Kapak konusunun devamı... rültüsü odaya vuruyor. Önce birer sigara yakıyoruz, sonra orta şekerli birer kahve ve sözün ipini bırakıyoruz:
“Hastalığım dolayısıyla sokağa çık mıyorum. Çıkamıyorum daha doğru su. Daha çok evde geçiyor vaktim. ”
“Vakit” , evde “geçen ve akan” za manını arayadursun biz, haberi K adı köy üzerinden aktaralım söze, sözcük lere: “Ben eski bir Kadıköylüyüm. Şimdi yıllar sonra gene Kadıköy’e gel dik. Eskiden M oda’da, M ühürdar’da oturmuştuk. Çocukluğum da oralarda geçti. Kadıköy Ortaokulu’nu bitir dim. Ondan sonra ailecek Ankara’ya gitmiştik. Ankara Lisesin de okudum. Şimdi, işte dönüp dolaşıp gene K adı köy’e geldik. Çok seviyorum K adı köy’ü, çok sevdiğim bir yerdi zaten. ”
Nedenini sormadan ardı geliyor: “Ben yedeksubayken, yani 1939 yı lında ben yedeksubaylığa girmiştim. Kadıköy’de evimiz olmadığı halde hafta başı tatillerinde ben Kadıköy’ü görmeye gelirdim. O kadar severdim. Bir vapura atlar, Kadıköy’ü görür, bir İkincisiyle dönerdim. ”
Aslında yedeksubaylık altı ay. Ama savaş başladığı için Anday’ın yedeksu- baylığı tam bir buçuk yıl sürüyor. Ay dın, Çanakkale gibi illerde askerliğini yapıyor. Terhis olunca da Ankara’nın yolunu tutuyor, Neşriyat Müdürlü- ğü’nde çalışmaya başlıyor. Fakat bir kez daha askere çağrılıyor, ikinci kez, bir buçuk yıl daha askerlik... Savaş yıl ları ya...
- Evde nasıl vakit geçiyor?
“Daha çok okuyarak vakit geçiriyo rum. Sonra, gazeteye yazılarımı yazı yorum. Pazartesi sabahları gazeteden bir arkadaş gelip yazdıklarımı alıyor. Onun için daha çok cuma, cumartesi, pazar günlerini yazıya ayırmış oluyo rum.”
Zaman öğleyi geçmiş... Birden öğle rakıları diyorum. “Evet, birlikte de içerdik Refik Dur- b aş” diye sevinçle yüzü aydınlanıyor, “Onu diyecektim, ‘H adi’ diye ben sa na işaret ederdim. Çağdaş Gazeteci- ler’in lokaline giderdik. Bilmiyorum, şimdi Babıâli’de öğle rakıları pek kal madı galiba, yer de yok gidecek. ”
Birden, bu kez Anday soruyor: - Cemiyetin lokali duruyor mu? Ama sözün ilmiği yine “günü nasıl geçirmek”te düğümleniyor:
“Onun dışında kitap okuyorum. Bir de birkaç yıldır oldu başlayalı, uzun bir şiirim var. Israrla çalışamıyorum ama, bütün gün, mütemadiyen kafam da o şiir. Yani oturup kalemi kâğıdı al masam bile kafam boyna o şiirle m eş gul. Uzunca bir şiir ve bir kitap yapma yı düşünüyorum. Beş dizelik kıtalar. Sanırım 20 kıta kadar olacak. Daha ya rısından biraz fazlasını yazabildim.
Melih Cevdet, artık geleneksel hale gelen 'Cuma yazıları' dışında salı günleri de okuruyla buluşmakta.
Belki başka şiirler de olursa, onları da katarım. Bitirince Adam Yayıncılık’a vermeyi düşünüyorum. ”
- “ Peki, eski Kadıköylü olarak, şim
diki ile eskisi arasında nasıl bir fark
var?
“Çok fark var. Bunu da bazen Kadı köy’ü dolaşırken görüyorum. Eski anı larım canlanıyor. Mesela Yoğurtçu Parkı, ben ilkokuldayken yapıldı. O ra sı dere kenarı, bataklık bir yerdi. Sonra ağaçlar dikildi. Şimdi birer dev gibi ol muş ağaçlar. O ağaçlar ki, boyları ben den büyük ama, yaşları benden küçük tür. Kardeşim sayılır onlar benim. K ü çüklerim yani... Sonra o derenin suyu Refik Durbaş, bolca bir suydu. Benim çocukluğumda dere âlemleri vardı. Geceleri aileler sandallara binerler de rede bir aşağı, bir yukarı dolaşırlardı. O su ne oldu? Suyun kaynağı kesildi galiba. Şimdi bakıyorum da dapdara cık, çamurlu bir su... Uğraşmalarım de miştin ya, daha çok kitap okuyorum. Kitap okuma saatlerim de daha çok öğ leden sonraları. Birkaç saat okuyorum, bir de geceleri yatak odamda
okuyo-_
»rum.
- Sabahları erken mi kalkıyorsunuz?
“Erken kalkıyorum, sekiz-sekiz otuz gibi. Çay may derken, yazı olursa, yazı ma oturuyorum. Öğleye kadar böylece vakit geçiyor. Öğleden sonra yine oku-
» ma.
- “ Nasıl yazıyorsunuz?
“iki daktilo var. ikisi de çalışmadığı için elle yazıyorum. Elle yazmaya da alıştım. Biraz da bundan memnunum. Çünkü daktilonun gürültüsü var. Bu yüzden sessiz ve sakin bir yazı usulü el le yazmak. Kolay da geliyor bana. Alış tım, şikâyetim yok.”
-Şiirler?
“Şiir yazmak da öyle. Ama şiir yazar ken ikide bir elle yazdıklarımı daktilo ya çekip görmek istiyorum. Hani o b a sılır gibi olur ya... Hani bitmiş izlenimi uyandırır ya... Bu bakımdan daktiloya çok ihtiyaç duyuyorum bazen.
Sonra bir piyes yazmak istiyorum ama, henüz buna hazırlığım tamam değil daha.”
Şiirden açılmışken anılar geliyor yi ne sözün aynasına.
“ikinci askerliğimde, Ankara’da Neşriyat Müdürlüğü’nde
Haşan Ali
Yücel’di.
O, Milli Müdafaa Bakanı ile konuştu. Beni Ankara’da alıkodular, Keçiören’e giderken Depolar Komu- tanlığı’nda.O sıralar işte benim ilk şiir kitabım yayımlandı. Kapağını
Abidin Dino,
içinin desenlerini
Bedri Rahmi
yap mıştı:“ Rahatı Kaçan Ağaç.”
Küçük ağaçlar arasında bir büyük ağaç vardı kapakta. Şiirlerde değil de kapakta suç buldular. Orak-çekiç varmış. N e reden çıkardılar, ben göremedim doğ rusu. Bunun üzerine Balıkesir’e sür gün ettiler beni. Bir buçuk yıl da buikinci askerlik sürdü. Böyle bir hikâye işte bu da.”
O günlerin anılar denizinde söz yüz dürürken söz gazetelerin kültür ve sa nata bakışlarına geliyor.
“O günler”
diyorum,
“gazetelerde daha çok ede
biyat adamı, yazar yaşam bulurdu, ya
bu günler?”
“Çok değişiklik var. Benim canımın çok sıkıldığı bir konuya değinmiş ol dunuz. Türkçe yanlışları çok çıkıyor gazetelerde. Bir kere muhabirler doğ ru dürüst Türkçe yazmasını bilmiyor lar. Ayrıca bazı gazetelerde yazı işleri çalışanları başlıklara doğru dürüst bakmıyorlar. Mesela haberle başlık aynı. Yani haber, aynı zamanda başlık oluyor. Başlıkta da yanlışlıklar yapı yorlar. Siz de biliyorsunuz eskiden ga zetelerin düzeltme masasında hep şa irler, hikâyeciler çalışırdı. Neredeyse bütün gazetelerde böyleydi bu. Şim diyse iş istemeye gelen adamı, ne olur sa olsun hemen düzeltme masasına koyuyorlar.
Dil bakımından da Refik Durbaş, bütün medyayı ele alırsak özellikle te levizyonlarda çok Türkçe yanlışı var. Şimdi bu yanlışı halka da sirayet edi yor. Halk da televizyondaki gibi ko nuşmaya başlıyor. ”
- Radyo dinliyor musunuz?
“Dinlemiyorum, bilmiyorum onla rı, şu FM kanallarını... ”
- Gazetelerin sanat sayfaları vardı M
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi