TANIMADIĞIMIZ MEŞHURLAR:
ü Uı,
—---
---r p
g»*ı
p * ı
Au,
1 evrik rıkretın sonpc
günleri ve ölümü..
Büyük şair kolundan ameliyat olduktan sonra iki sene
eline kalem almamış, yazılarını dikte ettirmişti.
En ziyade kimleri beğenirdi?..
— Fikretin ameliyatı — Hayatında «şey»
kelimesini kullanmıyan insan
— Zerriştenin resmi — Fikret perhizi bo
zuyor
— Neden öldü?.. — Bir sandık mektup..
Fikret tarafından yaptırıldığı zaman büyük dedikodulara sebep olan Galatasaray«! konferans salonu
Fikretin en karakteristik ta raflarından biri de gayet güç ve gayet az insan beğenmesidir. Lâ- |kin ona, «hiç beğenmezdi..» deni lemez. Zevkinin istikameti kendi
neslinden, kendinden evvelkiler den ziyade gençlere doğru çev rikti. Heışeyde olduğu gibi, fikirde ve edebiyatta da «Büyük ferda»yı arıyordu. Meselâ biı* gün kendisi nin «Sultan Osmanm selâmı» adındaki bir yazıyı derin bir hayranlık içinde tekrar tekrar okuduğunu ve:
— Ne nesir!., sözleri ile bunu bir edebiyat örneği halinde ar kadaşlarına gösterdiğini görüyo ruz.
Bu yazı ilk eserlerini bize ver- meğ'e başlayan genç Halide Edi bindir. Tevfik Fikret ilk satırla rından genç edebiyatçının ne bü yük bir istikbal vadettiğini her kesten önce sezen adamdır.
Fikret Yahya Kemalin mısra ları üzerinde teker teker duru yor:
— Ne kadar tertemiz Türkçe ile yazılmış mısralar!., diyordu.
Hamdıîllah Suphinin Paristeki «Şûrayı Ümmet» de istibdat aley hinde neşrettiği yazıları pek be ğenmiş, bunların kimin kalemin den çıktığını tahkik etmişti.
Bir ahbabı Hamdullah Suphiyi kendisine getirmişti. Fikret, genç şaire büyük iltifat etmişti.
Yannın büyük fikir ve sanat otoritelerini anlamakta şaşmaz bir seziş kabiliyeti vardı. Ve bu gibi gençlere hayrandı. En ümit siz zamanlarında onlara cesaret vermekten biran geri kalmamış tır.
Kendi neslinden en çok beğen diği şair «Riza Tevfik» di.
Bir gün birdenbire Fikretin kolu şişti. Sıhhatine o derece iti madı vardı ki «inandığım sayılı şeylerden biri de odur!..» diyor du. Ne yazık ki o da için için kendisine ihanet etmekte idi. Koldaki şiş devam ediyordu, bü yüyordu. Fikret yanında doktor lâfı ettirmiyor:
— Bir şeyim yok... Sıhhatıma itimadım tamdır... diyordu.
Doktor istememezliği, hekim leri sevmediğinden değil — zira onlardan bir çok dostlan vardı — sıhhatine inanışından ileri geli yordu. Testi testi su içmesi bu doktor dostların dikkatini çekti. Bir tahlil yapılmasını pek muva fık gördüler. Lâkin bunu Fikrete söylemeğe imkân yok ki. Söylen se bile dinlemez. Nihayet doktor
tavsiyesile tahlil maddesi, Fik- retten gizli toplandı ve laboratu- vara gönderildi. İçinde dehşetli şeker bulundu.
Kolun şişmesi devam ediyor ve Fikretin ıstırabı arttıkça artıyor du. Üstelik romatizma ağnlannı andıran tahammül edilmez bazı sızılar da başalmıştı.
