• Sonuç bulunamadı

Kendi esrarının dedektifi:Yeni Hayat'ın yazarı Orhan Pamuk karşılaştığı metinleri nasıl okuyor?

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Kendi esrarının dedektifi:Yeni Hayat'ın yazarı Orhan Pamuk karşılaştığı metinleri nasıl okuyor?"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

H ENTELLEKTUEL BAKIŞ

t n Kitaplarımda

yer yer esrarengizlikler

olduğunu

söyleyebilirim,

ama kendimi illa

esrarengizcilik yapan

bir yazar olarak da

görmüyorum. Bunu

iddia etmek, dünyanın

aslında esrarengiz

olmadığı ama benim

kitaplarımda bu

niteliği dünyaya

yakıştırdığım anlamına

gelirdi!

Yeni Hayat romanı Türkiye 'de

satış rekorları kırıp, tartışma

yaratmaya devam ederken,

Orhan Pamuk'un önceki romanı

Harp Kitap’ın Fransızca, İngilizce

ve Almanca çevirileri yeni

piyasaya çıktı. Hem önceki, hem

de yeni romanında felsefi bir

polisiye kurguyla kültürümüzün

çelişkilerini sorgulayan yazarla,

yurt dışı yolculuğundan önce

buluşup, sırlarını biraz olsun

açmaya çalıştık.

W *

' . ' v i .

-Kuyaş

Milliyet

Şahin Alpay - Nilüfer Kuyaş

- Fax: (212) 505 62 55

İçinde

yaşadığım ız kültür,

yalınkat ve basmakalıp

tariflerin çok daha

ötesinde. İşte o noktada

zaten ben “esrarengiz”

oluyorum, çünkü kabul

görmüş bu hakim

stereotip imgelerin

dışında bir dünya

kurmaya çalışıyorum.

Ama büyük bir programa

da bağlı değilim. Kendi

keyiflerim, kendi zevklerim

için yazıyorum.

Pazar 15 Ocak 1995

O

rhan Pamuk’un Yeni Hayat, İstanbul’da yaşa­son romanı

yan genç bir öğrencinin okudu­ ğu kitaptan çok etkilenerek, bu kitabm vaadettiği yeni hayatı a- ramaya çıkışının öyküsü. Aynı heyecanı paylaşan genç bir kız ve bir başka genç erkekle daha karşılaşmasının ve aralarında oluşan aşk üç­ geninin, yani iki Osman ile bir Canan’m öy­ küsü.

Kahramanın, yani bizim Osman'ın, mut­

luluk ve umuttan trajediye, oradan da yenil­ giye ve hayatı olduğu gibi kabullenmeye doğ­ ru yolculuğunun öyküsü. Bu tinsel iç yolcu­ luğun, bir de dünyevi yolculukla birleşmesi­ nin, yani Türkiye’yi saran çılgın iç göçle ça­ kışmasının öyküsü, insanlara yeni hayatlar ve ideolojiler vaadeden kumpaslar ve karşı- kumpaslarm çatıştığı karabasan benzeri taş­ ranın, yani Anadolu’nun da, yenilgi ve bek­ leyiş dolu öyküsü.

Yeni Hayat karamelalarında resmi olan

melekten, hatta hiç bir melekten, insana ya­ şadığı sürece medet olmayacağının ibretli öyküsü. Ama daha yaşarken bile meleklerin bize görülmeyen başka dünyalardan habire taşıdıkları haberlerin de öyküsü aynı zaman­ da. Orhan Pamuk romanını böyle “gaipten

haberlerin” gizli tadıyla örmüş.

"Mistik değilim'

Romandaki kader ve ölüm, melek ve öte- dünya temaları akla bir soru getiriyor: Or­ han Pamuk acaba “mistik” (gizemci) bir ya­ zar mı? Söyleşiye böyle zor bir soruyla başla­ dık.

“Ben mistik değilim. Kendimi hiç bir zaman öyle görmedim. Esrarengizden an­ ladığım şey, şu anda içinde yaşadığımız, hakim olan dünya hakkmdaki tasavvur­ ların dışında başka bazı şeylere de siste­ matik olarak yer yer işaret ediyorum ve bu bende bir Orhan Pamuk alışkanlığı ol­ du. Bu bakımdan kitaplarımda yer yer es­ rarengizlikler olduğunu söyleyebilirim, ama kendimi illa esrarengizcilik yapan bir yazar olarak da görmüyorum. Bunu iddia etmek, dünyanın aslında esrarengiz olmadığı ama benim kitaplarımda bu ni­ teliği dünyaya yakıştırdığım anlamına gelirdi!”

Orhan Pamuk, esrarengizlik alışkanlığı hakkında ipucu vermekte de pek çekingen değil: “Ondokuzuncu yüzyıldan itibaren

Fransız pozitivizminden öğrendiklerimi­ zin bütün kültür’ olarak görülmesine tepki” bu alışkanlığın kökenlerinden birisi.

Soğuk-sıcak oyununa göre biraz ısındığımızı hissederek soruyorum: kendini “hermetik” yani kapalı bilgiler geleneğine ait hissediyor mu?

“Kendi köklerimi şöyle anlatırdım: Üç yıl mimarlık okuduğum için, Osmanlı ca­ milerinde beni etkileyen bir çeşit geomet­ ri, artı Robert Kolej’den, yani Amerika- nîngiliz kültüründen edindiğim pragma­ tizm, artı Türkiye’deki Cumhuriyetçi A- tatürkçü laik bir çevrede yetişmekten e- dindiğim pozitivizm, bu üçü benim bes­ lendiğim kültürel kaynaklar. Onun için istesem de hermetik geleneğin içine gire­

mem.

Peki bu garip, okunamaz, kapalı metinler dünyasını kodlamak işine, bu labirente nasıl girdiniz sorusunu içimden sorduğumu duy­ du mu nedir, duraklamadan ekliyor Orhan Pamuk:

“Öte yandan modemizmden öğrendiğim ve bizim tasavvuf kültürümüzden de izler taşıyan edebiyat, bir tür ibadet’ şeklidir. Edebiyat kutsaldır ve metinler, dış dün­ yayı göstermek kadar kendi içlerine ka­ palılıkları, kendi zenginliklerinden de bir hale taşırlar. Bu inanç bende bir şekilde var.”

* Ev sahibinin kibarca ikram ettiği sütsüz neskafe fincanını elimden her bırakışta, bu yığının içinde tekrar aramam gerekiyor. Or­ han Pamuk küskün bir öğrenci gibi çenesi e- linde masanın köşesine öyle bir kapanmış ki, Cem Yorulmaz kamerasıyla çaresiz iyi bir açı arıyor. Ben de söyleşi için daha farklı bir açı yakalamaya çalışıyorum.

Pozitivizm iyi bir ipucu. Cevdet Bey

ve Oğullan, Sessiz Ev gibi kitap­

larında pozitivizmle hesapla­ şan Orhan Pamuk, Beyaz

Kale ‘de DoğuBatı kimlik

çatışmasını irdeledi, sonra da Kara Kitap ‘la birlikte kendi kültürümüzü ve kimliğimizi daha derin­ lemesine sorgulamaya başladı. Sanki önce

Orta Asya’dan edinilmiş bir Türk imgesi­ nin son derece yüzeysel senteziydi.

Halbuki içinde yaşadığımız gerçek kül­ tür, bu yalmkat ve basmakalıp tariflerin çok daha ötesinde. İşte o noktada zaten ben “esrarengiz” oluyorum, çünkü kabul görmüş bu hakim stereotip imgelerin dı­ şında bir dünya kurmaya çalışıyorum. A- ma büyük bir programa da bağlı değilim. Kendi keyiflerim, kendi zevklerim için yazıyorum. Fakat daha sonra bunların arkasında yatan bir bütünlük olduğunu da sezmiyor değilim.”

