TT- 5~2 3
Musikî âlemimizden...
B
üyük yazar ve bestekâr Ahmet Rasim Bey, torunu Osman'ın piyanoda calip söylediği güzel bir şarkıyı dinlediğinde pek duygulanmıştı: — «Bugüne kadar hiç işitmemiştim bu güzel şarkıyı. Kimindir bu beste Osman?...» diye sormaktan kendini alamamıştı üstad.Yeni yetişme bir delikanlı olan ve haşarılığı ile tüm Kadıköy'e nam salmış bulunan torunu hiç düşün meden:
— «Hacı Arif Bey’in dedeciğim...» cevabını verdi.
Ahmet Rasim Bey, musikide Hacı Arif Bey’in hayranlarındandı. O gü ne kadar bu büyük bestekârın bu eserini hiç işitmemiş olmasına hay ret etmesine rağmen yine de kabul lenmiş ve takdirlerini belirtmekten kendini alamamıştı:
— «Zâten bu üslûp, bu edâ o koca bestekârdan başka kimde olabilir ki?... Cok ama cok güzel bir eser.. Bugüne kadar nasıl duymadığıma şaşıyorum bu besteyi...»
Torunu, dedesinin bu takdir dolu sözleri karşısında birden tarifsiz bir cesorete kapılıp baklayı ağzından çıkarmakta beis görmedi:
— «Şaka söyledim dedeciğim, be- ğenmiyeceğinizden korktuğum için böyle söylemek zorunda kaldım... Haddim olmayarak benim bestemdi bu!...»
O onda Ahmet Rasim Bey'in cinleri başına üşüşmüştü. Öfkeyle yerinden fırlarken avaz avaz haykırması bir oldu:
— «Bre münasebetsiz!... Sen kim olursun da Hacı Arif Bey g’bi bir büyük bestekârın eserine, benim dir, demek cüretini gösterirsin?..» Osmancık bu âni salvo karşısında şaşırmıştı:
— «Vallahi benim bestem...» diye cek oldu.
— «Bak bir de utanmadan yemin ediyor!...» diye öfkeyle üzerine yü rüyen dedesinin hiç de şakası olma dığını çok iyi bilen Osmancık çareyi hemen oradan kaçmakta bulurken hiddetini yenemeyen Ahmet Rasim Bey'in sesi ahşap konağı çınlat maktaydı:
— «Sen kim oluyorsun da Hacı Arif Bey gibi bir bestekârın eserine sahip çıkmaya kalkıyorsun? Müna sebetsiz, utanmaz, arlanmaz herif seni...»
Ve Osman’ın o gencecik yaşında yaptığı ilk bestesinin, dedesi, büyük bestekâr Ahmet Rasim Bey üzerin deki ilk tepkisi işte bu olmuştu... Ahmet Rasim Bey, torunu Osman'a ilk musiki derslerini veren kişi ol muştu. Daha sonra da Leon Hancı- yan'dan meşk etmişti Osman. Oniki yaşındayken piyano çalmaya başla mış; Türk musikisinde çok sağlam bir temele sahip olmasına rağmen, bir türlü nota yazmasını ve okuma sını öğrenememişti. Ahmet Rasim Bey bu konuda az uğraşmamıştı, fakat torunu notayı bir türlü kıvıra- mamıştı...
Çocukluğu büyük bir haşarılık, deli kanlılığı ise uçarılık içinde geçmiş ti. Daho çocukluğunda tüm Kadı köy'e nam salmıştı yaramazlıklarıy la. Kuşdili Çayırındaki tiyatro ve
Derleyen: A.C.
çadır tiyatrolarının sahipleri kapı dan kovulsa bacadan içeri giren bu küçük afacandan yaka silkmişlerdi âdeta. Devrinin en ünlü komiklerin den en iyi hânende ve sâzendeleri- ne kadar herkes onu tanımıştı. O günlere ait bir anısını kendi ağzın dan dinleyelim:
«... Ramazan geceleri iftardan son ra, pederden, valideden ne koparır sak cebe indirir, yedi mahallenin haşeratı bizler tiyatronun kapısında toplanır; paramız olsa da olmasa da, bir punduna getirip, beleşten i- çeriye dalmanın çarelerini arardık. İşte böyle av köpekleri gibi bekle diğimiz bir sırada:
— Geliyor! dediler. Kel Haşan geli yor!...
Bu sesler üzerine biz büsbütün kurt lanmış, tiyatronun kapısına biraz daha yaklaşmıştık. Nitekim Haşan Efendi semiz, semiz olduğu kadar da temiz bir eşeğin üzerinde görün dü. Nâşit içeride imiş, dışarı çıktı. Üstadını karşıladı. Davulcu tokma ğını bir tarafa bırakıp eşeğin yula rından tuttu. Haşan Efendi'yi Çe- menderzâde'nin üstünden indirdiler. Meğer üstad, Kuyubaşı tarafında o- turan kardeşinde misafirmiş. O va kit şimd ki gibi dolmuş molmuş ol madığı için, konu komşudan ödünç bir eşek bulup Haşan Efendi’yi bin dirmişler. Nâşit, ustasının tiyatroya eşekle ilk defa geldiğini gördüğü için bıyık altından gülüyor, ona bir şeyler yutturmaya hazırlanıyordu. Bu her haünden belli oluyordu. Ni hayet dayanamadı:
— Vay efendim! dedi. Bu da nere den çıktı? S:z!n eşeğiniz yoktu. Bi raderin olmasın?..
Haşan Efendi’nin zeki gözleri birden parladı. Nâşit’m rbiradern» dye yutturmak isted;ği mânâyı derhal kavrayarak:
— Yok canım! dedi. Biz;m birader de böyle şeyler ne gezer. Pederin, pederin!
Diyerek Naşit’in ağzını daha ora cıkta tıkayıvermiştl. Biz, yâni ha şarat takımı, bu esprinin farkına varınca, hep bir ağızdan:
— Yuu! Naşit amcaya yutturdu! Diye bağırışmış, başta Nâşit olmak üzere muhallebicinin köşesine ka dar, tiyatronun hayrat müstahdem leri tarafından kovalanmıştık...» Osman'ın delikanlılık yılları ise Kuş dili çayırının hemen yanındaki Fe nerbahçe Kulübü’nde geçmişti. Bu arada biraz futbol da oynamıştı. Ancak daha çok kulüpte arkadaşla rıyla oturup lâflamaktan hazettiğin- den, tüm yeteneğine rağmen iyi bir futbolcu olamamıştı...
Sonunda Ahmet Rasim Bey, hiç no ta bilmeyen torunu Osman’ın beste yaptığına inanmıştı. Fakat ilk e- seri olan sûzinak makamı ve curcu na usulündeki «Ne müşkülmüş seni
sevmek, sana yâr olmak» adlı bes tenin onun olduğuna bir türlü ina namamıştı. Üstad, bu besteyi Hacı Arif Bey'in hiç işitmediği bir eseri olarak kabullenmişti bir kez... Komikliği, mûzipliği ve çevresine neş'e saçan halinden ötürü Kadı- köydeki ve Fenerbahçe kulübünde ki arkadaşları arasında «Şarlo Os man» diye anılan o ele avuca sığ maz delikanlı, dedesinin ölümünden sonra (1932) durgunlaşmıştı. Zaten o sıralarda 23 yaşında bulunan Os man, bir devlet dairesinde- memur olarak çalışmaya başlamıştı... Sonra Devlet Demiryolları’ndaki gö revi Ankaraya nakledildiğinden ora ya gitmiş ve uzun yıllar başkentte kalmıştı. Bu süre içinde çeşitli spor dergi ve gazetelerine «Ofsayt» im- zosıyla spor yazıları yazmış ve «1 numaralı hakem düşmanı» olarck ta- nmmıstı. Bu arada piyanosunun ba şına geçip besteler de yapmıştı. O- nun piyano başında yaptığı beste leri daha sonra başkaları notaya a- lırdı.
Sonra memuriyet görevi İstanbul'a nakledilmiş ve çocukluğu ile genç liğini geçirdiği bu kentte birbirin den güzel eserler vermeye başla mıştı... 1945-1955 yılları arasındaki dönemin en güzel ve en cok tutulan eserlerinin bestekârı olarak tanınan Osman Nihat Akın, ünlü edip ve bestekâr Ahmet Rasim Bey’in haşa rı ve uçarı torunu Şarlo Osman’ın ta kendisiydi...
«Geçti hayâl içinde bunca yıl, bir gün gibi», «Körfezdeki dalgın suya bir bak, göreceksin», «Güzel bir göz beni attı bu derin sevdaya», «Yine bu yıl Ada, sensiz içime hiç sin medi», «Ahım gibi ah var mı acep ahlar içinde», «Ellere uzaktan bak, bana yakın gel», «Girdim yârin bah çesine, gül dibinde gülizar», «Bir gü neş bahtıma bir gün doğacaktır sa nırım», «Sen arzu ettin, bu ayrılık senden eserdir», «Çevrin yeter ar tık bu kadar olma sitemkâr», «Yaş lı gözlerimi kuruttum bu gece» ve hele hele «Bir ihtimal daha var, o da ölmek mi dersin?» gibi birbirin den güzel, günümüze kadar olanca tazeliği ile yaşayan; her yerde ça lınıp söylenen bir çok eserler verdi Osman Nihat Akın. Bir yandan da Yüksek Denizcilik Okulu’ndaki öğre tim üyeliği görevini sürdürdü. Bes telediği eserlerin pek çoğunun güf telerini de kendi yazdı. Ayrıca spor dergilerine «Ofsayt» imzalı yazılarını da sürdürdü. Çeşitli gazete ve der gilere kendi imzasıyla tatlı anılar yazdı. Ahmet Rasim Bey ile İlgili gizli kalmış bir çok olayları gün ışı ğına çıkaran «Dedemin Aşkları» ya zı dizisiyle ayrıca büyük bir hizmet te bulunduğu söylenebilir.
Çeşitli dergilerde onunla birlikte ço- lışmak, tadına doyum olmaz içki sofralarında onunla birlikte bulun mak, o baldan tatlı sohbetini dinle mek imkânına sahip oldum. Her za man, her yerde «her yaşın insanı» olabilmek gibi eşsiz bir de özelliğe sahipti. Bu «1 numaralı hakem düş manı» 1950'li yıllarda pek sık yapı lan emekli maçlarının değişmez ha kemiydi. Onun kesin İsrarıyla değiş mez yan hakemi de bendim. İnönü Stadındaki bir Fenerbahçe - Gala tasaray emekliler maçından önce sahaya çıkıp kaleleri ölçmeye baş ladığımızda Stad Müdürü rahmetli Şâzi Tezcan’ın telâş ve heyecan içinde: «Yahu bırakın elinizden şu metreyi. Fazla çıkarır, eksik çıka rırsınız da başım derde girer!» di ye söylenişi yalnız o anda değil, yıllarca aramızda sık sık sözünü e- dip gözümüzden yaşlar gelene ka dar güldüğümüz bir olay olmuştu. Hey gidi günler...
Dedesi Ahmet Rasim Bey'den mu sikinin en güzelini, bestekârlığın en mükemmelini, akşamcılığın en tat lısını, sohbetin en lezzetlisini, kale- mm en kıvrağını tevarüs etmişti Os man N hat Akın.
24 Ekim 1959 günü, arkasında ken d i n i Tiirk mus’k'Sİ sahasında ö- lümsüz kılacak mce eserler b'roka- r^k fân' dünyadan ve aramızdan göçüp oitti koca Osman Nihat... Karacaahmet’te toprağa verdik o yüce insanı.
Nur içinde yatsın...
25
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi