• Sonuç bulunamadı

Erol Şadi Erdinç ile geçmiş zaman sahafları ve sahaflık

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Erol Şadi Erdinç ile geçmiş zaman sahafları ve sahaflık"

Copied!
3
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

“T T ~ £ f r a - L ,

E

r o l

Ş

a d

İ

e r d î n ç

î le

G

e ç m î ş

Z

a m a n

SAHAFLARI VE SAHAFLIK

E . N e d r e t İş l î

E. Nedret İşli: Bugünkü Sahaflar Çarşısı’nın

tarihinden başlayalım isterseniz—

Erol Şadi Erdinç: İlk halini hayal meyal

hatırlıyorum... O zamanlar, çorapçılar, fotoğrafçılar ve kitapçılardan oluşan karışık bir gecekondu mahallesini hatırlatırdı. Yangından sonra yeniden yapıldı ve 1952’de, zamanın vali ve belediye başkanı olan F. Kerim Gökay ve Hakkı Tarık Us’un da katıldığı bir törenle açıldı Sahaflar Çarşısı. Buradaki dükkân sahipleriyle belediye arasında özel bir mukavele vardır. Genellikle babadan oğula geçen dükkânların kiraları düşüktür ve en önemlisi bu dükkânlarda sadece eski kitap satılması şartı vardır. Ancak, sanırım Bedrettin

Dalan zamanında sahafların bu hukuki durumu değişti. Belediye, kiraları günün rayicine göre almaya başlayınca sahaflar da kırtasiyecilik yapmaya, yeni kitaplar da bulundurmaya, hatta turistik eşya satmaya başladılar. Bugün artık sahaf kalmadı. Benim tanıdığım ve kendisinden çok şey öğrendiğim sahaf

Nizamettin Aktuç'tur. Rahmetli Nizamettin Bey at yarışına meraklıydı ve yarışın olduğu günler nakit paraya ihtiyacı olduğu için her şeyi ucuza satabilirdi. Diğer günlerde pazarlığını yapardı ama. Her kitabın müşterisini bilir ve ihtiyaç sahiplerine aradığı kitabı bulur ve saklardı; başkası o kitaba iki misli fiyat da ödese satmazdı. Sabah akşam uğrardık biz

Sahaflar’a; okulda öğrenemediğimiz birçok şeyi orada öğrendik. Mesela ben ittihat ve Terakki konusuna merak sarmıştım. Bir gün Nizamettin Bey beni görünce hazırladığı bir paketi elime tutuşturdu ve “ 15 lira ver, al bu paketi, defol git” dedi. Paketin

içinde ne olduğunu bilmeden parayı ödedim ve aldım. Daha sonra paketi açınca baktım ki Tarık Zafer Tunaya’nın İkinci Meşrutiyetin Fikir

Cereyanları ile şimdi adını hatırlayamayacağım

önemli başka bir kitap. Benim için özelliği olan sahaflardan biri de Necati Bey'dir. Bana ayırdığı paketteki kitaplardan bazılarını bende var diye almadığım zaman “Peki kalsın” derdi, ama altı ay veya bir sene aradığım kitapları satmayarak cezalandırırdı. Eski sahaflar özelliği olan adamlardı yani... Sahaflar’a Kapalıçarşı tarafından girildiğinde Mehmet Ertezcanlı, Adnan Türkmenoğlu ve İsmail Dilmen’in dükkânları yan yanaydı. İsmail Dilmen

Bey her akşam Prof. I. Hakkı Uzunçarşılı ile sohbet ederdi. Benim orada gördüğüm isimler arasında Cavit Baysun, Enver Ziya Karal ve Tarık Zafer Tunaya vardır. Bunlar sahaflardan çıkmayan adamlardı. Enver Ziya Karal, Ankara’ya gittikten sonra da İstanbul’a her gelişinde mutlaka uğrardı buraya. Yine karşı sırada

Kâmuran Ardakoç vardı...

E.N.I.: Tosun Ardakoç'un babası... E.Ş.E.: Sonra Nurettin Eren vardı... E.N.I.: Muhittin Eren'in babası...

E.Ş.E.: Onun yanında asıl mesleği kolonyacılık olan bir zat vardı. Sonra setüstü başlardı; köşede Ethem Bey... Varla yok arası bir adamdı. Köşeyi dönünce iç köşenin bir kenarı Muzaffer Özak’ın dükkânıydı, öbür kenarını Tunç devraldı. Sonra Sahaflar’ın temel direği Ali Ertem vardı, hemen yanında da Mustafa Türkmenoğlu... Adnan’ın babasıydı. O vefat edince dükkânı Arslan Fotoğraf: Aydın Coşkun

(2)

Kaynardağ’a verdiler. Onun yanında Acem İsmail’in dükkânı vardı, onu da İsmail Akçay’a verdiler. Daha sonra Nizamettin Bey ve Ihsan Manavoğlu’nun dükkânları gelirdi... Sahaflar’ı oluşturan dükkânlardı bunlar. Ancak iki büyük yangın çok büyük bir tahribata sebep oldu.

Anımsadığım kadarıyla yangından önceki dönemde dükkânların içlerinde kerevetler vardı. Bu kerevetlerin üstünde bağdaş kurulur ve eski yazı kitapların ağızlarına adları yazılırdı. Kitaplar orada üst üste dururdu. Benim

orada sürekli gördüklerim arasında Ibnülemin Mahmut Kemal Bey, Mükrimin Halil Yinanç, Ahmet Caferoğlu vardır. Şimdi artık eski kitap yokluğundan yeni kitaplar, özellikle ders kitapları satıyorlar. Yeni kitap satmaya ilk başlayan da Mehmet Ertezcanlı’dır.

E.N.I.: Yurttaş Kitabevi...

E.Ş.E.: Okul kitabı satmayı da o başlatmıştır. Bir de sahafların mezatı vardır. O zamanlar bütçeleri büyük kütüphaneleri almaya müsait olmadığından iki üç esnaf birleşerek bir kütüphane alırlarlardı. Kamyonetlerle veya at arabalarıyla caminin bulunduğu kapıdan getirilir, ortaklardan birinin dükkânına yığdırdı kitaplar. Konularına göre ayrılır ve her bir parti ayrı ayrı mezat edilirdi. Bir de el mezatı vardır. Mesela çok önemli bir yazmayı bir tanesi eline alır ve her dükkândan fiyat alır. Bu fiyatı da bağıra bağıra ilan eder ve bir aşağı bir yukarı iner çıkar. Kitap en yüksek fiyatı verende kalır, ama bu kişiyi kimse bilmez.

E.N.I.: En son Süleyman Nazif’in kitaplarını

böyle yapmışlardı. Oradan bir kitap almıştım batta.

E.Ş.E.: Esnaf arasında rekabet yok gibiydi. Aranan kitap kimde varsa müşteri ona gönderilirdi. Bu mezatlarda Nizamettin Bey’in getirdiği bir yenilik vardı. Kitapların satılması için bir kümenin içine ekmeklik bir kitap konur, esnaf da o kitabı alabilmek için birbiriyle yarışır, böylece bütün kitaplar satılmış olurdu.

E.N.I.: Bu mezatları hep

Nizamettin Bey mi yönetirdi? Mesela benim şahit olduğum mezatları hep İbrahim Manav yönetmiştir.

E.Ş.E.: İbrahim Manav çok sonra... O çıraklıkla işe başladı. Bu meslekte usta-çırak ilişkisi vardır. Çırak kabiliyetli ve meraklıysa ve bir de eski yazıyı öğrenirse terfi eder. Sahafların gelenekleri vardır. Genellikle yaz akşamları

Nizamettin Bey’in çevresinde toplanılır ve sohbet edilirdi. Kimin hangi kitabı ne zaman aldığı, hatta nasıl koruduğu bilinirdi. Bugün artık böyle bir şey mümkün değil.

E.N.I.: Bu biraz da zamanın genişliğinden

oluyordu herhalde...

E.Ş.E.: Mesaisi erken biten herkes doğruca Sahaflar’a gelirdi. Aradığımız kitabı kaçırmak endişesiyle sabah akşam mutlaka uğrardık. Bugün zaten sahaf da kalmadı. Eski kitap satanla sahafı birbirinden ayırmak lazım. Sahaf, kültür tarihini eğitimsiz bilen adamdır. Eski kitapçı ise aldığı kitabı yarı fiyatına satan adamdır. Mesela Nizamettin Bey,

Edirne Tarihi’nin iki baskısı arasındaki farkı

saatlerce anlatabilirdi size. 1957 senesiydi sanırım. Kapalıçarşı’nın içinden Sahaflar’a gidiyordum; bir adam tebessüm ederek yanımdan geçti. Birden hatırladım, Celâl Bayar’dı bu. Cumhurbaşkanı yürüyerek Sahaflar’a gidiyor, yirmi metre arkasından da özel kalem müdürü onu takip ediyordu. Çok merak ettim ve sonra geldim Nizamettin Bey'in dükkânına girdim; baktım Celâl Bayar orada. “Nizamettin Bey, bana göstereceğin başka bir kitap yok mu?” dedi. O sırada bir Kürt çaycı vardı, “Sallaaa!” diyerek dolaşırdı. Nizamettin Bey'in ısmarladığı çayı getirdi ve Celâl Bayar’a uzattı, “Sallaaa!” diyerek. Onun cumhurbaşkanı olduğunu fark edemedi... Haşan Âli Yücel’i de orada gördüm. Gelir, dolaşır, bazı kitaplar alır ve giderdi. Bazı kitap meraklıları da okumaktan çok kitabı edinmeye özen gösterirlerdi. Mesela kurukahvecilerin akrabası olan bir zat vardı...

(3)

E.N.Î.: Muhlis Bey, divana Muhlis...

E.Ş.E.: Divanları toplardı... Aldığı kitapların pırıl pırıl olmasına dikkat eder, aldığı kitapta bir arıza varsa yarı fiyatına satar, daha sonra tam fiyatını ödeyip yenisini alırdı. Sonra Hamdullah Suphi Bey’in (Tanrıöver) yeğeni vardı; yazmaları bozulmasın diye küp içinde saklardı. Süreli yayınların değer kazanması Gani Yener’in sayesinde olmuştur. Halkevleri dergilerinin tam koleksiyonu kendisinde vardı. Bu konuda yegâne kaynak hâlâ Gani Bey'dir. Mesela Türk Yurdu dergisinin kaç tertip ve kaç sayı çıktığını onun bana verdiği iki buçuk sayfalık bir listeden takip

edebildim. O zamanın sahafları araştırma yapanlara yardımcı olurlardı. Ancak eski

sahaflardan öğrendiklerimize yenilerini katamadık. Ne zaman, nasıl okurlardı? Bir de kendi aralarında birbirlerini imtihana çekmeleri vardı. Kitabı açar, tersinden gösterirdi, onu mutlaka bileceksin... Kitabı uzaktan tanımak da bir özellikti.

E.N.I.: O dönemde yazmalar mı, eski yazılı

kitaplar mı daha çoktui Yabana dilde kitap Sahaflar Çarşısı'na gelir miydif

E.Ş.E.: Yabancı dildeki kitaplar daha çok Beyoğlu kitapçılarının konusu idi. Sahaflar’da eski yazı kitaplar daha çoktu. Yazmalarla Raif Yelkenci meşgul olurdu. Dükkânı müsteşriklerle

(oryantalistlerle) dolu olurdu. O, yazma eserlerin mütehassısıydı. Hangi hattatın kimin taklidi olduğunu, yazmanın kime ait olduğunu bilirdi. Abdülbaki Gölpınarlı da böyleydi. Ancak Raif Bey sahaflara karşı bir hasım durumundaydı. Dikkat edilirse dükkânı da Sahaflar’ın içinde değildir.

E.N.I.: Fesçiler Kapısı’nm yanında... E.Ş.E.: Sahaflarla pek konuşmazdı. Meslektaşlarıyla sohbeti de hemen hemen yok gibiydi. Dünya çapındaki birkaç kütüphanenin giriş listelerine bakıldığında Raif Bey’den edinilmiş bazı yazmalara rastlanabilir.

E.N.I.: Aynı zamanda Yunus Emre konusunda

uzmandı...

E.Ş.E.: Olduğu söylenir, ama Abdülbaki Gölpınarlı gibi bir adamla Yunus Emre konusunu tartışmak... Tutmuş, bilmem ne paşadır diyor Yunus Emre için. O da bir iddia tabii, ama ben bu

konuda herhangi bir şey söyeyecek evsafta olmadığım için bir şey diyemem.

E.N.I.: Sizin bir de gazetecilik tecrübeniz var.

BabIâli’deki kitapçılardan da bahseder misiniz?

E.Ş.E.: Babıâli’nin önemli kitapçıları şunardı: Önce Remzi, onun yanında İnkılâp, daha aşağıda ise Gayret. Onun hemen yanında Kanaat Kitabevi, en aşağıda da Semih Lütfü... Karşı sırada ise İbrahim Hilmi Çığıraçan. İbrahim Hilmi Bey'in yaşlılık halini gördüm. Yeşilköy’de otururdu, yanında senelerce çalışmış bir madam vardı. O madam dükkâna gelir, çini sobayı yakardı. İbrahim Hilmi Bey üst katta otururdu. Eşiyle dostuyla bir iki saat oturur evine dönerdi. Semih Lütfü Bey’i görmedim, hanımını gördüm...

E.N.I.: A znif Hanım...

E.Ş.E.: Aznif Hanım o dükkânda bir türbedâr gibi otururdu. Kitaplar çok ucuzdu, ancak Aznif Hanım kitapların sıradan satılmasına dikkat ederdi. Mesela ön sıradaki buruşuk kitabı atlayıp arka sıradaki temizi alamazsın. Ya sıradakini alacaksın ya da arka sıradaki kitabı almak için öndekinin satılmasını bekleyeceksin. Yukarıda, Vilayet’in yanında Türkiye Yayınevi vardı. Önemli dergiler çıkarmıştır. Türkiye'de yalnız kişilere bağlı olarak müesseseleşildiği için o kişiler ölünce müessese de ölüyor: Türkiye Yayınevi, Hilmi Kitabevi böyle... Mesela Aznif Hanım’ın ölümünden sonra Semih Lütfü’nün deposu ve özel kütüphanesi sahaflar tarafından neredeyse yağmalanmıştır.

E.N.I.: Korkunç bir depo patlamasıydı o... Erol

Bey, tanıdığınız gayrimüslim kaç kitapçı vardıi

E.Ş.E.: inkılâp Kitabevi’nin sahipleri, Gayret Kitabevi... Sahaf Minas da öyle... Hatırlar mısın, Deli Güzin vardı?

E.N.I.: Hatırlamaz olur muyum, Türkiye

Yayınevi’nde de çalıştı bir süre...

E.Ş.E.: Deli Güzin orada pul, tapu senedi, kira kontratı gibi şeyler satardı. Hazreti Ali hikâyeleri türünden kitaplar da bulunurdu. Bir de İnkılâp Kitabevi’nde Ahmet Hörrem’i unutmamak lazım. Otuz sene önce çıkmış bir kitabı depodan bulur, dizlerine vura vura getirirdi. Onun emekli olmasından sonra inkılâp Kitabevi çok şey kaybetmiştir.

332

Kişisel A rşivlerde İstanbul Belleği T a h a T o ro s Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Nikki Keddie tarafından kaleme alınan ve Alaeddin Yalçınkaya tarafından 1997 yılında Türkçe’ye çevrilen Cemâleddîn Efgani/Siyasî Hayatı ve yine onun tarafından

Tüm yaşamını müziğe vermiş, müzikle yoğrulmuş ve bu yolda gerek besteci olarak, gerekse yönetici ola­ rak ülkemizde «çoksesli, evrensel ve çağdaş

Asırların bütün istilâlarına köprü olan Anadolu ve Trakya, Taş Dev­ linden Sümeriere, Fenikelilere, Asu- rilere, Etilere, Frikyalılara, Kapa- dukyalılara, daha

[r]

yolcusu yakında. Ankara’ya da bir kadın büyükelçi geliyor güneşin ülkesinden. Ankara- Tokyo trafiğinde başka yolcular da var. Tokyo “» Büyükelçimiz merkeze

In the present study, TF activity has been used as an indicator of tissue damage in VPA treatment and a significant increase was detected in VPA treated group whereas edaravone

Benign tümörler içinde en sık Pleomorfik Adenom (32 olgu, 44.), malign tümörler içinde en sık Asinik hücreli karsinom (6 olgu, 968,3) ile karşılaşılmıştır..

Kahraman öykünün başında, …hayatımı onunla birleştirse idim, belki ben de bugün herkes gibi mesut bir insan olurdum ve … avucumun içinden bir sabun gibi