• Sonuç bulunamadı

Başlık: LAİKLİK İLKESİ ve TÜRKİYE'DEKİ DURUMYazar(lar):TAPLAMACIOĞLU, MehmetCilt: 11 Sayı: 1 DOI: 10.1501/Ilhfak_0000000354 Yayın Tarihi: 1963 PDF

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Başlık: LAİKLİK İLKESİ ve TÜRKİYE'DEKİ DURUMYazar(lar):TAPLAMACIOĞLU, MehmetCilt: 11 Sayı: 1 DOI: 10.1501/Ilhfak_0000000354 Yayın Tarihi: 1963 PDF"

Copied!
19
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

İLKESİ

ve

TÜRKİYE'DEKİ

DURUM

Prof. Dr. Mehmet TAPLAMACrOGLU

sözü

dinlerin cemaata değil; ferde ve ferclin vicdanına hitabetmesini ve demeçlerinin bir genişlikte olmasını bunların din ve Devlet ayrımıhl kabul ettiklerine yormak

iş bölümünün henüz gelişmemiş olduğu zamanlarda sanat, ahlak, felsefe, din kadrosu içinde toplanmakta idi. Değ'erİerin ayrımlaşması (Diffeerencia-veleurs)ve iş bölümünün ilerlemesi sonunda sanat, felsefe, ahlak ve bilim ve son olarak

ve eğitim dinden ayrılmıştır. Dinin Devletten veya dinden Devletin ayrılması ecletıiyatınc!ia Layiklik adını alır. Din ve Devlet kurumlarının bağımsız dur.umlarını, din ve kanaat özgürlüğünü, hatta doğuda rastlanan modernizm hareketlerini bu başlık iO]Dla,r:'na:kmümkündür.

., " ..' . , Y'.Tilrkçedeki layik sözünün. kökü fransızcadır. Bu dile yunancadan gelmiştir. Layiklik :':-"}arapç'ada. İİ~MANİYE ve yeni türkçede Din Ayrısı, Din özgenliği olarak gösterilmektc isede ";: ~\'l5Vr'i.lafmlı.içbiri tutunamamıştır. Anlamı halka, kalabalığa veya yığma ilişkin olan layik .. <'::~öiJriün: Eski Yunancadan geldiği su götürmez bir gerçek isede bu dile nereden geldiği bilin-.... ':ıl'lehi'ektedir. '.

,'~i;t:~,~:i,ı~y

dmişlerin Tevratı ibrani dilinden yunancaya çevirirken LAYİK sözündenrahiplerin ve -öz~IÜkiekendiıerini Tarırıya verenler dışında kalan halk yığınlarının kastedildiği görülmüştür. ~;.:B&çe~irmede LEVİLERE KLEROS (xAepo5) denilmekte idi. Laos veya LAİKOS (Ac.<Lxo5) {t-'~,:.d-~yirİıi.imtiyazlı bir smıf sayılari ruhban(Kleros dışmdaki kimseler için kullanılıyordu.

"i"{,.~foi;tHomeros'un eserinde bu söz seçkin insanlarınemrinde şekilsiz ve örgütsüz bir yığmı anlat ""makta olduğu sanılmaktadır .

..f. Hiristiyanlığın ilk zamanlarında kilise adamlarına yımanca KINikoi ve latince Clerice, .. ~i.ıininler topluluğuna yine yunanca

Laikoi

ve latince

LAİCİ

denirdi (ı). Fransızcadaki

t!:,a~fi!eUaii:ve iaicüme

sözleri bu kökten gelir. Bu anlamda batı dillerinde ve özellikle

ingiliz-#";,,,se~eS.EC[jLARİSM

ve

Secular

te~imleri vardır. Bu terimlerin ingiliz dilinde bugünkü

anla-"'miyhıkullanışı 1848 yılında başlar ve bu konu ilc uğraşmış olan Holyoak'a mal edilir

(2).

,:\:i.-_

Gel1çleştirmek ve çağdaş kılmak anlamına gelen to secularise bu kökten gelir. (l) Yine ;'{İngilizcede Layman ve Profane kelimeleri de layik anlamında kullanılır.

~"".".,!.~'-ı.ı>.'~.'"c ,'o'.;'

~')~:~

..-,~~:¥,,:Ş}~

_LAİKLİG.t~TANnu

.;:i'I/:.;.ta.~k~iK aslında rahip sınıfından olmayan demektir. Hıristiyanlıkta bir rühban sınıfı »:dQl,ergervardır İslamiyette ise böyle bir şey yoktur(4). İçinde bir rühban sınıfı olan dinlerde

)W,~z.li.mi'e dışında kalan kimselere Layik denir.

::~.i"ı{~ak Dr. Suat Sinanoğlu, Liıiklik adlı anouim eserde "Laik kelimesinin etymonu ve anlamları.

.:t,.

2);,E;.:R,E.) Din ve Ahlak ansiklopedisi) SecuJarism maddesi .

.•, ~ .3)' Casscl's Latin dictionnary, Secularis kelimesi.

'~'~~.,"'::~~E:~.~..:KaralOsmanlı Tarihi 5.cilt.Ankara,1954 sh'.146-149(Ccvdct Paşa,fransız elçisi !\la-rqui de ~\'IoIltier

(2)

olsam müslüman olurdum.Zira dini ishimda ruhbanlık yoktur" rlermiş.Halbuki 1?,irmüddet İstanbulda eylenelim

. Ulema sınıfının clergc tarzında olan meratibinİ öğrendim. İşte sizde bu tarikatın en ileri mertebesinde bulunuyastlnuz.

Napolyon buralara gelmediğİ eİhetle hakikatı hale mutta1i olmamıştıf,cler.Bunun üzerine Cc\'det Paşa da

"Napolyon Banapart bu meseleyi tahkik eylemiş ve güzel söylemiş; filhakika İslilmda (clerge yoktur ve '-:,iL,:>J 'J

('')\....)11

j

diye bir hadisi şerif vardır. Gördü~ünü.t: sarıkblar c1erge değillerdir. Zira onlarda bir sıratçı resıniye

ruhaniye yoktur" '

"Clerge'nin tevaİfi İsevİye haklarinda icra ettiIderi hüki.imeti ruhaniye gibi sıkı muamelelere mileli İslamiye

tahanımül eciemez"cevahını vernıiştir.

5) Prof.E.Z.Karal,Layiklik adlı anonim- kitapta Devrim ve Layiklik adlı yazı

6) Ndhit Tendar. Sosyoloji dergisi,Na LLiliklik makalesi

7) Laiklik adlı anonim eser. Sahife.44.

8) Bu tanım Laiklik adındaki anonim kitaptaNazım Poroy'un ~'Anares de la jeuncsse ).,aique"den yaptığı

çevirmeden, olduğ'u gihi alınmıştır (sayfa 37-38).

İnsanlik tarihine bir göz atacak olursak başlangıçta sanat, bilim, felsefe ve hatta devlet an-layışının din içinde old uğu ve dini köklerden geldikleri görülür. Bu yönden bazı tarihçiler ve bun-lardan Prof. Enver Ziya Karaı Layikliği bir tarih terimi olarak, din ile felsefenin, din ile bilimin; din ile sanatın ayrılmasıdır, diye tarif eder. Bu tanımda din ile devlet ayrımına işaret yoktur. Layiklik, din ile felsefe, sanat, bilim, eğitim, hukuk ve siyaset ayrımıdır, diye tanımlanırsa, hem yukardaki tanımı hem de devlet ve din ayrımını kucaklayan bir anlama varılmış olur.

(5)

Nahit Tendar, Prof. Hilmi Ziya Ülken'den mülhem yazısında Layikliği, din ve devlet işlerinin, iç ve dış aleme ayrı değer ve görev verilmesi şeklinde tanımlar

(6).

Layikligin inanış ile düşünüş ayrımı diye tanımlanması daha felsefi olur. O zaman akıı ve vicdan .özgürlükleri şeklinde bir sonuca varılmış olur ki bu da düşünüş ile inanışın ayni zamanda mevcut olabileceği (coexistence) fikrini ilham eder. Bu durumda aklın ulaşamadı?"ı yerde vicdan hükmünü vere-cektir. Böylece hem deneysel. ve hem de deney üstü metotlar, ip' .mlığın hizmetinde olacaktır.

Devrin ünlü hukukcusu olan Leon Duguit Layikliği şöyle tanımlar: Layikdevlet, din konu-sunda tamamen tarafsız blup başkanı ve memurları istedikleri dini taşımakla beraber, kendisi devlet olmak haysiyeti ile hiç bir din tutmayan ve hiç bir din töreni yapmayan ve kendi adına da yaptırmii.yan devlettir

(7).

Görülüyorki buradakonu, hukuk ve devlet teorisi yönünden ele alınmıştır.

Layiklik konusunda ünlü tarihçi ve bilgin Ernest Lavisse'in Anales de la jeunesse laıque adlı dergide layikliğe dair yayınladığı bir açıklamayı aynen buraya geçirmeyi uygun buluyoruz "Layik olmak insan fikrini görülen ufuk ile çevrelemekhatta insana rüyayı yasak ve mütemadi-yen Al1ahl arama,J<: arzusunu bertaraf eylemek değildir. Layik olmak bugünkü hayat için vazife hissini edinmektir. Layiklik şiddet göstermek, hala eski itikatların tatlılıkları içinde kapalı kalanvicdanları tahkir etmek te değildir. Geçici olan dinlere, devam edici olan insanlığı idare etmek hakkı vermemektir. Layiklik bir mabetten yahutmuhtelif mabetlerden hep birden nefret etmek de değildir, belki dinlerinilham ettiklleri garez ve ayrılık ruhu-o ruh ki, birçok şiddetle-rin, ölümlerin ve harplerin sebebi olmuştur - nu ortadan kaldırmaktır. Layik olmak insan fikrinin hareketsiz olan bir din kaidesine katlanmaması ve anlaşılmaz bir şey önünde

hakkından vaz geçmemesi ve hiç bir bilgisizliğe razı olmamasıdır. Layik olmak hayatın yaşanmaya değdiğine inanmak, bu hayatı sevmek, dünya hakkındaki (Göz yaşları vadisi) tabirini artadan kaldırmak, göz yaşlarının lüzumlu ve iyilik yapıcı olduğunu kabul etmemek, azabın bir Al1ah emri olduğuna inanmamaktır. Layiklik hiç bir sefalete, ıztıraba taraftar olmamaktır. Layik olmak üç fazilete sahip olmak demektir. Şefkat, yani insanları sevmek; Ümit, yani uzakta da olsa, adalet, sulh ve saadet rüyalarının hakikat olacağına, eskiden atalarımızın göğe bakarak beklediği şeylerin geleceğine inanmak ve İman, yani

mütamadi say ve gayreti n nihayet galebesine ka ani olmak(8)tır.»

i

1

(3)

LAYİKLİK İLKESi VE TÜRKiYE'DEKİ DURUM 37

<)f~i;',6örülÜYOrki layiklikte temel ilke din ve dünya işlerinin ayırımı olmakla beraber, bilgin-,:,e:"'i21'i:lay;layrı tanımlar yapılmıştır. Bu durum karşısında. doğrudan doğruya konunun açıkla n-.;;'i;,;:t-i~sini geçmd'; ve tanımların dar çemberi içinde kalmamak tutulacak en doğru yoldur.

"fr,.<,'i::'uA~i:mamak gerekirki layiklik ilkesi siyasi bir toplumda yaşayan insana, insanlığa yakışır .. ':: i)ii~nem veren kutsal bir ilkedir. Zira bu ilkenin tanınması ile fert düşünmek içinbir dimağa,

".~",ıri~nevı')'önünü korumak için bir vicdana kavuşmuştur

(9) .

.:~"".!.;,i'~1tıda' din ilebiıim, din ile devlet ayrıiliı Röiıesansla başlayan ve iş bölümimden ilham

',i Ki~~,bir ilkedir. Gerçekten matbaanın keşfiyle bilim, sanat ve devlet teorilerinde o kadar {il~~l~meler oldu ki bu olayları, bütün gücünü inak( doğma)lardan alan din kalıpları içinde çöz-" n\'~Y~i¥arikalmadı. Bu durum, sözü geçen konuların birer birer dinden ayrılmasını gerektirdi.

<:iiraiDiri'

ile Devletin bağlı bulundukları disiplinle~ başka başka idi. Keşif ve buluşlar ve bilimsel .ıÔ~6;:iiı;';karşısin'da artık Galilee'yi susturmak, sanatı değişmez kalıplarda hapsetmek, devlet ve

.y' .•..~. k~fu;rıı:izmetlerine dini bir nitelik tanımak savunması güç bir hal almıştı. Ne yazık ki bu yolda

.':.:,ia;:c~i1aiıen1ekler, aşırılıklar yüzünden, çok kez boşa çıkmış ve layikleşme hareketi bazan

din-..'.. '-'.""':"....,~. '.' .'',' '. .

,; sizlif''veyatanrısızlıkla birleşereksonunda bir çok bozuk şekiller ortaya çıkmıştır. Akılla nakil .".'::;ar;;:~;~'da'verilmiş olan kanlı savaşlar, devrilen saltanatlar ve çekilen işkenceler bir kenara bırak-. :;:~'i;ts~bırak-.i~yiklik iİkesi hiçte mantığın inkar edemiyeceği insani bir ilkedir. Layiklik bugünkü "'.;;,.:'ari'l.arrİıyladinsizlik değildir. Tersine, insanlık Ülküsüne karşı bir saygının ifadesidir. Layik-;r

, liğin, Doğu ve Batıda gösterdiği özellikleri ele almadan önce bu iki alemin içinde bulundukları t,

, özd, şartları belirtmekte büyük bir fayda vardır

(9).

'\

'::.'~:~1:t{~~'.':

f,:;:.;'-;~';

.ıe)

LAYİKLİaİN BATI VE DoaUDA UYGULANMA ŞANSLARı

"t.' ... ', , B~tıda din kurumunun kendine öz okulları, universiteleri ve fikirlerini yayan organları

;::;;':'.{''ardi;::

Yine bu kurumu mali yönden ayakta tutangelir kaynakları vardır. Yüzyıllardan beri

~'.,:',.', ," 'f...• ~;:''l::f; ••.' 1 '~-", . , _ -.

'., 'c1;~~~e?en gelenekleri ve yetişmiş din adamları vardır. Bütün bu şartlar layiklik ilkesinin ,,;.~~::~.~m,:olSımi,Devlet ve din kurumlarının bağımsızlıklarına hizmet etmiştir. Doğuda bu şart-.: .~~(r~~,?ır. kısmı. yoktur .. Bir takım şartlar da toplumsal ve siyasal sebebler yüzünden kaldırılmış ",..X~~~'yas~k edilmiştir: Bugünkü Türkiyede Dinin özünden gelme bir ilke, batıda dininkoruyu-. '~CUS\<oı;ıdininkoruyu-.nruhbanlığı saf dışı etmiştir Yukarıdada birazcık belirttig"imiz ıızere İslamda ruhban

ı,.. f't -< •

:' YOKt~r,Zamanında din öğrenimi yapan Medreseler kapanmış yerine anca kuzun yıllardan son-- r~~İ~a~-Hatip okulları. İlahiyat Fakültesi ve İslam enstitüleri açılmıştır. Bu bilim yuvaları

i~~~:}eterli,~lemanbulmagüçlüğV-, gerek' genel kültür seviyesinin bugünkü durumu ve gerek-.,.s5;,~?5ı;ız:iş~~~r~ötü örneklerin baskısı altında ülküsel bir verimlililde çalışamamaktadırlar, '. _:.\',,~,~~~,~~~ar,~~~ttabugÜn' bile, Dinpropogandası yapmak ve konusu din olan dernekleri kurmak _'.l~LP~~~;ıdırılmış olduğundan şüpheler uyanmakta ve din için genişleme ve yayılma imkanları

i .r~;~.~~~a ~ami1erdeki vaizlere, dini ve ahlaki konuşmalara' hasredilmektedir .

.:.:'~f:;S:

te~

a:~ıl~akta olan dinı yayınlar. ise ya yetersiz ellerde bir yobazlık propagandası olmakta

.'. ~ahu.~.d~rihayatında uzunyıllar boş kalan alanda din damgasını taşıdığından dolayı rağbet gör~~~~,~.9ir. Gerçekte bunların çoğu toplum ve birliğimiz için zararlı yayınlardır. Bundan

İn

.'-. ,,>;}Jy~t

Fakültesinin ağır başlı yayınlarını ayrı tutmak gerekir.

,j:':..

}?çvletkarışmamakve iricitmemek titizliği içinde bu gibi seviyesizyayınları hoş görmekte '. ~ır.J'blbu.ki özgür bir yayın ve irşat kurulu, Devletten daha yetkili olarak bu gibi yanlışlıkları

'. ,o,ııl

ey;e,bı)5r, Yine bu kurul toplumda ayırıci, dinde karıştırıcı ve medeniyet aleminde utandırıcı

9.e~'cedc seviyesiz yayınları denetliyebilir. ..~:~~~t'~

[/ •• ~:'.•9). 'Prof.Eıwer Ziya Karal,Liyiklik adlı anonim kitapta Devrim w Uıyiklik makalesi, Sayfa 67 (Layiklik).

(4)

II. TARİH BOYUNCA

LAYİKLİ(;İN

GELİŞMESİ

Batıda Laylkligin önemli bir şartlı ve temelli bir dayanağı olan malı kaynak bizde yalnızca Devlet bütcesinden sağlanmaktadır. Bu hem din ve devlet ayırımına hemde dinin bağımsızlığı İlkesine aykırıdır. Zira nasıl kaşkasının parasıyla geçinen bir kimsenin bağımsızlığı söz konusu olmazsa devletin yardımıyla geçinen bir kurumun da bağımsızlığı kağıt üzerinde kalır.

Batıda kilisenin yararlandığı malı kaynaklar memleketimizdz önceleri vardi ve bugün de vardır. Evkaf idaresi dindaşların bağışlarıyla kurulmuştur. Devlet bütçe gerekleri dolayısıyla bunları yönetimine almıştı. Bu O zaman için doğru bir yoldu. Fakat bugün bunu kurulacak olandin kurumuna geçirerek yalnızca mali yönden birdevlet deneti ile yetinilebilir Bu arada ihtiyaç fazlalarının tekrar kamusal kurumlara iadesi ve bağışlanması pekala mümkündür. Böyle 'yapılırsa din kurumu kendi malı kaynaklarına dayanarak daha verimli çalışmanın yolumı

bulur. Sosyolojik bakımdan dinin en önde gelen görevi, toplum fertlerini birbirine yaklaştırma kaynaştırma ve birleştirme olduğuna göre memleketteki azınlıklara karşı ve hatta başka dinlere karşı daha tatlı davranılabilir. Böylece toplulumuzda ayırıcı, kırıcı ve inkarcı bir dini tutunı yerine birlerştirici, hoşgörücü ve insanlık ülkülerine bağlı bir din hayatı başlar. Kısacası, memleketimiz de layjkEgi(l iyice y~rleşrnesi, iyi ve ye~çrli dil1.adaml,!p~y~tiştirmeye ~1rnlat y~tiŞin~''ka'd;;hafif bir'd~~l~t'd~';;~tillin'dev~~;~~:di~i ÖG~ti;;',' yayı~~~';i;;~l-;ı ~Üz-';;~;

./~_. __,~_.>< .~'_~<,• ..,,,- ••'.",,'_-"__""_""~__ """''-''',,"' __,~.,,. __.":,~~,"'"A.~''''_~,~_",,,,,,-,,_,_, -",,,,,'-'''''''-~" '," ",' _'_","," __,~.,••..._.•. ,•...,'"~_,_•. __•. ,.."_".'- ""_',"'.. _' - ...•¥".•".._".~~ ."-0'"'._.,',,,,,

"ayarlamaya ve din kurumunu, kutsallığı ve yüceliğiyle ora.ntı!!,mall iIIl!,anl~Ta kavuşturmaya

b-a~ı~-.~~"-"""-'-"""

'.. ~----_.~ ....~,-..."~....,,..

-c- '_.~._'"-''' _ ... ~ ~ ....•••...•...•

_'"---'>'~'- ,. ~

Eğer layiklik önceden kabul edilen tabiat üstü ve dini olaylardan ari bir alanı araştırmaya teşebbüs şeklinde tanımlanacaksa bunun modern kökünü batı Avrupanın orta çağ sonlarında aramak gerekir. İskolastikler, din jle bilim arasında belirtilen farkı vahye dayanan kelame yer vermekle beraber, insan aklının kabul ettiği gercekler üzerinde duran ve yanlızca fizik bilgiyi değil, Tanrı hakkında metafizik bilgiyi de kapsayan geniş bir felsefeye veya

tabii teolojiye götürürler. Her nekadar Akinalı. Thomas Okulu, aklı imam için bir başlangıç sayarak rasyonel bilgi vevahiy arasındaki çelişmeyi en aşağı hadde indirmişse de bütün iman doktrinlerinin, aklın alamıyacaği tez at (çelişme) larla dolu olduğu hakkında Duns Scotus ve Ockam'in .ileri sürüldüğü daha esaslı gör!işlerle, aklın tabiat üstü alemde değil, fakat gerçeklenmesi mümkün bir alemde çalıştığını açıklamıştır. Bundan dolayı nominalistlere göre insan aklının erişebileceği bilgi ile dini otoritelerin gerçek diye iddia ettikleri iman arasında bir sınır çizmek gerekirdi. Mes'ele, St. Thamas'ta olduğu gibi tabii teoloji ile vahye dayanan teoloji arasında bir derece farklı olmaktan çıkmış ve teoloji ile bilim arasındaki çeşit ve cins farkınainhisar etmişti. İmanla bilim arasındaki fark, protestanlığın kurucusu Luther tarafından yeni ve hatta daha önemÜ bir şekilde ifade edildi. Luther, dinitl, kurtuluş arayan fertle İsanın tarif ettiği Tanrı arasında bir münasebet olduğunu kabul ederek bütün bilgileri ve hatta tabiat üstü olayları ve Tanrı hakkında fizik ötesi bilgiyi dini hayattan hariç

tuttu.

Rasyon'alist nazariyenin ibhamından kurtulmaya çalışan din ile, dini ön yargıları bertaraf etmek gereğini duyan bilimsel görüşler arasında gittikce artan fikir ayrılıkları, çağdaş ilmin gelişmesine bir zemin hazırlamıştır. Kuzey Avrupanın muhtelif ülkelerinde reform hareketlerinin başarısı, rasyonalizmin kabul etmediği imanı kıvamlı kılma ya hizmet ederken, Duns Scotus ve Ockham'ın daha önce sönük olarak gösterdikleri akl1 esaslara göre araştırma yolu, İtalyan Rönesansının bilgin ve felsefecileri tarafından çok ileri bir merhaleye kadar geliştiriidi. Bunların, doğrudan doğruya tabiat ve insanla ilgili çok yönlü olaylara karşı gösterdikleri yorulmak bilmeyen ilgi, öbür dünya işlerine dalmanın ve dini inançların

zayıf-MEHMET TAPLAMACIOGLU 38 i:

'!

i

'L

(5)

LAYİKLiK iLKESi VE TÜRKiYE'DEKi DURUM 39

la;"a~ına sebep olmuştur. Ancak Rönesansın büyük hizmetlerine rağmen laikliğin ilerleme ve '. gelişmeSi 17. yüzyıla kadar gereği gibi selabet bulmamıştı. Dekart, Hobbes, Spinoza ve " Leibniz'in şümulıu mctafizik sistemleri, kainatın gerçek portresini bilimsel ilkeler üzerinde

kurmak konusunda ilk esaslı teşebbüslerdir. Bu türlü araştırmayı devam ettirmek ve geniş . le~riı~k amaciyla IS.ci yüzyıl laikliğin önemini metafizik terimlerle açıklamaktan ziyade onu ya~~ş yavaş bilimin dahaçok tecrübeye dayanan kesin ve pratik sonuçlarıyle belirtmeye çalı~tı;. Bilimin sınırlarını bu şekilde derece derece genişletmek çabası, tam ifadesini Didero ve D~Alambert'inAnsiklopedisi(Encyclopedie de Diderot et d' Alembert) nde buldu,

. Eğer layiklik, felsefi anlamda teolojiye ait ve netice itibarile metafizik ile ilgili mutlak ve ev~ensel görüşlerin aleyhine bir ayaklanma şeklinde' yorumlanabilirse ayni hareket sosyal. ve siyasalkurumlar için de varıttir. Akinalı Thomas. Devleti en iyi şeklinde bile olumsuz bir . ku'rum. ol~rak gören St. Augustinin geleneksel görüşünden ayrılarak bunun tam aksine,

tıe~lete olumlu görevler verildiğini iddia etti. Bu görevler, öbür dünyada kurtuluş için gerekli ~Iarı 'Özelşartları bu dünyada devam ettirmektir. Bundan başka, Egemenlik (İmperium) ile ruhbanl;k (Sacerdotium) arasında uzayıp giden çatışmanın son safhalarında Dante gibi bir takım layik egilimli düşünürler hükümdarın iktidarı yanlızca kendi hükümranlıkhakkı için 'kullanmağayetkili olduğutezini ileri sürmüşlerdir, Bununla beraber, genel olarakOrta çağın

sonuna kiıdar geçerlikte olan düşünceye göre Kilise insanlığın ebedi refahı üzerindeki mutlak koruyuculuk yetkisine dayanarak, sadece insanların yer yüzündeki geçici varlığını düzenliye'ı Devlete nazaran bir önceliğe hak kazanmıştı,

, .. ,felsefealanında olduğu kadar siyaset alanında da Rönesans'1ayilik doğrultusunda yeni .. bi,' aşamaya işaret sayılır. Buna Karşılık reform hareketi, kilise ve öbür dünya inançlarıyla

oj- •••..

jIgiJi eski durıımları devam ettirmek eğilimini göstermiştir. Machiavelli(Makyavel)ve onun pek ço~ s:ıyıdaki öğrencileri hükümdarın Devleti kendi kanunlarına göre yönetmek konusundaki Ödevi,nikuvvetlebelirttikleri halde Lüter(Luther),dünya kurumlarınındin kurumlarına bağl~

01-. ması~ı/~alven(Calvin) ise Eski Sözleşme örneklerine göre Teokratik bir yönetim tipini yenid' en ~~rup ca'iılandırma gereğini ileri sürmüştü. 17. inci yüzyılın, gerek siyasi ve gerekse metafizik sis-temlerinde üstUıi gelen nitelik layiklikdi. Bu doğrultuda en büyük kuvvet Stoacılarca tutulan ve desteklenen TABİİ HUKUK'UN Althusius, Grotius ve Hobbes tarafından canlandırılması v~.sisteı,nli olarak geliştirilmesidir. Yeni rasyonalist yorumlara göre Devletin varlık sebebi ve gö;evi Deney Üstü (Transcendantal) ve kendi gerçekliğini aşkın olmaktan daha çok, özüne ayrılmaz ve kopmaz bağlarla bağlı içkin(Immanent) tertimlerle anlatılır ve nitelendirilir. Böylec.e. Evrensel Kilise anlayışını karşılamak üzere, ortaya çıkan Orta çağın Eski Evrensel İmparatorluk doktrini yerine, bağımsız eğemen devlet görüşü doğmuştur. Evrensellik niteliği t~şıy~~ Tabii f!ukuk, özel bir takım amaçlar güden Devlet tarafından ortaya atılmış ve kullan-ılmıştır. Şüphesiz bu özel amaçlar Kilise devletinin amaçlarına açıkça aykırı idi. Bununla beraber Im ulıısal amaçlar rasyonelolan siyasi ilkelerin bugünkü uygulamalarında sonuçlandırıcı etken-lenFr. Bu anlamda özel bir siyasi sisteme uyarlanmasında, bu ilkeler bazı değişiklikler gösterir. ~ı..ı:eni görüş Montesquieu ile siyasi izafilik konusunda meydana çıkmıştırki bu izafilik teolojik ıd,dı?-ıa:rla taban tabana zıttır. Zira Teoloji mutlak ve evrensel gerçeği iddia ettiği halde siyasi formüller,., .. 'ancak bu m tl k". u a ve evrenseigerçegın-- d' --egışen çeşıt erını nazara. i . . a ır ve o sure ıçıni .". . de geçerlıktc kalır. böylece metafizik bir tabii kanun devrinden sonralayikliğin tesir ve kuvveti, ort~ ç?-ğdüşüncesinin bir özelliği olan.evrensel formülü reddetmiş ve en açıkmetotlara güven-cr;k,ferdi olayları anlamaya ve toplum me'e1elerinde daha özel bir araştırmaya yönelmiştir

~'. Bu infiratcılığin yanı başında 18. in'cİ yüzyılın ikinci yarısında AYDINLANMA DEVRİ

ı

(Sıeclcde Lumil:res)diye bilinen evrensellik(Universalisme)in yeni bir layik tipi meydana çıktı.

(6)

10) DCİ7.m,.teizmin karşıtı olup vahyi rcdded~rek y~lnızcaTanrının varlığına ve tabii dine inanır: Ruso gibi,

MEHMET TAPLAMACIOGLU

40

olarak düşünülmekte idi. Bu insani felsefenin temelleri üzerinde sistematik fikir ve değerlerle 17.inci yüzyılın Tabii Kanun doktrinleri gelişmiştir. Bu fikir ve değerler bütün dünyada uygulanabilen ve bütün uluslarda geçerliği olan bir takım hukuk ilkelerinden çıkmıştır. Bu hukuk; insani evrenselliğin(universalisme Humanitaire) i9,cu yüzyılda sosyalist teorilcrde ve özellikle proleteryanın uluslararası bir doğrultuda çalışan ve bütün insanlığı içine alan bir

teşkilat kurma teşebbüsünde ,devam edegelmiştir. Aynı zamanda uluslar arasındaki te-mel eşitsizlik ve kaçınılmaz yarışma(rekabet)larla ilgili relativist doktrinleriyle, fransız devrim-inden beri gün geçtikce önem kazanan milliyetçilik teorileri üzerindeki etkisini devam ettirmiştir.

Gerek bilimsel ve akli ve gerekse siyasi yönlerinde -layikliğin geçirdiği çeşitli evrelerle muhtelif memleketlerde ortayaçıkan layik gruplar ve bu sürecin içinde meydana gel diğ-i değişik şekillerin sosyolojik terimlerle bağlılaşmış olması gerekir. Layik kimse ile rahip statüleri arasında kilise bakımından mevcut olan ayırımın menşei Akinalı Thomas'tan 13.CÜ yüzyıl papalarına kadar çıkar. Rahip( derc), kilise doktrinin öğreticisi ve yorumcusu olarak, iş icabı, dinin akidelerinibilmekte çok yetkili olmak zorunda idi. Bu ise rahip olmayan bir kimse için en az aranan bir niteliktir.Böyle bir kimseden din konusunda gereğinden fazla bir şey beklen-miyardu. Layik kişinin (Laic) mensup olduğu dinle ilgili doğmalarının esaslarını bir az bildiği ve kendikavrayışını aşan diğer konularda da kilise ve cemaatın söylediklerine kulak verip onlara kapalıca bağlandığı müdd'etçe bir şikayet söz konu olmazdı. Ruhban dan olmayan kimsenin din, konularında nisbeten yetersiz olması bağışlanırdı.

Bu durum reform hareketiyle kökten değişmiş bulunuyordu. Bir yandan kilise doktrininin, kutsal kitap ve onun resmi bildirisine hasredilmesiyle din orta çapta bir layik kişinin anlıyacağı şekilde lüzumsuz geleneklerden ayıklanmıştı. Öte yandan kutsallama törenleri(sacrements) üzerinde rühban, tekelciliği kökünden yokedilmişti. Kilise, Inass'ları üzerindeki yor umun özel toplum gruplarından alınarak cemaata geri verilmesi gereği Kalven sisteminde(calvinisme) açıkca belirtilmişti. Kalven iman erkanında (Artides de foi) cemaat üyelerinin her birine tam ve açık bir bilgi edinmeyi emrediyordu. Bu Konudaki katolik ve protestan karşıtlığı-, reforma - muhalif olan harekette kendini gösterir. Nitekim bir Jezvit rahibi olan Suarez, din adamı

olmayan kimselerin doktrinde üstünkörü bir bilği edinmesini yeter saymaktadır.

Kilisenin rühban olmayan zümrelere karşı takındığıtutumların birbirini tutmaması ve çoğu zaman bir birine zıt olması yüzünden protestan memleketlerdeki layiklik, şekil yönünden, katolik mamleketlerinkinden farklıdır. Protestan memleketlerde l"yikliğin yeni bir tipi gelişmiş-tir. Buralarda Layik bir kimse Eski Sözleşme dotrinIerinin etkisini devam ettirmeye çalışır. Burada dini cemaatın bir üyesi günlük hayata bir yurttaş gibi ve toplumun bir üyesi olarak, katılmaktadır. Toplum ve din ülkülerini özdeş kılma işi başlanğıçta layikliğin gelişmesini geciktirmiştir. Bununla beraber az sonra çeşitli mezhep ve dinler arasındaki sert çatışma, takışma ve savaşmaların bir sonucu olarak, mensup oldukları kilise ne olursaolsun, ,bütün vat;ı.ndaşların üzerinde uyuştukları Konularda siyasi otoritenin, bazı esasları denetlernesi zo-runlu bir hal aldı. Bazı durumlarda bu temel unsurlar, Tabii Hukuka dayanan toplumun felsefi teorisinde bulunmuş; başka hallerde ise bunlar tabii bir deistik dinde (ı0) yahut bütün hiristiyan kiliselerinin kabul edeceği hiristiyanlığın aklileştırılmış bir şeklinde bulunmuştur. Groçyus (Grotius) birtakım hukuk ilkelerini geliştirmişti. Yazar bu ilkelerin dini inançlardan uzak olarak doğru olduklarını ve bir geçerlik taşıdıklarını iddia etmişti. Herbert Cherbury evrensel nitelikte bir rasyonel din için açık ve kesin bir ölçüt (kistas)bulmuştu. Almanyada Sebastian Franck ve Hollandada Coornhert hjristiyan akidesi(inancı)ile Ahlak ilkelerini birinden ayırma-ya çalışmışlardır. Denenmişolan uzlaştırma tiplerinin hepsinde ayni bütünün parçaları vardır.

: i

I ! i: ! 1:1

,I,

'i i'

(7)

41

LAYİKLİK iLKESİ VE TÜRKİYE'DEKİ DURUM

;! ...,;;';"',ı,¥'.

Özellikle RÖl1esans Hümanizmasl(Humanisme de la Renaissance),stoacıların Tabii Kanunları ve Erasm'ın hiristiyanlık görüşü, ilkönce, bir ahlak sistemi olarak görülmüştü. Bu çeşitli parça-lari tekparça bir düzen içinde birleştiren Locke bu konuda uygulanabilen bir anlaşma alanı bulabilmişti. Locke'ul1 halefleri üstadlarının gittiği yolu izlemişlerdir. İn(ülin gerçek anlamının evrensel nitelikteki Tabii Hukuku isbat etmekte saklı olduğu hakkındaki esas önermeyi ele alan Locke'ın halefIeri gerçekten bir dinihoşgörürlük zihniyetini geliştirmişlerdir. Bu hoşgörörlük Jl1ezheplerin yan yana ve ortaklaşa bir barış havası içinde çalışmalarına yol vermekle kalmamış 'aynı zamanda bu hoş görürlük hıriStiyan olmayan dinlere de tClmil edilmişti.

Fransa, daha aşağı bir derecede olmakla beraber, başka katolik memeleketlerinden farklı bir yol tutulmuştur. İngiliz layiği(Layman) mezhebi kanaatlarını kendileriyleyeni bir Burjuva Ekonomisi çerçevesinde işbirliği yapmak zorunda kaldıkları diğer mezhep temsilcilerini .' gücendirmeyecek derecede hafifIettiği halde Fransız layiği kendisini tanımayan bir politikaya bağlı kilise içinde ta başlangıçta çok hayati bir rol oynamayı hedef tutmuştu. Böylece fran-siz lilyiği lansenist harekette (ll) yeralmış olup i 7. ve ıa. yüzyılın başında ortaya 'çıkan çok şiddetli teolojik çatışmalara büyük bir saldırgan lıkla katılmıştır. Bununla beraber katolik kilisesi, amatör için olduğu kadar iyi eğitim görmüş rahip için de kolayca anlaşılabilir ve kavranabilir bir takım doktrinl~ri kabuldençekinmiştir. Açık olan inaklar yavaşyava~ gelişir ve pürüzleri gider. Fakat kilisenin mutlak yetki ve otoritesi altın,da -bulunması gereken inakların kapalı olan özü çok kutsal (Socro-saint) sayılırdı. Bu şartlar altında bir katolik layigi için gidilecek biricikyol, problem ve faali-yetlerini kilisenin yarğı yetkisi olmayan bir alana nakletmekten ibaretti. Bir Mez-hep taraftar ve mensubunun layik hayatta dini inanışlarını devam ettidiği ingiltere ve başka protestan memleketlerde olduğu gibi katülik memleketlerde dünya ve din işleri ayrım ve . ikiliği henüz çözülmemiş olduğundan kendini zorla kabul ettiren katolik ülkelerin layik insanı

yönünü toplumsal ve siyasal alana çevirmiştir. Katolik kilisesi, teolojik mes'elelere papaz oımayanları~ katılmasını hoş görmediğinden Lilyik kimseler de rühban sınıfının layik işlere

¥::ıtılı:nasınısıkı'bir şekilde önlemiş ve yasak etmişlerdir. Son bir ayarlama ile layik kişiler dünya işlerinin görüşülmesinde teoloji k nitelikteki önsel yarğılara başvurmayı reddederler. Fransada layikliğin gelişmesi, teoloji ve rühban aleyhtarlığı bakımıridan orta sınıfın kalkınmasıyla ikiz gitmekt.-:diL Kültürlü Burjuva sınıfı, ıayik kimseler olarak kilisede kendileri için bir yer bul-'aa.ıadıklarindan ve kilise doktrininin sıkı disiplinine dayanamadıklarlndan kiliseyi toptan ~terk etmişlerdir. Böylece Fransız Layikleri geleneklere bağlı dinadamlarının inançlanna gün " geçtikce, şiddeti, artan bir saldırganlığın öncüleri olmuşlardır. Kilise bir dereceye kadar iki alana değğin görüşleri bilinçli olarak devamlı kılmak üzere bu türlü layik hareketleri hoşgöre-bilir, Fakat. yenilayik grupların kilise inaklarına saygı göstermek niyetinde olmadıklerı ve layik bilimin' dini gelenekler, inanç ve inaklar ve vahiyler üzerinde şüpheler uyandırmış olduğundan çatışma ve anlaşmazlık kaçınılmaz bir hal aldı. Eleştirme metotlarını kullanmada layiklerin sağladıkları büyük kolaylık ve açıklık sayesinde hıristiyanlık faraziyeleri, gayrı şahsi f~ls~fe soyutlamaları içinde yavaş yavaş zayıflamaktadır. kilise ve dini otorite layikliğin bütün duşuşnc~ ve iş alanlarına yayılmasını önliyecek durumda değildi. Bununla beraber layikliğin sa~d~rga~ ,bir tutum takınmadığı yerlerde bile kilisenin durumu zayıflamış ve şohreti gölgelen-mıştl ..~ılısenin tanrısal bir tekel kurduğu geleneksel obür dunya fikri zamanla anlamını kay betmıştı.

:"',' Yabancı cevrelerde metafizik ve teolojik şekillerden ayırt edilen bu türlü layikliğ'in

yayılması hayatta dog-rud d - hk'k b'k'" k" i i'" i '

b' - _ an ogruya ta ı ve tat i imum un o an unsur ar uzerınde tek e cı

;;r~etk~ 'yapar.~!rL~.., ' Fonteneııe, Montesqieu ve Helvetius gibi realist filozoflar, deneysel alandaki

.Ja:ıscnizm.KatoJik papazıJanscnius'un kaderi tanıyan ve cuz'İ iradeyi kökünden j'nkarcoeri mezhep akidcsi

(8)

MEHMET TAPLAMAClOGLU

araştırmaları doğrulayarak, kilise ce öbür dünya konusunda teklif edilen tip etrafında toplanan idealizm ve utopia'yı konu dışına atmışlardır. Fakat bunlar bu realist laiklikle yan yana ve dinle ayni nitelikte olan bir takım eski Ülküsel elemanları layik ,alanda devam ettirmek eğilimini geliştirmişlerdir. Fransız devriminden önceki yıllarda olgunlaşan ve bu tarihte başlıyarak bütün dünyaya yayılan dünyevi idealizmin bu tipi eski çağfilozoflarından gelmekte-dir. Bu filozoflar mutlak bir tabii hukuk ortaya atmışlardır. Bu Tabii hukuk başlangıçta her yerde geçerlik sağlamışsa damevzu hukukun(yani bir devlet tarafından konulan hukuk) hükümleriyle uzun zamandanberi kösteklenmiş ve de~iştirilmişlerdir. Katolik kilisesi bu

doktrini Stoacı şeklile ele alarak bundaki bazı aykırılıklara işaret etmiştir. Bu aykırılıkları, dünyada mevcut olan kurumlarla asli suç konusunda uygulanan salt tabii hukuk arasındaki bütün safahalarda gözlernek mümkündür. Fakat Çağdaş hayatta asli suç kavramı, önemini kaybetmiş velayik zümre ile jczvitler gibi nüfuzlu ve güçlü kilise grupları arasında daha dengeli bir tabii düzen(Ordre naturel) başlamıştır. Rousseau ve Mabley'in ellerinde tabii hukuk doktrinleri fransız Devriminin önderleri ve siyasi yazarları üzerinde derin bir etki yaparak devriınci ve bozguncu bir önem kazanmıştır.

Fransız Devrimininönder ve peygamberlerince ilan edildiği üzere insan ve toplum mut-luluğunun ülküsü yalnız fransız Burjuvavazisine değil, ayni zamanda bütün memleketlerdeki büyük gruplara bir biçim vermekte ve örneklik yapmakta devam etti. Katolikler kadar protes-tanlar da aydın, metotlarla bu dünya için en büyük toplumsal adalet ve esenliği kurmayı kararlaştırdılar. İdealizmin bu layikleşmiş kuvveti büyük ölçüde bilimle sıkı bağlan tısından ileri g~lir. Bilimsel ve toplumsallayikliğin birleşmesinde harcanan çabalar orta çağdan beri gittikçe artan bir hızla mantıki olan en yüksek der~cesini bulmuştur.

4,2

"

ii

i

III. BATI

DÜNYASINDA

LAyıKLlc]

DOCURAN

OLAYLAR

i

i

t

Yukarıdakiaçıklamalardan 18. yüzyıla gelinceye kadar Devletin dini bir temele bağlanm Iş olduğu anlaşıl;yor. Hükümdar nazari olarak yetkisini doğrudan doğruya Tanrıdan aldığı için ancak ona karşı sorumludur. Zira bütün güç Tanrıdadır(Omnis Potestas aDei). Devletin resmi dininde olmıyanlar için siyasi bir hak tanımaz dı. İngiltere ve Prusya bir dereceye kadar özgür ülkelerdi.,

Buna rağmen genel manzara yukarıdaki şemada olduğu gibiydi. Layikliğin gelişmesi bakıınından 18. yüzyılın ikinei yarısı çok ilgi çekicidir. Layiklik konusunda biri Amerika, Ötekisi Fransada patlak veren iki büyük devrimden söz açmak gerekir. Rönesansın sanat \Te

bilimde, reformun ise din ve siyasette yapmış olduğu değişmeleri bu iki Devrim siyaset ve Dev-

'!l1

letanlayışında yapmış ve gerçekleştirmiştir. Çağımızın kutsal bir ilkesi sayılan Layiklik asıl

ilf

kuvvet ve kaynağını bu iki olaydan almıştır. Şimdi bunlara kısaca bir göz atalım:

tı'

A)

,AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİNDEKİ DEVRİM ANLAyışı:' '"e,',','

Bu memleketteki Devrim, bağımsızlık savaşı ve anayasa çalışmaları olarak gözükmektedir

'il

Burada Devrimlerin bütün yönlerini açıklamak söz konusu değildir. Sadece layiklik ve din

fii:'

özgürlüğü ile ilgili değişmeler ele alınacaktır. Bunlar 1776 yılında yayınlanmış olan İriasan

't,~'

Hakları Beyannamesinden ilham alırlar. Fransızlar buna (Declaration des droits de l'homme), 'IJ anglosaksonlar(Human Rights) derler. Amerikan Anayasasının di111eilgili maddeleri şunlardır: &,1,'.:,',11

i Parlamento bir din kurmak veya din özgürlüğünü kaldırmakiçin kanun yapamaz.

't~

(Anayasa Ek. Madde 1.). Bu hüküm Fedaral Hükümet kadar sayısı 49 u bulan Federe devlet-

b~'

leri de bağlar.

jr

Şidd:tl::ıe~:~

:~~t

:ca::~:a ~:ri~:r~I~~71~:~~ .ö~:~ ::sb~~ ~~i:e:~~~dgae~:~:::~:ıin~:vev~::t~i;ll

(9)

43

LAYİKLİK İLKESİvE TÜRKİYE'DEKİ DURUM

[f':,~:.;f';3":-

Amerikan kongresi hiçbir zaman bir dini hakim din olarak ilan edemez, ve herhangi

?',~:::i;ii:dibin iblldet ve dini törenlerinin serbestçe yapılmasını yasak eden bir kanun yaymlayamaz. :r~~.(il~;'son madde jeffeson'un tesiriyle konmuştur,)

,.;';' '~:r:;

'lhırada insan hakları beyannamesi ile Anayasa maddeleri o kadar açıktır ki hiçbir yorumu

?

":,ig6~~kdr!ll,ez,

): ;/.4'(',,":8Y

1789 FRANSIZ DEVRİMİ

:'} ,'::";"~;'FransızDevrimi bir çok yönlerden konuyu ilgilendirir. Bu bakımdan üzerinde durulmağa '-''':,:J~i~r.Zira buDevrimden layik bir din anlayışı ve Anayasaya bağlı bir devlet düzeni doğmuştur

:'GerçiAmerika bu işlere Fransadan daha önce başlamış, Hatta İngiltere bu konuda çok tipik ::;-:,~~~u'lainalar yapmış ise de Toplum ve siyaset alaiunda dünya ölçüsündeki değişmeleri fransız

" '/'RevriIIiine' borçluyuz.

"::/6~~~iı:nden. önce Fransada devlet kıralcı, hükümet dinci ve memleket anayasasızdı. Kıral yetkilerini ,:).?f~.iırıdan aldığını savunur ve rühbana dayanırdı. Bazı kırallar"devlet benim (VEtat c'est moi) ••; .",.~iye~ek kadar aşırı iddialara girişmişlerdi. Devlet otoritesinin karşısında ,en güçlü kurum ;,:,p~pazların kurduğu din dernekleriydi. Bu derneklere batı dilinde (Congregation) derler.

;>

':'B~nlar medeni hukukta rastlanan cemiyet ve derneklerden farklı idiler. Bu derneklere giren :Y+~:'Üye'ie~j)aşka derneklerden farklı olarak bir adak-(voeu) adarlardL üye derneğe girmekle ya

,/:~'iiJ(üry~

fakirlik yahut bağlılık nezrederdi. Zengin derneğe girmekle varını yoğunu ona bırakır;

':;"?~?J<sul ise'bütün varlığıyla derneğe bağlanır ve kilisenin bir kölesi olurdu. Bu yol derneği hem ı;-',":;~~:~~gi~leştiriyor,hem de kuvvetlendiriyordu. Böylece devrim arifesinde karşıt kuvvetler ~.'>~gla.raL(Kırallık ve din dernekleri bulunmakta'idi

i;',;',.;;.,£;;;<fra'nsada bir de sınıfları temsil eden meclis vardı ki bunun adı Sınıjlar Meclisi (Etats :,',~,,;2~rıerimx) idi. Bu meclis olağan üstü veya vergi koymak için kıraim çağrısıyle toplanırdL [f,:H.?C"yLLuis 1789 tarihinde bı.{meclisi topladı. Meclis, papaz, avukat, öğretmen, asilzade gibi [>;:.;:;t~~~;:re.nküyelerden kurulmakla beraber aralarında iki konuda fikir birliği vardı' Bir kere, k'~;::~~p~~){Jr<ı}ınkeyfid~vranış ve yolsuzluklarından şikayet ediyorlardı, Bu yÖnden üyelerin hemen .,}.~.ep~rkıraı ve y(inetım aleyhtarı idiler. ikinci olarak XVIILyüzyılın yüzünü ağartan büyük ;'0:d;,n.!?~~garın hak, özgürlük ve eşitlik konusundaki fikirlerini benimsemişlerdi. Kıral durumu anla-• ~Y~~,c,<ı;..~eclisidağıtmak istedi. Bu sırada Mirabeau ateşli bir hitabesiyle haberi getirene, millet

',if~.?e~iy!etoplandıklarından kendilerini ancak süngü kuvvetinin çıkarabileceğini hatırlatarak / ~1ifa/tuttu. Bunun üzerine Meclis işi ele aldı (12)

., .:.',\m ..,.~I."clisherşeyden önce memlekete bir ana yasa vermek amacında idi. Bu sebeple kurucu-.,:•.. ı.';\:,':~;c,W;j (Assemblee Constituante) adını aldı. Meclis anayasadan önce 3 kasım 1789 tarihli ~'i~¥d:.~,':~e!Ur!!aşhakları beyannamesini(Declaration des droits de l'homme et du citoyen)yayınladı.

,,> ~~.?eyannameniri bir çok yönleri vardır. Bunlardan biri ele bizi ilgilendiren din konusudur (13)

".' ",~'?-;itı~~~!1~n,

hükümleriyle sağlanmış olan kamu q.üzeninİ. bozmamak şartiyle hiçbir kimse,

,~,~~i:de:olsa, kanaatlarından dolayı tetirgin edilmemelidir(Nul ne doit etre iriquiete pour ses

-;~,.,,':P!I1I?,!1s,__

\meme reliligieuses, pour vu que leur manifestation ne trouble pas l'ordre ;,~~bl!~!,~;a~li par la loi.) Fransadaki bu hareket iki cepheli idi. Bir yandan kırallığa karşı bir ,,~>;<ıkl;nma~öte yandan rühbana Ve dolayısiyla papaya ve onun nüfuzuna karşı bir rest çekmek-_-..t~";:_Kı!~ıbu durumu hiç bir yolla önliyemediği gibi kaçarken de yakalandı ve idam edildi:

; £evriT' sıra~ırida bii- çok suçsuz kimselerin kanları akıtıldı.Devrimciler bu sırada bayağı kana .\:~.~:~.~lşl;ı~dl;Okadar ki bunlardan birisi mezar taşına şu sözleri Kazdırmıştı: Yolcu benim

'"olumümeag'lamaçu"nk"b 'I i ""i k' (P tl' .. ,.

;,!__"~};'-;'r~_;~':~-::;,-..;-" .. ' li ensago saycım sen o ece tın assan

nepeurcpasma.ffiort,slJc-,.C ':'icT2)'ı\1ira1:ı~au haber' .,I' 1 ' . . \11 d' -.

,:'" ';' "J\::-,";,/~:: ,_ ,'_.' _cıye şoy e soyemıştı: 1- ez ıre a votre maıtre que nous somnıcs içipar lavolonıe du

pe-;.•.~t.~Je_;.~~-jnOu~.ı:ı'ensortirons quc-par la foice des baİonnettes"

(10)

44

MEHMET TAPLAMACIOOLU 'j

tais vivarit tu sera is mart.) Kurucular meclisinin ilk işi rühbanı bir sivil teşekkül (Constitution civile du clerge) haline sokmak oldu, Bunun için 88 maddelikbir kararname çıkarıldı. Bu karar-nameye göre papazlar memurlaştırılmakta idi. Papazlar öteki memurlar gibi seçimle atanacak-lardı.Bu seçimleri iki metrapolit katral edecekti. Metropolitin kararı sivil mahkemelerde son ola-rak hükme bağlanacaktı. Seçimi yapacaklar arasında protestanlar bulunduğu gibi yahudiler bile vardı. Rühbamn aylıkları da bir kararnameye bağlanmıştı. Fakat bu seçimin ananması işlerinde papamn sözü bilegeçmiyordu.Kurucular meclisinin aldığı bu kararlar tarafsız bir gözle incelenecek olursa bunlara toplumsal ve hukuki yönlerden takışılabilir. Toplumsal yönden, meclisin gösterdiği bu tepki normalsınırları aşmış ve devrimcileri saldırgan bir duruma getirmişti. Hukuki bakımdan da işte aykırılık vard.ı, zira meclisin aldığı karar kilise hukukuna (Drait canonique)aykırı idi.Bundan başkaBirinci François ile papa arasında yapılmış olan konkordata iki taraflı olduğundan, hükümleri devletler hukuku gerekimlerine göre, ancak iki tarafın iradeleriyle değiştirilebilirdi. Halbuki kurucular meclisi bunu tek tarafli olarak bozmuştu Rühbanın büyük coğunluğu meclisin bu kararını tanımak istemediler. Meclis rühban muhale-fetini yenmek için devlete sadakat ve bağlılık yeminini mecburi kıldı. (14) Bunun üzerine, papazların bii' kısmı, işleri bıraktığından bir çok kiliseler papazsız kaldı. Bu hareket Fransaya öz saldırgan layıklık diye vasıflandıracağımız hareketin önemli ve tipik bir aşamasıdır. Kuru--cular meclisi bir anayasa yaptıktan sonra dağıımıştı. Yerine kanun koyucular meclisi(Assemblee Legislative) geldi. Bu da yerini daha geniş bir anayasa yapmak üzere konvansiyon meclisine (Convention nationale) bıraktı. Konvansiyon, geniş bir anayasa yaptı. fakat bu uygulanmad;. Bu arada devrim de almış yürümüştü. Kan gövdeyi götürüyordu. Ünlü bir general bu dur-umdan yararlandı. Napolyon İdareyi ele aldıktan sonra ilk önce papalık makamıyla anlaşarak 1802 tarihinde bir konkordata imzaladı. Böylece Napolyon ilk meclisin attığı adımı geri almış ve nüfuzunu arttırmak amacını gütmüştü. ikinci aşamada Napolyon kendine uygun bir anayasa yaptlrdı. Fakat artık durumun değiştiğini kendisi de anlamış olacakki yapılan anayasada Fransanın resmi dini, kataliktir cümlesi yerine Fransada çoğunluğun dini kataliktir maddesini koydurdu. Napolyon'un bu hareketi gerici ve geriletici bir hareket olarakvasıflandırılabilir. Konkordata rejimi Fransada din ve kilisenin ayrılması hakkındaki 1905 tarihli kanuna kadar devam etmiştir. Napolyondan sonra yine tahta Burbon hancdanından XVIILLouis gelmişti. Fakat durum o'kadar değişmişti ki eskiye dönmeyi ne memleket hazmedecek durumda idi ne de böyle bir şey meclisten geçebilirdi. Nitekim Napolyon anayasası yerine yapılan anayasada dinin katolik olacağı açıklanmakla beraber ayni anayasanın beşinci maddesinde herkesin dinini eşit bir özgürlükle taşıyacağı ve törenyapmak için ayni himayeyi göreceği belirtiliyordu. O kadar ki X Charles'dan sonra gelen 'Orlean hanedamndan Louis Philipe ilan ettiği yeni anayasadan devlet dini ile ilgili sözleri bile çıkarmıştı.Böylece layiklik anlayışı ve vicdan özgür-lüğü artık kağıttan kalplere dökülmüş ve benimsenmişti.

