SAYFA
GÖRÜŞ
PERİHAN ERGUN
Sait Faft 50 Yıl Önce Ölmüş!..
Yok Canın, işte Aramızda Yaşıyor!.
Ö yküleriyle evrenselleşen (Atatürk’ten sonra
Mark Twain Arm ağanı’nı alan Abasıyanık hiç ölür
mü?
H işt... hişt! desek acaba gelir mi? Elbette gelir!.. Bakın önünde, arkasında, sağında, solunda; Se maver, Sarnıç, Şahmerdan, Lüzumsuz Adam , Ma halle Kahvesi, Havada Bulut, Kumpanya, Kayıp Ara nıyor, A lem dağda Var B ir Yılan, Az Şekerli, Tünel deki Ç ocuk, Balıkçının Ölümü, Yaşasın Edebiyat, Yaşamak Hırsı isimli yetişmiş evlatlarıyla Bitm em iş Senfoni adıyla büyütemediği yavrulanyla, Şimdi Se vişm e Vakti dizeleriyle cü m b ü r cem aat karşımız da. Kocam an mavi gözleri, sarkıttığı dudağıyla bizlere sitemle bakıyor. A m a sitem edemiyor. Çün kü her şeyi, hepimizi, o kadar çok seviyor ki, “Bir insanı sevmekle başlar her şey” diyor.
İyi diyorsun da o sevdiklerin kaldı mı ki Sait... “Son Kuşlar”ında çevre, doğa düşmanları için "Kuşla rı boğdular, çimleri söktüler, yollar çamur içinde kaldı. Dünya değişiyor dostlarım. Günün birinde gökyüzünde, güz mevsiminde artık esmer leke ler görmeyeceksiniz. Günün birinde yol kenarla rında, toprak anamızın koyu yeşil saçlarını da gö remeyeceksiniz. Bizim için değil ama çocuklar, si zin için kötü olacak. Benden söylemesi” diyordun.
Bu oldu dostum . 06 Ekim 2003 gün ortası, i f ş a at içinde araç gereçsizlikten, umursamazlıktan se nin âşık olduğun ormanın yanıp kül oldu. Müze Evi’nin önündeki palmiyeyi deyangın yerinden lo dosla kopup gelen alev topu bir kozalak tu tu ştu r du. Sevgili bakıcınız Şadiye Hanım’ın çığlıklarına
koşarak gelen am ca kızının oğlu Ali Otman im
dada yetişip, ateşi söndürm eseydi, “Haritada b ir nokta” diye tanımladığın sevgili Burgazada’ndaki
doyamadığın baba ocağın da yanıp yitecekti. Senin o kayalıklı patika yollardan Arap ve Cici isimli iki köpeğinle tırmanıp, M etom orfisos Kilise- s i’nin karşısında sırtını dayadığın Rabia N ine’nin
ulu ceviz ağacı da yo k artık. Onu ve eski m ülk sa hibinin yetiştirdiği zeytin, leylak, incir, erik vs. yir mi otuz ağacı yangın başlarken orada s p o r yap m akta olan bir avuç adalı genç canları pahasına kurtarmıştı. Bu onları ço k m utlu etm işti. Gel gö r ki üç beş gün sonra orm an görevlileri saha açm ak bahanesiyle bizler yetişiaceye dek kurtarılanları da testereyle doğrayarak, yok ettiler.
Sen gene bunları görm ediğine şükret. K öpek
lerinle öteki patikadan Kalpazankaya’ya in. İsma
il Baha’yla şarabını kahveni yudumla. Her zam an
ki gibi dalgın gözlerle Kınalı’yı seyrederken geçen günkü ada önünü anımsa;
“O da baktı arkasına, güldü - Güzel, dedi.
Tabiat birdenbire b ir Van Gogh dehasıyla önü müze çizilivermişti. Şimdi Kınalı’nın bu yamacı hacimsiz b ir şekilde... renk renk toprakları, yeşil, beyaz kiremidi, gri rengiyle sisin içine büyük bir pano, devasa bir Van Gogh gibi asılmıştı” diye için
den konuşmanı sürdürerek ağır adımlarla yürür
ken, “Aklımdan her zaman geçerdi. Kalemi kâğı
dı kaptığım gibi iskelenin karşısındaki gazinoda de nize karşı oturup b ir aşk hikâyesi yazayım, der dim. Ne zamandır yazmadım.
“Denize, çamlara, yelkenlilere karşı b ir sevgi hi kâyesi” diye içinden konuşarak, her zamanki gibi
iskelenin korkuluklarına dayandın, tıpkı seni ilk
gördüğüm günkü gibi ‘merhaba’mı bile duymadan,
dikildiğin yerden, vapurdan çıkanları izlerken, bi linç altına atarak o özlediğin hikâyeni yazmaya başladın. Kesinlikle o hani seni evrenselleştiren öy külerden birini. Hemen evine koştun. Masanın ba şına oturdun. A m ca kızından az şekerli okkalı kah veni istedin. Onu yudum larken Papaz Efendi’nin bahçesini seyrederken kısacık kalemini dişliyor, öy küne başlıyordun. Başla ki çıkacak hikâyelerinle biz hep seninle olalım. Kalinikta Sait kalinikta!... d i ye sana selam duralım.
¥ > T T ¥ M i n i
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi