Cenab Şahabettin
İ t
/ * i
(
t û A L
\
| ^ W
w
- ,
4
«
C E N A P Ş A H A B E T T l N ’ l N
Y A Y I N L A N M A M I Ş
M E K T U P L A R I
D r. BEDİ N. ŞEHSUVAROĞLU
Hamiş : Cemil Paşa'ımza hürmetler ve samimî tahassürler.
Paris, 1 S Kânunusâni Sene 28
Herkesten Sevgili ve H erşeyden Kıymetli Kardeşim N eş'et B ey;
10 Kânunusâni 928 tarihli keremrtâmenizi büyük bir sevinç ve belki sevincimden daha bü yük bir hicap (utanç) ile şimdi aldım ve kiraren (defalarca) okudum. M uazzez ve muhterem kar deşim, hiçbir hadise gibi benim uzun bir sü kût şeklini alaıi son cürnıüm de eminim ki dostluğumuzu bulandıramaz; ltikadımca dostlu ğu bizimki kadar temiz ve metin neşv ii nema bulmuş (gelişmiş) iki bahtiyar daha bulmak k o lay değildir. Bizimki bidayetinden bingine ka dar saf bir kalp dostluğu, fikir dostluğu, vicdan dostluğu elhasıl maneviyat dostluğudur. Ona hiç bîr zaman dünyevî bir hiss-i menfaat karış madı; Onun için zaaftan ve tezelzülden (sar sıntıdan) masundur (korunmuştur). Kendi ken dime hile affedemiyeceğim miikâtebe (yazışma) kusuruma gelince.- Emin olunuz ki onun sebebi münhasıran vakit darlığı idi. Hasbel mevsim günler çok kısa. Benim mesai saatlerime bile dar geliyor. Derslerimi yetiştirmekte güçlük ç e kiyorum. Diğer cihetten omuzlarımda idare-i aile sikleti de var. N efes alacak zaman bulamı yorum, dersem inanınız. Y oksa gerek siz, gerek köşkünüzün güzel çamları altında lutf-u tesa
düfle teşkiline muvaffak olduğunuz halka-i efâ- zıl (olgunlar toplumu) her an gözümün önünde ve hafıza-i ihtiramımın mihrabındasınız. Orada herbirinizi ayrı ayrı ve sonra müçtemian tahat tur ve tasavvur ettikçe o nıahfel-i mübareke içimden: « Fazilet Bahçesi» diyorum. Oraya ha kikat ve samimeyetten başka bir his ve fikir nü fuz edemiyordu. Oradan riyâ ve yakın kat'iyyen matruttu. Göğüsler edeben düğmelenmiş fakat kalpler apaçıktı. Bana öyle gelirdi ki herbirini- zin dimağındaki her hücre bir sıdk ve iffet ka rargâhıdır. Meclisimizde kendi insaniyetimin de genişlediğini ve yükseldiğini hisseder gibi olurdum. Aramızda ihtilâflar da olurdu, lâkin bunlar meselâ sizin a Kazeini) (süt) den nefreti niz gibi zararsız hususiyetlere münhasır kalırdı. İşte şu anda hepinizi uzaktan görüyorum: Ciga- raının dumanı gûya seyyal bir «sebya» ile herbiriniziıı necip simasını gözümün önünde nakşediyor ve sessiz dua eder gibi hepinizle eb- kem (sessiz) konuşuyorum ve bahçenizdeki iki biiyiik mevzuumuz işte yine dudaklarıma geli yor : İlim He D in ... Neş'etçiğim biz vaktiyle gençlikte ve hekimlikte birleşmiştik; bıı sefer bana öyle geldi ki insanlıkta birleştik. Sizin her haliniz gibi dindarlığınız da çok hoşuma gitti. Filhakika, düşünüyorum, ilim belki bir hakikat, fakat yâbis, fakir ve hissiz bir hakikat; Din bel ki bir hakikat ve belki beşeriyyetin ihtiyacın ruhundan doğmuş (bir hayal. Lâkin ne olursa olsun, zengin, geniş ve kalbimizin en biiyiik 16
emellerini okşayacak kadar m erhametli... Onun için hiçbir kuvvet bizim yüreklerimizden hissi- yat-ı diniyyeyi bütün bütün kal'edip (söküp) atamaz, kin kuyu dehri'nin (maddecinin) vicda
nını derinden yoklamış olsak, eminim ki, orada
uzun müddet işlemiş bir yaranın nedbesi halin
de yine din hissiyatım bulacağız, ve o nedbeye dokununca bir din hasreti acısını duyuracağız
.
Bir asır evveline gelinceye kadar din önünde serfürû eden (eğilen) ilim şöylece S yüz senekadar vardır ki vukuat-ı arziyeyi dest-i kud
retten alıp dest-i beşere teslim etmek iddiasına
çıkıştı. Güya ilim bize öyle bir kuvvet veriyor du ki o sayede bütün istikbali kendi mekâsidi- mize (amaçlarımıza) göre kendi arzularımızın mantıki ile k eyfe ma yeşâ (keyfim ize göre) tesis edebilecektik. Heyhat! H er yeni doğan gün beraberinde getirdiği şuûn ve hadisat (olaylar) ile ilmin bu ham davasını tekzip etmiyor mu? Diğer cihetten « ilnı» in içine dalınca her tarafı mızda gölgeden veya karanlıktan yapılmış hu dutlar ve ufuklar görüyoruz, «tini» in bize ver diği silâh aziz hülyalarımızı yaralıyor, işte o ka dar. M eselâ bize diyor ki: « Bütün kıym et an cak hayattadır, hayatın ötesinde ancak hiçlik bekler ve nihayetsiz bir sükût içinde nihayetsiz bir hiçlik... Ölü için mezarını gagalayan kuş ların teranesi, (ötm esi) mezarı üstüne dökülen ağaç gölgesi ve güneş ziyası, hepsi birer istih- zay-ı tabiattır!» Bu haşin mev'izeyi (konuşmayı) insan kulağı isyaıısız dinleyemez. Hayır, her güzel hülyamızın karşısına bir diken ormanı gi bi ölümü ve ölümün boş karanlığını rekzedeıı (diken) «ilim» e bağlanıp kalamayız. Hayatın acı hakikatleri ile katık etm ek için hepimize biraz şiir, biraz iiınid ve hayal lâzmıt‘ Bunları da biz ancak dinin müşfik sinesine başımızı da yamakla bulabiliyoruz. Cennet insanların ham hülyalarından da doğmuş olsa güzeldir; ve onu bize vadeden rakik ve rahim kuvvete tahsis et tiğimiz mevkii nasıl olur da fani (beşerin zekâ sından doğduğunu ve her gün bir parçasının de ğiştiğini yahut öldüğünü gördüğümüz «ilnı» e terkedebileceğiz! Şu kadar var ki dindarlık yü zünden taassuba düşüp te bütün bir af ve merhamet olan din namına dindaşlarının gayrı- sına husumet beslemek benim kanaatimce bir hata ve hatta bir günahtır. Sizin medlis-i fazile
tinizde çok şükür ki hissiyat-ı diniyyenin bir şekli marazisi olduğunda şüphe olmayan taas suptan bir küçük gölge bile görmedim. Bu iti bar ile bilhassa üstadımız Muhittin Beyefendi'yi büyük namdaşı Muhiddin-i A rabi kadar bü yük hissettim. Bu iki ismi yalnız söz sırasının
şevki ile yanyana getirmiyorum: ikisinin fikirle ri arasında pek çok vücûh-i iştirak ( uy arlılık yön
leri) gördüm, ikisi de hakikaten ârif-i billâhtır, ve ikisi de maruflan hangi kıyafeti
q
cilveger olsa onlara «Ene Rabbikümül-alâ!» (lanrı ulu dur) diyor. Muhittin Bey dindarane olmakşar-tiyle hiç kimsenin itikadını istihkar etm iyor; Büyük namdaşı da «Fütuhat-ı M ekkiye» sinde öyledir. Onlarca Hak herhangi surete mülâki olsa kendi surette baki kalır. Doğrusu Muhittin Beyefendi'yi Muhiddin-i Arabi'nin «Hazarat-ı
H am se» sinden «tnsan-ı Kâmil» mertebesine peyvesle (ulaşmış) buldum. Ve bezm -i ârijâne- sinden müstefyiz olduğunuz (yararlandığınız) için mağbutumsunuz (size imreniyorum). K en disi gibi benim de hakiki dindaşlarım Şeyh-i Ekber ile birlikte: «La yefkcuiü itikad ahade Rabbihi mealaynil câmiatü lil itikadât» (Kişinin inancı toplum inançlarına uygundur) kanaatin de olanlardır...
Bakınız, N eş'et Beyciğim, feyyâz (ışıklı) mahfelinizin hayali bile beni ne kadar coştur du ve sözü nerelere sürükledi. Haydi arşa te mas eden o şahikalardan sefil zemin katına ine lim: Hamdolsun burada cümleteıı iyiyiz. Destin büyümekte, bendeniz çalışıp çabalamakta, yal nız hanımların ahbapsızlık yüzünden az çok canlan sıkılmaktadır. Enis Bey oğlumuzun elim vaziyeti hepimizi üzdü. İnşallah fevz-ii ne- cât ile ıtihayetlenir.
Baki ciimleten size arz-ı tazimat ve k e rime hanımefendilere takdinı-i tahiyyat eder, meclis-i mübarekeııizin azay-ı kiramına Rama- zan-ı şerifi tebrik ile te’yid-i ihtirâmât eylerim. Kardeşim Neş'etçiğim.
Cenab Şahadettin
A Ç I K L A M A ;
Mektubun hitab ettiği şahıs Dr. Neş’et Halil Öztan, sözü edilen Muhittin Bey Dr., Muhittin Celâl Duru, Cemil Paşa da Op. Dr. Cemil Topuzlu olabilir.
Dr. B. N. Ş.
17
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi