• Sonuç bulunamadı

Camilerimiz ve öyküleri:Sayı 4

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Camilerimiz ve öyküleri:Sayı 4"

Copied!
8
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

M i l l i y e t

CAMİLERİMİZ VE ÖYKÜLERİ T

(2)

Eyüpsultan Cam i’si, çınar ağacı ve güvercinler.

BU A L B Ü M S A N A T T A R İH Ç İSİ

M E T İN S Ö Z E N

TARAFIN DAN HAZIRLANM IŞTIR

(3)

Eyûpsultan TOrbesl ve türbeyi süsleyen çiniler.

Eyüpl Camll’nde büyük kubbenin içten görünümü.

olaydan sonra yeni gelenler kendilerini yansıtacak bir yaşama biçimini ük önce burada denemişler, burada değişik bir dünya görüşünü ortaya koymuşlardır.

1453 senesinde Hazret-i Fatih Sultan Mehmet Han f5.321., İstanbul’u fethederken yetmiş yedi ermişlerin büyükleri Eba Eyüb’ün mezarını aramaya koyuldular. Sonunda Ak ¡Şemseddin Hazretleri: “Müjdeler olsun !.RfsuluUahm alemdan Ebâ Eyüb-ü Ensârî burada gömülüdür! diyerek bir sık ormanlığa girdi. Bir seccade üzerinde ıkı rekât namaz kılarak selâm verdikten sonra birj j ı luldraK seıam veraıKten son secde daha yapıp gûyâ rahat uykuya dalmış gibi kale çokları. Efendi, Ebâ Eyüb’ün mezarını bulamadığ

CYUPSIJLTVN

1453 yjlnda Fatih Sultan Mehm et Han

İstanbul'u fethettikten sonra yetm işyedi

em işlerin büyükleri Ebâ Eyüb'ün

mezarını arattı. Sonunda A k Şem settin

Hazretleri Fatih'e hitaben, ((Allah'ın

hürmeti seccadenizi Ebâ Eyüp'un mezarı

üzerinde döşemişler» dedi. Kazdılar,

sonra bir mermer görüldü, üzerinde

Kufi yazısıyla «Ebâ Eyüp Ensari'nin

mezarıdır» yazıyordu

■’""N AHARIN bundan sonraki eyyamı vaktiyle, I z i y a r e t l e r e mahsustu. Mahallede üç beş komşu

birleşir, taze yaprak dolmaları sarar, bademli, fıstıklı helva bastırır, hazırlop yumurtalar ¡yaparlardı. Bunları çocukların bindikleri almor kadife eğerli, başlıkları aynalı merkeplerin sürücülerine yükletir, yol üzerinde ise dvvelâ Yemiş’teki Cafer Baba’ya uğrar teşbihten geçer, oradan sahili takip ederek yürüye yürüye, dinlene dinlere Defterdar İskelesi tarikiyle doğruca Eyüp çarşısına varırlardı, önce Niyet Kuyusu’na gidilir, herkes kaybını arardı. Avdette o servüza-ı kadîmin gölgelik­ lerinde yatanlara fâtihalar yollanır, yollarda bekleyen fukaraya sadakalar verilir,türbe-i şerifeye girilir, fâtihalar sûreler okunur, küçük çocuklar koltuklarından kaldırılıp, türbe penceresinden baktırılır. Tövbeler, istiğfarlardan, güvercinlere danlar serptikten, türbedara bahşişler verdikten, şadırvandan afiyettir diye sular içtikten, mahut leyleği sevip okşadıktan sonra ağır ağır avdet edilirdi.’’

İstanbul un mevsimlere göre önem kazanan yerleri vardır. Yılın bazı aylarında ancak çok vefalı kişilerce bırakılmayan bu yerlerde, bir bakarsınız gün gelir mevsimler döner, sessizlik yırtılır, sokaklarından kaldı­ rımlarından geçilmesi güçleşir. O sessiz günlerin vefalı dostlan da kendilerine sinecek yer ararlar. Artık semtler bambaşka bir görüntüye bürünmüştür. Bu tür yerlerin dışında, her mevsim, her ay hemen hemen her gün.

ziyaretçilerin dolup taştığı yerler de vardır. Belki ay dan bazılarında, günlerinden belli bir günde, bu gelenlerin sayılan umulandan çoktur. Ama bu semtlerin büyük değişkenlikleri yanında çok ön< kaiın içinde bulunduğumuz Ramazan ayında me gereği bazı yerlerden artık insanlar çekilmişken, diğ< gene de büyülrhalk yığınlarını benliğinde toplar. B en güzel örneği1 Eyüp’tür. Ramazan ayı içinde dahi özellik kazanır burası. İstanbul’un alınması yıllı kadar giden çok büyük bir olay vardır geçmişinde çü Bu olayın biçimlendirdiği bir düzen yıllarca s gitmiştir. Semtin önem kazanması bu olayla başlamış

(4)

Eyüpsultan Camisinin İçi...

dünyası, uzaktan yakından sarardı İstanbul halkını. Bu kendine özgü havanın sağlanmasında büyük pay Fatih Sultan Mehmet’indi. Bir bakıma her şey onunla başlıyordu. O, ilk kez Eyüb-ül Ensârî’nin mezarının üzerinde bir türbe yaptırmakla işe başladı. Tamamen küfeki taşından, sekiz köşeli ve üstü kubbeyle örtülü bu türbeyi bir de eskilerden dinleyelim: ‘Nurlu türbesi bir kubbe içinde kalmıştır. Mübârek mezarının dehlizinin pencereleri, câmiin avlusuna bakan bütün duvarları çini ile süslü bir nurlu türbedir. Nurlu mezarının bahçesi fırdolayır hâlis gümüş parmaklıklarla çevrilmiştir. Mesud başlan tarafında mübârek bayrağı, dört tarafında olan gümüş ve altm şamdanlar ve kandiller ve adam boyunda yaldızlı şamdanlar üzerindeki kâfurdan yapılmış beyaz mum, buhurdan ve türlü klapdanlar ile dolu bir mübârek mezardır, buradaki güzel yazılı Kelâm-ı Kadîmlerin eşini, Hazret-i Ali’nin nurlu mezarlarından başka bir yerde görmedim. Eyüb’ün mezarında olan sanatlı avizelerin eşi, ancak Sultan Ahmet Câmünde bulunabüir. Mübârek ayağında bir su sarnıcı vardır ki muhterem ziyâretçiler bu sudan içerler, Hafakan illetine ruhanî bir ilâçtır.”

Ç in ile r ve

hacet penceresi

(iüney cephesinde revaktı bir girişi olması muhtemel bu türbe, zamanla çok değişmiş, her gelen yeni bir şeyler eklemiştir. Bu onanm ve eklerin en önemlilerinden biri I I I . Ahmet dönemine rastlıyor. Bu durum yaldızlı uzun yazıtından da 'anlaşılmaktadır. Bütün bu ve diğer onarımlarm izleri türbenin cami avlusuna bakan ana cephesinde de gözükmektedir. XV I. yüzyılın İznik çinilerinin yanı sıra, daha geç dönem çinileri yan yana yerleştirilmiş, bir bakıma bütün Osmanlı çinilerini bir arada görme olanağı doğmuştur. Bu çinilerin biçimlen­ dirdiği cephenin en önemli noktası, kuşkusuz sonraki değiştirmede yer alan Hacet Penceresi’dir. Böyle bir cephenin ardındaki türbenin içinde yer alan bütün beze­ meler ve diğer eşyaların her birinin bir anısı vardır. Yazılarını her dönemin en iyi hattatları yazmışlardır, dokumalarım en iyi dokumacıları dokumuş, maden işleri eli en ince işe eren kişiler tarafından özenilip bezenilerek yapılmıştır. Bir bölüm eşya müzelere alınmış olmasına karşın, kalanlar zamanın eklediklerini açık ve seçik ortaya koymaktadır. Bütün bu sanat ürünlerinin drasmda semte adım veren, uzun bir zaman süresi içinde büe dirliğini yitirmeyen kişi, türbede her şeye egemen olmaktadır. Bunu sağlayan bir bakıma zamandır, sanattır. Üstelik her dönemin değişik sanat ürünleri bir araya gelse de. Bu türbeden insan bir bakıma zaman denen büyük etkeni duyarak çıkar. Gezenlerin üzerine ölüm duygusu sinmez. Ziyarete gelenler bu türbeden sonra bir bir çevredeki kalan eserleri görme duygusuna kapılırlar. Eğer, pırıl pırıl bir sonbahar günü ise, işi daha geniş çevrelere kadar uzatırlar. Bunların başında kuşkusuz cami gelir. Biraz bu yapının geçmişini deştiklerinde Fatih dönemi yapısının çok değiştiğini öğrenirler, iki tarafg açılan, ortada bir kubbe, mihrab tarafında bir yanın kubbesi olduğu anlaşılan ve avlusunda Sinan Paşa’nm Kasrı’nm yer aldığı yapıdan günümüze mihrab duvarı, minarelerin ve avlunun bazı bölümleri gelebilmiştir. 1458 yılında yapımı tamamlyanmış olan bu cami artık devamlı biçim değiştirerek III. Selim dönemine, 1798 yılına kadat gelmiş ve bu yılda bazı bölümleri bırakılmak üzere yeniden yapımına başlanmıştır. 1800 yılında tamamlaman yeni yapı, artık sekiz ayağa oturan bir ana kubbeyle biçimlenmiş, böyece klasik Osmanlı döneminin Jjjı plan tipi, X IX . yüzyılın başında yeni bif uygulama alanı bulmuştur. 1822 yılında II. Mahmut ^öneminde bazı ek ve onarımlar gören bu yapı, bir bakıma tiiirbe gibi uzun bir zaman süresi içinde bazı yerlerini yitiymiş, yeni: değişiklikler geçirmiş, böylece zaman iç.nde gerekli yerini almıştır.

Değişikliğe uğrayan Fatih dönemi camisinin yanı sıra, 16 hücreli medresesi yıkılmış, imareti onarım bek­ lemekte, iki bölümlü hamamı ise bazı bozulmalara karşın çalışmaktadır.

Eyüpsultan ¡Camii'nin dış görünümü...

utancından uykuya vardı!” dediler. Bir saat sonra Ak Şemseddin Hazretleri! secdeden başını kaldırıp mübârek gözleri kan çanağım andırır bir halde Fatih'e hitâben: “Beyim! Allahın hikmet’’, seccâdemizi tâ Ebâ Eyüb'ün mezarı üzerine döşemişler! Hemen şurayı kazsınlar!” deyince Ak Şemseddin fukarasından üç kişi Fâtih ile beraber Ak Şemseddin’in seccadesinin altım kazmaya başladılar. Derinliği üç ziraa varınca, bir dört köşe yeşil somaki mermer göründü. Üzerinde Kûfî yazı ile: ‘Hazâ kabr-i Ebâ Eyub-u Ensâri/ Bu Ebâ Eyub Ensârî’nin mezarıdır’ diye yazılmış olduğu görüldü. O taş kaldırıldı. İçinde Ebâ Eyüb'ün vücudu, safran ile boyanmış kefen içinde ter ü tâze görüldü ki, sağ ellerinde bir tunç mühür vardı. Taş yine hâliyle kapatılıp o yeşil taş örtüldü. Bunu gören Islâm askerleri toprağım tevhit ve tezkîr ile doldurdular. Sonra bütün hazır olan Müslümanlar ziyâret edip nurlu türbelerinin temeline başladılar. Hâlâ üzerindeki nurlu kubbe, câmi, mescid, medrese, han, hamam, imaret, çarşı, pazar hepsi Fatih’in binâlarıdır. Ama Fatih’ten sonra gelen padişahların her biri teberrüken Eyub yakınlarına bir güzel binâ yaparak oralannıcennete benzeyen bir yer hâline getirdiler.”

M u a v iy e 'd e n

Fatih d ö n e m in e

Muaviye zamanında İstanbul’un kuşatması olayına katılmış olan Eyüb-ül Ensârî’nin mezarının bulunmasının böyle bir öyküsü var. Semte admı veren, ve onu yüzlerce yıl eksilmeden önemli kılan bu olayla beraber, koca bir çağı değiştiren Fatih Sultan Mehmet de buralarını yeni yapılarla bezedi. Bu yeni yapılarla İstanbul ilk kez bir Osmanlı külliyesine sahip oluyordu. Çeşitli yapıları benliğinde toplayan bu külliye, yüzyıllar boyunca biçim değiştirerek günümüze ulaştı. Bunda yıpranmasının yanı sıra, sultanların ve imparatorluğun ileri gelenlerinin, Eyüb Sultan gibi kutsal sayılan bir yerde, kendilerinden de bir şeylerin kalmasını istemelerinin büyük payı vardır. Çünkü, girişte Ahmet Rasim'in anlattığı gibi İstanbul halkı, mevsimine göre uzun hazırlıklarla, çoluk çocuk­ larını toplar buralara taşınır, çevrede dinlenir, belirli bir düzen içinde kutsal alanı ziyaret ederler, ve evlerine gün kararmadan dönerlerdi. Bütün bunlar uzun yılların doğurduğu bir gelenekti. Buranın halkı, çarşısı, pazarı bu koşullar içinde biçimlenmişti. Onun için Eyüb deyince belirli bir hava eserdi herkesin yüzünde. Kendine özgü

Ç ın a rla r ve

gü v e rc in le r

Ayaktaki yapılarla, yok olanların anılan arasında bizleri en çok çeken kuşkusuz çınarlar, inip kalkan güvercinler, ve her biri birer heykel görünümünde olan mezar taşlandır. Kalkıp inen güvercinlerin kanat seslerine, hediyelik eşya satıcılarına karşın, mezarlıklann sessizliği bizleri kendine çeker. Bir zamanlar Osmanlı sultanlarının tahta çıktıktan bir süre sonra, dinî ve askerî bir törenle burada kılıç kuşanmalan sırasmda büe, belki bu sessizlik pek bozulmamıştır. Bandolar, mızıkalarla, büyük alaylar halinde gelen debdebeli bu kalabalık çekilir çekilmez Eyüb yine eski sessizliğine bürünmüştür. Bütün Osmanlı büyüklerinin, sultanlarının vezirlerin burada türbe yaptırmalarının bir gereği olmalıydı. Yaşamları boyunca, elde edemedikleri dinginliği belki buralarda arıyorlardı. Bugün tepelere doğru tırmanırken, daracık mezarlık yollannda bunları anımsıyoruz. Zamanında gürlediğinde yeri göğü inletenlerin burada, bu sessizlikte nasıl dinlendiklerini görüyoruz. Bugün fabrikaların, taşıtların, satıcıların buralara ulaşan gürültüleri bile insanı İstanbul kentinin diğer yerlerindekinden daha çok yıpratmayacak çizgide kalmaktadır, işte bu havalarda bizler, sağlı sollu mezar taşlarının biçimlerine takılıp, tepelere tırmandığımızda, birdenbire Eyüb’ün yukarlar- dan bambaşka görüntülere ulaştığım görürüz. Gerçi sahillerinde eski büyük konaklar yoktur, iki katlı evler biçim değiştirmemiştir, yerlerini fabrikalar, fabrika olmaya özenmiş* atölyeler almıştır, Haliç’in suyu da eski su değüdir ama, uzaktan bakılınca bütün bunlar bir anda silinmektedir. Koca Haliç hızla şekil değiştirmesine karşın, İstanbul’un ışıklarım, mevsimlerini eskiyle yeninin bir aradaki görünümünü sunmaktadır bizlere. Bugün eğer biraz dingin bir günü yaşamak istiyorsak, gene Eyüb Sultan’ın sağladığı bu sessizliğe sığınmamız gerekiyor.

(5)

m ’" / ' ‘y , i— „ .— —

st

_

YENİ CAMİ

r

Yeni Cam i’nln büyük kubbesi ve kubbe bağlantılarıyla birlikte küçük kubbelerin genel görünümü...

Safiye Sultan Yenicami'yi

yaptırmaya karar verince aksiliklerde

oluştu. Önce Sadrazam Haşan Paşa

görevinden uzaklaştırıldı. Mimar Davut

Ağa ölmüştü. Böylece 1660 yılına

gelindi. Dönemin mimarı Mustafa Efendi

IV. Mehmed'in anası Hatice Turhan

Sulfan'a danışarak yeni bir anıtın

doğmasına neden oldu

iK ÎL lR köprü üzerine Keyifle seyrederim hepinizi.

Hey güzelim İstanbul. Dört mevsimi insana bir şeyler anımsatan İstanbul. Köprüsünde durduğun zaman güzelini, çirkinini, çekenini, çektirenini görebilme olana­ ğını veren kent.

Düşündüm değineceğim yere kadar verdiğim zaman. İstanbul’un bir büyük yerini, bir canlı, bir yaşam dolu yerini ne yapsam, ne yollu yazsam da onun bu kentin canı, yaşamı, onulmaz bir parçası olduğunu dillen- direbilsem. Karıştırdım bütün eski yazılmışları bir bir. Osmanlı ozanlarının kılı kırk yaran iki dirhem bir çekirdek dizelerini gözden geçirdim. Yenilerin sevdalandıktan aylarda, beğendikleri bir İstanbul semtini, nasıl gecesi gündüzüyle duyurmak istediğini gördüm de, bizim kalabalık yaşam gelip oturmadı bir noktalara.

Y

İNE Orhan Velî gelip köprüden, anıtımızın dibinden gördüklerini dillendirdi, gördüklerinin geçim sıkıntıları içinde.

nerhalde burada akıp giden kalabalıklar arasında, insan bir an olsun dinleyemiyor kendini. O yüzden içli içerlek noktalara ulaşamıyor sezgiler, düşünceler. Ama bütün bunlara karşın bir büyük yaşam onun çevresinde oluşuyor. Hayat-ı hakikiye sahneleri dört bir yanında boy gösteriyor. Amt bir bakıma bütün hepsinin kesiştiği bir nokta, dinlendiği bir nokta. Kayıklardan, motor­ lardan, vapurlardan, diğer taşıtlardan çıkanlar, iki yeni üst geçitten atıyorlar kendilerini bu anıtın dibine. Sonra

günün ölüm saatlerinde gürültülü bir çarşıdan, elLeımde füelerle dönüyo/lar geri, kalkan güvencinler, ellerinde dan seğirten çocuklar, simitçiler arasından...

Bir k a d ın d a n

b a ş k a b ir k a d ın a

Bilmem söylemeye gerek var mı, her gün geçtiğimiz, inip taşıt değiştirdiğimiz, Eminönü Meydanını, Yeni- camiyi, İMısırçarşısı’ru. Gerçi üst geçitlerle beraber eski düzeni değişmiş olsa da, yine bir bütünlüğü vardır

burasımn. Hele geçmişine döndüğünüzde, bu bütünlüğü sağlayan öğeler daha açık çıkar ortaya. Gelin ayak seslerimizin yaklaşması, danlann azalmasıyla havalanan güvencinlerin ardına takılalım, gidelim geçmişine doğru. Görelim başından geçenleri bir bir. Belki o zaman ellerimizde fileler, bir günün yorgun dönüşünde gö­ remediklerimiz çıkar gün ışığına. Ağır yaşam kaygıları içinde ucuz bir şeyler, taze bir şeyler bulabilmek, evdeki çocukları, bekleyenleri sevindirebilmek için gittiğimiz Eminönü, Mısırçarşısı ve diğer noktaların bugün görünen yüzlerinin dışında neleri varmış, neleri koruyabilmişler, ağır kaygılar altmda hızla çöktüğümüz gibi onlar da

(6)
(7)

Kubbe bağlantılarında eski yazı süsleme..

oturup kalmışlar mı zaman denen ağırlığın altında bir görelim.

Büyük bir yapüar topluluğunun merkezinde yer alan, Yenicami, Hatice Turhan Sultan, Yeni Valide Camisi diye adlandırılan yapının uzun bir öyküsü var. Bu öykü bir kadınla başlıyor, bir kadınla bitiyor bir bakıma. I II. Murat’m karısı, İH . Mehmet’in anası Safiye Sultan’dır ilk karşımıza çıkan. Ünlü Safiye Sultan. Osmanlı tarihinde iz bırakan Safiye Sultan.

İşte bu sultan, deniz kıyısında böyle bir yere bir şeyler yaptırmaya karar verince, dönemin mimarı Davut Ağa planlamaya koyuldu bütün yapılacakları. Temel atılması için her şey'ıhazırdı, kısa bir süre sonra. Gelgelelim aksilik Sadrazam Haşan Paşa’mn görevinden uzaklaştırılmasıyla başladı. Böylece, altı ay kadar kaldı bütün düşünülenler. Bu arada da Mimar Davut Ağa öldü. Oysa, nice zorluklar göze alınarak yürütülmüştü çalışmalar. Kolay değildi kıyıda temel açmak ve tutturmak. Eskiler şöyle anlatıyor o günlerdeki durumu: “Dağ eteğinde, deniz kenarında bir yer olduğundan, gece ve gündüz tulumbalarla büyük ölçülerde su boşaltılıyordu. B u ’ bakımdan bu eser dünyada ilginç bir örnek olacaktır bu yönüyle.”