Bütünlük. Bu kelimenin peşinden gidiyo­ rum hızla. Gerçekte yazarm - ve en bireysel eylem yazmak olduğuna göre aslmda bireyin - aradığı da bu değil mi? Hayatında bir bü­ tünlük, yani bir anlam bulmak. Ama heyhat! Ya birey bunu, Yeni Hayat

‘m kahramanı Osman gibi, kendisinin dışın­ da, toplumda ve

den planlanmış bir çizgi, bir kültür eleş­ tirisi programı gi­ bi... “Planlı prog­ ramlı irdeleme y a p m ı y o r u m . Am a öte yan­ dan, Tanpı- n ar’m deyi­ miyle içinde yaşadığımız kültürel ik­

limin geçmişiyle ve daha önce sunmuş olduğu çeşitlilikle ilgili­ yim. Kara Kitap’ta ve birazcık da Yeni Hayat’daki temel sorunlardan biri bunun zenginliği ve - altında ezilmeden - bunun­ la ilgili ne yapabiliriz sorusuydu.”

“ Belki ideolojilerin,

kumpas teorilerinin,

paranoyaların bu

derece yüksek şekilde

kültüre bir tepkidir Yeni

Hayat. ‘Bir kitaba’

içine atılıyoruz, ama

sonunda gerçekliğin

hüznümüz ve

kederimiz kalıyor

geriye.”

ruz ve kendi kederimiz ve kaderimiz kalı­ yor elimizde ki asıl hikaye bu: bunun ne kadar zor bir yalnızlık olduğu; insanın kendi özel hikayesinin tarihle örtüşme- mesinin çok ağır bir yalnızlık olduğu.”

Bu bilgiye kaç kuşak ulaşamadı aslında ya da hapislerde ulaştı; çünkü kimi Marxist me­ tinlerin, hem de kötü çevrilmiş metinlerin peşinden koştu hayatı anlamlandırmak için. Kim i de ülkü metinlerinin, efsanelerin peşin­ den. Şimdi de bütün bir kuşak kutsal metin­ lerden medet umuyor. Nedir bu metinlerden çektiğimiz? Kendisi de nihayet bir metin o- lan Yeni Hayat kurtuluyor mu bu çelişki­ den? Orhan Pamuk çelişkilere hiç de yaban­ cı değil:'

“Kendi romancılık serüvenim ve yarat­ tığım kahramanların serüveni için şunu söyleyebilirim: Kahramanlarım, kendi e- le geçirdikleri malzemeyle kendileri ol­ maya çalışıyorlar ama onları boğan bir kültürel çevre de var.

Ben romanlarımda aslında bireye i- lişkin bilgi vermeye, ha­

yatın anlamına ilişkin hikayeler anlatmaya ça­ lışırken, bunları top­ lumsal kimlik sorunları olarak okumaya çalışan okurların sürekli baskı­ sını da hissediyorum. Bunlar benim hayatımın da ikilemleridir...

Ben artık metinleri 19 yaşında okuduğum gibi o- kumuyorum. Ama 19 yaşında da, Yeni Ha- yat’ın kahramanları gibi okuyordum kitap­ ları. Sadece, daha ihti­ yatlı biriydim. B ir kita­ bın zehirinden sonra, ö- teki kitabm pan - zehi- rine kendimi atar ve en sonunda otobüslere bin­ meden kendi evimin du­ varları ve kitapları ara­ sında yaşardım.”

Gerçekçi ayrıntıları çizerken de, en esra­ rengiz sahnede olduğundan daha çok hü­ ner gösterdiğimi düşünürüm.”

Romana inananlar tarikatı

Orhan Pamuk biraz daha rahatlamış gibi, fotoğraf için yeni açılar veriyor. Ben ise, ya­ zara romanmdan bir pasaj okumaya çalışı­ yorum: “Hem zaten roman denen modern

oyuncak, Batı medeniyetinin bu en bü­ yük buluşu, bizim işimiz değil... Bu ya­ bancı oyuncağın içinde nasıl gezineceğimi hala bir türlü çıkaramadığım için.” Bura­

da Osman, herhalde yaratıcısı adma konuş­ muyor?

“Bakın” diyor Orhan Pamuk gayet ciddi, “Romancılık ya her şeydir ya hiç bir şey­ dir. Romana bu derece kökten bir şekilde bağlıyım. Bu dünya aslmda benim için Türkiye’de genel kabul gören ideolojik dünyadan daha kuvvetli bir dünyadır: Benim Kundera gibi, Llosa gibi diğer i- nançlı yazarlarla paylaştığım bu dünya sanki bir çeşit tarikattır. Şimdi roman sa­ natı dünyada da bazı sorunlar yaşıyor, örneğin televizyon karşısında.

Ama bu sanatın asla gerilediğini, öldü­ ğünü falan düşünmüyorum. Sadece daha popüler olma özelliğini kaybediyor belki, daha çok düşünce romanı oluyor. Roman, daha çok felsefe olmaya başladı. Bu ba­ kımdan da tarikatımız dünyada faaliyet­ lerini daha da geliştirerek sürdürmekte­ dir.”

A ynalar labirenti

Ve bu soruyu soruş tarzınız sosyolojik ol­ maktan çok, felsefi düzeydeydi diye araya gi­ riyorum. Çünkü Orhan Pamuk aslmda kent­ li insanın hem kendi kültürünün silikleşen metinleri, hem de modem bilginin metinleri arasmda nasıl, güldüren ve ağlatan aynalar labirentinde dolaşır gibi dolaştığmı anlatmı­ yor mu bize?

“Bunu neredeyse kendiliğinden yapıyo­ rum. Cumhuriyetten bu yana olan geliş­ me, bizde hakim kültür çerçevesinde biz kimiz sorusu koydu ve biz neyiz sorusuna birbirinden çok da farklı olmayan şekilde cevaplar geliştirdi. Bunun yüzeysel Batı­ cı, pozitivist yorumu işte biz Batılıyız, öy­ le olmalıyız idi, yüzeysel Türk-îslam sen­ tezi ise son derece derinlikten yoksun, K ur’an’dan edinilmiş b ir İslam imgesiyle,

başkalarında, oku­

duğu metinlerde aramaya kalkarsa?

Ve hayatm anlamı yerine çözülmez bilmece­ lerle, ideolojik çatışmalarla ve komplo odak­ larıyla karşüaşırsa? Okura, özellikle de genç­ lere böyle bir uyarı yok mu romanda? Orhan Pamuk, tam değilse bile bir ölçüde onaylıyor bu yorumu:

“Belki ideolojilerin, kumpas teorileri­ nin, paranoyaların bu derece yüksek şe­ kilde hakim olduğu bir kültüre bir tepki­ dir Yeni Hayat. Her şeyi kapsayan geniş sistematik düşüncelere ve bir kitaba’ ta­ kılarak dünyanın içine atılıyoruz ama so­ nunda gerçekliğin kendisinden çok kendi hüznümüz ve kederimiz kalıyor geriye.

Keder ve kader

Benim yaptığım şey önce bu hüznü veri olarak görmek. Elimizdeki bazı ip uçla­ rıyla hayata dalıyoruz ama o ipuçlarının vaadettiği hikayeyi, genel büyük tarihsel hikayeyi asla bireysel olarak

yaşıyamıyo-Kendi hüznümüz

Yeni Hayat ‘daki hüzün

biraz sesine mi yansıdı, yoksa ben mi hayal görüyorum? Orhan Pamuk’u öte­ den beri en çok eleştirdiğim konuya geldik aslmda: Kitaplar araşma kapan­ mış, yaşanmışlık tadı çok az romanlar yazması. Yeni Hayat’a sanki hayatm kendisi çok daha sinmiş gibiydi...

“Benim metinlere çok gönderme yapmam, onlardan söz etmekten kendimi alıkoyamamam bazı okurla­ rımın ve eleştirmenlerimin kitapla­ rımdaki yaşanmışlığı görmelerini engelledi ve engellemeye devam edi­ yor. Ama ben de özellikle şunu hiç bir zaman yapmak istemiyorum: Ha­ yır bakın ben bunları nasıl yaşadım ve kalpten hissettim; bunun altını hiç bir zaman çizmedim, çizmek de istemiyorum. Ama bunu yaparken, en gerçekçi yazarm yapmıyacağı ka­ dar da gerçek dünyaya bağlıyımdır.

Yıl: 45

Sayı: 16939

Milliyet

15 Ocak 1995 Pazar

Milliyet Gazetecilik A.(

A Y D IN DOC

i.

adına sahibi

IAN

Murahhas Üyeler D O Ğ A N H E P E R K E M A L K IN A C I Genel Yayın Yönetmeni

U F U K G Ü L D E M İR Yayın Koordinatörü: H İK M E T B İLA Sorumlu Müdür: ER EN G Ü V E N E R Yazı İşleri Müdürleri

• SALİM A LP A SLA N • A L E V ER • YILM AZ Ö ZD İL • M URAT KÖPRÜ • ÜMİT A S LA N B A Y • ZEKİ SÖZER • İHSAN T O P A L O Ğ L U (Spor) Haber Müdürü: H AKA N A Y G Ü N MİL-HA Genel Müdürü: TA N E R A T İL L A Sayfa düzeni: MUZAFFER TAN • TUFAN AKS0Y Bölüm Şefleri___________________________ Ankara FİKRET BİLÂ Ekonomi ŞEREF OĞUZ Eğitim ABBAS GÜÇLÜ

Yurt Dışı Baskı: VOLKAN KARSAN Temsilcilikler---Haber-Araştırma ERKAN YİĞİT Dış Haberler ENDER BÖLÜKBAŞI Magazin HALUK AKTAR

İcra Kurulu Üyeleri İBRAHİM SEZER Y A LÇ IN B A LC I M EHM ET ALİ Y A LÇ IN D A Ğ DİNÇ ÜNER

M E D Y A - D

Genel Müdür ERGİN Ü N A L Genel Müdür Yardımcıları ERCÜM ENT PAL

SELÇU K TUNA AYHAN TEZCA N

Reklam Müdürü

AYNUR KOÇ PAL

ANKARA: DERYA SAZAK

Te l: 419 14 00 (7 hat) Fa x: 417 38 78

İZMİR : RIFAT AKKAYA

T e l: 464 20 00 F a x : 464 14 02

ADANA MUZAFFER BAL

GÜNEYDOĞU: ERTUĞRUL PİRİNÇÇİOĞLU

D iy a rb a k ır; T e l: 221 18 21 - 221 81 41 K A R A D E N İZ İSMAİL BAŞARAN

Samsun; Tel: 431 0023-431 81 75 A V R U P A : BÜLENT ZARİF

T e l: 431 54 54 (3 h a l) F a x : 431 54 60 Frankfurt; Tel: 069/69 70 0010 Fax: 069/69 70 00 20

Doğan Medya Center, BAĞCILAR 34554 İSTANBUL Tel: 505 61 11 Fax: Haber Meıkezi: 505 62 33 MİL-HA:505 62 80

| BASILDIĞI Y ER : MİLLİYET O F S E T TES İS LER İ |

Milliyet, Basın Meslek llkeleri’ne uymaya söz vermiştir

«

T a h a T o ro s A rş iv i

Referanslar

Benzer Belgeler

The most successful approach identifying and predicting the symptoms and indications of having an cancer is SVM(Support vector machine) and with robust and high

Zat-ı âlîlerinizle telefonla veya karşı karşıya gelerek görüşmemiz mümkün olabilir mi?Şayet mümkün ise nasıl ve ne zaman olabilir. Göndermiş

göründüğü gibi sovyetleştirmenin ilk zamanlarında bolşevik yönetimi, aşura ayinlerine ilişkin kampanyanın dine ve Müslümanlara karşı değil, din adına

«Yok, siiddc-i pâk-i dergehinden «Ayrılmama ihtimâl efendim!...

■ Türkiye'de 1936 yılından beri çikolata ve çikolatajı gıda ürünlerinde lider olarak üretimini sürdüren NESTLÉ 1989 yılında, Bursa-Karacabey'de yeni bir tesis

[r]

PARİS, (Hürriyet)- Fransa’nın ciddi ve yüksek tirajlı haftalık der­ gisi “Le Nouvel Observateur” de yayınlanan “ Ermeni Sorunu” ile il­ gili olarak tarihi

Gazeteyi boş vakitleri değer­ lendirmek için seçilen bir eğlence vasıtası değil, maarif sahasındaki geri kalmışlığı telafi edebilecek bir vasıta olarak