• Sonuç bulunamadı

Rubaiyat-ı Ömer Hayyam

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Rubaiyat-ı Ömer Hayyam"

Copied!
426
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

TRAKYA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANABİLİM DALI TÜRK EDEBİYATI BİLİM DALI

YÜKSEK LİSANS TEZİ

RUBAĠYAT-I ÖMER HAYYAM

IŞIL UÇAŞ

TEZ DANIŞMANI

PROF. DR. ALİ İHSAN ÖBEK

(2)
(3)
(4)

Hazırlayan: IĢıl UÇAġ

Tezin Adı: Rubaiyat-ı Ömer Hayyam

ÖZET

Yapılan bu çalışma, Hüseyin Daniş‘in 1927 yılında bastırmış olduğu Rubaiyyat-ı Ömer Hayyam isimli kitabı üzerinedir. Hayyam, İran kültür, medeniyet ve ilmine hizmet eden, onları Doğu ve Batı‘ya tanıtan büyük bir şahsiyettir. Biz bu çalışmamızda böylesine önemli bir şahsiyeti Hüseyin Daniş‘in eseri aracılığıyla çeşitli yönleriyle tanıtmayı amaçlıyoruz.

19. yy.‘dan itibaren Ömer Hayyam ve Rubaileri Batılı edebiyat araştırmacılarının ve oryantalistlerin üzerinde en çok araştırma yaptıkları ve söz söyledikleri bir alan olmuştur. Biz de incelememizi, Türk edebiyatında Hayyam rubaileri tercüme ve araştırmaları alanında en önemli kaynaklardan biri olduğunu düşündüğümüz Hüseyin Daniş‘in eseri üzerinde gerçekleştirdik.

Hüseyin Daniş‘in Rubaiyat-ı Ömer Hayyam isimli eserini okumamızda TDK‘nın Yazım Kılavuzu ve Türkçe Sözlüğünü esas aldık. Ancak birbirleriyle karıştırılabileceğini düşündüğümüz bazı sözcüklerde sözcüğün aslına sadık kaldık. Özel isimlerden oluşan terkiplerde, terkibi aslına uygun olarak okuduk.

(5)

Prepared by: IĢıl UÇAġ

Name ot thesis: Rubaiyat-ı Ömer Hayyam

ABSTRACT

This study is about the Rubaiyat-ı Ömer Hayyam published by Hüseyin Daniş in 1927. Ömer Hayyam is an important person for the Persian civilization, literature and in the world. The aim of this study is to indiroduce such an important person through the work of Hüseyin Daniş.

The study includes introduction, the text which we read and the conclusion. In the introduction, firstly information about rubai is given and then the rubais and the philosophy of Ömer Hayyam is introduced. The writer of the work, Hüseyin Danış is mentioned and general information of Rubaiyat of Ömer Hayyam is given. It also includes subjects of the titles and sub-titles of the work.In the conclusion the thesis is evaluated in general.

While studying the Rubaiyat-ı Ömer Hayyam by Hüseyin Daniş we based the study on TDK writing Guide and Turkish Dictionary we rean the comppsitions of special names according the original composition. The rubais of the work was given in Persian and the translation of proses are read.

(6)

ÖN SÖZ

Batı dünyasının Hayyam‘la tanışmasından sonra Hayyam ve rubai sözcükleri arasında bir mana yakınlığı kurulmuştur. Rubai denilince akla gelen ilk isim Hayyam‘dır. Hayyam Doğu‘da da Batı‘da da geç tanınmıştır. Hayyam‘ı Batı dünyasına ilk tanıtan Oxford Üniversitesi‘nde Arapça ve İbranice profesörlüğü yapmış olan Thomas Hyde‘dir. 1700 senesinde yayımladığı ―Historie des religions des anciens Perses, Medes et Parthes‖ (Eski Pars, Medyalı ve Farsîlerin din tarihi) adlı eserinde Hayyam‘dan bahsetmiş ve tercümelerini yapmıştır. Ondan sonra da pek çok kimse Hayyam‘dan tercümeler yayınladı. Çeşitli Avrupa dillerine yapılan tercümelerin sayısı oldukça fazladır. Bizim hepsinden bahsetmemize de imkân yok. 1923 yılı içinde yalnız İngiltere‘de 120 çeşit tercüme basımının yapıldığını söylersek, bu tercümelerin çokluğu hakkında fikir vermiş oluruz.

Bugüne kadar yapılan Hayyam tercümelerinde Hayyam‘a ait olmadığı halde yakıştırma yoluyla toplanan rubailerin sayısı da epeyce fazladır. Batı‘da ve Amerika‘da baş döndürücü bir hızla Hayyam tercümeleri yapıldığı, adına kulüplerin oluşturulduğu 1900‘lü yılların başında Hüseyin Daniş de 1922‘de ―Rubaiyyat-ı Ömer Hayyam‖ isimli bir kitap yayımlıyor. Tezimize mevzu-i bahs olan kitabını da ilk baskının yoğun ilgi görüp tükenmesi üzerine 1927 yılında çeşitli düzenleme ve değişiklikler ile tekrar yayımlıyor.

Bizde ilk basılı Hayyam tercümesi, 1903‘te Galatasaray Lisesi Farsça öğretmeni Muallim Feyzi Efendi‘nin Hayyam adıyla yayımladığı küçük bir antolojidir. Daha sonra Doktor Abdullah Cevdet Bey, Avrupa dillerindeki tercümelere de istinat ederek bir tercüme yapar. Rıza Tevfik ve Hüseyin Daniş de 1922 yılında ortaklaşa tercümelerini yayınlarlar. Hüseyin Daniş, çeşitli değişiklikler ile kendi adına 1927‘de kitabı yeniden bastırır. Hüseyin Daniş‘in Rubaiyyat-ı Ömer Hayyam‘ı, araştırmalarının içeriği, ciddiliği ve başarısı ile takdire değer bir

(7)

kaynaktır. Biz de bu sebepten dolayı Hüseyin Daniş‘in eserini okuyarak bu önemli kaynağı edebiyat dünyasına kazandırmayı uygun bulduk.

Bu eserde Hayyam‘ın hayatı, rubailerinin felsefeye ait mahiyeti incelenmiş ve rubailerinin doğrudan doğruya Hayyam‘a ait olanları ile Hayyam‘a ait oldukları şüpheli bulunanları veya haksız olarak ona isnat edilmiş olanları ayrılmıştır. Hüseyin Daniş‘in bu tasnifi oldukça başarılıdır. Daha sonra basılan rubaiyat kitaplarında da bu tasnif ve sıralamadan yararlanılmıştır. Yahya Kemal, Hayyam Rubailerini Türkçe Söyleyiş‖ (İstanbul 1963) eserinde Hüseyin Daniş‘in II. tab‘ını esas tutmuştur.1

Rubailerin yazıldığı tarihlerin belli olmaması dolayısıyla tercümelerde karışık dizilmiş rubailer oldukça fazladır. Hüseyin Daniş, rubaileri bu dağınıklıktan kurtarmıştır. Rubaileri birbirine zaman, anlam, kavram ve felsefi yakınlıklarına göre seçmeye ve tasnif etmeye özen göstermiştir. Hayyam rubailerini tercüme edenler rubailerden yola çıkarak Hayyam‘ı değişik akımların içine yerleştirmeye çalışmışlardır. Materyalist,2

nihilist3, naturalist, determinist gibi vasıflandırmalarda bulunmuşlardır. Hüseyin Daniş de bu eserinde bu vasıflandırmaların kimler tarafından niçin yapılmış olduğunu rubailerden yola çıkarak vermeye çalışmıştır. Fakat şahsı adına Hayyam‘ı tüm bu tartışmaların dışında tutmuş onu bir vasıflandırma içine sokmamıştır. Fakat tüm bunların dışında Epiküryenlere yakın bulduğunu da özellikle belirtmiştir.

Bizim bu çalışmamızın amacı Ömer Hayyam‘ı olduğu gibi bildirmeye ve tanıtmaya aracı olmaktan ibarettir. Ayrıca Hayyam‘ın hayatı ve muhiti hakkındaki bilgileri, fikirlerinin ve felsefesinin en bariz noktalarını, inceliklerini rubaileri aracılığıyla incelemiş olan Hüseyin Daniş‘in eserini bilim dünyasına kazandırmaktır.

İbrahim Alaaddin Gövsa, 1932 yılında neşrettiği ―Ömer Hayyam‖ isimli kitabında rubailerin sıralanışında Hüseyin Daniş‘in tasnifine özellikle uyduğunu belirtmektedir. İbrahim Alaaddin Gövsa, Ömer Hayyam. Kanaat Kütüphanesi, İstanbul1932, s.26.

1 Nihat Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Ansiklopedisi, C.II, s.1191. 2 E. Fitz Gerald Hayyam‘dan materyalist diye bahseder.

3

(8)

Danışmanım olarak bu çalışmanın konusunu belirleyip okumam ve araştırmam esnasında gelişmeleri sabırla takip edip, bütün birikim, fikir ve dikkatleriyle beni yönlendirerek araştırmamın belirli bir seviyeye gelmesini sağlayan değerli hocam Prof. Dr. Ali İhsan ÖBEK‘e teşekkürlerimi sunarım. Tezin yazım aşamasında yardımını gördüğüm değerli arkadaşım, Türk Edebiyatı doktora öğrencisi Gülçiçek AKÇAY‘a da müteşekkirim.

Benim bu aşamaya gelmemde üzerimde büyük emekleri olan babama ve anneme teşekkürlerimi sunar ve araştırmamı onlara ithaf ederim.

Işıl UÇAŞ Edirne

(9)

ĠÇĠNDEKĠLER

ÖZET i ABSTRACT ii ÖN SÖZ iii ĠÇĠNDEKĠLER vi GĠRĠġ 1 I. BÖLÜM 29

A. Hüseyin Daniş‘in Hayatı ve Eserleri 29

A. I. Hayatı 29

A. II. Eserleri 31

B. Ömer Hayyam 33

B.I. Biyografisi 34

B.II. Hüseyin Daniş‘e Göre Hayyam 38

B.III. Hayyam Rubailerinin Özellikleri 40

B.III.a. Allah İnancı ve Deisizm 40

B.III.b. Fatalizm 43

B.III.c. Diriliş, Tenasüh, Ahiret İnancı 44

B.III.ç. Riyakârlıktan, Cehaletten, Hurafelerden, Zamaneden Şikâyet, Dünyaya Ait Şeylere Tamah Etmemek 46

B.III.d. Lâedriyye (Bilinemezcilik, Agnostisizm) 59

B.III.e. Karamsarlık (Pesimizm) 51

B.III.f. İyimserlik (Optimizm) 55

B.IV. Maarri ve Hayyam 58

B.V. Maarri‘nin Felsefesi 61

C. Rubaiyat-ı Ömer Hayyam 66

C.I. Rubaiyat-ı Ömer Hayyam Hakkında 66

C.II. Eserin Bölümleri 72

C.II.a. Tâbi‘in İkinci Tab‘a Dair Maruzatı 72

C.II.b. Mukaddime 73

C.II.c. Birinci Fasıl 73

(10)

C.II.d. İkinci Fasıl 74

C.II.d. Üçüncü Fasıl 75

C.II.f. Dördüncü Fasıl 75

C.II.g. Beşinci Fasıl 76

C.II.ğ. Altıncı Fasıl 76

C.II.h. Yedinci Fasıl 77

C.II.ı. Sekizinci Fasıl 77

C.II.i. Rubaiyat 77

C.II.j. Mülahaza ve Zeyl ü Hatime 78

II. BÖLÜM 80

METĠN 80

RUBAİYAT-I ÖMER HAYYAM 80

Tâbi‘in İkinci Tab‘a Dair Maruzatı 82

Müellifin Mukaddimesi 83

Birinci Fasıl 91

Şark Müverrihîn ve Münekkidîninin Ömer Hayyam Hakkındaki Mütalaatı 91

Tezkirelerin İfadatı 114

İkinci Fasıl 122

Hayyam‘ın Havâss-ı Farika-i Dehası 122

Üçüncü Fasıl 129

Rubaiyat ve Tercümeleri 129

Dördüncü Fasıl 131

Ömer Hayyam Encümeni 131

Beşinci Fasıl 137

Hayyam Hakkında Müsteşriklerin Vesair Fuzalanın Mütalaatı 137

Altıncı Fasıl 155

Ömer Hayyam‘ın Şive-i Şi‘ri 155

Yedinci Fasıl 166

Şi‘rde Şarap 166

Sekizinci Fasıl 182

Rubaiyatın Arapçaları 182

(11)

Rubaiyat 188

Fasl-ı Evvel 190

Fasl-ı Sani 320

Ömer Hayyam‘a Mensup Oldukları Bizce Meşkuk Olan Rubailer 320

Fasl-ı Salis 334

Hayyam‘a Mensup Oldukları Mevsuk Olmayan Diğer Müteferrik Rubailer 334

Mülahaza 401 Zeyl ü Hatime 402 SONUÇ 410 KAYNAKÇA 412

(12)

GĠRĠġ

Zamanımızdan 900 yıl önce yaşayan ve asıl şöhretini rubailerine borçlu olan Ömer Hayyam İran edebiyatının en tanınmış şair ve bilim adamlarındandır. Rubai denilen şiirlere olgun fikirlerini ve ince hislerini sıkıştırması, Batı‘nın filozof ve şairlerini dehasına hayran bırakmıştır. Hayyam‘ın rubaileri 18. yüzyıldan beri dünyanın her tarafına yayılmış ve 19. yüzyılın son yarısından itibaren rubailerin edebî ve ilmî yönü üzerine etraflı incelemeler yapılmıştır.

Bu etraflı incelemelerden birini Türkiye‘de yaşamış İran asıllı gazeteci yazar Hüseyin Daniş yapmıştır. Daniş çok iyi bildiği Arapça, Farsça, İngilizce ve Fransızca sayesinde Avrupa‘da Hayyam ile ilgili yayımlanmış tüm tercüme ve araştırmaları inceleme imkânı bulabilmiştir. Ayrıca İran edebiyatı alanında da eğitim almış ve bilgi sahibi oluşu yapılan araştırmaları etraflıca değerlendirerek bir sonuca varmasında ve eserini hazırlamasında önemli bir faktör oluşturmuştur.

Araştırmamızın konusu olan eser, aynı zamanda İran edebiyatına ve kültürüne kaynaklık edişi bakımından da önemlidir. Eserde İran edebiyatının Hayyam‘dan önceki ve sonraki birçok önemli şahsiyeti ve bu şahsiyetlerin şiirlerinden, edebî ve fikrî yönlerine kadar bilgi bulmamız mümkündür. Bu özellikleriyle sadece Türk edebiyatı alanı için kaynak teşkil etmekten ziyade Fars edebiyatı alanıyla ilgili araştırmalar için de önemli bir kaynak teşkil ettiğini söyleyebiliriz.

İnceleme konumuz olan eseri daha etraflıca anlayabilmek ve eser ile ilgili bazı kavram ve konulara açıklık getirmek amacıyla Giriş bölümünde ―Rubai‖, ―Tarihçesi‖ne; I. Bölüm‘de ―Hüseyin Daniş‘in Hayatı ve Eserleri‖, ―Ömer Hayyam‖ (Bu başlık adı altında Hayyam‘ın biyografisine, rubailerinin özelliklerine ve ünlü Arap şairi Maarri ile kıyaslanmasına yer verilmiştir.), ―Rubaiyyat-ı Ömer Hayyam‖ (Bu başlık adı altında okuduğumuz eserin çeşitli yönleriyle tanıtımına yer

(13)

verilmiştir.) II. Bölüm‘de de okumasını yaptığımız eserin ―Metin‖ kısmına yer verilmiştir.

A. RUBAĠ

İran edebiyatının en eski ürünlerinden olan rubainin kaynağının İslam‘dan önceye dayandığı bilinmektedir. …Rubainin fehleviyyat denilen, eski İran halk edebiyatına ait dörtlüklerle ve beste ile söylenir, bir nazım şeklinin İslamiyetten sonra, aruzla söylenmesiyle meydanana gelmiş bir İran nazım şekli olduğunu kabul etmek daha doğrudur. 1

Arapçada dörtlü, dörtlük anlamına gelen rubai Farsçada dubeyt yanında terane anlamına gelen çiharganî adlarıyla da anılmıştır. Rubailer ya birinci, ikinci ve dördüncü mısraları kafiyeli, üçüncü mısra serbest ya da dört mısrası birbiriyle kafiyeli şekilde olur. Her mısrası birbiriyle kafiyeli rubailere ―rubai-i musarra‖ veya ―terane‖ denir. Rubaide 1. ve 2. mısralar söylenmek istenen düşüncenin hazırlayıcısı sayılır. Esas düşünce 3. ve özellikle 4. mısrada dile getirilir. Rubaide mahlas söylenmez.

Rubailer, rubai vezinleri denilen, tamamıyla bu şiire mahsus vezinlerle söylenir. Her ne kadar rubai için on ikişerden yirmi dört ayrı vezin gösterilirse de bunlar aslında tek bir rubai vezninden elde edilen vezinlerdir. Bunlardan on ikisine ahreb, on ikisine de ahrem vezinleri denir. Birinci grubun ilk tef‘ilesi mef‟ûlü, ikincisinin mef‟ûlün şeklinde olur.

Bir fikri kısa ve özlü söylemek esas olan rubaide, oldukça zengin bir mana ve muhteva örgüsü vardır. Aşk, yalnızlık, talihten şikâyet gibi ferdî; tasavvuf, rintlik, ölüm gibi dinî ve metafizik, adalet zulüm, hiciv gibi toplumsal ya da siyasî, millî, tarihî, felsefî, ahlâkî vb. pek çok konu rubaide dile getirilebilir.

(14)

Rubaide konu alanı oldukça geniştir fakat dört mısra içinde bir fikri yoğun olarak dile getirmek kolay olmadığı için zor söylenen bir şiirdir. Sadece bir fikri yoğun olarak söylemek de yeterli değildir. Çarpıcı, şaşırtıcı ve şairin dehasına hayran bıraktıracak şekilde söylemek esastır. Bundan dolayı divan şairlerinin birçoğu rubai söylemezken, rubai şairi olarak anılanları da bununla yani kendilerini diğer şairlerden ayıran dehalarıyla övünmüşlerdir

B. TARĠHÇESĠ

Rubainin İran edebiyatından doğduğu yaygın olarak kabul edilen bir görüş olsa da eski Türk şiirinde nazım biriminin dörtlük oluşu dolayısıyla rubainin kaynağının Türk edebiyatı olduğu tezi de gündeme gelmiştir.

T. Kowlaski, Etudes sur la forme de poesie des turcs, I, Cracovie, 1922 (Türk Kavimlerinin Nazım Şekilleri Hakkında Araştırmalar) adlı eserinde rubainin asıl kaynağının Türk edebiyatı olduğunu fikrini ileri sürer. Ancak Fuat Köprülü, Sasanîler devri İran edebiyatı araştırmaları tamamlanmadan belirtilen bu fikrin erkenliğine işaret eder.1

Nihat Sami Banarlı‘ya göre rubai, eski İran halk edebiyatında fehleviyyat denilen dörtlüklerle ve beste ile söylenen bir nazım şeklinin İslamiyet‘ten sonra aruzla söylenmesiyle meydana gelmiş şeklidir. İran Halk edebiyatında dörtlüklerle

1 Nihat Sami Banarlı, a.g.e., C.I, İstanbul 1987, s.199.

(15)

söylenen şiirlere çokça rastlandığını söyleyen Banarlı, bunların Türk halk şiirinden İran halk şiirine geçmesi ihtimalinin ayrı bir inceleme konusu olduğunu söyler.1

Fuat Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi‟nde rubainin doğuşuyla ilgili bazı eski Acem müelliflerinin naklettikleri, tarihî hakikât ile asla bağdaşmadığını söylediği bir menkıbeye dikkat çeker:

―Gûyâ bir bayram günü “Saffariler”den “Yakup”un oğlu arkadaşlarıyla ceviz oynuyormuş; cevizlerden yedisi çukura gittiği halde birisi nasılsa dışarı çıkmış, çocuğun buna canı sıkılmış; lakin bu sırada ceviz tekrar dönerek çukura girmiş, bunun üzerine çok sevinen çocuk elinde olmadan “ğaltân ğaltân hemî reved tâ leb-i gav” diye bağırmış; çocuğu seyretmekte olan emirin bu mevzûn çok hoşuna gitmiş; bunun şiir nevinden olduğu görülünce, nedimlerden bazı edipler hemen incelemeye girişmişler, bu tek mısraa üç mısra daha ilavesiyle ismine “dubeyt” demişler, lakin fazıllar bu ismi hoş görmediklerinden, dört mısraa işaret olarak “rubai” ismini tercih etmişler. Diğer bazı müelliflere göre, bu vakadan sonra çocuğun söylediği mısraı tetkik ile rubai kaidelerini çıkarıp ortaya koyan “Rudegî‟dir. Halbuki Rudegî‟nin Saffarilerden çok sonra olduğu ve rubainin kullanılmaya başlamasının da ondan çok evvel olduğu düşünülünce, bu iddiaya hiçbir kıymet verilemez.‖2

Cumhuriyet Dönemi Türk Şiirinde Rubai adlı eserinde de Nurullah Çetin aynı konuya dikkat çekerek Rubainin doğuşuyla ilgili olarak uydurma bir hikâye anlatıldığını söyler. Bu hikâyenin uydurma olduğu Fuat Köprülü tarafından bilimsel bir şekilde ortaya konmasına rağmen rubai hakkında bilgi veren kitaplarda halen bu hikâyeye yer veriliyor olmasını eleştirir.3

1 Gös. yer.

2 Fuat Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi, 3. basım, İstanbul 1981, s.141.

3 Nurullah Çetin, Cumhuriyet Dönemi Türk Şiirinde Rubai, 1.basım, Hece Yayınları, , Ankara 2004,

(16)

B.I. Ġran ve Arap Edebiyatında Rubai

Eski İran şiirinde dört mısradan oluşan ve her mısrası ayrı bir vezinle söylenen ―fehleviye‖ adı verilen bir nazım şekli bulunmaktadır. Sonradan bu nazım şeklini aruzla söylemeye başlamışlar ve bu biçimine Farsça ―dubeyt‖ dört mısraı da birbirine kafiyeli olan şekline de ―terane‖ adını vermişlerdir. Zamanla bu nazım şekline Arapça ―rubai” demişlerdir.

Rubai, Gazneliler ve Selçuklular döneminde büyük gelişme göstermiştir. En eski rubai şairlerinden biri Rudegî‘dir.1

Ancak Rudegî‘den önce de rubai vardır. Rudegî bazı tezkire yazarları tarafından İslamî İran edebiyatının adeta kurucusu kabul edilir (Ö. 941). Ancak kendisinden önceki bazı şairler (Hanzala, Firûz gibi) Arap nazım usulünü ve Arap zevkini şiirlerinde uygulamışlardır. Rudegî kendisinden önceki şairleri unutturacak kadar kendi zamanında ve sonrasında büyük bir üne kavuştuğu için böyle bir sıfatla anılmıştır. Rudeki ile çağdaş kabul edilen X. yüzyıl şairlerinden Ebû Şekûr-i Belhî ve Dakîkî gibi şairlerin de rubaileri vardır. Ezrakî-i Herevî‘de çok sayıda rubai yazmıştır.

İslamiyetten sonraki İran şiirinin olgunlaşma devri kabul edilen XI. yüzyılda rubai daha da gelişip mükemmel hale gelir. Bu asırdaki önemli şairlerin hemen hepsi rubai söylemiştir. Gazne sarayı şairlerinden Ferruhî-i Sistânî, Unsurî, Minuçehrî ve Katran-ı Tebrizî‘nin rubaileri vardır. Unsurî terane söylemekle şöhrete kavuşmuştur. Rubai, Bu yüzyılda mutasavvıflar tarafından da yoğun biçimde kullanılmıştır. Tasavvuf alanında rubaide Ebu Said Ebu‘l-Hayr anılır (Ö. 1049). Aynı yüzyılda Abdullah Ensarî ve Baba Tahir –i Uryan da tasavvuf alanında rubai yazmışlardır.

İran‘da Selçuklular döneminde (XII.yy) divanlarda çok sayıda rubaiye rastlanır. Emîrü‘ş-şuara Muizzî, Mes‘ud-i Sa‘d-i Selman, Ebul Ferec-i Runî öne çıkan rubai şairlerindendir. Ömer Hayyam da bu dönemde yaşamıştır. XIII.yy‘da

1

(17)

Feridü‘d-din Attar rubai türüyle Muhtarnâme adında bir eser oluşturur. Yine bu yüzyılda sadece rubai söylemiş olan Baba Efdal-i Kaşanî‘den bahsedebiliriz.

Hayyam‘ın dışında İran‘ın önde gelen Rubai şairleri:

Magribî, Urfî, Sadî, Hafız, Ferruhî-i Sistanî, Minuçihrî, Hâkî-i Horasanî, Sipihr-i Kâşânî, Serheng-i Tebrizî, Sihab-ı İsfehanî, Şehne-i Mazenderanî, Şihab-ı Turşîzî, Sahib-i Mazenderanî, Sabur-i Kaşânî, Âşık-ı İsfehanî, Micmer-i İsfehanî, Valeh-i İsfehanî, Yağma-yı Candakî, Kelîm-i Hemedanî, Hemedanlı Baba Tahir, Ebu Selik, Ebu Şakir Belhî, Unsurî, Hakanî, Enverî, Nizamî, Şeyh El-Ensarî, Bî-dil, Müştak-ı İsfehanî, Attar-ı Nişaburî, Ebu Said, Baba Efdal Kaşanî ve Hasan Harakanî, Ghods Nakhai.

İran edebiyatında Sebk-i Irakî denilen denilen uslûbun ortadan kalkıp yerini Sebk-i Hindî denilen üsluba bıraktığı XIV.yy‘dan itibaren rubai önemini kaybetmeye başlar. XX. yy‘a gelinceye kadar da önemli bir varlık gösteremez. XX.yy İran şairlerinden olup çağdaş İran şiirinin kurucularından olan Nimâ Yuşic bu türü kullanmıştır. Onun ardından başka şairler de bu türe ilgi gösterirler.

İran ve Türk edebiyatında rubaiye ilgi daha yoğun iken Arap edebiyatında daha az ilgi gösterildiğini görüyoruz. Arap edebiyatında ―Ebu‘l-Ala El Maarrî, Ömer İbnü‘l- Farız (Ö. 632, Kahire), Ömer Bin el- Faruk Arap‖ rubainin önde gelen şairlerindendir. XX. yy başlarında da Bağdatlı Zehavî Zade Cemil Sıtkı rubaileriyle çığır açmıştır.

(18)

B.II. Türk Edebiyatında Rubai

B.II.a. Divan Edebiyatında Rubai

Türklere has nazım biri dörtlüktür. Tamamen milli unsurların hâkim olduğu İslamiyetten önceki dönemden beri kullanılagelen dörtlükler, halk şiirinin değişmez yapı unsurlarındandır. Mani bunun en güzel örneğidir.

Mani ile rubai arasında hem yapı hem de söyleyiş bakımından ilgi kurulmaktadır. Her ikisininde üçüncü mısraları serbest kafiyelidir ve şiirin anlam yükünü üçüncü ve dördüncü mısralar taşır. Ayrıca her ikisinde de musiki önemlidir. Her ikisinde de söylenilmek istenen kısa, özlü ve çarpıcı şekilde yansıtılır.

Nurullah Çetin Cumhuriyet Dönemi Türk Şiirinde Rubai eserinde mani ve rubai arasındaki ilgiyi şöyle aktarır:

Rıza Tevfik, bir yazısında Türk halkının mani ve rubai söylemeye yatkın olduğunu vurgulayarak, çocukluğunda Hıdırellez eğlencelerinde kadınların kendi aralarında eğlence amaçlı irticalen mani ve rubai söylediklerini anlatır. Bunlara bazı örnekler verir. Ona göre halkın söylediği o rubailer ile mani arasında nazım şekli bakımından hiçbir fark yoktur. Her ikisi de yedişer heceli dörder mısralı küçücük manzumelerdir ki üçüncü mısra kafiyesizdir. Dolayısıyla rubai söyleme tarzı, büyük ölçüde Türk üslûbudur.

Fuat Köprülü, Klasik Türk Nazmında Rubai Şeklinin Eskiliği adlı makalesinde 1 makalesinde En eski Türkçe rubaiye 12. asırda mülemma tarzında Harezm sahasında yazılmış eski bir mecmuada rastlandığını söyler. Bu rubai Bedre‘d-din Kavvamî‘ye aittir. Irak ve havalisinde yetişen ve Sencer devri

1

(19)

şairlerinden olan bu şair, Selçuk emirlerinden Kavvamü‘l-Melik Tuğraî‘nin meddahı olduğu cihetle ―Kavvamî‖ tahallüs etmişti.

Fuat Köprülü‘nün verdiği bilgilerden Türk edebiyatında XII. asırdan beri, İran tarzı rubailer söylendiği bilinmektedir. Nihat Sami Banarlı, İngiliz müsteşriki Sir Denison Ross tarafından neşredilen Tarih-i Fahre‟d-din Mübarekşah‟da kayıtlı XII. asrın sonlarına ait tamamiyle Türkçe bir rubaiden bahseder.1

Bu rubai şöyledir:

Va‘de berüsen ne-v- üçün kelmes-sen Söz yalganını menin bile koymas-sen Yüzün kün ü saç tün kara körmes-sen Işkında kararsız ay aceb bilmes-sen

Milâdî 13. asrın ikinci yarısında yaşayan Cemal Karşî‘nin Mülhakatü‟s-Surâh adlı eserinde de bir rubai yer alır. Bu rubainin ilk üç mısraı Farsçadır yani bu eser de mülemmadır. Bu rubai Hoten sultanı Munmuş Tigin‘e aittir.2

13. yüzyılın en büyük rubai üstadı Mevlana‘dır. Hikemî ve felsefî düşüncelerinin yer aldığı rubaileriyle rubainin öncüsü durumunda olur. 1500 kadar rubaisiyle kendisinden sonraki şairleri rubai vadisine çeken Mevlana‘nın etkisi sadece Türk edebiyatıyla sınırlı kalmamıştır. Türk edebiyatındaki etkisi ise uzun yıllar sürer ve Cumhuriyet dönemi rubaisi üzerinde Hayyam kadar olmasa bile etkisi görülür.

14. Yüzyılın en önemli rubai şairleri Kadı Burhane‘d-din ve Nesimi‘dir. Kadı Burhane‘d-din‘in divanında 20 rubaisi bulunmaktadır. 3

1

Nihat Sami Banarlı, a.g.e., s.201.

2 Nurullah Çetin, a.g.e., s.27. 3

(20)

15. yüzyılda Necatî, Sagarî ve Hayalî‘nin bazı rubaileri bulunmaktadır.

16. yüzyılda rubai bakımından başarılı örnekler verilmiştir. Güçlü şairlerce bu türün yaygınlaşmaya başladığını görüyoruz. Fuzulî Türkçe, Arapça ve Farsça 72 rubai yazar. Bağdatlı Ruhî 28 rubai söylemiştir. Bu yüzyılda en çok rubai söyleyen şairlerden olan Kara Fazlî‘nin 1000 civarında tasavvuf konulu rubaisi vardır. Nev‘î, Trabzonlu Arifî ve Üsküdarlı Aşkî‘nin de bazı rubaileri bulunmaktadır.