Nihayet Fikrete profesör opera tör Orhan Abdi tarafından epey ehemmiyetli bir ameliyat yapıl masına lüzum gölrüldü. Omu zundan itibaren bütün kolu, eli, avucunun içi yarıldı. İki sene Fikret hiç bir şey yazamadı. Daha doğrusu eline kalem ala madı. Bu müddet içinde yaza caklarını dikte ettiriyordu. Ay larca kolu siyah bir bağla boynu na asılı olarak Âşiyanda geziyor du. Bu haşatlık da onun inziva sını derinleştirdi. Artık Âşiyana yalnız pek samimî dostlan geli yordu. Ve Fikret saatlerce konu şuyordu.
Senelerce meclisinde bulunan lar onun şiirleri derecesinde sa- natkârane bir tarzda konuştuğu nu söylüyorlar. Arkadaşlarından biri diyor ki:
— Dirseğinin altına bir yastık dayar ve öyle konuşurdu. Yıllar ca zaman bir kere olsun konu şurken aradığı kelimeyi bulama yıp da «şey!..» dediğim hiç
duy-Artık doktorlar ona güzel sof raları da yasak etmişlerdi. Kol bağlı, sofra yavan, sinirlendirici hâdiseler bol!.. Memleketin harb- deki mevkii ise onu çileden çıka rıyordu. Osmanlı imparatorluğu nun harbe girişini «et ile zırh karşılaşır mı?..» diye târif edi yordu.
Boğazın sularına karşı ayağı nın dibinde kedisi saatlerce yal nız otururdu. En sevdiği kedisi Zerrlşte çoktan ölmüştü. Fikre tin yaptığı tablolar arasında en muvaffak olanı da Zerrişte’nin resmi idi. Efendisinin ölümün den sonra bu tabloyu ailede bü yümüş bir ahretlik kadın, «Növ- ber kalfa» hâtara olarak almış, Anadoluya götürmüştü. Seneler ce sonra İstanbul belediyesi Fik retin hâtıralarını toplarken Zer riştenin resmini Anadoludan ge tirtmiş, tamir ettirmiştir. Fikre tin kedileri dikkate değer isim ler taşırlar. Meselâ bir de pek sevgili kedisi daha vardı. Fakat «Rengâmiz», «Zerrişte» derece sinde edebiyata ve resme girme mişti.
Kolu bağlı olduğu için resim de yapamıyordu. Bu kol bağlılığı Fikret için hakikaten garip ve acı bir tecelli idi. Zira onun ce miyetle kalan son rabıtası bu eldi. Hiç olmazsa cemiyete çat mak için yazı yazıyordu. Tabia- tin güzelliğini bu ellerle muşam banın üzerine döküyor, resimleş tiriyordu. Kolu bağlanınca dış âlemle tek rabıtası da kesildi ve büsbütün içinin dünyasına çe kildi.
Fikret neden öldü?..
Hastalığı anında dahi büyük sanatkâr çocukluğunu muhafaza ediyordu. Meselâ biraz iyileşir iyileşmez hemen perhizi bozmuş tu. Hem de öyle böyle perhiz bo zuş değil, darbı meselleri hatırla tacak bir tarzda perhize isyan-.. Meselâ turşu yemişti. Lâhana turşusu!..
Sıhhati bozulunca yine doktor ların zoru. ısrarı ile perhize baş lıyordu. Lâkin aradan biraz ge çince nefîs yemekler bir takım iğ fal edici şeytanlar halinde onu perhizin çorak yolundan geri çe viriyorlardı.
17 ağustosta, yani ölümünden iki gece önce yakın akrabasından misafirleri vardı. İyi yemekler yi ne eskisi gibi sofrayı süslüyordu. Ve Fikret bir iki gündür tekrar perhizi bozmuştu. Hattâ bundan bahsederken: «Bir kâse turşu su yu içmiş!..» diyenler de vardır. Fakat yakınları böyle biışey ha tırlamıyorlar. Esasen buna lü zum da yoktu. Zira Fikret bun dan da daha ağır şeyler yiyordu.
--- i ■»__ J - — - ^ l î
tarif ederler. Serveti Fünunda toplanıldığı zaman ayanda, âza- mn birbirine yemek tarif ettikleri mevzuu bahis olur, bu bakımdan onlarla alay ederlermiş.. O za manın müreffeh ve romantik dünyasında genç erkeklerin ko nuşacakları —yemekten başka— o kadar çok şey vardı ki...)
0 gece birdenbire Fikret fena laştı. Kendisinden dehşetli kan geldi. İki gün yattı. Ve en sev mediği bir tarihte 19 ağustos gü nü — sene 1915 — büyük insan, büyük şair, büyük fazilet timsali Tevfik Fikret öldü.
Ne yazık ki bizde tarihî şahıs ların bile ölüm teşhisleri tam ola rak konulamamıştır.
Fikret neden öldü?.. Bunu lâ- yıkiyle bilmiyoruz. Kendisini mu ayene eden doktorlar şunları söylüyorlar:
1 — Böbrek veremi.
2 — Böbrekte büyük bir taş vardı. Perhizi bozunca bu taş yerinden oynadı. Büyük bir da man kesti. Şiddetli bir kan bo şalmasından sonra ölüm geldi.
Lâkin en kuvvetli ihtimal şu üçncüsüdür:
Şayet Fikeı tin ölümü kalbden olmamışsa bir pankreas ölümü dür Pankreasın birdenbire kan gren olmasından ölmüştür.
Bir sandık dolusu
mektup..
En çok konuşulmuş bir insan olmasına rağmen Fikretin eser leri hâlâ toplu bir şekilde basıla- mamıştır. Bunlar ortada yoktur. Onu «en büyük şairimiz!..» diye gösteriyoruz. Fakat eserini bula mıyoruz. Hakikaten garip bir şey, Nazıma Fikret hanım (Rübabı Şikeste» nin yeni harflerle «An- can» adında bir yayımevi açan iki müteşebbis genç kız tarafın dan basılmakta olduğunu söylü yor. Bu onlar için hem bir ticar- ret, hem de bir hizmet olacaktır.
Yazımızı bitilmeden önce bu rada mühim bir şeye dokunmak isetriz. Bugün, Fikretin Âşiyanda bir sandık dolusu mektubu var dır. Şayet bunlar tasnif edilirse, edebî mektupalr, iş mektupları, maarif hayatına ait olanlar, hu susî mektuplar ayrılırsa pek gü zel bir eser meydana çıkabilir.
14 Şubat 1945
Tanımadığımız
meşhurlar
(Baş t ar a} t 5 inci şayiada)
Ben görmedim. Fakat pek sev diğim ve saydığım bir zat oku muş anlatıyordu:
— Bir yerde gördüm. «Aziz» lerden bahsedilirken şöyle deni liyor: «Dağlara, kütlelerin hari cine çekilip aziz olmak, namusu muhafaza etmek kolaydır. Aziz
ler gelsinler de şehirde, insan top lulukları arasında namuslarını muhafaza etsinler bakalım...»
Doğrudur. Hisarların tepesine çekilen Fikret için de belki bu akla gelebilir. Fakat onun haya tının her sahnesi hakikî bir fazi letin ve feragatin romanı, büyük destanıdır.
Hayatı devir devir büyük inki sarla dolu idi. Ümidin yolunda adamakıllı ilerlediğini zannettiği anda olduğu yerde döndüğünü dehşetle ürpererek gördü:
«Geçerdim basıp bir takım izlere; Eğildim, biraz dikkat ettim
yere O izler benim, hep benim
izlerimdi..» Bütün ümit yıkımlarına rağ men o bütün hayatında bir şeye inanarak bağlanmak için çır pındı.. Hattâ kendini zorladı:
«Ebnayı beşer birbirinin kardeşi... Hülya! Olsun, ben o hülyaya da bin
canla inandım» Diyecek kadar... Korkunç de recede hassas bir «fazilet tera zisi» olan kendi vicdanına vur duğu bir çok şeylerin kofluğunu titreyerek gördü... İsyan etti!..
Biz, aradan nesiller geçtiği hal de onun engin faziletinin önün de hürmetle eğiliyoruz.
Hikmet Feridun Es Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği