbül olarak sevgilinin teşbih edildiği şiirlerde dikkat çeken husus, sevgilinin âşığa meylinin olması ve aşkının karşılık bulmasıyla alakalıdır.

Nedir senin derdin benim bülbülüm

(Ruhsatî s. 121/119-2).

Ben olaydım sana sâkî bülbülüm

(Ruhsatî s. 132/135-2).

1. 8. Can, Canan

“Can maddedir, görünmez fakat asariyle belli olur. Yani hareketle varlığı anlaşılır. Kendisi görünmez. Can bu itibarla bir cevherdir. Yani arazla varlığı bilinen bir şeydir. Arazi de her türlü hayat hareketleridir.” (Tarlan 1998: 61).

Sevgili dünyada insandan ayrı düşmeyen, yanındayken yahut uzaktayken bile hep âşığın sinesinde var olandır. Âşık gönülde her zaman beraber olunan ve artık onsuz yaşanılmayan sevgiliye kendinden ayrı olmadığını söylemek için, en öz tabirlerden biri olan “can” hitap etmektedir.

Can elbette insanın kendini, yüreğini ve baştan başa özünü temsil eder. İnsan canından vazgeçerse hayatından da vazgeçmiş olur. Bütün dünya aslında insanın “can”ıyla anlamlıdır. Can gönüldür, varlıktır, kaderdir, özdür.

(47)

“Can” sevgiliden ayrı düşünülemez. Bu bağlamda “canan” tâbiri manidardır; çünkü hem kavram itibariyle hem de kelime olarak “canan” kelimesinin içinde bir de “can” kelimesi vardır. Vazgeçilmez olan canı anlamlı kılan, dünyayı âdeta baştan başa varlığıyla donatan sevgili için “can” ve “canan” tabirleri de şiirlerde sıklıkla kullanılmıştır.

Dem-be-dem gözlerin kızıl kanda mı? Bu aşkın ateşi özge cânda mı

(Ruhsatî s. 108/103-4).

Âşıkları meftûn eden ol cânlar öğünsün

(Seyranî s. 176/139-4).

Beni mesteyledi bir cân Âşıka cevreder her an

(Seyranî s. 145/108-4).

Büllûrdan latîftir ol senin gerdanın ey cân

(Seyranî s. 173/136-3).

Cân içinde cânım idin bir zaman

(Ruhsatî s. 137/140-1).

Severim Suna'mı cândan cân gibi

(Ruhsatî s. 139/143-2).

Âşıkları meftûn eden ol cânlar öğünsün

(Seyranî s. 177/137-1).

Sîneni arz et bana cânânım Allah aşkına

(Seyranî s. 152/115-2).

Derdimi anlamaz bir cânânım var

(Ruhsatî s. 36/20-3).

Ben de Ruhsatî’yim cânda cânanım

(Ruhsatî s. 115/111-4).

Bir dahi göreydim telli cânânı

(Ruhsatî s. 121/119-1).

Bugün cânânımı öptüm

(Ruhsatî s. 133/136-1).

Bir tâze cânâna bağlandı gönül

(Ruhsatî s. 177/190-1).

Bilmem ki cânânım ne zaman gelir

(Ruhsatî s. 201/221-1).

(48)

(Ruhsatî s. 221/247-2). Bir dahi göreydim telli cânânı

(Ruhsatî s. 121/119-1).

1. 9. Cellat

Sevgili her zaman âşığın canını ister ve canına kast eder. Yüz vermemesi yahut amansız bir bakışla bakması zaten âşığın canını alması için yeterlidir. İncelediğimiz eserlerde sevgili, yalnızca Seyranî’ye ait bir dörtlükte elinde kılıçla âşığın başını vuran bir cellat olarak tasavvur edilmiştir.

Cellâd oldun kılıç urdun serime Baht-ı siyâhıma küstürdün beni

(Seyranî s. 73/42-4).

1. 10. Ceren, Ceylan, Geyik

“Ceylan, genel olarak şiirimizde çok rastlanan bir benzetme unsurudur. Türkülerimizde ceren olarak geçen ceylan, sevgiliyi temsil eder. Sevgili yerine ceren sıklıkla kullanılır. Ceylanın görünüşü ile ilgili unsurlar bu benzerlikte etkilidir.” (Köksel 2009: 470).

“Geyik, ceylan veya karaca denilen vahşi hayvanlardır. Vahşetlerinden, güç avlanmalarından kinaye olarak haşin dilberlere, gözlerinin letafetinden dolayı güzel gözlülere, misk âhûsu münasebetiyle güzel kokululara âhû denilir.” (Onay 2009: 46).

Ceylan yahut ceren sevgilinin boy bos ve nazik güzelliği, bakışındaki letafeti, yürüyüşünün yanı sıra; çabuk ürkmesi ve kendini sakınıp hızla uzaklaşması, yanına yaklaşılmasının zor olması, etrafında avcıların (rakip) çok olması, uzaklarda yaşaması, görülmesinin zor olması ve toplum içine karışmaması gibi hususlar dolayısıyla sevgiliye teşbih edilmiştir.

Tespit ettiğimiz bütün metinlerde ceren ve ceylan tabirleri geçerken, Dadaloğlu'nun bir dörtlüğünde “yaralı geyik” tabiri kullanılmıştır. Sevgilinin duruşu, bakışı ve ürkekliği bu tabirin kullanılmasında etkili olmuştur. Tespit edilen metinler şunlardır:

Ne hoş olur şu dağların cereni

(Dadaloğlu s. 136/45-2).

Sakın akça ceren çölden kaçınca

(Dadaloğlu s. 307/125-1).

Ceylan gibi yâd avcıdan tezersin

(49)

Aman Allah benim cerenim n-oldu

(Ruhsatî s. 221/247-1).

Yaralı geyik mi de giden kara

(Dadaloğlu s. 278/109-3).

1. 11. Çiçek

“Çiçekler, bütün medeniyetlerde olduğu gibi, İslâm medeniyetinde ve bu medeniyetin önemli bir parçası olan Osmanlı-Türk kültüründe de, hem somut hem de soyut özellikleriyle dikkat çeken doğal unsurlar arasında yer alırlar.” (Bayram 2007: 211).

Sevgili, elbiseler giyinen hâliyle saçlarına, kollarına, boynuna taktığı süslerle, bilhassa endamı ve güzel kokusuyla baştan başa çiçek gibidir. Çiçekler ise gerek kokularıyla, gerek duruş ve güzellikleriyle, gerekse de narin yapıları ve latif yapraklarıyla tabiatın en güzel varlıklardandır.

Tabiatta çiçeklerin görülmesibaharın gelmesi ve her şeyin canlanması demektir. Bu yönüyle sevgili görüldüğünde bahar gelmiş gibi olacaktır. Seyranî'nin şiirlerinde âşık çiçek etrafında gezen ve ona meftun arı, sevgili ise misk gibi kokusuyla onu cezbeden çiçek olarak tasavvur edilmiştir. Dadaloğlu'nun mısralarındaysa sevgili, cennet kokan ve aklı baştan alan bir çiçektir.

Şol geçen ellerde bir çiçek kokar

(Dadaloğlu s. 67/4-1).

Cennet' âlâ kokusu var alana

(Dadaloğlu s. 67/4-1).

Lalesi sümbülü kendi yanında Görünce aklımı saldı talana

(Dadaloğlu s. 67/4-1).

Arı geçmez çiçeğinden

(Seyranî s. 142/105-3).

Seyranî arının beği Çiçeği miskin göbeği

(Seyranî s. 139/102-4).

1. 12. Dal

Uzun boylu sevgili gayet ince ve endamlıdır. Bu minvalde sevgilinin salınışı ve duruşu zarif bir dala benzetilmiştir. Âşık, bülbül misali elbette bu dala konmak isteyecektir. Aşağıda Dadaloğlu'nun şiirlerinde geçen bu tasavvur tespit edilmiştir:

(50)

Yaşça küçük amma boyda münasip Sallanıyor bir fidanda dal gibi

(Dadaloğlu s. 125/38-1).

Bülbül gibi konayıdım dala ben

(Dadaloğlu s. 199/77-3).

1. 13. Derman

Âşık olan kişide sararma, uykusuzluk, hâlsizlik, umarsız ve çaresiz bir görünüm ve zaman zaman delilik gibi hastalık belirtileri gözlenir. Bütün bunların sebebi, sevgilinin yokluğu ve ona duyulan hasrettir. Bütün bu hastalıkların tek çaresi ise sevgili olduğundan, sevgili için zaman zaman “derman” tabiri kullanılmıştır. Bu tabiri Ruhsatî’nin aşağıdaki tek dörtlüğünde tespit ettik:

Kamerden almış yüzünü Ceylandan almış gözünü Gayrı şaşırmam izini Derde dermâna bağlandım

(Ruhsatî s. 115/112-2).

1. 14. Diken

“Gül; sevenin ateşli yalvarmalarına ve çektiği ıstıraba kayıtsız ve neşeli duran sevgilinin; bülbül ise, aşkın bütün sırlarını ve hararetini dile getiren vefakâr âşığın sembolüdür. Sevilenin güzelliği ve sevenin hayranlığı, gerçekte aynı şeyin, aşkın iki türlü görünüşüdür. Gülle bülbül ve sevilenle seven aşkın meydana çıkmasına sadece birer vesiledirler.” (Onan 1998: 316).

Sevgili edebiyatımızda çoğu zaman "gül" le tabir olunur. Gül solduğunda veya mevsimi geçtiğinde dikenleri kalacaktır. Diken tabiri iki yerde karşımıza çıkmaktadır ve ikisi de Seyranî'ye aittir. İlk dörtlükte eskiden gül gibi olan sevgili, âşık olmadan susuz, bakımsız, ilgisiz kalmış; kıymeti bilinememiştir. Solduğu için diken gibidir artık. Solmasının bir sebebi de gıdasız kalması ve âşığın sevgisini kendine gıda olarak kabul etmemesidir.

Diğer dörtlükte ise gülün etrafında yine dikenler vardır. Dikenler rakiplerdir, bu yüzden gülün etrafında sıklıkla görülmektedirler. Sevgilinin âşığa çektirdikleri yetmezmiş gibi bir de onlar cevretmektedirler. Bir başka manada vaktiyle gül gibi nazik olan sevgili, artık eskisi gibi değildir. Gülün silahları dikenleridir. Bu dikenler, Seyranî'nin eline batmış ve canını acıtmıştır. Bu durum, artık sevgilinin âşığı bir düşman olarak gördüğünün belirtisidir. Sevgiliyle âşık arasında geçen güzel günler ve iltifatlar bitmiştir. Gül gibi güzel olan sevgilinin sözleri ve fiilleri diken misali âşığın canını acıtmaktadır.

Referanslar

Benzer Belgeler

Tablo 4’ten görüldüğü üzere üstün yeteneklilerin eğitimi teması ve üstün yeteneklilerin eğitiminde yaşanan eksikler kategorisi kapsamında elde edilen

ARAŞTIRMA GÖREVLİSİ ANKARA ÜNİVERSİTESİ/DİL VE TARİH COĞRAFYA FAKÜLTESİ/BATI DİLLERİ VE EDEBİYATLARI BÖLÜMÜ/AMERİKAN KÜLTÜRÜ VE EDEBİYATI ANABİLİM DALI)

Bu doğrultuda Avrupa Birliği Sağlık Teknolojisi Değerlendirme Ağı (European Network for Health Technology Assessment, [EUnetHTA]) tarafından geliştirilen “STD Çekirdek

ġairler çoğu kez sevgili ile Hristiyanlık ve kiliseye ait kavramlara baĢvururlar. Bu teĢbihlerin Rumeli Ģairleri tarafından daha çok kullanılması Hristiyanlarla

Muğbeçe, Mecûsi çocuğu, meyhaneci çırağı demektir. Sevgilinin meyhaneci çırağı olması bezm ortamlarının vazgeçilmezi ve de içki sunanı olmasından

Karacaoğlan bir dörtlüğünde kır ata seslenerek meydanın kendilerinin olduğunu söylemekte, böylece sevgilinin geliĢi ile meydana gelen mutluluğunu

yüzyıl saz şiiri, saz şairi, sevgili, motif, Karaca Oğlan, Gevherî, Âşık Ömer, sevgilinin fizik ve karakter

“Kabullenilmiş Gerçeklikleri Yeniden Düşünmek: Türkiye’de Çalışma Yaşamında Kadın”, Sixth METU International Conference on Economics, Middle East Technical University,