17. yüzyılın en büyük rubai şairi Azmîzade Haletî‘dir. Bu çağ rubainin altın çağı kabul edilir. Haletî 1000 kadar rubaisiyle hem kendi zamanının hem de daha sonraki zamanların rubai üstadı kabul edilir. Nedim Haleti için ―Hâletî evc-i rubâîde uçar anka gibi‖ diyerek bu gerçeği dile getirmiştir. Bu yüzyılda Ganizade Nadirî 30 rubai yazmıştır. Nef‘î, Fehim, Cevri, Nailî, Neşatî ve Fasih ve Bülendî Çelebi, Nazim‘in de bazı rubaileri vardır.

18. yüzyılda Nabî 150, Sabit 24, Nedim 10, Hasan Sezayî 49, Erzurumlu İbrahim Hakkı 82, Esrar Dede 145 ve Şeyh Galib 63 civarında rubai yazmışlardır.

19. yüzyılda Asaf Mahmud Celale‘d-din Paşa 171 rubai yazmıştır. Döneminin sosyal ve siyasal bozukluklarını, olumsuzluklarını eleştirel bir tarzda ve mizahî bir üslûpla ortaya koymuştur. Rubaiyi eleştiri ve hiciv için önemli bir araç olarak kullanmıştır. Bu yüzyılda Yenişehirli Avnî de 15 rubai yazmıştır. Manastırlı faik, Celale‘d-din Dede, Ziver Paşazade Bahae‘d-din, Keçecizade İzzet Molla ve Hoca Hayret de rubai yazmıştır. Tanzimat ve Servet-i Fünun döneminde ise rubaiye kayıtız kalınır.

Divan şiirinde rubainin muhtevası oldukça geniş bir inceleme konusu olduğu için biz burada bu konuya değinmiyoruz. Bu alanda Türk edebiyatında önemli bir çalışma olduğunu düşündüğümüz Ali İhsan Öbek‘in Divan Edebiyatında

(21)

Sosyal ve Dinî Konulu Rubailer1

kitabını kaynak olarak gösteriyoruz. Bu eser, Nurullah Çetin‘in Cumhuriyet Dönemi Türk Şiirinde Rubai isimli eserinde divan şiirinde rubainin muhtevasını tayin etme hususunda kaynak olarak kullanılmıştır.

B.II.b. Tanzimattan Cumhuriyet’e Kadar Olan Dönemde Rubai

Türk edebiyatının yüzünü tamamiyle Batı‘ya çevirdiği yenileşme döneminde divan şiirine olan ilginin azalması dolayısıyla rubaiye de ilgi gösterilmemiştir.

Tanzimat ve Servet-i Fünun döneminin en önemli şairlerinin değil rubai yazmak rubaiden hiç bahsetmediklerini görüyoruz. Bu döneme ait çok az sayıda rubai metnine raslıyoruz. Dönem örneklerinde ise klâsik rubai anlayışı muhafaza edilmiştir.

Namık Kemal‘in hocası Şeyh Vaizzade Muhammed Hamid (1779-1854) Divançe‘sinde 33 rubai bulunmaktadır.2

Muallim Naci, Medrese Hatıraları ve Istılahât-ı Edebiye adlı eserlerinde rubaiden ayrıntılı olarak söz etmiş ve farklı türlere ait örnekler vermiştir. Klâsik rubai kurallarına uygun olrak yazdığı 13 rubaisinde dinî, ahlâkî ve tasavvufî konulara yer vermiştir. 3

1 Ali İhsan Öbek, Divan Edebiyatında Sosyal ve Dinî Konulu Rubailer, İnsan Yayınları, İstanbul 1995. 2 Nurullah Çetin, a.g.e., s.33.

3

(22)

Muallim İbrahim Cûdî Efendi (1864 – 1926 yılları arasında Trabzon‘da yaşamış olan eğitimci şair ve din âlimlerimizden) klâsik tarzda 9 rubai yayımlar. Bir Osmanlı devlet adamı olan Münif Paşa ya da Mehmet Tahir Münif Paşa (1830-1910)‘nın 1 rubaisi bulunmaktadır. Nabizade Nazım da şiirlerinin bir kısmını topladığı Heves Ettim adlı kitabında yine bir rubaiye yer vermiştir İsmail Safa‘nın da birkaç rubaisi bulunmaktadır.

Nihat Sami Banarlı Resimli Türk Edebiyatı‘nda Fuat Köprülü‘nün de rubai söylediğini belirterek bir rubaisine yer vermiştir. Fuat Köprülü‘ye ait olan 10 rubaiden yedisini Nihat Sami Banarlı Köprülünün Rubaileri adıyla yayımlamıştır.

Tanzimat Döneminde tüm Batılı türleri benimseyerek denemeye çalışan Tanzimat sanatçıları eski türleri bir kenara bırakarak daha geniş ufuklar açtıklarını düşündükleri yeninin heyecanı içindedirler. Dönemin siyasî ve sosyal olayları göz önüne alındığında bu doğal bir gelişmedir. Bu değişim ve dönüşüm içinde klâsik edebiyata eski ilgi ve alaka gösterilmez. Bu süreçten diğer türler de olduğu gibi rubai de nasibini alır.

B.II.c. Cumhuriyet Döneminde Rubai

Tanzimat sürecinden Cumhuriyet‘e gelinceye kadar olan dönemde rubaiye gereken ilgi gösterilmezken Cumhuriyet ile birlikte rubai alanında önemli eserler verildiğini ve bu türe yoğun ilgi gösterildiğini görüyoruz. Cumhuriyet‘ten önce başlayan Hayyam rubaileri çevirilerine Cumhuriyetten sonra da devam edildiğini görmekteyiz. Hayyam rubailerinin yanı sıra Mevlana rubailerine de ilgi gösterilmiş ve Mevlana‘nın çevirileri de yapılmıştır. Rubai nin Cumhuriyetten sonraki dönemde bu denli ilgi görmesinde Hayyam ve Mevlana çevirilerinin etkisi oldukça fazladır.

(23)

Cumhuriyet döneminde ―Yahya Kemal Beyatlı, Nazım Hikmet, Faruk Nafiz Çamlıbel, Arif Nihat Asya‖ gibi önemli şairlerinin yanı sıra sadece rubai alanında eser vermiş Cemal Yeşil gibi şairlere, Yılmaz Karakoyunlu, Yasin Hatipoğlu gibi asıl mesleği şairlik olmayıp siyasetçi olan değişik simalara rastlıyoruz.

Cumhuriyet‘e gelinceye kadar rubaide, klasik rubai kurallarına bağlı kalındığını görüyoruz. Ancak Cumhuriyet‘ten sonra rubai yazan şairlerde klasik rubai kurallarına uymaya çalışanların yanı sıra bu türe hem şekil hem de söyleyişte yenilikler getirerek oldukça özgün olan şairlere de rastlamaktayız. Bu dönemde rubai şairleri, rubainin farklı vezinlerini denemişler yanı sıra hece vezniyle hatta daha da ileri giderek serbest şekilde de rubai yazmışlardır.

Cumhuriyet döneminin rubai şairlerinin tümüne ayrıntılı şekilde değinmemiz mümkün olmadığı için şairlerimizin isimlerini ve ne tarzda rubai yazdıklarını tasniflendirerek vermeye çalışacağız:

B.II.c.1. Klasik tarzda rubai yazmaya çalıĢanlar:

Bu şairler klasik tarzda rubai geleneğini devam ettirmeye çalışmışlardır. Divan şiirinin mazmun ve söyleyiş özelliğinden yararlanırlar. Hamamizade İhsan, Muhyiddin Raif Yengin, Mikâil Bayram, Rıfkı Melul Meriç, Azmi Güleç, Hamza Tanyaş, Şahin Uçar, Bedri Gürsoy gibi şairleri bu tarz içinde görüyoruz.

İnkiraz (1928) ve Rubâîyyât-ı Melûl adlı iki şiir kitabı bulunan, Rıfkı Melul Meriç eski yazılar, kitabeler ve metinlerin üstadı olarak karşımıza çıkmaktadır. Meriç‘in on dört rubâîsinin Hilmi Ziya tarafından yapılan şerhleriyle birlikte basılmasından meydana gelen bu eser 1951 yılında gün ışığına çıkmıştır. İslam İlimleri Enstitüsü Dergisi‘nin 1. sayısının ilk sayfasında Rıfkı Melûl‘un iki rubaisi

(24)

yer aldı. Birinci rubai, İslâmiyet‘le insaniyet, ikinci rubai, mahbûbiyetle Muhammediyet arasındaki bağı anlatmaktadır:1

Her daveti hep mağrifet-asâ niyyet Mârufu safâ, münkeri nefsâniyyet Tahkîk ile binnetîce öğrendim ki İslâmiyyet‘le birdir insâniyyet

Her zerrede şevk-ı sermediyet görünür Mahz-ı ezeliyyet ebediyyet görünür

Dikkatle bakınca âlem-i hilkatte

Mahbûbiyyet Muhammediyyet görünür

Rıfkı Melul Meriç‘in şiirlerinin birçoğunun Divan şiiri zevk ve bilgisini yansıttığını görmekteyiz.

Şark şiirinin bütün sanatlarına ve inceliklerine vâkıf olan Hamamizade İhsan, hemen hemen bütün şiirlerini divan tarzında yazmıştır. Hamamizade‘nin de Hayyam çevirileri kitabı bulunmaktadır. Divan-ı İhsan2 adını verdiği divanında kendi yazdığı 29 rubaiye yer vermiştir.

Mevlânâ'nın rubailerinden rubai vezniyle rubailer tercüme eden Muhyiddin Raif Yengin‘in de klâsik tarzda yazdığı rubaileri bulunmaktadır. Tüm rubailerini Eski Rubailerim adıyla 1946‘da yayımlamıştır. Bu kitabın içinde Hayyam ve Mevlana çevirilerinin yanı sıra kendi rubaileri de yer almaktadır.

1 Mustafa Kara, ―Rıfkı Melûl Meriç Doğumunun 100. Yılında Melûl Bir Sanatçı‖, http://home.uludag.edu.tr/users/ucmaz/PDF/ilh/2003-12(1)/M1.pdf, (19.11.2011), s.6.

2

(25)

Klasik rubai kurallarına uyarak bu türde başarılı örnekler verdiğini düşündüğümüz şairlerimizden biri de Azmi Güleç‘tir. Azmiden Rubailer1

adını taşıyan kitabı Arif Nihat Asya‘nın bir rubaisi ile başlıyor. Arif Nihat Asya, Azmi Güleç‘e yazdığı rubai ile şairin rubaideki başarısını ortaya koymaktadır:

Her rubai, onda bir mercan kadeh… Sen de görsen dersin: ―Aldan hâlesi!‖ Der bilenler: ―Şimdi bir Azmî Güleç Vardır… Azmîzadenin şehzadesi!‖

Her rubaisine ayrı başlık vermiş olan Azmi Güleç‘in aşağıda bir rubaisine yer veriyoruz:

GÖRÜRÜZ

Evrendeki varlıkları rüyâ görürüz, Gökler gibi dağlar gibi gûya görürüz. Biz ellerin avucunda kalan sevgimizi: Bir yepyeni gün, yepyeni mahyâ görürüz.

Klasik Türk edebiyatı anlayışına hem öz hem biçim bakımından sadık kalark rubai yazdığını söyleyen Bedri Gürsoy‘u da bu alana dâhil ediyoruz. Rubailer2 adıyla yayımladığı kitabının giriş bölümünde bu tarza niçin yöneldiğini açıklıyor. Türk edebiyatının yüzyıllar öncesi geliştirdiği, yüzyıllar boyu kullandığı özler ve şekillerin kaybolmamasını istediğini belirtmektedir. Bedri Gürsoy, Rubailer adlı kitabında Türk insanının sevip hoşlandığı ve bu yönüyle milli olan temalara yer verdiğini söylemektedir. Sevgi ve aşkın kitabının temel konusu olduğunu ve bu temayı özellikle vurguladığını belirtmektedir. Bedri Gürsoy‘un Rubailer kitabından aldığımız iki rubaiye yer veriyoruz:

1 Azmi Güleç, Azmiden Rubailer, Ayyıldız Matbaası, Ankara 1970. 2

(26)

Bir ılık yaz, mavilikler eliyor Sanki her şey mutluluklar diliyor Çoğu insan görmüyor bunları hiç Bunalımlar, bize bizden geliyor.

Herkesin hakkı saadet, dertli ferd olmamalı Eyilikten başka söz, insana vird olmamalı Mutluluk, sevgi, güzellik dolu olsun her yer Bende, sende, ne de hiç kimsede derd olmamalı.

B.II.c.2. Hayyam, Mevlana ve Yahya Kemal Beyatlı çizgisini

takip edenler:

Bu tarzın önemli ve etkili isimlerinden biri olan Yahya Kemal Beyatlı sadece rubai yazmakla kalmayıp bu alana öncülük eder ve başka şairleri de rubai yazmaya teşvik eder. Yahya Kemal rubâi nazım türü ile 1930’larda Madrid’de yaşadığı dönemlerde ilgilenmeye başlamış ve ilk rubâisini de burada yazmıştır. Hayyâm adını taşıyan rubâisi ise bu nazım türünde yazmaya Hayyâm’ın etkisiyle başladığını gösterir:1

Hayyâm ki her bahsi açar sagardan Bahsetmedi cennette akan Kevser‟den Gül sevdi, şerâb içti, gülüp eğlendi Zevk aldı trâşide rubâilerden.

Yahya Kemal Beyatlı‘nın Rubailer adlı kitabının ikinci kısmı Hayyam Rubailerini Türkçe Söyleyiş‟lerdir. Hayyam rubailerini Türkçe‘ye çeviren Yahya

1 Arzu Süren, ―Hayyam Rubailerini Kemalce Söyleyiş‖,

(27)

Kemal‘in rubailerinde Hayyam‘ın bakış açısı ve felsefesinden izler görmek mümkündür. Yahya Kemal, Hayyam Rubailerini Türkçe Söyleyiş‘leri, Hüseyin Daniş‘in Rubaiyat- Ömer Hayyam (İstanbul 1927) kitabını esas tutarak işlemiştir.1 Yahya Kemal‘in Rubailer kitabında kendine ait rubailerin sayısı 43 olup Hayyam çevirilerinin sayısı da 54‘tür. Şair, Hayyam çevirileri için söylediği bir rubai ile yaptığı çalışmanın önemini belirtmiştir:

Hayyam‘ı alıp tercüme et derlerse Öğrenmek içün talib isen bir derde Derdim ki rubaisini nazmetmelisin Hayyam onu Türkide nasıl söylerse

Yahya Kemal, Doğu ve Batı‘daki çeşitli çevirilerin birbirini tutmamasıyla ilgili de aşağıdaki rubaiyi söyleyerek rubailer arasındaki tutarsızlıklara dikkat çekmiştir:

Hayyam‘a muzaf olan rubailerde Bir hayli külahlar karışmış görünür Kâillleri gâh cücedir gâhî dev Cinlerle ilâhlar karışmış görünür

Rubailerini hece vezniyle Türkçe‘ye çeviren ve rubailerinde Hayyam‘dan izler taşıyan bir diğer önemli şair de Ahmet Hayyat‘tır. 1922 yılında İzmir‘de iken Konyalı bir talebesi kendisine çok eski ve yıpranmış Farsça bir divan getirir. Kitap Ömer Hayyam‘ın rubâiyyâtıdır. Kitabın Konya‘ya Şemsi Tebrizi veya Mevlana ailesinin getirmiş olabileceğini düşünen Muallim Ahmet Hayyat, bu eski yazma divandan Hayyam‘ın rubâîlerini okur ve ona hayran olur. Zamanla bu rubâîleri hece vezni ile Türkçe‘ye çevirir.‖Hayyam‖ kelimesi lugatte ―çadırcı‖ anlamındadır. Şairimiz de Ömer Hayyam‘a öykünerek ―terzi çırağı‖anlamında ―Hayyat‖mahlasını

1

(28)

benimser. Kitabının 9.sayfasında bu konuda yer alan ilginç bir dipnotta şöyle diyor: ‖Hayyam‘la aramızda tek harf farkı var.‖Bu ifadesi sözkonusu öykünmenin boyutunu göstermesi açısından dikkat çekici bir başka ayrıntıdır…1

Rıfat Necdet Evrimer‘de hem Hayyam‘dan hem de Mevlana‘dan etkiler görülmektedir. Boşlukta Dönen Rubailer adıyla rubailerini yayımlamıştır.

Cumhurbaşkanlığı genel sekreterliğinin yanı sıra büyükelçilik görevinde de bulunan Fuat Bayramoğlu da rubaiye ilgi gösteren isimlerdendir. Yahya Kemal‘in rubai yazmaya teşvik ettiği Fuad Bayramoğlu Yahya Kemal‘in çizgisini devam ettirir. Beşir Ayvazoğlu Defterimde 40 Suret2 adlı kitabında Bayramoğlu ve Yahya Kemal arasındaki dostluğa ve Bayramoğlu‘nun rubai ile tanışmasında Yahya Kemal‘in etkisine şöyle değinmektedir:

―Ve yıl 1945. Fuat Bey, birgün bir arkadaşıyla birlikte Ankara Palas'a yemeğe gider;

kendisine verilen masa, tesadüfen Yahya Kemal'in bir dostuyla yemek yediği masanın hemen yanındadır. Arkadaşına yüksek sesle şiirlerini okuyan büyük şair, bazı beyitleri hatırlayamadığı için sık sık duraklamaktadır. Fuat Bayramoğlu dayanamaz, onun her duraklayışında, unuttuğu beyti ezberden okumaya başlar. Bir süre sessiz kalan Yahya Kemal, sonunda dönüp hayretle sorar: "Beyefendi, siz kimsizniz? Fuat Bey, Hariciye'de memur olduğunu ve bütün şiirlerini ezbere bildiğini, hatta sürekli yanında taşıdığını söyleyip kırmızı moraken kaplı şiir defterini gösterince son derece duygulanan Yahya Kemal'in gözlerinden birkaç damla yaş süzülür. O gün, birkaç damla gözyaşının perçinIediği sıkı bir dostluğun başlangıcı ve Fuat Bayramoğlu'nun bir rubai şairi olarak doğum günüdür. Çünkü bu tanışma, Yahya Kemal'in hummalı bir biçimde rubai yazdığı ve devamlı rubaiden, rubai şairlerinden söz ettiği sıralara rastlar. Hatta Pakistan elçiliğinin gündemde olduğu günlerde Ankara'ya uğrayınca, iki ay birlikte rubai çalışmışlardır. "Bu yıl (1995)" diyor Fuat Bayramoğlu, "Benim rubaide ellinci yılımdır!"

Fuad Bayramoğlu, bu türe yoğun ilgi gösterir ve sadece bu alanda şiir söyler. Söyleyişinde Yahya Kemal‘in ve Ömer Hayyam‘ın etkisi açıktır:

1 Feyyaz Sağlam, ―Muallim Ahmet Hayyat‖

http://www.wittenbttd.org/index.php?option=com_content&view=article&id=114%3Amuallim-ahmet-hayyat&catid=18%3Afeyyaz-salam&Itemid=16 , (14.02.2011)

2

(29)

Âlemde güzel ne varsa olmuş memnu, Her şey, gelecek hayat'ta ancak meşru; Erbab-ı zekâ, cennet'e gitsek de, diyor, Dünyada gerek zevk ile olmak meşbu!

Yahya Kemal Beyatlı‘nın çizgisini takip ettiğini düşündüğümüz bir diğer şair de Talat Sait Halman‘dır. Türkiye‘nin ilk Kültür Bakanı Talat Sait Halman, Türk şiirinin bazı geleneksel değerlerini canlı tutarak yeniliklere yöneldi. Şiirin yüksek sesle okunmak için yazılması gerektiği düşüncesinde olan Talat Sait Halman, aruza özel ilgi duyan şair kimliğiyle karşımıza çıkıyor. Aruzu başarıyla kullanan şair, Ümit Harmanı1

kitabının ön sözünde şiirlerinde kullandığı aruz ile ilgili şu değerlendirmede bulunuyor:

“…Türk aruzunun sekiz yüz yıla yaklaşan tarihinde hiçbir şair, Ümit Harmanı‟ndaki kadar çok sayıda değişik vezin kullanmış değildir ve bunların hiçbirinde Türkçeye aykırı düşen imale ve zihaf gibi kusurlar yoktur.”

Talat Sait Halman‘ın çeşitli dergi ve gazetelerde yazdığı, edebiyat ve kültür konulu denemelerini topladığı Çiçek Dürbünü adlı kitabında yer alan Yeni Şiirde Aruz2 başlıklı denemesinde de şairin aruza olan ilgisini görmekteyiz. Denemesinde aruza iltifat etmemiş Cumhuriyet Dönem‘i şairlerinin şiirlerinde tesadüf edilen vezin kalıplarını şairlerin şiirleri aracılığıyla örneklendiriyor. Fazıl Hüsnü Dağlarca‘dan Cahit Sıtkı Tarancı‘ya, Bedri Rahmi Eyüpoğlu‘na Orhan Veli‘ye, Oktay Rıfat‘a, Ümit Yaşar Oğuzcan‘a, Edip Cansever‘e, Melih Cevdet Anday‘a kadar pek çok şaire yer vererek şunu söylüyor:

“…Aruzu tepenler, herhalde öyle gözü kapalı ve öyle ön yargılarla tepmişler ki onu kendi elleriyle mısralarının tahtına oturturlarken ruhları bile duymamış.”

1 Talat Sait Halman, Ümit Harmanı, 1. baskı, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul 2008, s.VI. 2 Talat Sait Halman, Çiçek Dürbünü Edebiyat ve Kültür Yazıları, 1. baskı, Hece Yayınları, Ankara

(30)

Bir kısmını aruzla bir kısmını da hece ile oluşturduğu rubailerinde Türk kültürünün değişik dönemlerinden esintiler getiriyor ve rubailerini türlü türlü yenilikler ile harmanlıyor. Şairi bu açıdan değerlendirdiğimiz de Yahya Kemal Beyatlı gibi neoklasik bir çizgide görmekteyiz. Talat Sait Halman bu konudaki görüşlerini kendisiyle yapılan bir söyleşide şöyle dile getiriyor:1

“Divan şiiri geleneğinden yararlanmayı çok çok istedim. Birlerden sonra ikiler, üçler de yazdım. Hepsinde bu etki vardır. Birlerle üçleri birleştirerek yayınlıyorum. Sonra rubailer yazdım. Rubailer çevirdim. Mevlana‟dan rubailer çevirdim. Hepsini aruzla çevirdim. Aruzu çeviride kullanmam bir yenilikti. Kendi yazdığım pek çok şiirde aruz veznini kullandım. Değişik mısralarda değişik vezinleri (mülemma) kullandığım için çok fark edilmiyor. Tek vezin kullanmak bana biraz yeknesak geliyor.”

Talat Sait Halman‘ın Ümit Harmanı adlı şiir kitabında, rubainin yanı sıra tuyuğ ve kıtalarına da yer verdiğini görüyoruz. Rubailerini Aşk, Adalet ve Göçebe rubaileri olmak üzere üç ana başlık altında toplayan şair her rubaiye de ayrı bir başlık vermiştir:

AŞK RUBAİLERİ

BU CENNET

Hiç öpmediğim dudakların hasreti bu; Hiç tatmadığım meyvelerin lezzeti bu. En güçlü bahar, gölgelerin mevsimidir; Aşkın yitirildikçe doğan cenneti bu.

1 Şaban Özüdoğru-Hakkı Uslu, ―Talat Sait Halman ile Cumhuriyetin Kültürel Kazanımları‖, Bilim ve

(31)

ADALET RUBAİLERİ

GÖRDÜKLERİMİZ

Görkemli ve çatlak ne hisarlar gördük; Nefret değil aşk düşmanı yarlar gördük. Binlerce yiğit böbürlenir; bir zorba Kükrerse, sinerler ve susarlar, gördük.

GÖÇEBE RUBAİLERİ

SÜRGÜNSÜZ YAPRAK

Hep sürgün ufuklar çağırır toprağımı; Tılsımlı pınar, aşka sürer kısrağımı. Görkemli ağaçlar kalsın, kök salsın: Ardımda bırakmam kutsal yaprağımı.

Rubailerinde hayatın geçiciliği, sevginin, dostluğun halisine değer verilmesi gerektiği, Allah‘ın her şeye kadîr olduğu gibi felsefî, dinî ve tasavvufî konuları işlemesi sebebiyle1

Nevin Emgen‘i de bu alana dâhil ediyoruz. Nurullah Ataç Cumhuriyet Dönemi Türk Şiirinde Rubai kitabında; Nevin Emgen‘in rubailerini şiirsellik açısından çok zayıf ve başarısız bulmaktadır.2

Aşağıda Nevin Emgen‘in Rubailer kitabından aldığımız 2 ve 3 numaralı rubailerine yer veriyoruz:

1 Nevin Emgen, Rubailer, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1993, s.VII. 2

(32)

2

Son demde açan gül, ne bahardan kalmış, Küskünlüğü gönlün ne de hardan kalmış, Geçmiş üzerinden nice yıllar sessiz! Kalmışsa biraz aşk o da yardan kalmış.

3

Cânan neden eksilmedi çektilerimiz? Artık süzememez yaşları kirpiklerimiz. Düştük daha bî-çâre onun ellerine; Bir anlayabilsek ölümün sırrını biz.

B.II.c.3. Rubaiyi halk Ģiiri üslûbuna dayalı bir söyleyiĢle

yazanlar:

Bu alandaki şairler halk şirinin söyleyiş özelliklerine uygun olarak rubai yazmışlardır. Hecenin önemli şairlerinden Faruk Nafiz Çamlıbel‘in adeta halk şiirini andıran rubaileri bu tarzadır. Ayrıca rubailerine başlık da vermiştir:

ANA DİLİ

Hangi sözlerle ninem gönlünü açmışsa bana, Ben o sözlerle gönül vermedeyim sevgilime. Sözlerim ninni kadar duygulu olmak yaraşır, Bağlıdır çünkü dilim gönlüme, gönlüm dilime…

Ümit Yaşar Oğuzcan klasik rubai tarzının dışında hece ile de rubai yazmıştır. Kitabındaki 122 rubaisinin 70‘ini hece ile yazdığı için şairi bu gruba dâhil etmeyi

(33)

uygun gördük. Hece ile yazdıklarını ―Dörtlükler‖ diye adlandırmıştır ve bu dönemin en başarılı rubai şairlerinden biridir.

Recep Bulut da rubailerinde heceyi kullanmıştır. Rubailerinde başlık kullanmamıştır. Oldukça sade bir üsluba sahip 250 rubaisini Yeni Rubailer adıyla kitaplaştırarak çıkarmıştır.

Feyzi Halıcı, rubai kafiye yapısı ile mani arasında benzerlik kurarak âşıklık geleneğinden izler taşıyan rubailer yazmıştır. Bunlara ―Dörtleme‖ adını vermiştir. Aşağıda Feyzi Halıcı‘nın Dinle Neyden isimli şiir kitabından aldığımız dörtlemelerine yer veriyoruz:

SEN SÖYLE

Dünya Nasıl dönerse, güneş etrafında Dönüyorum burcunda bir tanem, öyle. Neyse, salkım salkım ışık, neyse söz Örttüm cümle kapıları, tek sen söyle.

GELİYORSUN

Söz katına bengi-duyularla geliyorsun, Yudum yudum nisanlı sularala geliyorsun. Yangın yangın son buluyor ayrılığın,

(34)

B.II.c.4. Bir ideoloji Ģiiri olarak rubaiyi tercih eden Ģairler:

Bu grupta Nazım Hikmet‘i öncü bir şair olarak görmekteyiz. Nazım Hikmet, 1938‘de tutuklandıktan sonra başlayan cezaevi yıllarında yoğun bir şiir üretimi içindedir. 1942-44 yılları arasında Memleketimden İnsan Manzaraları‟nı yazar. 1945‘ten sonra rubai nazım şekline yönelir. Dörtlük nazım şekli içinde diyalektik düşünceyi, toplumsal sorunları ve çağcıl bir aşkı işlemeyi istemiştir. 1945‘in sonlarıyla 1946‘da 23 dörtlük yazarak bu alandaki başarısını ortaya koymuştur.

Öptü beni: «— Bunlar, kâinat gibi gerçek dudaklardır.» — dedi. «Bu ıtır senin icâdın değil, saçlarımdan uçan bahardır.» — dedi. «İster gökyüzünde seyret, ister gözlerimde :

«Körler onları görmese de, yıldızlar vardır.» — dedi...

Ruhum ne ondan önce vardı, ne ondan ayrı bir sırrın kemâlidir, Ruhum onun, o dışımdaki âlemin bende akseden hayâlidir. Ve aslından en uzak ve aslına en yakın hayâl

Bana ışığı vuran yârimin cemâlidir...

Ömür gelip geçiyor, vakti ganimet bil uyanılmaz uykulara varmadan: Yâkut şarabı billûr kadehe doldur, seher vaktidir ey delikanlı uyan... Perdesiz, buz gibi odasında uyandı delikanlı,

Gecikmeyi affetmeyen fabrikanın canavar düdüğüydü uğuldayan...

Nazım Hikmet, rubailerinde geleneksel rubainin kafiye şemasına bağlı kalmış; fakat aruzu kullanmamıştır. Tasavvufa özgü kimi sözcükleri (heyulâ, sûret, hayal, ayna, âlem, gölge, akis vb.) kullanmışsa da şiirlerinde gizemciliğe

(35)

kapılmayarak diyalektik düşünceyi işlemiştir. Geleneksel şiirdeki idealizm yerine de maddeci düşünceyi öne çıkarmıştır.

Bir mektubunda karısı Piraye‘ye rubaileri şöyle anlatır:1

“Senin aşkına güvenerek şimdiye kadar gerek şark gerek garp edebiyatında yapılmamış bir şeye, yani rubailerde Diyalektik Materyalizmi vermeye çalışacağım. Bu işi başaracağımdan emininim; çünkü Mevlana‟nın Tanrı aşkına güvenerek ve ondan kuvvet alarak yaptığı şeyi ben senin aşkına güvenerek ve onun yaptığının tamamen tersini yani gerçeğini yapacağım.”

Nazım Hikmet‘in, ideolojisini dile getirişinde rubaiyi kullanması kendisinden sonra gelen Attila İlhan, Ataol Behramoğlu, Arif Damar gibi sosyalist gerçekçi şairler üzerinde de etkili olmuştur. Arif Damar‘ın İstanbul Bulutu kitabında sadece üç rubaiye rastlıyoruz.

Eski şiir geleneğinden en ince ayrıntılarına kadar yararlanıp ona yeni katkılarda bulunmak gerektiği düşüncesiyle şiirini oluşturan Attila İlhan, rubaide de bunu başarıyla uygulamıştır. Dünya, ölüm, savaş, siyasal direniş, mücadele, umut gibi konuları işlediği rubailerinde sosyalist duyarlılığını ve bakış açısını görmek mümkündür. Tutuklunun Günlüğü kitabının ―Zincirleme Rubailer‖ bölümünde yer alan rubailerini numaralandırarak verdiğini görüyoruz. Bu kitabında 19 rubaiye yer vermiştir. Elde var Hüzün kitabının Rubaiyat bölümünde de 9 rubaiye yer vermiştir.

Zincirleme Rubailer I

1 Turgay Fişekçi, ―Nazım Hikmet Şiirinin Evreleri‖, Nazım Hikmet, 1. baskı, Kültür ve Turizm

(36)

Düşünceli sevda çiçekleri hangi uzak ölülerin dudaklarıyla uzattıkları

buğulu camlar gibi serin

ölümlü insanın ölümsüzlüğü derinliğinde yatan Hayyam'dan Nazım Hikmet'e

yazılmış bütün rubailerin

Attilâ İlhan, Tutuklunun Günlüğü‟ndeki Zincirleme Rubailer ile tabiatı ve zamanı yorumlamaya, insanın tabiat içerisindeki yerini araştırmaya başlar. Bu, ölüme yaklaşmış veya ölümü hissetmeye başlamış ben‟in, kendini yeniden tanımlaması ya da nostaljinin ben‟i etkisi altına alması şeklinde yorumlanabilir. Aynı şiir çizgisini Böyle Bir Sevmek‟te Gözlüklü Hamdi‟nin Notları, Elde Var Hüzün‟de Rubaiyyat, Korkunun Krallığı‟nda Yalnızgezerin Notları, Ayrılık Sevdaya Dahil‟de Şairin Not Defteri bölümlerindeki şiirlerde izlemek mümkündür. Attilâ İlhan‟ın Divan şiiri formunda kaleme aldığı ve üç şiir kitabında da bulunan “Serbest Gazeller” bölümlerini de bu çizgiye dahil edebiliriz. 1

Attila İlhan‘ın aşağıdaki rubaisi Elde Var Hüzün adlı şiir kitabında yer almaktadır:

Yağmurlu kış günü tenha bahçede çırılçıplak mevsim ona beyhudedir artık ne soğuk ne sıcak bu çınar ömür boyu yalnızlığa hüküm giymiştir her gün bir parça ölerek süresini dolduracak

Ataol Behramoğlu 27 rubaisini Dörtlükler2

adıyla bir kitapta toplamıştır. Rubailerinde davasının mücadelesini geleceğe duyduğu umut içinde anlatır ve inandığı davanın kavgasını, sloganvarî bir söyleyişle dile getirir. Bu açıdan rubaileri ses getirmiştir:

1 Yakup Çelik, ―Şair ve Romancı Olarak Attila İlhan‖, Bilim ve Aklın Uygarlığında Eğitim Dergisi, S.

42-43, Ağustos-Eylül 2003, Yıl 4.

2

(37)

Dostları özlemle kucaklamayı unutma Çocuk sevmeyi çiçek koklamayı unutma En zorlu anındayken bile kavganın Gökyüzüne bakmayı unutma

Burjuvalar kocaman duvarlarla Çevirmişler avlularını

Ama bir kiraz ağacı gördüm geçen gün Dışarı uzatmıştı en çiçekli dalını

B.II.c.5. Rubailerinde milliyetçi çizgide yoğunlaĢanlar:

Cumhuriyet dönemi rubai vadisinde bahsettiğimiz isimlerin dışında bu alanda adeta bir çığır açmış güçlü bir şaire rastlıyoruz: Ünlü şair Arif Nihat Asya. Fikrin ağır bastığı şiirlerinde milliyetçilik konusu her zaman başköşededir. Arif Nihat Asya, Türklük ve Türk dünyası sevdalısıdır. Şiirlerinde de bu dünyaları yansıtmaya çalışır. Kimi zaman oradan uzak kalışımızı hüznünü yansıtır, kimi zaman da oralarda yaşanmış Türk kahramanlıklarını anlatır.

Şiire aruz ve rubai ile başlayan şairin yazın hayatında rubainin özel bir yeri olduğunu görüyoruz. Rubailerden oluşan beş ayrı kitap yayımlayan şairin toplam 1843 rubaisi vardır. Bu kadar çok sayıda rubai yazan şair, rubaiye büyük önem verir. Söylemek istediği ne varsa bu türün imkânları içinde söylemiş ve rubainin alanını oldukça genişletmiştir. Şair, rubaiyi Türk mizacına ve kendi mizacına yakın hissetiği için tercih ettiğini söyler.

Rubai kitapları: Rubaiyat-ı Arif (1956), Kıbrıs Rubaileri (1964), Nisan (Rubailer,1964), Kova Burcu (Rubailer.1967), Avrupa‘dan Rubailer (1969).

(38)

Şairin rubailerinde milliyetçi çizginin yanı sıra dini-mistik bir çizgi de görmekteyiz:

Ferhat benim, Kerem ben, Emrah benim, Yoksullara, öksüzlere hemrâh benim… Ey yâr, saraylar sana, yollar banadır, Tutmaz mı yetim elinden Allah benim?

Kıbrısta öğretmenlik yapan Arif Nihat Asya için Kıbrıs‘ın çok özel bir yeri vardır. Kıbrıs‘a dair söylediği rubaileri Kıbrıs Rubaileri1

adıyla ölümünden sonra kitap olarak basılmıştır.

KAPI

Dur, belki şu mazluma kıyan zâlimsin; Dur, belki de mahkûm olacak hâkimsin! Yo! Ey şüpheli bir karaltı hâlinde gelen, Ben, Lefkoşe'yim; söyle fakat, sen kimsin?

AYRILIK

Hasret getirir gül diye nîsanla mayıs... Biz hem yakınız, anneciğim, hem uzağız; Aylar boyu, yıllar boyu sen Kıbns'sız Bir Türkiye, ben Türkiye'siz bir Kıbrıs.

AKDENİZ KOKUSU

Öksüz gibisin, kederlisin, yalnızsın… Gür saçları Akdeniz kokan bir kızsın; Yaklaş, daha yaklaş ki benim gönlümce Kıbrıs'lı değilsin, çocuğum, Kıbrıs'sın.

1

(39)

Cumhuriyet döneminde divan şiinin diğer türleri yerine rubaiye ilgi gösterilmesinin başlıca sebebi dörtlük nazım şekli ile özdeşleşen bu yapının yeni, özgün söyleyişlere de imkân tanımasıdır. Cumhuriyet Döneminde rubai yazan şairlerin bir kısmını bir tasnif dâhilinde vermeye çalıştık. Yaptığımız incelemede değinemediğimiz pek çok rubai şairi bulunmaktadır. Tüm rubai şairlerine değinmek daha geniş ve farklı bir çalışma gerektireceği için incelememize tüm rubai şairlerini dâhil edemediğimizi belirtiyoruz.

(40)

I. BÖLÜM

A. HÜSEYĠN DANĠġ’ĠN HAYATI VE ESERLERĠ

A. I. Hayatı

(1870-1943

)

İstanbul‘da doğan Hüseyin Daniş, aslen İran kökenlidir. Türk edebiyatının yüzünü tamamıyla Batı‘ya çevirip Batılı kaynaklardan beslenmeye başladığı 19. yüzyılın sonu ile 20. yüzyılın başında yaşamış, Fars edebiyatı alanında uzman kabul edilmiş bir araştırmacıdır.

Hüseyin Daniş, Mekteb-i Mülkiye‘den sonra İstanbul‘da bir Fransız okula gider. Arapça ve Farsçasını geliştirmek için de Debistan-ı İranîyan‘a devam ederek iyi bir eğitim alır. Hüseyin Daniş, aldığı bu iyi eğitimle de yetinmeyerek Arapça ve Farsçaya olan hakîmiyetini Batı dillerinde de göstermek ister. Fransızca ve İngilizce dersler alır.

Çok genç denilebilecek bir yaşta İkdam Gazetesi Yazı Kuruluna girer, aynı dönemde Servet-i Fünûn Dergisi‘nde, Servet-i Fünûn topluluğunun bir üyesi olarak topluluğun sanat anlayışına bağlı şiirler yayımlamaya başlar.

Prens Sabahaddin‘in Farsça hocalığını yapar. Avrupa‘ya giden Prens Sabahaddin‘e eşlik ederek Avrupa‘da pek çok ülkeyi dolaşır. Bu seyahat Hüseyin Daniş için oldukça verimli geçmiştir; çünkü dolaştığı ülkelerde Avrupalı Şarkiyatçılarla tanışma fırsatı bulur. Tanıştığı bu Şarkiyatçıların eserlerini okuyup inceler ve önemli tespitlerde bulunur. Bu birikimini makalelerine ve Rubaiyat incelemesine ayrıntılı olarak yansıtmıştır.

(41)

İstanbul‘a döndüğünde Duyûn-ı Umumiye‘de mütercim olarak çalışmaya ve aynı zamanda Galatasaray Lisesi‘nde Farsça öğretmenliği yapmaya başlar. Galatasaray Lisesi‘nde iken bir dersinde Türklerin medeniyetten yoksun ve barbar bir millet olduğunu iddia etmesi üzerine bu olay üniversite gençliği arasında tepkiyle karşılanır ve bu olaydan sonra okuldan istifa etmek zorunda kalır. Cumhuriyetten sonra Ankara‘da basın ateşesi olarak görev yapmıştır ve soyadı kanunundan sonra Pedram soyadını almıştır. Basın ateşesi olarak görev yaparken 1943‘te Ankara‘da ölen Daniş‘in mezarı İstanbul Üsküdarda‘dır.1

Batı edebiyatının kuruluş aşamasını tamamlayıp büyük bir gelişme gösterdiği bir dönemde, Hüseyin Daniş yüzünü Doğu klasiklerine çevirir. Arap ve özellikle İran edebiyatıyla yakından ilgilenir. Onun yaşadığı dönemde, Batılı edebiyat araştırmacıların birçoğu da kendilerini Doğu klasiklerini tanımaya ve tanıtmaya adamışlardır.

Hüseyin Daniş, İran asıllı bir edebiyatçı olarak işgal yıllarına, Kurtuluş Savaşı‘na kayıtsız kalmıştır. Verdiği eserlerden de anladığımız kadarıyla tam bir İran milliyetçisidir, İran kültür ve medeniyetine hayrandır. Sade Türkçenin yaygınlaşmaya başladığı bir dönemde dili Arapça Farsça terkiplerle yüklü ve ağırdır. Hüseyin Daniş‘in yaşadığı dönem hakkında araştırma yaptığımız zaman, yazarın adının sadece Servet-i Fünun‘a katılması ve Rubaiyat araştırmaları dolayısıyla geçtiğini görüyoruz. Hakkında verilen bilgilerin yetersizliğinden kendi zamanında edebiyat dünyasında yeterince şöhret kazanamamış bir şair olduğu söylenebilir.

(42)

A.II. Eserleri

1. Nevâ-yi Sarîr (İstanbul 1315). Özellilke Kânî-i Şirazî, Enverî, Firdevsî, Sadi-i Şirazî gibi İranlı şairler hakkında yazdığı makalelerle Batılı yazarlardan yaptığı çevirilerden oluşur. Eserin başında kendisinin Tevfik Fikret‘le ithafı, Tevfik Fikret‘in de eser hakkındaki takrizi yer alır.

2. Medâyin Harabeleri (İstanbul 1330). Hakanî-i Şirvanî‘nin ünlü kasidesinin Türkçe tercümesidir. Hüseyin Daniş bu eserini Rıza Tevfik‘e ithaf etmiş, o da esere bir takdim yazısı yazmıştır.

3. Cengelistan (İstanbul 1331). Mekteplerde okutulmak üzere La Fontain‘in Contes ve Fables‘ından yapılmış Farsça manzum çevirilerinden ibarettir.

4. Hediye-yi Sâl (İstanbul 1330). Tevfik Fikret‘e ithaf ettiği bu Farsça manzumesinde İran‘ın o dönemdeki içtimaî ve siyasî durumu anlatılmaktadır.

5. Talim-i Lisan-i Farsî (İstanbul 1331-1332). Dört kitaptan oluşan eserin birinci kitabı Farsça dil bilgisidir. İkinci kitap metinler ve alıştırmalar, üçüncü kitap manzum ve mensur parçalardan meydana gelir. Dördüncü kitap, liselerde okutulmak üzere hazırlanmış muhtasar bir edebiyat tarihidir.

6. Kunckâvî der Zerdüş. 1918 nevruz bayramı dolayısıyla yazılan Farsça küçük bir risaledir. Zerdüş hakkında bilgi veren mensur bir bölümden sonra Zerdüştîliği öven bir kaside gelmektedir.

7. Serâmedân-ı Sühan (İstanbul 1327-1912). Darülfünun Edebiyat ve İlahiyat Fakülteleriyle Darülmuallimîn‘in edebiyat bölümlerinde okutulmak üzere hazırlanmış Farsça bir antolojidir. Müellif, Batılı araştırmacılardan yararlanarak

(43)

Farsça hakkında bilgi verdikten sonra Rûdekî‘den başlayarak Hafız‘a kadar on altı şairin biyografileriyle şiirlerinden parçalara yer verir.

8. Rubaiyat-ı Ömer Hayyam (İstanbul 1340/1922, Rıza Tevfik‘le birlikte). Şarkiyatçı Edward Granville Browne‘a ithaf edilen bu çeviri, Hüseyin Daniş‘in Hayyam hakkında yazdığı kendi şiirleri dışında 110 sayfalık uzun bir mukaddime ile başlar. Hüseyin Daniş burada Batı ve Doğu‘da yapılan araştırmalardan büyük ölçüde faydalanmıştır.

9. Fransızca-Türkçe Hukukî ve Medenî Lugat (İstanbul 1934). Hukukla ilgili bir kısım Fransızca terimlere bulunan Türkçe karşılıklardan meydana gelmektedir.

10. Münazaratım (İstanbul 1334). Rubaiyat-ı Ömer Hayyam dolayısıyla M.Fuad Köprülü ile yaptığı tartışmaları ihtiva etmektedir.

(44)

B. ÖMER HAYYAM

Hayyam’ın ilim ve edebiyat alanındaki benliğinin anlaşılmasına yardımcı olacağını düşündüğümüz için hayatı hakkında kısaca bilgi vermeyi uygun gördük. Ayrıca inceleme konumuz olan eserde de Hayyam‘ın hayatı ile ilgili bazı noktalara belirginlik kazandıracağı kanaatindeyiz.

Hayyam hakkındaki en eski belge XII. Asrın ortalarına doğru Semerkand- Nişabur taraflarında yaşamış Nizamî-i Aruzî‘nin ―Çehar Makale‖ adlı eserinde görülen iki fıkradır. Nizamî, Hayyam‘dan gök bilimci diye bahseder. Nizamî‘nin eserinde şair kimliğiyle anılmamasının nedeni Hayyam‘ın bilim adamı kimliğinin ön plânda olmasıdır. Çehar Makale‘nin Hayyam‘a dair olan bölümleri ve Hayyam‘dan bahseden farklı eserler, inceleme konumuz olan eserin Birinci Fasıl‘ında ayrıntılarıyla verilmiştir.

Çehar Makale1: Asıl adı Mecma„u‟n-Nevâdir olan ve Çehâr Makâle ismiyle

bilinen eser, Nizâmî-i „Arûzî (ö.H.552/M.1157)‟ye aittir. Çehâr Makâle‟nin ikinci bölümü, Fars edebiyatında kaleme alınan ilk tezkiredir. XV. yüzyıl Herat Tezkirecilerinin de değindiği gibi Çehar Makâle, yazılan tezkirelere birçok açıdan model olmuştur. Makalede bu tezkirenin hem biyografik bilgi açısından, hem de şiir eleştiri açısından çözümlemesi yapılmıştır. Eser, bir taraftan XII. yüzyıl Türk saray hayatı hakkında bilgi vermesi, diğer taraftan eleştiri terminolojisi ve tezkirecilik geleneği açısından büyük önem arz etmektedir.

Çehar Makale‘den sonra yazılan şuara tezkirelerinde Hayyam hakkında ya hiç bilgi verilmez ya da çeşitli rivayetlere rastlanır. Bu tezkirelerin en eskilerinden Devletşah tezkiresinde Hayyam‘a yer verilmediği halde Nişaburlu şair Şahfevrî Eşherî‘nin Hayyam neslinden olduğu kayıtlıdır. Daha sonra yazılan tezkirelerde verilen bilgiler zaman hatalarıyla doludur ve kayda değer bir bilgiye rastlanılmaz. Bu

1 Yusuf Çetindağ, ―Biyografik Bilgi ve Şiir Eleştirisi Açısından Çehâr Makâle‖, http://www.yesevi.edu.tr/bilig/biligTur/pdf/34/145-169.pdf. , (10.11. 2011)

(45)

hikâyelerden biri: Gençliklerinde, Melikşah‘ın veziri Nizamülmülk‘ün, Batınîliğin kurucusu Hasan Sabbah ve Ömer Hayyam‘ın arkadaş oluşları, daha mektepteyken ileride birbirlerine yardım edeceklerine dair söz verişleridir. Nizamülmülk ve Hayyam arasında 100 yıldan fazla zaman varken arkadaşlıklarına imkân olmadığına Hüseyin Daniş de değinmiştir.

XIII. yüzyıl‘da Necme‘d-din Razî‘nin yazdığı Mirsadü‟l-İbad adlı eserde Hayyam‘a tasavvufî değerlendirmelerde bulunulur. Yine bu yüzyıla ait Yusuf el Kaftî‘nin Ahbarü‟l-Hukema‟sında da değinilmiştir. Bu eser de hakîm ve filozofların hayatına dairdir. Yine bu yüzyıla ait Zekeriya el Kazvinî‘nin Âsârü‟l-Bilad ve İhyarü‟l-Abad adlı eserinde ve Şemse‘d-din Muhammed İbni Mahmudü‘ş-Şehrizuri‘nin Nüzhetü‟l-Ervah ve Ravzatü‟l-Efrah fi Tevarihi‟l-Hükemai‟l ve‟l-Müteahhirîn eserinde önemli kayıtlar vardır.

Değindiğimiz eserlerden sonra Ömer Hayyam‘dan bahseden en eski kitap 1318 senesinde Moğollar tarafından katledilen vezir Reşidü‟d-din Fazlullah‘ın Câmi‟ü‟t-Tevarih‘idir. Bu eserde de önemli kayıtlara rastlanmaktadır. Daha sonra yazılan eserlerde Hayyam‘ın hayatına dair bilgilere rastlamak mümkünse de bunlar değindiğimiz eserlerdeki bilgilerden yararlanılarak oluşturulmuştur.

Biz de Hayyam‘ın biyografisini anlatırken Çehar Makale‘den yararlanan Asaf Halet Çelebi‘nin ―Ömer Hayyam Hayatı Sanatı Eserleri‖1

kitabından kısmen yararlanarak vermeyi uygun bulduk.

B.I. Biyografisi

Gıyase‘d-din Ebü‘l-Feth Ömer Bin İbrahim El Hayyamî, ihtimale göre, M. 1039-1048 seneleri arasında Nişabur‘da doğmuştur. Adı Ömer‘dir. Babası‘nın adı İbrahim‘dir; sanı: Gıyase‘d-din‘dir. Hayyam ise çadırcı anlamına gelen Hayyamî‘den

1 Asaf Halet Çelebi, Ömer Hayyam Hayatı Sanatı Eserleri, 1. baskı, Varlık Yayınevi, İstanbul 1954,

Referanslar

Benzer Belgeler

;; 'd;;;;;;İİ İ; v-İöl,ıleRİoına üniverslte hesabına yatırııdığ|na daır belge, (2) Formlar YTÖMER Müdürlüğünden veya internet sayfas|ndan temin edilir, (3)

hur Pamir yaylaları üzerinden yürüyerek 120 gün sonra Afganistan'a iltica ettiler. Afganistan ' da iken İstanbul'daki Doğu Türkistan Göçmenler Cemiyeti'ne müracaat eden

Yunan filozoflarıyla bir yakınlığı, gelenekleri ceviz kabuğu gibi kırıp öze gitmek istediği, başkalarından çok kendini söylediği, dünya ötesini inkâr ettiği, bilgin

Malı mesleki ve ticari amaçlı olarak kullanan Tacirler(müşteri) için ise garanti süresi firmamızca belirlenmekte olup 1 yıldır. 2) Malın bütün parçaları

Ders Notlarına Ulaşmak İçin Pdf

lamalar düzeyinde istatistiksel düzenlilikler gösterir, istatistik, bir ekonomik birimin pazar içerisindeki yaşantısını düzenlemesinde olduğu gibi, daha büyük ölçekte,

Dobutamin çocuklarda da inotropik etki göstermektedir, ancak yetişkinlere kıyasla hemodinamik etkisi biraz daha farklıdır. Çocuklarda kardiyak debi artmasına

Bildirimizde KarS Merkez'dc 2005 2006 eğitim öhetin yılında ilköğretim ?.sınıl'ta okutulıın Türk çe ders kitapltırında bu]unalt metinlerc yönelik olarak