k '
7 OCAK 1991
İŞTE BELGE FOTOĞRAF:Ünlü şair
Mehmet
A kifErsoy’un
cenazesi
Beyazıt
M eydan ı’na
böyle
getirilmişti.
(Prof.
Abdûlkadir
Karahan
albümünden)
ULEMA'NIN GEÇİT RESMİ...
Y A Z A N : GÜNGÖR GÖNÜLTAŞ
İ s t i k l a l M a r ş ı m ı z ı n ş a i r i M e h
m e t A k i f ’in c e n a z e s i K ü llü k
K a h v e s i ’n e g e t i r i l i p
b ı r a k ı l
m ı ş t ı . C e n a z e y e g e n ç l e r s a h ip
ç ı k t ı v e b a y r a ğ a s a r ılı t a b u t e l
l e r ü z e r i n d e E d i r n e k a p ı M e -
z a r l ı ğ r n a t a ş ı n d ı
Mareşal Çakmak olayı
^ _ ■ I ■ ■ fiinda idi. Kiminin üzerinde bir oardösü
bl-I
KİNCİ Meşrutiyetin karanlığı, Be- ı yazıt Meydanı’nın üstüne abanmış- tı. Harbiye Nezareti’nin arkasında ki Askeri Tevkifhane “Beklrağa Bölüğü” geceye tüyler ürpertici çığlıklar yolluyordu. Adını, şiddet ve zulmü ile Önlemiş Binbaşı Be kir Ağadan alan “lşkencehane”nin
yeni zalimi, eskisine rahmet okutan Salim Beydir. Nam-ı diğer “Tırnakçı Salim”. Ve el bette ki namı, siyasi kurbanlarının el ve ayak tırnaklarını sökmekteki maharetidir.
Kurbanlardan biri, buradaki çilesi bittik ten sonra Lozan Anlaşması’nı imzalayanlar dan Rıza Nur Bey, diğeri henüz yirmi yaş larında ve de gizli cemiyet üyesi olmaktan tevkif edilmiş Sim Efendl’dir. Süleyman Sır- n Efendi, “Orası nasıl bir yerdir?” diyenler için bir kitap da yazmıştır. Şöyle der. “Bu Itisaf zindanı (haksızlık), masum ve günah sız vatandaşların can çekişen iniltilerini, sağır ve dilsiz duyarlan İle sarmış, uğursuz bir binadır.” “Kimi çağırsalar vatan haini ve saire gibi kellmat-ı tahklrlye İle çağınyor- lardı, gidenler benim gibi koltukta dönüyor du, ağız burun blıblrlne karışmış, yüzler kan İçinde İdi. Ayaklannda baklaları İri zincir ler takılmış, ağlayarak sürünüyorlardı. Ge cenin sükûnetinde bu zincirlerin sesi, üç yüzden fazla mahbusu olan ve beş numa ra bir lamba İle aydınlatılmış olan koğuş la, hüzün ve dehşet veriyordu.”
BEKİR AĞA NIN FALAKASI
Genç bir maarif memuru İken Dlvan-ı Harb’e çıkarılmak üzere tevkifhaneyi boyla yan Süleyman Sim Efendi, zamanının diliy le Bekir Ağa’yı da anlatır. “Vaktiyle buraya bölükten yetişme, ceslmülcüsse, kavlyül- bünye, cahil, okuma yazmaktan bl-behre Bekir Ağa adında bir zat memur edilmiş. Kabahatli etraf gelir gelmez dayak atarmış. Bir falaka yaptınp odasında en mutena ye re asmış, ara sıra mevkuflan teftiş eder,‘Ulan rahat durun, yoksa falakayı indiririmi’
diye tehdit edermiş. Beraat eden yahut müddetini doldurup çıkacak olanlan da fa lakaya yatırarak mükemmelen döver
‘İşte herif gördün ya, bir daha buraya gelme!..’ dermiş.
Bekir Ağa’nın vefatından sonra, Tevkif- hane’ye Salim Bey müdür olmuştu. Sopa nın elliden aşağısı olmaz, dayak atanlar İse
‘gayet iri’ cüsseli adamlardı, Arnavutluk! ta İsyan eden efrattan olup cezalannı gar diyanlık İle Idare-i örfiye hapishanesinde geçiriyorlardı.
Demokrat Mustafa adında bir genel so panın altına yatırmışlar; cemiyet i hafiye- den filan haberi yok:
— Söyle bakalım cemiyetten kimleri ta nıyorsun? Bilhassa büyük zevattan? demiş ler.
Dayak bu, düşünmüş, aklına kimse gel memiş, akrabasından Mustafa Nâtık Paşa
gelmiş, haydi paşayı da tevkif ettiler. Çocuğa, bir gece kahveler, limonatalar, salon slgaralan İle İkrama başlamışlar, bak mış kİ yalan söyledikçe hüsn-l muamele, uydurmaya başlamış...”
XX. yüzyılın hemen başlarındaki bu
i - ’ t * İL I __ I . __ ■
veGokay
olayların yaşandığı Bekir Ağa Bölüğü, genç Maarif Memuru Süleyman Sim Efendl’ nin anılarında işte böyle bir yerdi. Beyazıt Mey danımdaki bugünkü üniversite binasının ar kasında bir yerde Hükümeti alaşağı etmek için gizli bir ihtilal cemiyeti kuranların çi lesi, ne gariptir ki 1918’de Ittlh’at ve Terakki Partisi’nin düşmesinden sonra o devri ya ratanları da “buyuı” edip ağırladı!
1950'de Bekir Ağa Bölüğü de yıktırıla rak acı anılar mezarlığında defnedildi. Ne var ki, bu kubbeden baki kalan bir hoş se da değildi. Şimdikilerini de aratmayan bir zalim, Bekir Ağa ya da “Tırnakçı Salim”, on lar da o uğursuz bina gibi tarihin karanlı ğında kaybolup gittiler. Şimdi oralarda yük selen binada, yannın siyaset ve bilim adam ları yetişecek gençler, “siyasal bilimler”
okuyor...
TAN OLAYI VE BEYAZIT
1944 Aralık ayı idi. Prof. Bedii Şehsuva- roğlu, arkadaşlarıyla birlikte Fatih'te toplan mak üzere okuldan kaçmıştı Merhum ho ca, o günü şöyle anımsıyordu:
“Hayriye Lisesi önünde İdik. Sanırım yüz kişi kadar vardık. Yerden cebimize sı ğacak kadar taş topladık. İstiklal Lisesi’ne gittik. Orada bir grup öğrenci İle buluşarak topluca Beyazıt Meydanı’nda havuzun ke- nanna geldik. Az sonra üniversiteden bü yük bir öğrenci grubu çıktı:
— Lana Rus nehridir" diye bağırarak yü rümeye başladık.
“Küilük’ün bitişiğindeki sokakta da Lena Kitabevi vardı. İçimizdeki gençlerden M.E.
bize İşaret edlncs hep birlikte kltabevln! aşağıya İndirdik. Cam çerçeve düz ettik. Bu sırada bir başka grup da Tan KltabevTni yer le bir etti. Kapaiıçarşı’nın kapılan kapan mıştı. Az sonra ABC Kitabevi İle Tan Mat baası da aynı kötü sonuca uğramaktan kur tulamadılar.
6-7 EYLJÖLDE BEYAZIT
Küllük’te oturuyoruz. Birden bir otomo bil geçti. Arkasına çan bağlanmıştı. Az son ra da meydana açılan sokaklardan, ‘Kahrol sun Yunanistan' diye bağıran İnsanlar çık maya başladı. Bir adam yanımıza geldi.
‘Atatürk'ün Selanik'teki evini bombalamış lar1 dedi.
On dakika İçinde meydan ana-baba gü nüne dönmüştü. Halk, ‘Rumlara ölüm’ di ye bağınyordu. Yürüyüş de başlamıştı. Be yazıt Meydanı’nın bitişiğindeki bir mağaza nın önüne bir kamyon yanaştı. Elinde zin cir olan bir adam, bir ucunu demir kepen- ge, diğerini kamyonun arkasına bağladı. Kamyon hareket edince kepenkler açıldı. Aynı anda bir grup tüm camlan kırıp dük kâna girdi. İçerde ne varsa parça parça edil
di. Beyazıt ve civan harap edilmişti. Ken dimi Fatih'e attığımda, sıkıyönetim İlan edildiğini öğrenmiştim.”
Prof. Abdûlkadir Karahan’ın Beyazıt Meydam'nda yaşadığı olaylardan birisi de
Hatay Mitlngi’ydi. Karahan olayı şöyle anımsıyordu:
‘ MTTB idarecileri arasındaydım. Hatay mitinginin hazırlık günlerinde (1937) Küllük, bazen yüzlerce talebe tarafından dolup do lup boşalırdı. Miting gününde, bizden ön ce polis, şimdi yerinde yeller esen havuzun yanını doldurmuş, atlı polisler ise devriye geziyordu. Biz önceden aldığımız karar ge reği, meydana, Küilük’te toplanıp, tam mi ting saatinde girecektik. Gerçekte beş bin kişi, beş dakika İçinde meydanı doldurduk. Polis neye uğradığını şaşırmıştı. Arkadaşı mız Dr. Faruk, omuzlarımızda İstiklal Mar şımızı söyletmiş, sonra bir sel gibi Taksim Meydam’na çıkıp Hatay’ın Türklüğünü hay kırmıştık.
Büyük Atatürk’ün ölüm günlerinde de gençliğin asil heyecanını kapsayan hare ketlerin çoğunu yüksek öğretmen okulu ile Küllük’te hazırlamıştık.
AKİF'İN CENAZESİ
İstiklal Marşı şairi Mehmet Akif’in ce naze merasimi günü Küllük’te büyük bir he yecan vardı. Karlı bir İstanbul günüydü. O zamanın hükümeti, nedense milli şairimi zin ölümüne karşı gerekli ilgiyi esirgemiş ti. Ancak, KUllük’ten geçirilen Akif'in cena zesi, bütün gençliği heyecanlandırmıştı. Derhal birkaç arkadaşımız, Edebiyat Fakül- tesi’ne koştular, getirdikleri bayrağı tabu tuna sardılar, o kış günü nereden çıktığı bi linmez, binlerce genç, merhumun naaşım eller üzerinde Beyazıt’tan Edimekapı’ya ka dar yürüyerek götürdüler.”
Milli şairimiz Mehmet Akif in cenaze tö reninin bir başka tanığı da Prof. Ali Nihat Tarlan’dı ve o günü şöyle anlatıyordu:
“Divanyolu'nda kahvede oturuyordum.
Muhtar Sencer ve birkaç tıbbiyeli arkadaş koşarak geldiler. ‘Hocam’ dediler, ‘Akif'in cenazesini KOllOk'e getirmişler, bir araba içinde bırakmışlar, ne yapalım?’
‘Beyazıt Camii’nden cenaze örtüsü, üni versiteden de bir bayrak alınız, hizmetinde bulunalım’ dedim. Koşup gittiler. Bir saat geçti ya da geçmedi, cenaze teçhiz edilip omuzlara alınmıştı. Nasıl oldu bilmiyorum ama, meydan dolmuştu. Hatta cenaze, Fa tih Bulvan’nda iken daha Beyazıt Meyda- m’ndan hareket bile edilmemişti. Kar, kış kıyamette, bocalan tarafından yol kenann- da dizilen küçük yavrular, ilkokul öğrenci leri, göz yaşartacak bir manzara teşkil edi yordu. Üniversite talebesi, cenazenin arka
sında idi. Kiminin üzerinde bir pardösü bi le yoktu. Cenaze eller üzerinde Edlmeka- pı Mezariığı’na kadar taşındı.”
MAREŞALİN CENAZESİ VE
__________ F.KERİM
Milli Mücadele’nin unutulmaz kahrama nı Mareşal Fevzi Çakmak’ın cenazesi de, Beyazıt Meydanı’ndan kaldırılmıştı. Görgü tanığımız ise o yılların İstanbul valisi olan merhum Fahrettin Kerim Gökay’dı.
“Mareşal Kavaklı Fevzi Paşa, mütareke devrinde Harbiye Nazın olmuş ve sonra Anadolu’ya intikal etmiş, Genelkurmay Başkanı olarak Atatürk’ün yanında, Milli Mücadelede başarılı bir kumandan olarak temayüz etmiştir. Çok partili rejime kadar makamını işgal etmiş, sonra emekliye ay rılmıştır. O zamanın çok partili atmosferi içinde Mareşalden bazı partililer faydalan mak istemişlerdir. Onu, sevmediği ve ba şaramayacağı siyaset hayatına sokmuşlar dır. Nitekim bu hayat, onun ruhu İle birle- şemedl ve amansız bir hastalık, 1950’de onu aramızdan ayırdı. MP’nin kurucusuydu.
İnönü İle arası açıktı. Vefat ettiği gün, rad yonun neşeli neşriyata devam etmesi, ka muoyunu zedelemişti. İstanbul’un uyanla rına rağmen, Ankara neşriyata devam edip umursamadı. Bu da geniş tepkiye sebep ol du. Halk, bayraklann yanya çekilmesini ve radyonun susmasını İstiyordu. Emniyet Müdürü Cemal Bey İdi. Sokaklarda hareket başladı. Ben, radyoya klasik müzik çalma sını emrettim. Şehirde, akşamdan başlayan yürüyüş ve radyoevlnln basılmasını güçlük le önledik. Erlesl gün, cenaze merasimi ya pılacaktı. Cenaze, Nişantaşı’ndan itibaren tekbirlerle getirildi. Bu tekbirler, laisizme karşı İlk çıkışlardı. Aldoğan’lar, Yusuf Ke mal'ler ve daha birçok Millet Partili sayılı şahsiyetler, ön sırada yürüyorlardı. Harbi ye önünde heyecan verici bir konuşma ya pan Nurettin Ardıçoğlu tevkif edildi. İstan bul’a gelen Milli Savunma Bakanı Hüsnü Çakır Bey, inhisarlar Bakanı, Ordu Komu tanı Asım Tınaztepe İle orduevlnde toplan dık. Cenazeye mahsus kıyafetlerimizi giye rek, kordiplomatikle beraber yerimizi aldık. Beyazıt Meydam’nda toplanılmıştı. Namaz bitiminde, cenaze top arabasına konulacak tı. İstanbul komutanı, Şükrü Kanatlı İdi. Biz beklerken rahmetli Mareşalin damadı Şe fik Paşa gelip, ‘Biz cenazeyi omuzlarda gö türeceğiz' dedi. 'O bir mareşaldir, şanına la yık bir şekilde top arabasıyla nakli gerekir1
dedim. Daha sonra Kanatlı geldi, ‘Vali Bey, cenazeyi vermek istemiyorlar, ne yapalım?’
dedi. Ben de, ‘Siz ne yapmayı düşünüyor sunuz?' diye sordum. Bana, ‘Gerekirse zor la alacağız, icabında da silah kullanacağız*
dedi. İnsan hayatında, moment psikolojik denilen an-ı ruhiler vardır, o dakikada ka rar gereklidir. Ortalığı kana bulamaktansa,
Mareşali son yolculuğuna omuzlarda uğur lamayı tercih ettim. 'Paşam, biz vazifemizi yaptık, bırakın götürsünler* dedim komuta na. Cenazeye gelen kordiplomatiğe de me rasimin bittiğini söyleyerek teşekkür ettim. Beyazıt’ı kana bulanmaktan kurtardık.”
Y M IN :
Taha Toros Arşivi