• Sonuç bulunamadı

Geçmişten Günümüze Anlatı Teorisi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Geçmişten Günümüze Anlatı Teorisi"

Copied!
19
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Bahar Dervişcemaloğlu

*

NARRATIVE THEORY FROM PAST TO PRESENT ABSTRACT

Narrative theory whose roots go back to Plato and Aristotle has recently become a very popular and extensive discipline under the name of “narratology”. In this article narrative theories from ancient Greek to the present day will be briefl y reviewed and current tendencies in narrative theory will be examined. The contributions of Plato and Aristotle to narrative theory, normative and formalist paradigms from 17th to early 20th century, Saussure’s contributions to narrative theory, Russian Formalism, the contributions of German scholars to narrative theory, pre-structuralist theories of narrative, Anglo-American formalism and René Wellek’s contributions to narrative theory, French structuralism and emergence of narratology, post-classical narratology and “new” narratologies, recent trends and developments in narrative theory will be discussed by using a descriptive method. The aim of this study is to present a panoramic view of narrative theory.

Key Words: Narrative theory, narratology, classical/structuralist narratology, post-classical narratology.

ÖZET

Kaynağı Platon ve Aristo’ya kadar uzanan anlatı teorisi, son yıllarda “anlatıbi-lim” adı altında oldukça popüler ve kapsamlı bir disiplin haline dönüşmüştür. Bu makalede, antik Yunan’dan günümüze kadarki anlatı teorileri kısaca gözden geçirilecek ve anlatı teorisindeki son eğilimler incelenecektir. Betimleyici bir

Yeni Türk Edebiyatı Dergisi, Sayı 4, Ekim 2011, s. 43-61

(2)

yöntem kullanılarak, Platon’un ve Aristo’nun anlatı teorisine katkıları, 17. yy. ile 20. yy.’ın başlarına kadar hakim olan normatif ve biçimci yaklaşımlar, Sa-ussure’ün anlatı incelemesine katkıları, Rus Biçimciliği, Alman araştırmacıların anlatı incelemesine katkıları, yapısalcılık öncesi anlatı teorileri, Anglo-Ameri-kan biçimciliği ve René Wellek’in anlatı teorisine katkıları, Fransız yapısalcılığı ve anlatıbilimin ortaya çıkışı, klasik-sonrası anlatıbilim ve “yeni” anlatıbilimler, anlatı teorisinde son eğilimler ve gelişmeler ele alınacaktır. Bu çalışmanın ama-cı, anlatı teorisiyle ilgili panoramik bir bakış sunmaktır.

Anahtar Kelimeler: Anlatı teorisi, anlatıbilim, klasik/yapısalcı anlatıbilim, kla-sik-sonrası anlatıbilim

...

Anlatı Teorisinin Kökenleri: Mimesis ve Diegesis Ayrımı;

Aristo’nun “Poetika”sı

Anlatı teorisi ya da teorilerinin kökeni, tıpkı bütün Batı kaynaklı kurmaca teorile-rinde olduğu gibi, Platon (İ.Ö. 428-348) ve Aristo’nun (İ.Ö. 384-322) “mimesis” (tak-lit) ve “diegesis” (anlatma) ayrımına dayanır.1 Bu ayrımdan ilk bahseden Platon’dur. Platon, Devlet isimli eserinde edebî türleri “mimesis” ve “diegesis” diye adlandırdığı temel konuşma kiplerinden hareketle ikiye ayırır. “Mimesis”ten kastı, karakterlerin diyaloglarının ve monologlarının aynen aktarılması yani dolaysız biçimde taklit edile-rek verilmesidir. “Diegesis” ise yazara atfedilebilecek bütün sözceleri kapsar. Platon’a göre lirik tür, “diegesis”in kullanımıyla, dramatik tür ise “mimesis”in kullanımıyla sınırlıdır. Epik tür ise hem “mimesis”i hem de “diegesis”i içerir. “Mimesis” ve “die-gesis” ayrımı üzerine inşa edilen anlatı incelemeleri, öncelikle Friedrich Spielhagen ve Otto Ludwig’in 1800’lü yılların sonunda roman üzerine yaptıkları teorik inceleme-lerle, daha sonra da 20. yy.’ın başlarında dilbilimcilerin (Charles Bally, Fritz Karpf…) anlatıyla ilgili meselelere eğilmeleri ve dilbilimsel kategorileri anlatı incelemelerinde kullanmaya başlamalarıyla gelişmiştir. Ayrıca anlatma kipleriyle ilgili bu ikili temel ayrım sadece 20. yy.’da yapılan “gösterme” (showing) / “anlatma” (telling) ve “özet” (summary) / “sahne” (scene) ayrımını öne çıkarmakla kalmamış, Genette’in “ses” (vo-ice) başlığı altında yaptığı değerlendirmelerin de ilham kaynağı olmuştur.2

Aristo’nun Poetika’sı ise anlatının anlaşılması için esas olan ve günümüzde de

1 Manfred, Jahn, Narratology: A Guide to the Theory of Narrative, English Department, University of

Cologne, http://www.uni-koeln.de/~ame02/pppn.htm, 2005, N2.2.4.

2 Monika Fludernik, An Introduction to Narratology, Routledge, 2009, s. 10; Jan Christophe Meister,

“Narratology”, Handbook of Narratology, Peter Huhn – John Pier – Wolf Schmid – Jörg Schonert (Ed.), Walter de Gruyter, 2009, s. 332;Rimmon-Kenan Shlomith, Narrative Fiction: Contemporary

(3)

geçerliliğini koruyan ikinci kriteri ortaya koymuştur: Betimlenen dünyada cereyan eden olayların toplamı ile bilfi il (de facto) anlatılan olay örgüsü ya da “muthos” ara-sındaki ayrım. Aristo, bilfi il anlatılan olay örgüsü ya da “muthos”un, estetik hususlar ve mantıksal gereklilikler dikkate alınarak seçilen ve düzenlenen bir olaylar kümesini sunduğunu belirtir. Bunun sonucunda da Poetika’nın kurgusal başkahramanlara ve onların eylemlerine karşı işlevsel yaklaşımı açığa çıkar.3

17. yy.’ın Başından 20. yy’ın Başına Kadarki Roman Teorileri:

Normatif ve Biçimci Paradigmalar

Bugün bildiğimiz anlamıyla düzyazı anlatıları, ancak 18. yy.’dan sonra edebi-yatın bir parçası olarak kabul edilmeye başlanmıştır. Düzyazı anlatısının daha çok tematik ve öğretici tarafl arına odaklanan ilk kuramcıların ilgilendikleri soru norma-tifti: “Bu yeni edebiyat biçimi eski ‘epos’un niteliksel standartlarına karşı durabile-cek miydi?” Bu mesele 20. yy.’ın başına kadar, anlatı türleriyle ilgili birçok teorinin (özellikle de Lukacs’ınki) de ağırlıklı olarak ilgilendiği bir mesele olmuştur.4

İlk kuramcılar bu tip normatif sorularla meşgul olurken, Spielhagen ve Frie-demann, biçimsel paradigmayı yeniden gündeme getirmiştir. İlk olarak Spielhagen (1876), anlatının biçimsel özelliklerine dikkat çekmiştir. O, roman ve uzun hikâye (novella) arasında, gerek karakterlerin karmaşıklığı ve işlevselliği gerekse eylem ve olay örgüsü düzenlemelerindeki farklı tasarrufl ar açısından bir ayrım yapmıştır. Spi-elhagen’ın 1883 yılında yaptığı çalışma, birinci ve üçüncü şahıs anlatmayla ilgili sınıfl andırmaya dayalı temel bir bir ayrım ortaya koymuştur ve bu ayrım doğal olarak yazar-anlatıcı ilişkisini de akla getirmiştir. Ayrıca Spielhagen, ideal anlatının okuru hiçbir zaman devam etmekte olan anlatma süreciyle ilgili olarak uyarmaması ya da alarm vermemesi gerektiğini savunmuştur.5

Friedemann (1910) ise bu kuralcı varsayıma itiraz etmiştir. Ona göre “aracılık” (mediality), bir kusur olmaktan ziyade anlatmanın kurucu unsurlarından biridir ve anlatma makamı (narrative instance) ister kurgusal olarak var olsun isterse mantık çerçevesinde ima edilsin her anlatının doğasında var olan, olmazsa olmaz bir unsur-dur. Friedemann bu şekilde, Platon’un “epos”la ilgili fenomenolojik tanımındaki il-keyi bir adım daha ileri götürerek anlatının esasını yapısal terimlerle etkili bir şekilde tanımlamıştır.6

3 Meister, agm., s. 333. 4 Agm., s. 333. 5 Agm., s. 333. 6 Agm., s. 333.

(4)

19. yy.’ın sonlarına gelindiğinde, edebî anlatılarla ilgili daha sistematik çalışma-ların yapılmaya başlandığı görülür. Özellikle uzmanlar tarafından halk masallarıyla ilgili yapılan çalışmalar dikkat çekmeye başlar. 1880’lerde halk bilimi araştırmaların-da yeni bir ampirik yaklaşım ortaya çıkar ve bu yaklaşımın öncüleri, “Fin Okulu”nu kurar. İşte 1910 yılında, bu okulun üyelerinden olan Aarne, Aarne-Thompson İndeksi (1928) olarak bilinen ve günümüzde de uluslararası ölçekte geçerliliğini koruyan ka-taloğun ilk şeklini yayımlamıştır. Kaka-taloğun genişletilmiş son hali 8 kategori çerçe-vesinde masalların özetlenmiş 2500 varyantının listesini içermektedir. Aşağıda, “Rus Biçimciliği” başlığı altında değineceğimiz gibi, Propp da 1928 yılında halk masal-larına odaklanarak, anlatıların temel bileşenleri ve bu bileşenlerin hangi şekilde bir araya getirildikleriyle ilgili bir model sunmuştur.

Edebî anlatıları temel prensiplere indirgeme konusunda bir başka önemli teorik girişim, Forster tarafından 1927 yılında gerçekleştirilmiştir. Forster’ın “öykü” (story) ve “olay örgüsü” (plot) ayrımı oldukça dikkat çekicidir. Forster’a göre öykü, olay-ların zamansal dizilişidir; olay örgüsü ise bu olaylar arasındaki nedensel ilişkidir. Buna göre “Kral öldü, ardından kraliçe de öldü” şeklinde küçük bir varsayımsal öykü “üzüntüden” gibi açıklayıcı bir ifadenin eklenmesiyle (“Kral öldü, ardından kraliçe de üzüntüden öldü”) mantıklı bir anlatısal olay örgüsüne dönüştürülebilir. Forster’ın zamansal ve nedensel ilişkiyi esas alan bu ayrımı, daha sonraları Rimmon-Kenan gibi araştırmacılar tarafından çeşitli örneklerle eleştirilmiştir.7

Saussure’ün Anlatı Teorisine Katkıları

Modern dilbilimin babası sayılan Ferdinand de Saussure’ün (1857-1913) Cours

de Linguistique Générale (Genel Dilbilim Dersleri, 1916) isimli eseri, 20. yüzyılın

çığır açan eserlerinden biri olarak başta yapısal dilbilim olmak üzere birçok bilim da-lının oluşmasına ve gelişmesine büyük katkıda bulunmuştur. Saussure’le birlikte dil, göstergelerden oluşan bir dizge olarak ele alınmaya ve iç düzenekler, yapılar üzerin-de durulmaya başlanmış; böylece her türlü sürecin altında yatan dizgeyi bulup ortaya çıkarmak temel amaç olmuştur. Saussure’ün dil/söz (langue/parole) ayrımı özellikle yapısalcı anlayışı benimseyen anlatı kuramcıları tarafından esas alınmıştır. Saussu-re’ün bu ayrımına göre dil, “konuşan bireylerin zihninde potansiyel olarak varolan bir sistem”, söz ise “bu sistemden hareketle üretilen bireysel sözceler”dir. Saussure, bu ayrım sayesinde toplumsal olanı bireysel olandan ayırmıştır. Bu ayrımı benimse-yen kuramcılara göre ise anlatı, dilin yapısına benzebenimse-yen bir sistemdir (langue/dil);

7 Luck Herman – Bart Vervaeck, Handbook of Narrative Analysis, University of Nebraska Press, 2005,

(5)

bu anlatısal sistemin altında birçok değişik anlatı metni (parole/söz) yer almaktadır. Tıpkı Saussure’ün dili sözden daha ayrıcalıklı sayması gibi, anlatıbilimciler de genel olarak anlatıyı, bireysel anlatılardan üstün saymaktadırlar. Yani özel olan üzerinde değil, anlatının temel yapısal bileşenleri üzerinde odaklanmaktadırlar. Ayrıca Saussu-re’ün yaptığı bu ayrımın 20. yy. ve sonrasındaki diğer insan bilimlerinde de inceleme konularının dizgeleştirilmesinde büyük katkı sağladığını vurgulamak gerekir.8

Saussure’ün anlatı incelemesine bir başka katkısı da “gösterge teorisi”dir. Saus-sure’e göre her gösterge (sign), bir “gösteren”den (signifi er) ve bir “gösterilen”den (signifi ed) yani daha basit ifade edersek biçim ve anlamdan oluşur. Karmaşık bir gösterge olan anlatısal bir metin için gösteren, “söylem” (discours) yani “sunuş kipi, sunuş tarzı” (mode of presentation); gösterilen ise “öykü” (story) yani “eylem dizisi”dir. Buradan hareketle anlatıbilim incelemeleri de genellikle söylem merkezli ve öykü merkezli olmak üzere iki yönelim içerir.9

Rus Biçimciliği

Saussure’ün eserinin yayınlandığı dönemde ortaya çıkan Doğu Avrupa kaynaklı Rus Biçimciliği (Russian Formalism) akımı, yaklaşık olarak 1916 yılından, Stalin yönetimi tarafından baskı altına alınmaya başlandıkları 1920’lerin sonlarına kadar gelişim göstermiş ve 1960’larda ortaya çıkan yapısalcılığın ve yapısal metin anali-zinin temellerini oluşturmuştur. Radikal bir kültürel-ideolojik gündeme sahip olan Rus Biçimcilerinin amacı, biçim olarak sanatın özerkliğini kanıtlamaktı. Onlara göre bilhassa edebiyat, nevi şahsına özgü (sui generis) bir olguydu; içerik açısından ya da biyografi k ve tarihsel bağlam açısından yeterli biçimde açıklanamazdı.10

1915-30 yılları arasında etkin olan Rus Biçimciliği, 20. yüzyıldaki edebiyat in-celemelerine farklı bir bakış açısı getirerek büyük yankı uyandırmıştır. 19. yy.’daki anlayışın aksine eserden hareket etmeyi savunan ve her şeyden önce edebiyat eserini diğer eserlerden ayıran biçimsel özelliğin, yani “yazınsallık”ın ne olduğu sorusuna cevap arayan Rus Biçimcileri, yazınsallığı “ostranenie” yani “yabancılaştırma” ya da “alışkanlığı kırma” kavramıyla açıklamışlardır. Sklovski, 1917 yılında, edebiyatı, metinlerin özerk göstergesel yapılarını vurgulayan “yabancılaştırma prensibi” gibi

8 Herman-Jahn-Ryan, Routledge Encyclopedia of Narrative Theory, Routledge, 2008, s. 278-279;

Da-vid Herman, “Histories of Narrative Theory (I): A Genealogy of Early Developments”, A Companion

to Narrative Theory, James Phelan - Peter Rabinowitz (Ed.), Blackwell Publishing, s. 19; Jonathan

Culler, Saussure, çev. Nihal Akbulut, Afa Yay., İstanbul, s. 14-18.

9 Jahn, agm., N.2.1.3.

(6)

biçimsel özellikler açısından incelemek gerektiğini öne sürmüştür.

Anlatıbilimsel açıdan Rus Biçimciliğinin en büyük katkısının, Tomashevski ta-rafından 1925 yılında yapılan “fabula” ve “sujet” ayrımı olduğunu belirtmek gere-kir. Bu ayrımda “sujet”, “fabula”nın “yabancılaştırılması” olarak tanımlanmaktadır. Tomashevski’nin, daha sonra Fransız yapısalcıları tarafından benimsenip geliştirilen bu ayrımında “sujet”, olay örgüsünü yani yazarın metinde sunduğu sıra ve biçimde-ki olaylar dizisini; “fabula” ise yazarın düzenlediği olay örgüsünün/olayların gerçek yaşamda takip etmesi gereken sıraya göre dizilmiş şeklini ifade eder. Okur, bu sırayı, romanı okuduktan sonra isterse kafasında kendisi kurar. Ancak yazar, “öykü” dediği-miz yaşamdaki sırayı izleyen olaylar zincirini sırayla anlatmayıp bozabilir ve böylece alışılmışı kırabilir. Yazar, “öykü”deki kronolojik sıraya sadık kalmayı tercih etse bile zaman düzeni üzerinde oynar; bazı olayları özetleyerek kısaltır, bazılarını ise uzun uzun ayrıntılarıyla anlatır.11

Boris Eikhenbaum, Roman Jacobson, Vladimir Propp, Viktor Shklovski, Boris Tomashevski, Iuri Tynianov gibi Rus Biçimcileri, anlatı teorilerini roman teorile-rinden ayırarak, bu alanda belirleyici bir adım atmışlardır. Rus Biçimcileri, bir bü-tündeki birimleri teker teker ve birbirlerinden bağımsız olarak ele almayı bir yana bırakmışlar, birimleri bir dizgenin öğeleri olarak görmüşler, bunların ancak içinde yer aldıkları dizgede bulunan öteki öğelerle ilişkileri oranında anlam, değer ve işlev ka-zandıklarını savunmuşlardır. Mesela Rus halk masallarını incelediği Masalın

Biçim-bilimi (1928) isimli eseriyle yapısal anlatı çözümlemesi alanında öncü olan V. Propp

(1895-1970), “kral” birimini tek başına ele alıp anlatmak yerine, kralın masaldaki öteki birimlerle olan ilişkisini inceleyerek bu birimin işlevini saptamış, sonra başka masallarda aynı işlevin nasıl ve kimin tarafından yerine getirildiğini araştırmıştır. Böylece incelediği olağanüstü Rus halk masallarında 31 temel işlev türü saptamıştır. Bu çalışmasıyla, her birimin bir dizge içinde yer aldığı ölçüde değer kazanacağını gösteren Propp, dizge/yapı (system/structure) kavramlarının önemini kanıtlamıştır. 1958 yılında İngilizceye çevrildikten sonra önemi fark edilen Masalın Biçimbilimi, Lévi-Strauss, A.J. Greimas, R. Barthes, C. Bremond, T. Todorov gibi bilim adamları-nın bu esere dayanarak çeşitli metin analizi yöntemleri geliştirmesini sağlamıştır. An-cak Propp’un yaklaşımı özellikle Fransız yapısalcıları tarafından ilgiyle karşılansa da Lévi-Strauss (1976) gibi yapısalcılar, Propp’un modelinin orijinalliğini kabul etmekle birlikte sadece kesitsel, tek-doğrulu olan eylem mantığını eleştirmişler ve bunun yeri-ne birleşimsel, çok-doğrulu modeller öyeri-nermişlerdir. Bu düzeltmeler dikkate alınarak, Propp’un işlevsel modeli, “öykünün grameri”ni yapmaya çalışan araştırmacılar için esaslı bir referans noktası oluşturmuştur. Bu araştırmacılar için Chomsky’nin “üretici

(7)

gramer”i de bir başka referans noktası olmuştur. Anlatının üretici bir gramerini oluş-turma fi kri, sadece anlatıbilimciler tarafından değil, yapay öykü anlatma sistemlerini tasarlamaya çalışan yapay zekâ araştırmacıları tarafından da dikkate alınmıştır.12

Alman Araştırmacıların Anlatı İncelemesine Katkıları

20. yüzyılın başlarında Schissel, Seuffert ve Wilhelm Dibelius gibi Alman araş-tırmacılar, özellikle morfolojik metodu kullanarak anlatıların yapısal unsurlarını ve kompozisyonunu incelemeye çalışmışlardır. Alman araştırmacıların yaptıkları çalış-malar 1920’lerden itibaren Rusya’da da yakından izlenmeye başlanmış, morfolojik model, Rus araştırmacılar tarafından da kullanılmış ve daha sonraki (mesela Fransız yapısalcılarının yapacağı) anlatı incelemelerine ilham vermiştir.13 1950’li yıllarda ise, Alman anlatı teorisi, bu alandaki ilk önemli çıkışını yapmıştır. Eberhard Lammert’in

Bauformen des Erzahlens (Anlatının Biçimleri, 1955), F.K. Stanzel’in Die Typischen Erzahlsituationen im Roman (Romanda Anlatı Durumları, 1955) ve Kate

Hambur-ger’in The Logic of Literature (Edebiyatın Mantığı, 1957) gibi eserleri bugün hâlâ geçerliliğini korumakta ve bilhassa Alman anlatıbilim araştırmalarına temel oluştur-maktadır.14

Yapısalcılık Öncesi Anlatı Teorileri

20. yy.’ın başlarından, yapısalcığın fi lizlenmeye başladığı 1960’lı yıllara kadarki süreçte, bazı yazar ve teorisyenler perspektif, zaman, anlatı ve retorik ya da anlatı ve mantık arasındaki ilişki gibi konularda dikkat çekici tespit ve incelemeler yapmışlar-dır. Bunlardan ilk dikkat çekeni, romancı ve aynı zamanda da roman teorisyeni olan Henry James tarafından anlatı perspektifi veya anlatıdaki bakış açısı ile ilgili olarak başlatılan tartışmadır. Henry James, anlatı perspektifi nin kati olarak –tıpkı Elçiler (1903) romanında kullanılan teknikte olduğu gibi– belirli bir karakterin epistemo-lojik sınırlılığına bağlı olduğu göstermeye dayalı anlatma yöntemini savunmuştur. James’in fi kirlerini savunan ve geliştiren Lubbock (1921) ise bu tip karaktere bağımlı “bakış açısı”nın düzyazı anlatıları için niteleyici bir ölçüt olarak düşünülebileceğini öne sürmüştür ve James’in teknik ayrımını, “gösterme” (showing) ve “anlatma” (tel-ling) şeklinde isimlendirerek bir ilke haline getirmiştir. Lubbock’a göre tutarlı bir

mi-12 Meister, agm., s. 334; Fludernik, age., s. 10-11. 13 Ayrıntı için bk. Herman, agm., s. 23-26. 14 Fludernik, age., s. 10.

(8)

metik temsil, sadece karakterin epistomolojik bakış açısıyla, yani saf bir “gösterme” yöntemiyle ortaya konabilir.15

Pouillon (1946) ise kuralcı olmaktan ziyade betimleyici bir yaklaşım benimse-yerek çerçeveyi genişletmiş; anlatıcının anlatıdaki karakterler karşısındaki zamansal ve bilişsel durumu bakımından üç temel biçim ayırt etmiştir. Friedman (1955), çer-çeveyi biraz daha geliştirmiş, sekiz perspektif biçiminden oluşan kademeli bir model ortaya atmıştır; bu modelde her tip, karakterin anlatıcıya-bağlı kesitlere oranıyla be-lirlenir. Daha karmaşık ve katmanlı bir diğer model de Moskova-Tartu göstergebilim okulunun üyelerinden olan Uspenski (1970) tarafından geliştirilmiştir. Uspenski’nin modelinde, anlatıcının ve karakterin pozisyonu dört boyutla ilişkili görülür. Bunlar ideoloji, söyleniş tarzı (phraseology), zamansal-mekansal kısıtlılıklar ve psikolojik boyutlardır. Perspektif konusuyla ilgili şimdilik son noktayı Schmid koymuş ve pers-pektifl e ilgili şimdiye kadarki en kapsamlı modeli sunmuştur.16

Perspektif teorisiyle ilgili fenomenolojik bir katkı da Avusturyalı araştırmacı Stanzel tarafından yapılmıştır. Stanzel 1955 yılında üç prototipik “anlatı durumu” (narrative situation) tanımlamıştır: Birinci şahıs anlatı durumu, yetkili yazar (aut-horial) ve fi gural anlatı durumu. Stanzel’in yaklaşımının pragmatik gerçeklik ve yöntemsel sınırlılığından, tutarsızlığından kaynaklanan eleştiriler günümüze kadar sürmektedir.17

Zaman kategorisiyle ilgili olarak ise Müller (1948), “anlatılan zaman” (narrated time) ve “anlatma zamanı” arasında temel bir ayrım yapmıştır. Bu iki boyut arasın-daki ilinti, Müller’in gösterdiği gibi, anlatının temposunu karakterize etmektedir. Bu yaklaşım Lammert (1955) tarafından daha detaylı bir şekilde ele alınmış, anlatıda zamanla ilgili ilk geniş ölçekli sınıfl andırma ortaya konmuştur. Lammert, alt-kesit-leri (sub-sequences) uzatan, kısaltan, tekrarlayan, duraklatan, yarıda kesen, atlayan, eleyen çeşitli anlatma kipleri şeklinde ayırmıştır (Genette’in 1972 yılında ortaya koy-duğu zaman kategorisi de benzer terimleri kullanır). Lubbock (1921) ve Petsch’in (1934) çalışmalarından faydalanan Lammert, anlatıda zamanın durumuyla ilgili bu temel biçimleri “sahnesel sunum, nakletme, yansıtma, betimleme” gibi başlıca an-latma tarzlarıyla ilişkilendirmiştir. Ancak Lammert’in anlatısal geriye dönüş ve ileri atlama biçimlerini açıklamaya çalışan sınıfl andırması, fazlasıyla karmaşık ve zaman zaman da “muğlak” bulunduğundan dolayı eleştiriye uğramıştır.18

Filozof ve edebiyat araştırmacısı olan Kate Hamburger (1957), anlatı teorisine felsefi açıdan değerli katkılarda bulunmuştur. Edebî bildirişimin anlambilimini ve

15 Meister, agm., s. 335.

16 bk. Wolf Schmid, Narratology: An Introduction, de Gruyter, 2010, s. 89-117. 17 bk. Herman-Jahn-Ryan, age., s. 364-365.

(9)

edimbilimini araştırmış ve bilhassa kurgusal gönderme koşulları altında zaman ve şahıs gösteriminin (deixis) özgün mantığını açığa çıkarmaya çalışmıştır. Hamburger’e göre ne bir sözcenin öznesi, ne de sözcenin zamansal konumu ve göndermesi, edebî anlatının kelime ve cümlelerinden çıkarılamaz: Edebiyat, gündelik dil kullanımında-ki kural ve ortak kullanımları kendi mantığı içinde yeniden yazar. Booth (1961) da, anlatısal sözcelerin geçerliliği ve güvenilirliği sorununu retorik ve etik açısından ye-niden gündeme getirmiştir. Yazarın ahlaki ve normatif açıdan anlatıcıya mesafesini göstermeyi amaçlayan estetik bir araç olarak tutarsız ve kendisiyle çelişen anlatma durumlarını yorumlamış ve “güvenilmez anlatıcı” (unreliable narrator) kavramını or-taya atmıştır. Bununla birlikte Booth’un düşüncesini yapılandırma biçimi, “ima edilen yazar” (implied author) diye adlandırılan başka bir tartışmalı kavramı da gerekli kıl-maktadır. “Güvenilmez anlatıcı” kavramı, Genette gibi yapısalcılar tarafından redde-dilirken, klasik-sonrası anlatıbilimde kabul gördüğü söylenebilir. “İma edilen yazar”ın ne kadar makul olduğu konusu ise hâlâ tartışmalıdır.19

Anglo-Amerikan Biçimciliği: Wellek ve Warren’in “Edebiyat Teorisi”

René Wellek ve Austin Warren tarafından kaleme alınan Theory of Literature (Edebiyat Teorisi, 1949)20 isimli kitapla birlikte biçimci/formalist (ve anlatıbilimsel) inceleme, özellikle Shklovski, Eichenbaum ve Tynjanov gibi Rus Biçimcilerinin ve Prag ekolünün etkisiyle İngilizce konuşan ülkelerde hızla yaygınlaşmaya başlamış-tır.21 Herman’ın belirttiği gibi (s. 21), Yeni Eleştiri akımının altın çağını yaşadığı bir dönemde yayınlanan bu kitap, genel olarak biçimci Anglo-Amerikan edebiyat teo-risini, özel olarak da kurgusal anlatı incelemelerini şekillendirmiştir. Ancak Anglo-Amerikan roman teorisinin daha eskilere, öncelikle Henry James’e (Roman Sanatı, 1884) akabinde de Percy Lubbock’a (Roman Sanatı, 1921) kadar uzandığını ve bu araştırmacıların görüşlerinin daha sonraki anlatı incelemelerine ilham verdiğini be-lirtmek gerekir.

Wellek ve Warren’in Edebiyat Teorisi isimli eserinin anlatı teorisine yaptığı kat-kılar birçok açıdan dikkate değerdir. Kitabın özellikle kumacayla ilgili bölümü, ede-biyat araştırmasına “dışsal”ın tersine “içsel” bir yaklaşım geliştirme amacını yansıt-maktadır; Wellek ve Warren, edebiyatı diğer disiplinlerde incelenen konulara (tarih, toplumsal gruplar, felsefi argümanlar gibi) tabi kılan “pozitivist” yöntemlerden uzak

19 Meister, agm., s. 336-337.

20 Kitabın Türkçe çevirisi için bk. René Wellek-Austin Warren, Edebiyat Teorisi, çev. Ömer Faruk

Hu-yugüzel, Akademi Kitabevi, İzmir, 2003.

(10)

durmuşlardır. Bunun yerine bilhassa edebiyat nesnelerinin tabiatına odaklanan bir edebiyat teorisini savunmuşlardır. Anlatısal kurmacanın tabiatını özel bir inceleme nesnesi olarak değerlendirip, daha sonraki anlatı kuramcıları için merkezî ilgi alanı olarak sürdürülecek birçok araştırma konusu öngörmüşlerdir.22 Bu açıdan “Edebiyat Teorisi”nin anlatı teorisine katkılarını ve özgün fi kirlerini şu şekilde sıralar:

• Romanları ve kısa öyküleri içeren anlatısal kurmacanın, anlatının gelenek-sel/standart biçimini değil, sadece anlatısal bir biçimde düzenlenmiş söyle-min özel/belirli bir alt türünü oluşturduğu fi kri.

• Öykülerin birlikte oluşturduğu nedensel ve zamansal mantığın ya da anla-tının kesit ve sonucunun birleşmesi/kaynaşması.

• Bir anlatının öyküyle ilgili esaslarını ya da “fabula”sını biçimlendiren te-mel durumlar ve olaylarla, bu tete-mel unsurların olay örgüsü ya da “sujet” içerisinde düzenlenmesi, bir kompozisyon haline getirilmesi arasındaki ay-rım yani kısaca Todorov ve Genette gibi Fransız yapısalcılarının verimli bir şekilde yararlandıkları “öykü” ve “söylem” ayrımı.

• Kurmacadaki karakter tipleri için toplumsal ve antropolojik temelleri içe-ren karakterizasyonun işleyişi ve süreçleri.

• Bakış açısı.

• Çerçeveli hikâyeler, “hikâye içinde hikâye”den kaynaklanan anlatısal iliş-tirme.

• Kurgusal söylemde yazar ve anlatıcının örtüşmemesi.

• Konuşmanın yanı sıra karakterlerin bilincini sunma stratejileri.

• Anlatısal kurmacanın “doğruluk”unun, bileşenlerin kendi kendine yeterli bir “kozmos” oluşturmak için bir araya gelme biçimlerinden kaynaklandığı fi kri.

Sonuç olarak hem İngiliz dili ve karşılaştırmalı edebiyat uzmanı hem de Prag dilbilim ekolünün bir üyesi olan René Wellek, Avrupa ve Slav (Saussure dilbilimi de dahil) bilim geleneğinden fi kirler de alarak, Edebiyat Teorisi kitabında söylemler-den oluşan bir ağ ve tarihsel eğilimleri kesiştirerek bir düğüm noktası oluşturmuştur. Anglo-Amerikan Yeni Eleştiri akımı ve biçimcilik, Wellek ve Warren’ın yaklaşımını biçimlendirmiş ve aynı zamanda yapısalcı anlatıbilimin gelişimini de etkilemiştir. Özellikle Viktor Shklovski, Boris Tomashevski, Vladimir Propp ve diğer biçimciler, hem Wellek ve Warren’ın 1949 yılında yazmış oldukları eserde ortaya koydukları söylem evreninin oluşturulmasında etkili olmuş, hem de anlatıbilimin temellerine katkıda bulunmuşlardır.23

22 Herman, agm., s. 19.

(11)

Fransız Yapısalcılığı ve Anlatıbilimin Ortaya Çıkışı: 1966-1980

1960’ların ortalarından 1980’lere kadar etkili olan Fransız yapısalcılığı, Roland Barthes, Gérard Genette, A.J. Greimas, Todorov, Franz Stanzel, Seymour Chatman ve Shlomith Rimmon-Kenan gibi araştırmacıların öncülüğünde, anlatının sistematik ve biçimci analizini yapmayı amaçlamıştır. Yapısalcı anlatıbilimciler, anlatı biçimlerini evrenselleştirme eğilimiyle birlikte, anlatıların biçimsel özellikleriyle ilgili “nesnel” bir tanımı ve açıklamayı hedefl emiştir. Şüphesiz ki Fransız yapısalcılığının yapısalcı ya da klasik diye adlandırılan anlatıbilimin ve yapı-merkezli anlatı teorisinin yay-gınlaşmasında ve yöntem bakımından bir tutarlılık kazanmasında büyük payı vardır. Fransız yapısalcılığı, yöntem bakımından tutarlı ve yapı-merkezli bir anlatı teorisi biçimi olarak anlatıbilimin oluşmasında belirleyici bir etki yapmıştır. Bu yeni para-digma 1966 yılında Communications dergisinin yayınladığı özel bir sayıyla herkese ilan edilmiştir. Bu sayıda Barthes, Eco, Genette, Greimas, Todorov, Metz gibi önde gelen yapısalcıların makalelerine yer verilmiştir.24 Anlatıbilim, her ne kadar bir disip-lin olarak, Fransa merkezli Communications (8. sayı) dergisinin “Anlatının Yapısal Analizi” (L’Analyse structurale du récit) başlıklı özel bir sayı çıkardığı 1966 yılında şekillenmeye başlamışsa da “narratologie” (İng. narratology, Türk anlatıbilim) terimi ilk kez 1969 yılında Tzvetan Todorov’un yazdığı Grammaire du Decameron

(Deka-meron’un Grameri) isimli kitapta kullanılmıştır. Todorov, “anlatıbilim” (Fr.

narrato-logie) terimini “anlatı bilimi” anlamında, “biyoloji”, “sosyoloji” gibi bilim dallarıyla paralel biçimde kullanmış; Saussure’ün dilbilim anlayışını ve dilbilim kategorilerini örnek alarak yapısalcı yöntemi Boccacio’nun Dekameron Öyküleri’ne uygulamış, yani bu öykülerin “grameri”ni saptamaya çalışmıştır.25

Bu yeni yapısalcı yaklaşım temelde üç geleneğin tesiriyle gelişmiştir: Rus forma-lizmi ve Propp’un morfolojik yaklaşımı; Saussure geleneğine bağlı yapısal dilbilim ve Lévi-Strauss’un yapısal antropolojisi; Chomsky’nin üretici-dönüşümsel dilbilgisi. Bu zemine mukabil olarak, yapısalcılar, daha önce Tomashevski tarafından “fabula” ve “sujet” diye tanımlanmış olan anlatının iki boyutunu sistematik bir biçimde ye-niden ele almışlardır. Todorov, Fransızca “histoire” (öykü) ve “discours” (söylem) terimlerini, Genette ise “histoire” (öykü) ve “recit” (anlatı) terimlerini kullanmıştır.26

1966’dan 1972’ye kadarki dönemde, anlatıbilim, daha ziyade yukarıda

bahsetti-24 Nünning-Neumann, An Introduction to the Study of Narrative Fiction, Klett Lerntraining GmbH,

2008, s. 15-16.

25 bk. Robert F. Barsky, “Undergraduate Theory Course”, Teaching Narrative Theory, David Herman-

Brian Mchale - James Phelan (ed.), The Modern Language Association of America, New York, 2010, s. 38-40; Herman, agm., s. 19; Jahn, agm., N.2.1; Jean-Michel Adam, Le Texte Narratif, Editions Nathan, Paris, 1985, s. 3-4.

(12)

ğimiz iki temel boyuttan birincisi yani “öykü” üzerine odaklanmıştır. Aynı zamanda bir göstergebilimci olan Greimas, en soyut düzeyde, “anlamlandırma”nın (signifi ca-tion) temel yapısı üzerine yoğunlaşmıştır. Greimas (1966), Lévi-Strauss’un mitlerle ilgili yapısal analizini esas alarak, derin-düzeyde, göstergelerden oluşan bütün sis-temlerin göstergesel altyapısını temsil eden “göstergebilimsel dörtgen” (semiotique square) adını verdiği bir anlamlandırma modeli öngörmüştür. Greimas’ın yaklaşımı, karakterlere atfedilebilecek altı işlevsel rolle (ana karakter-yardımcı karakter, yar-dımcı-engelleyen, gönderici-alıcı) tamamlanmaktadır. Barthes (1966), anlatıda anla-tılan olaylarla ilgili işlevsel bir sistematik oluşturmak için “çekirdek” (kernel), yani öykünün tutarlılığını sağlayan zorunlu ve gerekli olaylar ve “uydu” (satellite) yani temel olay örgüsünü süsleyen, zenginleştiren detaylar ayrımını ortaya koymuştur. Todorov ise eylemle fi illeri, karakterlerle isimleri, karakterlerin nitelikleriyle sıfat-ları birbirine eş görerek dilbilimsel benzeşime dayalı bir model ortaya koymuş, bir anlamda da “anlatının grameri”ni oluşturmaya çalışmıştır. Bremond ise temsil edilen eylemin mantığıyla ilgili ikili seçeneklere dayanan bir model oluşturmuştur. Prince (1973), eylemin mantığını ve anlatı gramerini etrafl ı bir biçimde ele almış, daha ön-ceki yaklaşımları birleştirmiş ve sistemli hale getirmiştir. Pavel (1985), Bremond’un soyut ikili mantığını oyun teorisiyle birleştirmiştir. Chatman ise anlatıbilimin görsel anlatılara uygulanabilirliğini ispatlamış ve bu alanda dikkate değer çalışmalar yap-mıştır.27 Ancak şunu da eklemek gerekir ki, anlatıyla ilgili bu bahsettiğimiz ilk yapı-salcı modellerin teoriye verdikleri önem ve soyutlama düzeyleri oldukça etkileyici olsa da, dilciler, bunları uygulama konusunda ya da bunların sağlamasını yapmak konusunda zorluk çekmişlerdir. Bunun tipik örneklerinden biri, Greimas’ın anlam-bilimsel modelidir.28

Nitekim bu sistematik ve yöntemsel boşluk, Genette (1972) tarafından da dile getirilmiştir. Genette, Proust’un A la Recherche du Temps Perdu (Kayıp Zamanın

İzinde) isimli romanının anlatısal kompozisyonu ve tekniğini detaylı bir şekilde

analiz ederek, söylem olgusuyla ilgili kapsamlı bir sınıfl andırma ortaya koymuştur. Kabaca belirtmek gerekirse, Genette’in anlatıbilimsel sınıfl andırması, edebî anlatıy-la ilgili üç işlevsel aanlatıy-lanı kapsamaktadır: Zamansal yapının ve temsilin dinamikleri (temsil eyleminin hem ürün hem de süreci kapsadığı düşünülerek); anlatma kipi ve bunun altında yatan anlatısal bildirişimin mantığı; anlatısal süreç esnasında bilginin bir araya getirilmesi ve iletilmesiyle ilgili ortaya çıkan kısıtlamalar. Genette’in ortaya koyduğu terminoloji ve sınıfl andırma, bir süre sonra anlatıbilimin “ortak dil”i (lingua

27 bk. Seymour Chatman, Coming to Terms: The Rhetoric of Narrative in Fiction and Film, Cornell UP,

1990.

28 Herman-Jahn-Ryan, age., s. 571-576; Meister, agm., s. 337-338; Fludernik, age., s. 36-60; Michael

(13)

franca) haline dönüşmüştür. Kendinden önceki biçimcilerin ve yapısalcı meslektaş-larının aksine, Genette, bütünüyle tutarlı ve kendi kendine yeten bir anlatı teorisi ta-sarlama niyetinde olmamıştır. Bu durum Genette’in ortaya attığı “odaklanma” (foca-lization) gibi kavramlar etrafında çeşitli ihtilafl arın ortaya çıkmasına sebep olmuş ve aynı zamanda klasik-sonrası anlatıbilimle sonuçlanacak birçok tartışmaya da zemin hazırlamıştır.29

Klasik-sonrası Anlatıbilim: 1980-1990

Klasik ya da yapısalcı anlatıbilim, 1970’lerin sonuna doğru yerini “klasik-son-rası anlatıbilim”e bırakmıştır.30 Ancak şunu belirtmek gerekir ki “klasik-sonrası anla-tıbilim”, “klasik anlatıbilim”e bir dereceye kadar karşı koymakla birlikte nihayetinde tam anlamıyla bir kopma olmamış, klasik anlatıbilimin bazı kavramlarının kullanıl-masına devam edilmiştir31. Takip eden on yıl boyunca yani 1980-1990 yılları arasında klasik-sonrası anlatıbiliminde iki ana eğilim göze çarpmaktadır: Birincisi, anlatıbili-min kapsamının edebî anlatının ötesine geçerek genişlemesi; ikincisi, diğer disiplin-lerden teori ve kavramlar ithal etmesi. Bu süreç, o dönemde beşerî bilimlerde görülen yapısalcı yöntemlerden yapısalcılık-sonrası yöntemlere geçişi de yansıtmaktadır.

Chatman (1978), anlatıbilimin görsel anlatılara uygulanabileceğini göstermiştir. Bal (1985) ve diğerleri anlatıbilimin; metinler arasılık, medyalar arasılık gibi çapraz-metinsel olguların ve çokseslilik gibi metin-içi olguların analizinde kullanılabileceği-ni kanıtlamıştır. Derrida’nın yapı-sökücülüğü, Culler (1981) tarafından tanıtılmıştır; Culler, öyküden (histoire, fabula) söyleme kadar uzanan örtük soyağacını sorgulamış ve bu ikisi arasındaki birbirine bağlı olma ilişkisinin sanılanın tam tersi olduğunu öne sürmüştür; yani ona göre öykü söylemi değil, söylem, öyküyü doğuruyordu. Başka bir etki de feminist araştırmalardan gelmiştir: Lanser (1986), anlatıcının profi linin, bakış açısının ve sunuş kipinin anlatıbilimsel analizinde cinsiyet faktörünün sistema-tik bir kategori olarak yer alması gerektiğini öne sürmüştür. Daha soyut bir düzeyde, Pavel (1986) ve Dolezel (1988), anlatıbilimsel modele, kipsel mantık ve mümkün dünyalar teorisini de dahil ederek genişletmiştir. Bunlar örtük, kurgusal karakterle-rin umutları, istekleri vb. vasıtasıyla gösterilen gerçekleştirilmemiş, sanal anlatıları açıklamaktadır. Bu modeller her ne kadar hayata geçmemiş olsa da, teorik olarak alternatif bir olay akışının mümkün olduğuna dikkat çekmeye yarar. Ryan (1991), bu

29 Meister, agm., s. 338; Herman-Jahn-Ryan, age., s. 571-576.

30 John Pier, Fransız anlatıbiliminin bir istisna oluşturduğunu, “klasik” ve “klasik-sonrası” şeklinde iki

döneme ayrılamayacağını savunmaktadır. Araştırmacının konuyla ilgili makalesi için bk. Pier, s. 336-367.

(14)

akıl yürütme biçimini biraz daha ileriye götürmüş ve bunu yapay zekânın benzeşim modeliyle ilişkilendirmiştir. Sonuç olarak anlatıbilimin klasik-sonrası dönemi, anla-tıbilimsel kavramların ve teoremlerin diğer disiplinlere ihraç edilmesinde büyük bir artışa sahne olmuştur, bütün bunlar “anlatıya dönüş” diye adlandırılan eğilime katkı sağlamıştır.32

Klasik-sonrası Anlatıbilim ve “Yeni” Anlatıbilimler:

1990’dan Günümüze

Prince’in (2003) de gözlemlediği gibi zaman içerisinde yapısalcı anlatıbilimin sistematiklik ve mantıksal tutarlılığa gösterdiği ilgi ile daha pragmatik bir anlatı te-orisi ihtiyacı arasındaki gerilim, göz ardı edilemez hâle gelmiştir. Fludernik (1996), anlatıbilimin odak noktasında, metin-temelli olgudan, sözlü anlatılar ve edebî olma-yan anlatıların bilişsel işlevlerine doğru bir kayma olduğuna dikkat çekmiş ve böy-lece anlatıbilimsel araştırmalarda yeni bir sayfa açmıştır. Bununla birlikte, Gibson (1996) gibi araştırmacılar ise, yapısalcılar tarafından geliştirilen bütün kavramsal düzeneğin kökten bozulması gerektiğini savunmuştur.33

Klasik-sonrası dönemde ortaya çıkan “yeni” anlatıbilim anlayışlarıyla yapısalcı yani klasik anlatıbilim arasındaki farklar şu şekilde sıralanabilir:34

• Yapısalcı (klasik) anlatıbilim metin odaklıdır; yeni (klasik-sonrası) anlatı-bilimler ise bağlam odaklıdır.

• Yapısalcı (klasik) anlatıbilim esas olarak kapalı sistemler üzerine odakla-nır; yeni (klasik-sonrası) anlatıbilimler ise açık ve dinamik süreçlere odak-lanır.

• Yapısalcı (klasik) anlatıbilim, temel inceleme nesnesi olarak metnin tabiatı ve belirleyici nitelikleri üzerinde durur; yeni (klasik-sonrası) anlatıbilimler ise temel inceleme nesnesi olarak okuma sürecinin (yorumlamayla ilgili tercihlerin) dinamikleri üzerinde durur.

• Yapısalcı (klasik) anlatıbilimde aşağıdan yukarı doğru giden/tümevarımsal analizler esastır; yeni (klasik-sonrası) anlatıbilimlerde ise yukarıdan aşağı doğru giden/tümdengelimsel sentezler esastır.

• Yapısalcı (klasik) anlatıbilim; teori, biçimci anlayış ve anlatısal teknikle-rin sınıfl andırılması üzeteknikle-rinde durur; yeni (klasik-sonrası) anlatıbilimler ise

32 Meister, agm., s. 339. 33 Meister, agm., s. 340.

(15)

uygulama, tematik okumalar ve ideoloji yüklü değerlendirmeler üzerinde durur.

• Yapısalcı (klasik) anlatıbilim ahlaki meselelerden ve anlamın üretilme sü-recinden kaçınır; yeni (klasik-sonrası) anlatıbilimler ise ahlaki meseleler ve anlamlar arasındaki diyalojik uzlaşmalar üzerine odaklanır.

• Yapısalcı (klasik) anlatıbilim, bir anlatı grameri kurmaya ve kurmacanın bilimini yapmaya çalışır; yeni (klasik-sonrası) anlatıbilimler ise temel amaç olarak görülen yorumlama doğrultusundaki analiz (tahlil) araçlarını kullanır.

• Yapısalcı (klasik) anlatıbilim biçimci ve betimleyici modeli esas alır; yeni (klasik-sonrası) anlatıbilimler ise yorumlayıcı ve değerlendirici modeli esas alır.

• Yapısalcı (klasik) anlatıbilim tarihdışı ve eşzamanlıdır; yeni (klasik-sonra-sı) anlatıbilimler ise yönelim açısından tarihsel ve artzamanlıdır.

Bunlara ek olarak klasik-sonrası dönemde disiplinler arasılığın büyük önem ka-zandığını da belirtmek gerekir. Klasik-sonrası yaklaşımların çoğu anlatıbilim ve sıra-sıyla dilbilim, bilişsel psikoloji, edebiyat ve kültür tarihi, kültür teorisi ya da felsefe arasında bir köprü oluşturmaya çalışmaktadır. Bu teoriler ve disiplinler arasındaki yoğun diyalog, anlatıbilimcilerin, anlatısal biçimlerin yaratıldığı ve içinde yer aldığı belirli kültürel ve tarihsel bağlamların önemini kabullenmelerini sağlamıştır. Aşağı-daki model, son zamanlarda klasik-sonrası yaklaşımların anlatıyla ilgili en önemli ve yeni yönelimleri konusunda şematik (ve ister istemez seçmeye dayalı) bir bakış sunmaktadır:35

35 Nünning-Neumann, age., s. 146.

1. Bağlamcı, Tematik ve İdeolojik Yaklaşımlar: Anlatıbilimin Edebiyat Araştır-malarına Uygulanması

Feminist Anlatıbilim

Anlatıbilimin Sömürgecilik-Sonrası Araştırmalarına Uygulanması Kültürel ve Tarihsel Anlatıbilim

2. Anlatıbilimin Edimbilim/Pragmatik, Retorik ve Etikle İlgili Çeşitleri Edimbilimsel/Pragmatik Anlatıbilim

Etik ve Retorik Anlatıbilimi

3. Anlatıbilimin Bilişsel ve Alımlama Teorisi Odaklı Çeşitleri Bilişsel Anlatıbilim

“Doğal” Anlatıbilim

(16)

Sonuç olarak gerek yapı-sökücülerin (deconstructionist’lerin) ve postmoder-nistlerin gerekse diğer araştırmacıların eleştirileri, yapısalcıların sistematikliğe olan ilgisini, tarih ve ideolojinin kültürel ve felsefi meselelerine duyulan ilginin canlanma-sıyla kaynaştıran birçok yeni yaklaşımı kamçılamış, canlandırmıştır. Eleştirel biçim-de konumlanmış anlatıbilimsel mobiçim-deller ve teorilerin sonucunda ortaya çıkan dalga, yöntemsel açıdan heterojen bir görünüm ortaya koymuş ve Herman (ed. 1999), bura-dan hareketle, “çoğul ve yeni anlatıbilimler” kavramını ortaya atmıştır. Nunning ve Nunning (2008), yukarıdaki tabloda sıraladığımız bu klasik-sonrası yaklaşımlardan en baskın olan üç tanesini şu şekilde sıralamakta ve açıklamaktadır:36

a) Bağlamcı (contextualist) anlatıbilim, anlatıdaki olayları, olguları, durumla-rı vb. belirli kültürel, tarihi, tematik ve ideolojik bağlamlarla ilişkilendirir. Bu durum, anlatıbilimin odak noktasını, yapısalcı bakış açısından içerikle ilgili meselelere doğru genişletir.

b) Bilişsel anlatıbilim, insanların zihinsel ve duygusal açıdan anlatı üretme süreçlerine odaklanır. Bu yaklaşım, edebi anlatılarla sınırlı değildir: “Do-ğal”, gündelik anlatılar ve sözlü anlatıları da kapsar. Bilişsel yaklaşımlar, insanın anlatısal zekasının bir benzerini ya da modelini yapmayı amaçla-yan yapay zeka araştırmalarında da önemli bir rol oynamaktadır.

c) Türlerarası (transgeneric) ve medyalararası (intermedial) yaklaşımlar, an-latıbilimsel kavramların tür ve medya araştırmalarına uygunluğunu ortaya koymaya çalışır. Anlatıbilimsel kavramların uygulanması ve uyarlanması, tiyatro oyunlarının, şiirlerin, sinema fi lmlerinin, müziğin, görsel sanat-ların, performans sanatlarının, bilgisayar oyunlarının vb. anlatıbilimsel analiziyle bir arada yürür. Anlatıbilimin alanının bu şekilde genişlemesi,

36 Meister, agm., s. 340-341.

4. Anlatıbilime Dilbilimsel Yaklaşımlar ve Katkılar Dilbilim, Üslupbilim ve Anlatıbilim

Toplumdilbilimi, Söylem Analizi ve Anlatıbilim Söz Eylemleri Teorisi ve Anlatıbilim

5. Felsefi Anlatı Teorileri

Mümkün Dünyalar Teorisi

Anlatıbilim ve Kurgusallık Teorileri

6. Anlatıbilimin Türlerarası ve Medyalararası Çeşitleri Anlatıbilim ve Tiyatro/ Tiyatro Anlatıbilimi Anlatıbilim ve Şiir/ Şiir Anlatıbilimi

Anlatıbilim ve Film/ Film Anlatıbilimi

(17)

“anlatısallık”la (narrativity) ilgili araştırmaların biraz daha derinleştirilme-sini gerekli kılmaktadır.

Şunu da vurgulamak gerekir ki, anlatıbilim, son zamanlarda teorik gelişmeler dışında, birtakım kurumların kurulması ve toplulukların oluşmasıyla da büyük ivme kazanmıştır. Meister37, bu durumu üç aşamada değerlendirmektedir:

1. Anlatıbilime ilgi duyan bir araştırmacı topluluğun oluşması: 1966 yılında

Communications dergisinin yayınladığı özel sayıya katkı sağlayan

araştır-macılarla başlayan süreç, 1970’lerde Bremond, Genette, Todorov, Marin ve Metz’in öncülüğünde Paris’te kurulan “Centre de recherches sur les arts et le langage” (Sanat ve Dil Araştırmaları Merkezi) ile ivme kazanmıştır. Tel Aviv ekolü ve Poetics Today adıyla çıkardıkları dergi, ayrıca Bal’ın öncülüğünü yaptığı Amsterdam ekolü vb. anlatıbilimin şekillenmesinde ve disiplinlerarası bir nitelik kazanmasında büyük rol oynamıştır.

2. 1990’ların sonunda anlatıbilimle ilgili araştırma ve eğitim kurumları resmen kurulmaya ve çoğalmaya başlamıştır. Bu kurumlar arasında öne çıkanlar şunlardır: Hamburg Üniversitesi’ne bağlı “Forschergruppe Nar-ratologie” ve “Interdisciplinary Center for Narratology”; Wuppertal versitesi’ne bağlı “Zentrum für Erzählforschung”; Southern Denmark versitesi’ne bağlı “Center for Narratological Studies” ve Ohio State Üni-versitesi’ne bağlı “Project Narrative”.

3. Anlatıbilimle ilgili ulusal ve uluslar arası şemsiye organizasyonlar kurul-muştur. Bunlar arasında Kuzey Amerika merkezli “International Society for the Study of Narrative”, İskandinavya merkezli “Nordic Network” ve Avrupa merkezli “European Narratology Network” sayılabilir.

Anlatı Teorisinde Son Eğilimler ve Gelişmeler

Son 30 yılda, anlatıyla ilgili araştırmalar, fi lolojiler başta olmak üzere dilbilim, tarih, dinbilim, sanat tarihi, psikoloji, felsefe gibi alanların yaptığı katkılar ve bu sa-yede ortaya çıkan orijinal çalışmalarla büyük bir gelişme kaydetmiş; bütün dünyada gittikçe yaygınlaşan bir çalışma alanı haline dönüşmüştür. Anlatı teorisi, özellikle Almancanın konuşulduğu ülkelerde büyük gelişim göstermiş; şu anda üniversitelerin edebiyat bölümlerinde okuyan öğrencilerin müfredatının temel bir parçasını oluştur-muştur. Stanzel’in A Theory of Narrative (Anlatı Teorisi) isimli çalışması

(18)

lerde hâlâ standart öğretim materyali olarak okutulmaktadır. Stanzel’in bu eseri 1984 yılında İngilizceye çevrildikten sonra uluslararası alanda tanınmış ve kabul görmüş-tür. Stanzel ve Lammert gibi araştırmacıların dışında, Helmut Bonheim ve Wilhelm Füger gibi diğer Alman araştırmacılar da anlatıbilime önemli katkılarda bulunmuş-lardır.38

Birleşik Devletler’de ise anlatıyla ilgili araştırmalar, yapısalcılık-sonrasının ya-yılmasıyla birlikte oldukça değişmiş ve çeşitli teorik eğilimlerden kaynaklanan gö-rüşler benimsenmeye başlanmıştır. Bunun sonucunda psiko-analitik modeller, anlatı araştırmalarına dahil edilmiş (Brooks 1983, Chambers 1984), feminist yaklaşımlar uygulanmış (Warhol 1989, Lanser 1992), eleştirel söylem ve genellikle de ideolojik modeller talep görmüştür (Cohan ve Shires 1988, Armstrong ve Tennenhouse 1993).

The Rhetoric of Fiction (1961) isimli çalışmasıyla Lubbock, Friedman ve James’in

geleneğini devam ettiren ve mükemmelleştiren Wayne Booth’un etrafında büyük bir anlatıbilim ekolü gelişmiştir. Booth ve Chicago eleştirmenleri diye anılan grup, anlatı retoriğine bağlı bir anlatıbilim inşa etmiştir. Bu ekolün günümüzdeki temsilcileri, anlatının retorikle ilgili yönleri üzerinde odaklanmaya devam etmektedirler.39

Psiko-analitik, feminist, ideolojik, retorik ve etik yaklaşımların yanısıra, biçimsel ve mantıksal modeller üzerine odaklanan kapsamlı araştırmalar da mevcuttur (Gerald Prince, Thomas Pavel, Marie-Laure Ryan, David Herman). Society for the Study of Narrative Literature (Anlatı Edebiyatı Araştırmaları Derneği) tarafından düzenlenen konferanslar, Kuzey Amerika’daki anlatı araştırmalarının sömürgecilik-sonrasından (post-colonialism) cinsiyet teorisine (queer theory) kadar birçok teorik modele uyarla-nan geniş bir çerçevede ele alındığını kanıtlamaktadır.40

Günümüzdeki en dikkate değer anlatıbilimciler arasında Kudüs ve Tel Aviv’deki Meir Sternberg, Shlomith Rimmon-Kenan ve Tamar Yacobi gibi araştırmacıları saya-biliriz. Alman anlatıbilimciler arasında ise Wolf Schmid, Manfred Jahn, Ansgar Nun-ning, Monika Fludernik ve Werner Wolf gibi isimler dikkate değerdir. Ayrıca Fran-sa’da, İskandinav ülkelerinde, İspanya’da, Belçika’da, Hollanda’da ve eski Doğu bloğu ülkelerinde de güçlü bir anlatıbilim geleneği oluşmakta ve gelişmektedir.41

Günümüzdeki en önemli anlatıbilim dergileri arasında Tel Aviv’de basılan

Po-etics Today dergisi, Birleşik Devletler’de yayımlanan Style (DeKalb, IL), Narrati-ve (Columbus, OH), Journal of NarratiNarrati-ve Theory (JNT, Ypsilanti, MI), NarratiNarrati-ve Inquiry (Worcester, MA) ve Almanya’da çıkarılan Poetika, Germansich-Romanische Monatsschrift gibi dergiler sayılabilir.

38 Fludernik, age., s. 11. 39 Fludernik, age., s. 11. 40 Fludernik, age., s. 11. 41 Fludernik, age., s. 12.

(19)

KAYNAKLAR

Adam, Jean-Michel, Le Texte Narratif, Editions Nathan, Paris, 1985.

Barsky, Robert F., “Undergraduate Theory Course”, Teaching Narrative Theory, Herman Da-vid - Brian Mchale-James Phelan (ed.), The Modern Language Association of America, New York, 2010.

Chatman, Seymour, Coming to Terms: The Rhetoric of Narrative in Fiction and Film, Cornell UP, 1990.

Culler, Jonathan, Saussure, çev. Nihal Akbulut, Afa Yay., İstanbul, 1985. Fludernik, Monika, An Introduction to Narratology, Routledge, 2009.

______, “Histories of Narrative Theory (II): From Structuralism to the Present”, A Companion to Narrative Theory, James Phelan - Peter Rabinowitz (ed.), Blackwell Publishing, 2008. Herman, David - Ryan Marie - Laure - Jahn Manfred, Routledge Encyclopedia of Narrative

Theory, Routledge, 2008.

______, “Histories of Narrative Theory (I): A Genealogy of Early Developments”, A Compa-nion to Narrative Theory, Phelan James - Rabinowitz Peter (ed.), Blackwell Publishing, 2008.

______, The Cambridge Companion to Narrative, Cambridge University Press, 2007.

Herman, Luck-Vervaeck Bart, Handbook of Narrative Analysis, University of Nebraska Press, 2005.

Huhn, Peter - Pier John-Schmid Wolf - Schonert Jörg (ed.), Handbook of Narratology, Walter de Gruyter, 2009.

Jahn, Manfred, Narratology: A Guide to the Theory of Narrative, English Department, Uni-versity of Cologne, http://www.uni-koeln.de/~ame02/pppn.htm, 2005.

Meister, Jan Christophe, “Narratology”, Handbook of Narratology, Peter Huhn - John Pier - Wolf Schmid - Jörg Schonert (ed.), Walter de Gruyter, 2009.

Moran, Berna, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, İletişim Yay., İstanbul, 1999.

Nünning, Birgit - Neumann, Ansgar, An Introduction to the Study of Narrative Fiction, Klett Lerntraining GmbH, 2008.

Olson, Greta (ed.), Current Trends in Narratology, Walter de Gruyter, Germany, 2011. Phelan, James - Rabinowitz, Peter (ed.), A Companion to Narrative Theory, Blackwell

Pub-lishing, 2008.

Pier, John, “Is there a French Postclassical Narratology?”, Current Trends in Narratology, Olson Greta (ed.),Walter de Gruyter, Germany, 2011.

Prince, Gerald, A Dictionary of Narratology, University of Nebraska Press, 2003. Rimmon-Kenan, Shlomith, Narrative Fiction: Contemporary Poetics, Routledge, 2002. Schmid, Wolf, Narratology: An Introduction, de Gruyter, 2010.

Toolan Michael, Narrative: A Critical Linguistic Introduction, second edition, Routledge, 2001.

Wellek, René - Warren, Austin, Edebiyat Teorisi, çev. Ömer Faruk Huyugüzel, Akademi Ki-tabevi, İzmir, 2003.

Referanslar

Benzer Belgeler

İş Uyuşmazlıklarında Yargıtay Uygulamaları İÇİNDEKİLER -1- İŞ KANUNU’NUN KAPSAMIYLA İLGİLİ YARGITAY UYGULAMALARI A- Sözleşmeli Personel B-

Öyle Miymiş; tasavvuf, mitoloji, felsefe, teoloji gibi birçok alandan beslenen bir kitap olabilmiş- tir fakat kurgudan yoksun bir anlatı kitabı olarak Şule Gürbüz’ün

yapacağını bilemeyen bir içedönük öğrenci için fark edilmek, anlaşıldığını hissetmek ve etrafındakilere güvenmek kadar huzur verici başka bir sınıf veya okul

Akademik anlamda Batı’nın yanında, diğer coğraf- yaların da düşünce sistemlerine yer verilmesi, yerli düşünceden, tarihî medeniyet anlayışından daha fazla

1967 yılından beri yapıla- gelen epidural spinal cord stimulation (omurilik epidural stimülasyonu) ameliyatları, önceleri sadece kronik ağrıların kontrolüne yönelikken,

Koç’un ekonomistleri, uzmanları ABD’de olduğu gibi, Koç Üni­ versitesi’nin gelişmesini sağlamak ve işletme açıkları­ nı kapatabilmek için 45 milyon dolar

360 derece performans değerleme sistemi içinde kabul gören iletişim, liderlik, değişimlere uyabilirlik, insan ilişkileri, görev yönetimi, üretim ve iş