S o s y o l o g Gö z i l e
C
---
Yazan:
---
^
Prof.. H ilm i Ziya Ü L K E N
V
atana, aileye, geleneğe da yanarak kökleşen ve devam eden millet millî karakterle başka milletlerden ayrılır; kendine mahsus bir kişilik kazanır ve medeniyette kendine mahsus bir yer tutar.Millî karkter nedir ? Bunu bazı - lan ırka roaîftus bir vasıf zanne - derler. Milletlerin mensup olduğu büyük kan gruplarından gelen fizi- yolojik bir takım kabiliyetlere mil lî karakter gözile bakarlar. Bu dü şünce yanlıştır. Çünkü hiç bir yer de m illet; kökleri tarihten önceki zamanlara kadar giden bir ırkın de vamı değildir. Irklar birbirlerile kyy naşm ıştır; yahut kendi başlarına da kalsalar bir çok istilıaloler geçirmiş lerdir. Renklere, kafa taslarına, saç lara, ilâh... göre yapılan ırk tasnif leri mutlak değildir. Daha esaslı o- lan büyük dil birliklerine gelince, bunların içersinde birbirinden olduk ça farklı kafa tası ve renk grupla rına rastlanmaktadır. Zamanımızda bir çok âmilin vücuda getirdiği mil li tekâmüllerde ise hâkim bir ırkın rolü olmakla beraber, her yerde ka rışmalar, melezleşmeler göze çarp maktadır: Almanya, Batı Avrupa milletleri, bilhassa Amerika gibi. Bundan dolayı millî karakteri mu ayyen bir ırkın fiziyolojik vasıflarına bağlamaya imkân yoktur.
Bazıları da millî karakteri yakın zamanların yeni İçtimaî şartlarının kazandırdığı alışkanlıkların mecmuu sayarlara. Böyle düşünenlere göre, millî karakterlerin tarihi eski değil dir ; son asırlarda teşekkül etmek - tedir. Tamamen yeni olan bazı İçti maî şartların neticesinde doğdukları için onları Ortaçağda, hattâ Röne- sansta aramalıdır. Böyle düşünenle re güre, tarihin her devrinde aynı kalan ırkî bir karakter aramak şöyle dursun, hattâ bir kaç asır önce bile milletlerin şimdikinden büsbütün farklı karakterleri vardı. îngilizler, bir kaç asır önce mezhep mücadele lerine kendilerini vermiş heyecanlı ve taşkın insanlardı. Onlarda, bu gün başka milletlere örnek diye gös terilen «soğukkanlılık» larından e- ser yoktur. Rânesansın İtalyanları son derecede hareketli ve haris, İs viçrelileri muharip ve kahraman, Almanlar sakin ve hayalperest idi ler. Son asırlar içinde bu milletlerin hususî tarihleri onların ruhuna dam gasını basmış ve her birine eskisin den çok farklı yeni karakterler ver miştir.
Bu ikinci görüş de birincisi kadar mübalâğalı, hakikatten uzaktır. Millî karakter, ırklara mahsus değişmez fiziyolojik bir vasıf olmadığı gibi, asırlar içinde süratle değişen sat hî bir takım alışkanlıkların mecmuu da değildir. Ferdî karakter gibi, mil lî karakter de insanın âlemle müna sebetinde meydana çıkan bütün fa aliyetinin ifadesidir. İnsan, tabiî şartların basit bir mahsulü, onların neticesi değildir. Hayvan, kendini çeviren küçük muhit (Umvrelt) ile
şartlandırıldığı ve ona göre yaşadı ğı halde, insan hürlüğü sayesinde muhitini seçer; bazı şartlar yerine başkalarını koyar. H attâ şartları de ğiştirir. Sihir, din, teknik, ilim ve manevî değerler vasıtasile insanın âlem üzerinde bu seçici, düzenleyici, yaratıcı tesiri onu başka varlıklar - dan ayırır. Bununla beraber insanın âlem üzerindeki bu tesiri, keyfî ve gelişi güzel değişmeye elverişli de değildir. Çünkü insan muhitini seç tikten ve kendi şartlarını bir kere yarattıktan sonra, onlarla kaynaş maya, onlara uymaya mecburdur.
Yâni insanın tabiat karşısındaki du rumu körükörüne boyun eğmeğe de ğil, hür bir bağlanma (engagement) dir. İnsan bir toprağa, bir vatana, bir takım geleneklere bağlandığı g i bi, aynı suretle asırlar zarfında i- mal etmiş olduğu kendi beden yapı sına da bağlanır. Beden yapısı bu suretle onıın hür tarihî yaratışının eseri olmakla beraber, bağlanması dolayısile aynı zamanda onun ka deridir. Fakat bu yapıya biyolojist- lerin anladıkları mânada yalnızca uzviyet değil, İnsanî varlığımızın, yâni rulı ve bedenin mecmuu gözi le bakmak lâzımdır.
Biz, alışkanlıklarımızı, ikalarımı zı, irsî reflekslerimizi, otomatizm - lerimizi kendimiz yaratıyoruz. On - lar önceden bizim hür davranışları- mızken, sonradan mükellefliğini kabul ettiğimiz kendi varlığımız ha
üne geliyor, bir cemiyetin bütün ta rihi kendi hürriyeti ile kabul ettiği bu maddî ve manevî mükelleflikler- den ibarettir. M illî karakter bu mü kellefliklerin dayanağı ve toplamı - dır. Bundan dolayı onu ne bizi kö rükörüne idare eden bir tabiat kuv veti, ne de ruhumuzun yüzünde her an değişmeye elverişli, ve yine ira demizin karışmadığı İçtimaî şartla - rın neticesi saymak doğru değildir. Millî karakter, milletin bütün fert lerinin (veya fertlerin çoğunluğunun) bedeni ve ruhile beraber kazanmış olduğu yapıdır ki, sathî muhit de - ğişmeleri ve yeni şartlarla vücuda gelmez ve kaybolmaz. Onun deği şebilmesi için milletin tarihî kade - rinin temelinden değişmesi, yâni mil letin kendine başka bir istikamet, başka bir vatan, başka bir gelenek seçmosi lâzımdır ki, bu da pek az ve pek güç meydana çıkar.
Vakıa insan etrafındaki tabiî ve teknik değişmelerden müteessir o- lur. Geçen yazımda bahsettiğim gi bi, buharlı makine, elektrik, radyo, uçak, insanın yaşama şartlarını ve bir kısım alışkanlıklarını değiştir - miştir. Fakat unutmamalıdır ki bun lan yaratan insandır. Yâni bu hâ - dişeler bizzat insanın muhiti yarat ma gücünün neticeleridir. Nitekim bu değişmeleri vücuda getirenlerle onlara pasif olarak boyun eğenler a- rasında fark vardır. İkinciler teknik değişmeler karşısında yalnız seyirci
mevkiinde kalmakta ve karakterleri onlarla bağımsız bulunmaktadır.
Milletlerin karakterlerini gelişti - rebilmeleri için kendi vatanları ve geleneklerinin içersinde, kendilerine mahsus bir yaratma gücü kazan - maları lâzımdır.. Başka milletlerin edğer yaradışlannı taklit ederek yaşayan bir milletin millî karakte ri donup kalmaya mahkûmdur. Bu hareketsiz ve iç» katlanmış ka rakter üzerinde ise taklit bayatı sat hî ve şahsiyetsiz bir takım ruhî de ğişmelerin gelip geçmesine sebep olur. Buna biz, cemiyette üzentile- rin, snobların çoğalması deriz. Bu hal ilerledikçe millî karakterden şüp he edilmeğe başlar. Hattâ bu sathî hareketlilik gözü aldatarak bazıları na bir kuvvet, bir yenileşme enerjisi gibi gelir, içe katlanan karaktere geri ve bu tarzdaki hareketliliğe ileri adı verilir. Fakat onlar — h a kikatte — ne ileri, ne de geriyi tem sil etmekten uzaktırlar. Böyle bir durumda içe katlanan karakter va kıa kendi vazifesini yapmaktan u- zak kalmıştır. Nitekim bu görünüş - teki hareketlilik de millete hiç bir şey kazandırmaz; hattâ asıl karak terinin kararıp kalmasına sebep o- lur. Şu halde millî karakteri gelı> - tirmek için, onu kendi kudretleri ve geleneği içinde yaratıcı kılmak lâ zımdır : Bir milletin sanatta, ilimde, ehlâkta, teknikte yaratıcılığım kay betmemesi, millî karakterini devam ettirmesi demektir.
Bu mânada anlaşılan millî karak tere, zoolojik veya mevhum ırktan tamamen farklı olmak üzere «İçti - maî ırk» diyebilriiz. Milletler uzun asırlar zarfında geçirdikleri mücade leler sonunda bedenleri ve rublarile bazı temelli kabiliyetler kazanırlar. Medeniyet içinde şahsiyetlenni bu suretle' elde ederler. Dehâlarını bu istikamette yetiştirirler; ve birbirle rini bu husustaki farklar ve huşu - siyetlerile tamamlarlar. H attâ bir birlerinin tamamen aynı olmadıkları içindir ki, farklı oldukları kadar da birbirlerine muhtaç olduklarım du yarlar. Şu halde millî karakterler, milletlerin şahsiyetlerinin olduğu gi bi, milletleri birbirine muhtaç kılan ve birleşmeye, anlaşmaya götüren medeniyet birliğinin de esasıdır.
Yarınki medenî ve İnsanî anlaşma da milletlere bütün şahsiyetleri ve istiklâlleri ile birbirilerini aramak ve birbirlerile dost olmak imkânları m verecek millî karakterlerin en tam ve en geniş şekilde geliştirilme si olacaktır. Milletlerin müstakil bi rer varlık olduğunu kabul etmek is- temiyenler, millî karakterleri ezme y e ve ortadan kaldırmaya çalışan - lar, bu suretle yalnız milletleri de ğil, onların uzlaşmasından başka bir şey olmayan medeniyet ve insanlığı da ortadan kaldırmak isteyenlerdir. Fakat unutmamalıdır ki bu insan - lık düşmanı düşünce, hangi usulü kullanırsa kullansın, yeryüzünden in san hürlüğünü, onun vaz geçilmez eseri olan millî karakteri silemez.