S a fiy e S u lta n 'd a n ,

Turhan S u lta n 'a

Bu tür bir çalışmayı daha önceleri Mimar Sinan Büyük çekmece köprüsünde denemişti. Kazıklar çakılmış, kazıklar birbirine kurşun kuşaklarla bağlanmıştı o zamanlar. Aynı yöntem burada da uygulandı. Mimar Dalgıç Ahmet Ağa gözetiminde 1603 yılma kadar yürütüldü işler. Gün geldi I II . Mehmet’in ölümü, Safiye Sultan’ın gözden düşüp Eski Saraya taşınmasıyla binbir güçlüklerle temelleri yükselen yapı yarım yüzyıl kendi yaşamına bırakıldı. Birinci kat pencerelerine kadar yükselmiş olan bu yapı zamanla mahalleler araşma sıkışmış yıkılmaya yüz tutmuştu. Bu görünüşünden dolayı halk arasında yapı Zülmiye adıyla anılmaya başlandı. Bu arada İstanbul’un büyük yangınları etkisini burada da göstermiş, büyük emeklerle biçimlendiriimeye çalışılan anıt artık tükenmeye yüz tutmuştu. Böylece 1660 yılma gelindi. Dönemin mimarı Mustafa Efeni!5 j v . Mehmet’in anası Hatice Turhan Sultan’a

bulup durumu şöyle açıkladı: “Mezbelelikle harap yatması din ve devlete lâyık değjldir.'Yansı yapılmış, pencerelerine ¿tadar bitmiştir. *Tamamlanmasma çalışılırsa devri kıyamete değin duayı hayra mazhar ve mağfiret olunur.”

Bu uyanlardan sonra tekrar yapımın« başlandı. Mimar Davut Ağa’nın planına bağlı kaimdi. Değiştirilme­ di hiçbir şey. Mimar Mustafa Ağa’nın yanı sıra bina em inliğini • Elhac İbrahim Ağa üzerine aldı, tik kş$ işe yapıyı saran Yahudi evlerinin kaldırılmasıyla başlandı. Onlara Hasköy’de yeni evler verildi. Elde edilen geniş alana ek yapılar yerleştirildi.

Yeni Camil’nln EminönûfMeydanı’ndan bir görünüm.

Böylece.cami ve diğer yapılarla İstanbul’da yeni bir büyük külliye oluşuyordu. Daha önce Fatih, Süleyma- niye, Sultanahmet'" yapılar topluluğunda denenen düzen, biraz değişikliğe uğ-amasına karşın, burada da uygulama alanı buluyordu. Bu yüzden çarşısı önem kazandı, yapıldığı yıldan bugüne değin. Gün geldi, geride yarım yüzyılı aşkın zaman unut.uldu. Yapılar son taşma değin tamamlandı. Bir bakıma o dönemde bu büyük bir olaydı. Halkın Zülmiye diye ad koyduğu bir yapı bitirilmişti. 1663 yılının bir cuma günü Hatice Turhan Sultan, oğlu IV. Mehmet başta olmak üzere "Kütün üelVgeıehl^ri çağırdı. Birlikte namaz kılındı. Valide Sultan namazdan sonra başta padişah olmak üzere bütün çağrılılara armağanlar dağıttı. Ayrıca, saraya dönerken halka çil akçeler serpti. Bu arada bina emini İbrahim Ağa’ya da beş kese akçe ile bir samur kürk verdi.

Bir kadınla başlamıştı yapınm serüveni, bir kadınla tamamlanmıştı, geçen zaman ne olursa olsun. Davut Ağa başlamıştı yapıya, devam etmek ve bitirmek başkalarına düştü. Bu el değiştirmeler fazla etkilemedi varılacak sonucu. Gene de klasik Osmanlı mimarisinin bir ilginç yapısı, önemli bir noktada yükselmesini bildi. Bugün

diğer klasik Osmanlı dönemi yapılarına gözlerinizi gez­ dirip bu yapıda karar kılarsanız, görürsünüz aralarındaki yakın ilişkiyi, geçen uzun yapım yıllarına karşın.

“Bu büyük yapılar topluluğundan ne kaldı, ilk durumu nasıldı?” diye soru açarsanız, değinecek çok nokta var bu yapılar arasında, ilk değinilecek geniş avlusudur. Bir zamanlar etrafı dış avlu duvarıyla sınırlanmıştı. Değişik büyük kapılardan girilirdi avluya. Kentin gürültüsü, ticaretiyle birlikte oluşan gürültü pek içeri sızmazdı. Bir bakıma avlunun amacı da buydu. Gürültüye yer olmama­ lıydı. Gravürlerin hemen hemen çoğunda görülebilen bu ilginç kapılan zaman ortadan kaldırdı. Mısırçarşısı onanmı sırasında kalan parçalan ve bir kapısı tamamen kaldınldı. Kaldırılan her parçayla birlikte gürültüler gittikçe büyür oldu. Gün geldi gürültü, bu yapılar için olağan boyuta ulaştı. Oysa özenip, bezenip biçimlen­ dirmeye pahsan mimarlar, çarşısının camiye bakan cephelerine bue dükkân koymaktan saklamışlardı. Gü­ rültüler iç duvarlarına çarpıp içerde kalsın diye...

Dış avlu, p rim in dışında ne özellikler taşırdı bütün bu yapılar topluluğu? diye yeni bir soru belirebilir düşüncelerinizde.

(8)

Değinelim kısaca onlara da:

özellikle camisi Mimar Sinan’m Şehzade Camisi’yle başlayan ve Sultanahmet ' Camisi’yle tekrarlanan ortada bir kubbe, yanlarda dört yarım kubbe, köşelerde dört küçük kubbeden oluşan bir yapı biçimini tekrarlıyor. Bu tür yapıların en belirgin örneklerinden biri. Her şey dört kaim ayağın üzerine oturmaktadır. Duvarlar bitim yıllarının özelliğini taşıyan çinilerle bezenmiş, duvarlar Mustafa Çelebi’nin yazılarıyla donanmıştır. Bunların dışında ışık belirli oranda yazıların, çinilerin üzerine vurur, her şey bütün açıldığıyla ortaya çıkmaz.

Bu yapının oldukça loş iç görünüşünden sonra, avluya çıkıldığında bizleri karşdayan, suları ağır aksak akan şadırvandır. Bunun dışında yapının yanlarındaki musluklar, suyun tekrar göründüğü yerlerdir. Hazır dışarı çıkmışken, soğuk kış günlerinde altından geçerken yürüyüşünüzü hızlandıracak biçimde rüzgârın gücünün göründüğü kemerli bölümün üstündeki yapımn yolunu ararsanız, kapısının kemerden oldukça uzakta olduğunu görürsünüz. Türk mimarisinin ve Eminönü meydanının bu ilginç ve denize bakan yapısı Kasrı Hümayun’dur. Büyük bir sofası, ikisi ocaklı olmak üzere üç odası vardır. Duvarları ise Türk çinciliğinin en ilginç örnekleriyle kaplıdır. Her haliyle eski yaşanılan, oturulan bir mekânın bütün inceliklerini sunar gezenlere. Ne de olsa yaptıranlar bizim gibi eskinin eli fileli, yaşam zorluklarıyla dolu kişileri değildi.

,

11

V e M ıs ır

çarşısı •••

Bu kadar zengin görünüşlere kaptırmadan kendimizi, dışarı yönelirsek, kapıdan çıkar çıkmaz yolun öbür tara­ fında, arzuhalcilerin arkasında bir büyük türbe dikkati­ mizi çeker.Bu, 1683’de ölen Hatice Turhan Sultan’ın tür­ besidir. Ondan başka 'niceleri yatmaktadır içerde: IV. Mehmet, II. Mustafa, I I I . Ahmet, I I I . Osman, I. Mahmut, şehzadeler ve diğerleri. Çevre duvarlarına değişik özellikte bezemeleri bulunan çeşmeler eklenmiştir zamanla. Bir de I II . Ahmet’in yaptırdığı kütüphane binası. Yapıların esas anıtsal çeşmesi ise biraz üerde geniş saçaklarıyla bir köşeyi doldurur. Arada, bugün bir banka binasının bulunduğu yerde, darülhadis ve mektebi vardı. Yıkılmıştır, banka binası yapılsın diye.

Bütün bunlardan sonra bir büyük parçası kaldı bu yapılar topluluğunun, hepimizin iyi bildiği bir parçası: Mısırçarşısı ir adıyla bilingn parçası. Eski tip dükkân­ larında çeşitli bitkiler,1 kuru çiçekler, tohumlar, ağaç kabuklan, baharatlar satılan çarşısı İçeri girdiğinizde iki sıralı dükkânlarından burnunuza değişik kokuların gel­ diği, satılanların sıra sıra kavanozlarda, kutularda yer aldığı çarşısı. Onanından sonra yerlerini başka türlü dükkânlara bıraktığı çarşısı. Değişimlere karşın

Mısır-Yeni Cam l’nin dış görünümü...

çarşısı bugün de bazı özellikler taşır. Dışında manavlar, akvaryum satıcılan, kasaplar, içinde devamlı indirimli ucuz yiyecek satıcıları, renkli neon lambalan, lokantalar, ince ince pastırma kıyanlar, kuyruklarda bekleyen ihtiyar, orta yaşlı insanlar...

•Yenicami ye çevresi bir büyük özellikler topluluğudur. Her ]türlü '¡hıfls değişen koşullara karşm. Bugün bir şey mi yazdıracaksınız, ister istem ez arzuhalcilerin boş oturanlarından I birine yaklaşırsınız. A m a­ cınızı kısadan anlatm anız yeter. Gerisini onlar g etirirler, daktilolarının bazı harfleri y ete­ rince vurmasa da. Size kenarda alçak bir sandalyede oturmak düşer sadece. Eğer devletten bir dileğiniz yoksa, mutlu bir vatandaşsanız setin üzerinde boy boy dizilmiş halk ozanlarının, kahramanlarının resimli kitaplarma bakabilirsiniz. Yok bir yaştan sonra işi balıklara, akvaryuma dökmüşseniz her türlüsü vardır camiyle çarşı arasındaki parkın kenarına yerleşmiş dükkânlarda. Yok bütün bunlardan yana değilseniz, sıcaktan kurtulmak dileğindeyseniz yazın, gidip güzelim kemerin altında

durun. Bir de tazesinden simit bulursanız İstanbul’un değişik havasım biraz yakaladınız demektir. Eğer ikide bir kuşlara dağı attırmak zorunda bırakan çocuklar sizi yakalamamışsa. Akşama kadar alışveriş yapmış ihtiyar­ lar, biraz üerdeki merdivenlerde dinlenmektedirler. Bu­ yandan da yanaşan kalkan vapurlara, yeni kurulan üst geçitten inip çıkanlara bakarak .

Böyle yerdir Eminönü, ve onu oluşturan yapılar. Uzun bir zaman almıştır burada boy göstermeleri. Tıpkı, Taksim’deki günümüzün bir yapısı gibi. Dura kalka zaman içinde boy vermiştir, tamamlamıştır. Eminönü’ne bütün özellikleriyle gelip oturmasını bümiştir. Bu kente yaraşır biçimde, yaşamına gerektiğince girerek.

ı5'inci

i la v e

---Üsküdar Mihriban Sultan

«e Şem sipaşa camileri

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Benzer olarak Akdoğan (2012) anne babası boşanmış veya boşanmamış olan ergenlerin algıladıkları sosyal destek düzeyleri üzerine yapmış olduğu araştırmada,

Sanatı, yazıları ve yayıncılığı üze­ rinde bölüm bölüm değerlendir­ meler yapan Nesrin Karaca’nın bu doktora tezi 1993’ün sonun­ da Milli Eğitim Bakanlığı

Daha sonraki yıllarda Gazi Eğitim Enstitüsü sanat tari­ hi ve müzik tarihi öğretmenliği (1930), Milli Eğitim Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü, Şube

kağın adım değiştirmek için bu çirkin iftira bir süre önce bir dergide yeniden güncelleşti­ rildi.. Derginin sayın patronu, Abdullah Cev­ det’in yaptığı bir

Halide Edib, diğer bütün yazıları için de kullandığı hususi olarak dar - uzun kesilmiş kâğıt­ lar üzerine en ince teferruatına kadar hazırladığı

Buna göre, kestane balının toplam fenolik madde içeriği ve hem DPPH metodunda hem de FRAP antioksidan analiz metodlarında incelenen diğer ballara göre daha

Bununla beraber, Halide Edip benim için yine o devrin en çekici yazarların­ dan biriydi ve ayni zamanda milliyet­ çilik ve memleketçilik ceryanlarının hem

Kimse bizim güzel gözlerimiz için birçok büyük sorumluluğu, büyük bir sıkıntıyı üzerine almaz”, “Bin yıldan beri bağımsız yaşayan Türk- ler kendi