1848 de kurulan ILCumhuriyet ve 1871 de kurulan III. Cumhuriyette layiklik ilkesinde sürekli ilerlemeler görülmüştür. Yalnız meclisler değil, bilginlerde bu alanda bazı düşünceler ortaya atmış ve ilkeyi savunmuşlardı. IILcumhuriyette en fazla bu konu üzerinde duran dev-let adamı ünlühatip Gambetta'dır. Jules Simon, Jules Ferry, Clemenceau, Emile Zola da bu aradadır.

C)

DİN VE DEVLET AYRlMINA İLİşKİN

9

ARALIK

1905

KANUNU

Bu gün uygulanmakta olanlayiklik ilkesi kaynağını kilise ve devletin ayrımı üzerindeki Kanun(La loi sur la separation des Eglises et de I' Etat)dan almaktadır. Bu kanun o zamana

14) Bağlılık veya sadakat yemini söyle idi: Fransv: yurttaşları bütünlüğünün eğemenliğini tanır ve Cumhuriyet

kanunlarına itaat ve bağlılığı vaat e-derim(Je reconnaİs que l'universalite des citoyens français cst le souvcrain

(11)

45

LAYİKLİK İLKESİ VE TÜRKİYE'DEKİ DURUM

'kadar uygulana gelen Napolyon konkordatosunu tek taraflı olarak feshediyordu. Bu kanunun çıkarılmasında iki türlü sebep vardı. (Uzak ve yakın sebebier) Katolik kilisesinin merkezieş-me,si ve layikliğin gelişmesi uzak sebebler arasındadır. Katolik kilisesi Vatikan konsilinin deneti altında gün geçtikee merkezleşen bir yol tutmuştu. Buna karşılık Fransada kamu hizmet-le'ri gün geçtikçelayikleşmekte idi: Birbirine zıt olarak gelişen bu iki akım Fransaba din ve ' 'devlet ayrımına yol açmıştır. Fakat bu ayrımın asıl sebebini daha çok yakın olaylarda aramak

Jğı:~ekir. Yakın sebeplerin başında papanın cumhurbaşkanı Mr. Loubet'nin Romaya yapacağı

geziyi protesto etmesidir. İkinci sebep, papalığın iki Fransız papazını istifaya zorlamasıdır (15). Projenin rapörtörlüğünü yapan meşhur Aristide Briand bu yakın sebeplerin nazara alınmadığını o zaman şu sözlerle ifade etmişti: Kilisenin devletten ayrılmasını, siyasi kinlerimizi ;'~ya katolik düşmanlığımızı gidermek için değil, fakat muhtelif din mensupları arasında barışı . sailayaeak olan yeğane rejimi kurmak için uygun bulmaktayız.

Bir, çok tartışmalardan sonra bu tasarının bel kemiği olan iki ilke kalıul edildi. Birinci ilke, kamu düzenine aykırı olmamak şartıyla cumhuriyetin din, vicdan ve tören özgürlüğünü garanti etmesidir; ikinci ilke cumhuriyetin hiç bir dini tanımaması, hiç bir dine yardım etmemesi ve ~1içbir dine bütçesinden ödenek ayırmamasıdır.

{'; Kanun çıktıktan sonra papa,U şubat 1905 tarihli şiddetli bir bildiri yayınladı. Bu bildiride şlj'esaslar vardı: Din ve devlet ayrımı en büyük bir hatadır. Bu ayrım tanrıya hakaret sayılır. Bu, ayırım tanrının kurmuş olduğu düzeni altüst eder. Ve son olarak bu ayırım dünyevi cem aa-!;a" da büyük zararlar verir (16).

Kanun un getirdiği yenilikler şöyle sıralanır:

i ~ Devlet Hiçbir din tanırrıaz(La Republique ne reeonnait aueun eulte).' . 2 - Din ile ilgili hertürlü kamu teşkilatı kaldırılmıştır(Toute Organisation publique

eultes est supprimeel

. ". 3-c.Kanun karşısında herkes gibi fert olan din adamları(Hademei hayratlgenel hükürrı . '. "leie. bağlıdırlar.(Les ministres du eulte, sımples partieuliers au regard de la loi sont soumis

au droit eommun).

,4-' Devlet yardım bölümünden hiçbir dinepara vermez(La Republique ne salarie aue-. eulte)aue-.

5 - Din torenlennin açık olarak yapılması ve ibadet yerlerinin bakım ve giderlerinin

I:

s:ığlan~ası için din dernekleri kurulmuştur (Les assoeiations eultuelles sont formees pour "~s~?venır aux frais it l'entretien et il I'exereiee publie du eulte)

~. ,:,<,:. 6, -

Kanun riıhbana yalnızca ibadet yerlerini kullanma yetkisini verir

i;'

7 ~ Rühbana ait mallar kurulacakdin derneklerine devredilir.

k,'"::'::'

8. -,- Din Zabıtasl(Polices des eultes) kamu düzenine aykırı olmamak üzere her dinin i,,:.~ge~eklerini serbestçe yerine getirmeyi ve törenlere katılmayı sağ'layacak hükümleri ihtiva eder.

i.::-~.. "/;"',"'

... -

-

"

ir,':;,

:!3

ir kısmını yukarıya aldığımız bu ilkeleri biraz deşince görülür ki Fransada kamu düzeni

~/: (o~dE~ p'ubl1c)ne ilişkin sınırlamalar dışında her türlü ibadet ve törenlerin yapılması serbesttir. i)~~vl~tin kendine öz, bir. dini yoktur. Hiçbir din genel bütçeden yardım görmez. Din bir kamu

t .•

J~ı~ı;n:ti olmadığı gibi din adamları da devlet memuru değildir. Devlet Dinlerin hepsine karşı 1>,~~lt:..9,wranır. Kanun karşısında yalnızca eşit haklara malik yurttaşlar vardır.. Yardımın tek ~""1~}~sl1~sı,Y:'"tılıokul, hastahane ve hapishanelerdir. Belediye bütçesi, genel bütçeden sayılmadığı

i

'h..:'.:.

r: .' -

15) "pak.A.Aulin,Laeİıe et la liberte de consciencc, Paris, 1930, sayfa-176":178

(12)

IV. TÜRKİYE

CUMHURİYETİNDEKİ

DURUM:

17) -Bak].Eymand-Duvcsnay, commentaİrc pratiquesur laseparatioil des EgliS'eset de L'Etat,Pads.190G Sh.

ı.:-~O.

Ayrımlaşma ve evrimleşme sonucu bütün değerlerin dinden ayrılarak bağımsızlık kazan-dıklarıdaha önce açıklanmıştı. Bu arada sanat, edebiyat, bilim, felsefe ve iktisatın dinden ayrıl-dığı bir gerçektir. Evrim zincirinde sıra Devlet, Hukuk ve öğretirnin dini temellerden ayrılarak layikleşmesine gelmiştir. Bu arada dinin de kendine öz alana çekilerek bağımsızlık ve özgürlük kazandığı son yüz yılların bir niteliğidir.

Genelolarak Devletin layikleşmesi, eğemenliğin ulusa geçmesi, resmi Devlet dininin Anayasada yer almamış olması, genel Bütçeden din için bir ödenek ayrılmaması ve'dinin bir kamu hizmeti sayılmamasıgibi bazı ana ilkelere dayanır. Batıda gerçekleşmiş bulunan bu evrim, Türkiyede de izlenebilir .. Gerçekten 20 Ocak 1921 tarihli ilk Cumhuriyet Anayasasından başlayarak 1924, 1928, 1937 venihayet 1961 anayasalarının hepsinde Eğemenliğin Kayıtsız şartsı;; millette olduğu tekrarlanarak teokrasi yerine demokrasi kurulmuş ve böylece iktidar maddi bir gerçek olan

MEHMET TAPLAMACıoCLU

46

için bu yoldan yapılan harcamalar,kanuna aykırı değildir. Fransız Danıştayı bu yolda içtihatta bulunmuştur.

Bu kanunun önemli noktalarından biri de din derneklerinin kurulabilmesidir. Her kilise bir dernek kurabilir. Bunlara din dernekleri(Associations cult~elles) denir. Dernekler birleşerek bir birlik meydana getirirler. Devlet kesin olarak din adamlarından elini çekmek suretiyle papa-ya tam bir hareket serbesliği vermiştir. Bu kanunun başka önemli bir tarafı da Tören Zabıta-sıdır. Eskiden katoliklik, protestanlık ve yahudilik kamu hizmetleri arasında idi ve bütçeden para alırlardı. Bunun dışında kalan dinler yasak edilmişti. Bunlar için hükumetten ayrıca izin almak icab ediyordu. Bu türlü dinlerin mensupları ancak Danıştaydan geçen bir kararla Tapınak yaptırabilirlerdi. 1905 tarihli kanun bu sınırlama ve yasakları kaldırmıştır. Bugün Fransada tap-ınak yapmak serbeesttir.1907 tarihli kanun beyanname vermek yükümlülüğünü de kaldır-mıştır. Kanuna göre rühban genel hükümlere bağlı idi. Çok yerinde olan bu esaslar, papaların hoşuna gitmedi ve bunları Konkordata anlaşmasının tek taraflı bozulması saydılar. Ancak 1924 yılında papa XI. Pie bir anlaşma'teklif ettL Durum l!ükumetce incelenerek bir din statüsü kal-eme alındı. Statünün 5.ci maddesinde din de'rnekleriniiı görevi açıklanarak bu konuda papanın temsilcisine yetki tanındı. Derneğin adı da, Association diocesaine diye değiştirildi. Fransız hükumeti bunu kabul etti. Bu dernek katalik kilisesinin Anayasasına göre papanın temsilcisi olan 5 papazın idaresi altında katolik dini törenlerini devam ettirmek ve giderlerini sağlamakla uğraşacaktı. 1960 yılında yayınlanan Dördüncü Cumhuriyet Anayasasın da layiklik ilkesini bir hareket noktası olarak almıştır. Vicdan ve din özgürlüğünün bir memlekette var ola bil-mesiiçin o memlekette her kesinistediği şeye inanması ve bunu dilediği şekilde açığa vur-ması yani vicdan ve tören yapma özgürlüğünü n var olvur-ması, tapınak ve teferruatının serbestçe kurulabilmesigereklidir. Fransa, 1905 ve 1907 kanunları ve 1924 tarihli din statüsü ile bu yola girmiş bulunmaktadır.

Bütün buları özetlemek gerekirse 1905 kanunu ile

i - Vicdan ve din özgürlüğü (Liberte de conscience et des cultes)

2 - Devletin din konusunda tarafsızlık ve layiklikği, (Neutralite religieuse et laicite de l'Etat)

3 Din bütçesinin kaldırılması, (Suppression du budget des cultes)

4 -'-- Dinle ilgili olan kamusal kurumların yürürlükten kaldırılması, (Suppressian des Etablissements publics du culte) esasları Fransada kanunlaşmış bulunuyordu.

(17)

(13)

47

LAYİKLİK İLKESİ VE TÜRKİYE'DEKİ DURUM

ulusal egemenliğine dayanmıştır.

1928

tarihli anayasa değişikliğinde Devletin resmi dini sözü anayasa metninden çıkarılmış, Vaııahi şeklindeki dini yemin yerine Namusum üzerine and içerim formülü kabul edilmiş ve eski bir geleneğe göre anayasada yer almış olan "Meclis Ahkdmı Şer'ry'!.vi Tenfiz eder" h ükmü kaldırılmıştır. Bu şekilde Devletin bir a yn<ı~1sa yılan ana yasa-. daiıteokratik hükümler cıkarılmıştır. Bununla beraber layikliğin bir anayasa ilkesi olarak kanun l~~ması ancak i

937

yılında mümkün olmuş ve

27

Mayıs

1961

Anayasası ile son şeklini almıştır. i

924

anayasası layikliğin kurucusu olduğu halde i

96

i anayasası bu ilkenin koruyucusudur.

i

961

Anayasası Devlet Yönetimini ele almış olan Milli Birlik Komitesi zamanında hazırlan-'mıştır. Hazırlık çalışmalarında memleket gerçekleri göz önünde tutularak işe başlanacak yerde daha çok yıııardan beri uygulamalarda raslanan aksaklıklar için bir takım tedbir ve çareler düşünülmüştür. Bu durumun bir sonucu olarak toplum olaylarının nedenleri 'aranacakken geçici belirtileri çözümleme konusu olmuştur. Yeni Anayasanın üstün degerde Ülküsel ilkeler taşıdığı bir gerçektir. Fakat sosyolojik bir denetten geçmemiş olması onu provası yapılmamış bir . elbise durumuna sokmuştur. Bundan dolayı uygulamalar sırasında bazı aksaklıkların meydana

çıkacağı hatıra gelirse de yöneticilerin iyi niyetleri ve ulusun sağ duyusu karşısında bu gibi güçlüklerin kolayca atlatılacağı umulabilir.

Yeni Anayasanın eski devrin yolsuzluklarını önlemek ve bazı üstün değerde organları kur-::',riı~k'(gibi iyi yönleri de vardır: Anayasa Mahkemesi, Yüksek Hakimler kurulu, iki Meclis

oosi;temi bu aradadır.

1961

Anayasa düzeni tümü ve bütünü ile Devrimcilik, Layiklik, ve Hukuk Devleti temel-I~~iriedayanır. Anayasa bir çok yerlerinde layiklik, demokrasi ve onun daynaklarından :::'~I~Il~şitlik ve özgürlüğün zorunlu bir sonucu olarak alınmnştır. layik sistemingereği üzerinde

'..bilim h~yeti ve kurucu meclis üyeleri arasında bir anlaşmazlık yoksada, izlenecek yol hakkında ,o'.:'efe\irimcilerle gelenekçiler arasında bir görüş farkı vardır. Devrimciler i924 anayasasının 1'.benimsediği anlamda bir anayasaya taraflıdırlar. Gelenekciler batıda gerçekleştirilen bir sistemi /sa\'ıiinırlar, Devrimciler bir yandan devrimleri korumak, öte yandan Türk Toplumunu çağdaş

,,':u{'i

arlik sev!yes;neçıkarmak amacıyla klasikdin ve devlet ayırımını gercekleştirmek ve bu iki ilke i'\~.rslrıda ta~ birdenge kurmak yerine bir çok konularda Devletin din işlerine karışmasını

( uy,g\!11;

bulmuşlardır. Gerçekten teşkilat, bütçe yardımı, din propagandası ve eğitim konularında

t~.!;k<ı!:ıynibazımüdahaleler vardır. Klasik anlamdaki layiklik bu türlü karışmaları hoş görmez.

1'•.• G;~jçnekçilerinbir çoğu bu yonden yeni düzene takışmaktadır. Bir takım düşünürler de devletin

ı,"I'"'"ı:ı~mlekctçoğunluğunun dini olan islamlıkla yeteri kadar. ilgilenmediğini veyardımda bulun [' ~o<ıdığırii acı' acı tenkidederler.

f'

.0...

'.

.

i~,:])iı:!,~urumunda üstün değerdeki elemanların azlığı, din sömürücülerinin memleket zararına !',her,:tüı:\ü fesat tohumu saçmaya hazır bulundukları ve Devrimlerin korunması gereği göz . ö,nünde tut~larak türk toplumunu çağdaş Uygarlık Seviyesine çıkarmak amacıyla bir denete

lüzüm varsa da bunun geçici tedbirler olarak yapılması ve özellikle islam dini ve türk toplumu .içi~~ğitimsel bir nitelik taşıması çok arzu olunurdu. Zira sosyolojik yönden Türk toplumu ~iş.tü~,;bir seviyede bir uygarlığa kavuşmak üzere bir çok kurumlarını batı teknik ve uygarlı-g~~<ıgöre ayarlamak zorundadır. Buna sosyoloji dilinde iktibas teorisi (Theorie de l' Emprunte) de~irkiJaponya ve Deli Pedro Rusyasında bu amaçla zor kuııanma yolunagidilmiştir. Bu gibi

.,0

duruı;nlaİ'da Devletin ülküsel denetinin yalnızca geçici tedbirler şeklinde olması yerinde olurdu. : BUo:~~r1üdenet ve karışmaların değişmez Anayasa hükümleri olarak kabulü, ilerideki mutlu ~\g7.1:şme!ere zarar vereceği düşünülebilir. Halbuki yobazlıktan uzak ve gerçek anlamda dinin

i

p:lış:~esini kös~eklemek şöyle dursun teşvik etmek gerekir. Çünkü yobazlığa ve geriliğe kaçmamak !o.~.v.esı~tsete ~let olmamak şartiyle din dernekleri kurmak veya dini n gelişmeve yayılması için f propoganda' yap k i"kı' . "

(14)

landırılması çok kere din mensuplarını gereğinden fazla korkutur ve hareketsiz bırakır ki bu da bir dinin felee uğraması ve normal gelişmeden alıkonulması demektir. Uygulamalarda göster ileçek anlayışın bütün güçlükleri gidereceği umulmaktadır.

Yeni anayasa devrimci, layik ve ilerIcidir. Layiklik anayasanın bir çok yerlerinde geçer. Tartış~alar sİrasında bu ilkenin amaç, alan ve uygulanması ile ilgili konular ele alınmıştır. Kurucu Meclis Layiklik ilkesini demokrasinin bir gereği, cumhuriyeti başarıya götüren bir yol ve

devletin bir yaşama şartı olduğunda oybirliğıne varmıştır.Tartışma, çatışma. ve takışmalar yanlızca'ilkenin taşıdığı anlam ve onun türk hukuk düzenindeki yerinin tayininde olmuştur.. Burada Devrimcilede gelenekçi ve dincilerin görüşleri birbirinden farklıdır.

Devrimciler 1924 Anayasasında beliren anlamda bir görüşü ileri sürmüş ve savun muşlardır. Bu Görüş, Türkulusunu cağdaş uygarlık seviyesine getirmek amacıyla devletin din işlerine karışmasıdır.

Gelenekçilar ise hiç olı'I)-azsa fransız layikliği tipinde bir sistemi uygulamayı savunur-lar. Bunlara göre Fransız Layikliği batı sistemi içinde en aşırı bir düzen olduğu halde Devleti oldukça tarafsız bir duruma getirmiş bulunmaktadır. Fransız layikliğinde Devlet bütcesinden din için bir ödenek ayrılmaz. Buna Karşılık Fransada din işleriyle ilgili memuderın tayin, dernek kurma; dini eğitim ve propoganda konularında daha dengeli bir din özgürlüğü ve eşıtliği göze çarpar. Gelenekçiler bütün bunları ileri sürerek bizdeki layikliğin de hiç olmazsa bu seviyede bir denge ve ayrımı hedef tutmasını gerekli sayarlar.

Dinciler hiç olmazsa azınlık dinleriyle eşit bir özgürlük istemekte, büyük çoğı:ınluğun müsli-iman dininde olması bakımındandemokrasi uyarınca devletin İslam düıi için daha büyük yardım ve kolaylıklar sağlamasını, okullar açmasını, para yardımlarında bulunmasını veya Evkiif bütcesinden bu ,yolda harcamalar yapmasını, üstündeğerde din adamları yetiştirmesini ve diger müslüman memleketlede sıkı ~ünasebetle: sağlamasını isterler.

Fransız sisteminin, memlekette uygulanması bugün için çok güçtür. Çünkü büyük din bilginleri ve dinadamları henüz yetişmemiş ve diyanet işleri ve Din kurumu kendine öz mali kaynaklardan, yoksun kalmıştır. Fazla olarak dini koruyacak olan bir rühban sınıfı islam gel. eneklerine aykırıdır Dincilerin görüşü çağdaş demokrasi ilkelerine aykırıdır. Devrimcilerin görüşÜ'ise geçici olması gerekli bazı tedbirleri birer anayasa hükmü olarak kanunlaştırdığından din ve devlet ayırımında gerekli dengeyi sağlamadığı ileri sürülmektedir.

Bütün bu görüşler gerek kurucu mecliste ve gerkse memleket sathında çatışmalara yol açmıştır. Kurucu Meclis Anayasa Komisyonuna hakim olan fikir, dinin Devlet işlerine karış maması, hukukun akli olmayan kaynaklardan kuvvet almaması, Dinin siyaset adına sömürül. memesi ve bugüne kadar gerçekleştirilen' devrimlere saygı göstermesidir. Layiklik dünya işlerini ve daha dar anlamıyla Devlet ve kamu işlerini çağdaş bilim ve tekniğin verilerine göre ayadamak, onu yobaz oyuncağı yapmamak, ve iktidarın yetkilerini dinden almaması anlamında y~rumlanmıştır. Bütçeden yapılan yardımlar, diyand işlerinin kamu hizmetleri arasında yer alması ve din eğitiminin devlet elinde bulunması teorik anlamda layikliğeaykındır. ,.Bununla beraber içinde bulunduğumuz şartların gerektirdiği Devlet denetinin başka türlü yapılamaması bu yolu açmıştır. Toplumun din yönünden olgunlaşma ve gelişmesi belki bu tedbirleri zamanla gereksiz kılar. Din üzerinde Devlet denetini sağlamak için diyanet işleri. başkanının tayini, bürçe yardırriı, diyanet işlerinin kamu hizmetleri arasında yer alması, dini,eğitimin Devlet okullarında yaptırılması, Türk layikliğini klasik layiklikten ayırır. Buna karşılık dini, siyasi etkilerden koruyan hükümler de vardır. Bunlar din, vicdan, dÜşünce ve kanaat özgürlüğü, eşitlik ilkeleri olarak Anayasada yer alırlar. Gelenekçıler dinin siyasi otorite karşısında yeteri kadar korunmadığını, devrimlerden bir kısmının dinibaltaladığ'lllı, din düşmanlığının

i

i

48 MEHMET TAPLAMACIOGLU

f""

.

.>

'.,i."",' ~''''

L

t

i

,i

i

1

" ~.

(15)

DİY ANET İŞLERİ

memleketi komü'nizme götürdüğünü, kutsallıklarla oynandığını, ibadet yerlerinin ihmal edildiğini ve din mensuplarının sindirilmiş olduklarını ileri sürmüşlerdir. Gerçi layiklik, Devletin taraf-sızlığı, dini n devlete, devletin dine karışmaması demektir. Bu yönden Devletin din işlerine karışma sınırları daraltılarak titizlikle çizilmeli.dir. Çünkü din düşmanlığı veya olurundan fazla din işlerine karışmalar layiklik gereklerinden değildir. Anayasada dinin normal işleyişini etki y•. pan ve din ve vicdan özgürlüğü üzerinde açık olmayan maddelere raslanır. Fakat bütün

bun-lar yukarıda da belirtildiği üzere TÜRK TOPLUMUNU ÇACDAŞ UYGARLıK

SEVİYE-SİNE ULAşTıRMAK ve kötü sonuçları önlemek amacını gütmektedir. Yanlız bu konudaki tedbirlerin geçici ve e1estiki olacak yerde sert bir anayasa hükmü olarak konulması tenkide müsait görülmektedir.

LAYİKLİK İLKESİ VE TÜRKİYE'DEKİ DURUM

49

i Bir takım düşünürler diyanet işlerinin devlet hizmetleri arasında yer almasına takışırlar. Ali Fuat Başgil,S.S.ONAR, Süheyp Derbil, Enver Ziya Karaı ve Adnan Adıvar bunlar arasındadır. Bunlar Diyanet İşlerinin Bağımsız olmasını savunurlar. Bir takım düşünür-ler de Devrim ve memleket şartları karşısında Devletin din üzerindeki üstün denetleme yetkisine dayanarak Diyanet işlerinin Devlete bağlı kalmasını gerekli sayarlar. Buna Müvazi olarak,' Devrimciler dinin diğer toplumsal kurumlar gibi Devlet yönetiminde yer almasını isterler. Gelenekçiler ise bunu tümü ile ilkeye aykırı bularak, Diyanet işlerinin bağımsız olarak teşkil-atlanması gereğini savunurlar. Anayasa, i54.maddesi ile Devrimcilerin görüşünü benimsiyerek Genelidarede yer alan Diyanet işleri Başkanlığının özel kanunda gösterilen görevleri yerine getirdiğini belirtmiştir. Bu görüşü savunanlar, Layikliğin memleket şartlarına göre özel bir muhtcvaya sahip olması, ve basit bir dinzabıtasının söz konusu olması karşısında diyanet işlerini .Devlet dininin teşkilatlanması olarak değil, sadece dağınık haldeki dini işlerin tek elden

düzen-lenmesi amacını güttüğü ve bundan dolayı da diyanet işlerinin Devlet makanizması içinde bulunmasının layikliğe aykırı olmadığını ileri sürerler. Gerçekten Diyanet işleri dini i~lere bakan bir' teşkilat olduğu halde Bir Dini otorite değildir. Bunun dini işleri denetlemek ve bir elden .yönetmek için kurulmuş bir teşkilat olduğu ve hiçbir yönden layikliğe aykll'1 bulunmadığı ileri sürülmektedir. Burada yine gelenekçilerle devrimciler arasında fikir ayrılıkları vardır: . gelenekciler bu teşkilatın Devlet hiyerarşisi içinde kalmasını doğru bulmazlar. Dinin bağımsız . olarak teşkilatlanması gereğini savunurlar. Devrimciler ise bu teşkilatın varlığı Devletin Din işlerine karışması anlamına gelse bile dini n herhangi bir şekilde siyasi iktidar üzerine etkisi ve Devletin din kurallarına göre teşkilatlanması anlamını taşımadığ'l ve bu yönden Diyanet işlerinin layikliğe aykırı olmadığını savunurlar. Bu son görüş memleket gerçeklerini ifade edebilir fakat teori bakımından savunması kolay bir fikir değildir. Çünkü Layiklik dinle devlet arasında samimi bir dengedir. Bu dengeyi sağlayacak tedbirlerde herhalde Devlet Teşkilatı içinde bir diyanet işleri kurmak ve DİNİ bütçe yardımlarıyla ayakta tutmak, onu bir kamu hizmeti olarak teşkilatlandırmak, dinin eğitim, gelişim ve genişleme imkanlarını sert kurallarla

sınırlamak değildir.. .

2.-

LAYİKLiK VE DEVRİMCiLİK:

.", Anayasa da çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmak amacı tekrarlanmaktadır. Bu amaç Devrimciliğin temelidir. Böylece Devrimcilik anayasaya hakim bulunmaktadır. Anayasanın 2.ci maddesi, Türkiye Cumhuriyeti insan haklarına ve temel ilkelere dayanan milli, demokratik, liiik v~ sosyal bir hukuk Devletidir, demekle ne kaclar Devrim ilkelerine bağ'lı olduğunu göstermiştir. Kısacası Anayasanın 'hükümleri kadar kendisi de bir devrimcilik örneğidir.

A~ayasanın başlangıcında devrimlere bağlılık bir amaç olarak belirtildiği gibi 153.cü m~dde Devrim kanunlarının korunmasından söz açmaktadır. Fakat bütün bunlara karşılık

(16)

50 MEHMET TAPLAMACIOGLU

Devrimcilik Cağdaş uygarlık seviyesine ulaşmak için izlenen bir yol ve ideoloji ilkelerini, ilgili kurumlara bağlayan bir köprüdür. Bu bakımdan bağımsız bir muhtevası yoktur. ideolojik ilkeler belirtildikten sonra bu ilkelerin uygulanması için bazı kurumlar meydana getirilir; işte bu ilkelerle, ,bunları gerçekleştirecek olan kurumlar arasındaki yol ve köprü devrimciliktir. o halde devrimci denilince üstün bir uyge.rlık seviyesinihedef tutan ilkeleri gerçekleştiren ve sarsılmaz bir irade ile ~ygulayan kimsedir. Hz. Muhammed Devrimcidir deyince bilim, fazilet, insanlık ve uygarlık ilkelerini sarsılmaz bir irade, yenilmez bir güçle ortaya atan uygulayan ve bu ilkelerin gerektirdiği kurumları teşkilatlandıran bir varlık belirtilmiş olur.Atatürk Devrimcidir deyince Çağdaş uygarlığın gereklerini yerine getirmek ve miletini bu amaelara yöneltmek için yılmaz gayretleri esirgemeyen ülkücü bir Devlet adamı akla gelir. Burada ilkelerin kötüden iyi ye , çirkinden güzele, bozuktan düzene yönelmesi ana şartlardandır. Faziletsiz bir ideolojinin yardımcısı ve tatbikçisi devrimci değil, anarşist ve serseridir. Bu inceliği her vakit göz önünde bulundurmak gerekir.

3 -

Layik Devlet Düzeni:

17 Şubat 1926 tarihli ve 743 sayılı Türk Kanunu Medenisiyle kabul edilen evlenme akdinin evlendirme memuru tarafından yapılacağına dair medeni nikah esasıyla aynı kanunun

i iO.maddesi hükmü;

3 Mart 1340 tarihli ve 430 sayılı öğretimi birleştirme(Tevhidi Tedrisat) kanunu 25 Kasım 1341 tarihli ve 671 sayılı Şapka giyilmesi(iktisası) hakkında kanun; 30 Kasım i341 tarihli ve 677 sayılı Tekke ve Zaviyelerle Türbelel'in kapatılmasına ve Türbedarlıklar ile bir takım ünvanıarın yasak edilmesi ve kaldırılmasına dair kanun;

Layiklik bir boş kalıp değil, dinamik muhtevası olan bir ilkedir. Muhteva toplum düzeni-dir. Bu düzen ise bir takım ana kanunlarla ayakta kalmaktadır. Gerçekten Anayasanın 153. madesi "Türk Toplumunun çağdaş uygarlık seviyesine erişmesi ve Türkiye Cumhuriyetinin layiklik niteliğini koruma amacını güden devrim kanunlarının anayasanın halkoyu ile kabulu sırasında yürürlükte olan hükümleri için anayasaya aykırılığın ileri sürülemiyeceğini emreder. Bu kanunlar sırasıyla şunlardır:

n

i,t

'IJ

',~,!,!

M

y

r

'l!j'

i Kasım 1928 tarih ve 1353 sayılı Türk harfierinin kab';l ve tatbiki hakkındaki kanun;

'~.,<

L~

20 Mayıs 1928 tarihli ve 1288 sayılı milletler arası rakkamların kabulü hakkındaki

kanun;

Anayasanın ikinci maddesi Türkiyenin Layik bir Devlet olduğunu söyler. Bunun anlamı Devletin Din kurallarına veya dini inançlara göre değil,akli kaynaklara dayanarak kurulması ve yöneltilmesidir. Ayrıca bu hüküm Devletin ülkesi içinde yürürlükte olan dinlere karşı tarafsız olduğunu, onlara karşı eşit davrandığını ve vicdanözgüdüğünü koruduğunu da gösterir. Biı iki nitelik, yani, Devletin din kuralları yerine akli temellere dayanması ve çeşitli dinlere karşı tarafsız kalması, layikliğin başta gelen özelliklerindendir. Biitün bunlar dinin inkarı değil, fertlerin vicdanına bırakılmış olmasıdır.

"

Layiklik, 1921 yllından bu yana gelişmiş ve evrimleşmiş olarak yeni anayasaya geçmiştir. Bu yönden 1921 anayasası ve daha açık anlamıyla 1024 anayasası layikliğin kurucusu, 1961 anayasası ise koruyucusu olmuştur. Uzun uygulama yıllarında din özgürlüğünün kötüye kullanılması sonucu layiklik ilkesinin baltalandığını ve hiçe sayıldığını göstermiştir. Din özgür-lüğünü kötüye kullanan kişi eski alışkanlıklar tesiriyle şeriatçılığa kaymakta ve layiklik ilkesini temelinden sarsmakta idi. Bunu önlemek üzere 1961 anayasası din özgürlüğünün sınırlarını belirtmek zorunda kalmıştır.

Referanslar

Benzer Belgeler

1- Birinci fıkrada &#34; Halk Partisine aşağıdaki şartlarla terk ve va­ siyet ediyorum, denmektedir. &#34; Şartlarla &#34; kelimesi borçlar hukuku an­ lamında bir şartı mı

Böyle bir irtibat, şey ile onun için yapılan masraflara veya şeyin sebebiyet verdiği zararın tazminine müteallik alacaklar (debitum cum re junctum) arasında mevcuttur. Bu

Fikir şudur : Beşeriyetin mânevi terakkisinin esas şartı, müşterek bir fikir mamelekinin teşekkülüdür ; buna, hususî bir kabiliyeti olan her fert bir hisse koyar ve

sebeple de efendisinden tazminat talep eder. Fakat bu hal tarzı hakkaniyete muhalifti, bahusus ki burada ivazsız bir mukavele mevzuu bahisti. &#34; Federal mahkeme vekâlet babında

vadesinde köylüden tahsilini emniyete almak için çok sıkı kayıtlara tabi tutulmuştur. Açılan kredilerin vadeleri mahsulün idraki ve satışı zaman­ larına

duğu yegâne federe devletin Louisiana olduğunu izah etti. Gelir vergisi hususunda Fransız hukukunu Louisiana vasıtası ile Birleşik Devletler Ufni- form kanunlarına nasıl

İki büyük âlimin oğlu ve torunu olan rahmetli profesörün babası, İzmir müftüsü olan ve adı zamanının büyük âlimleri arasında anılan hoca Emin efendinin oğlu

— Bu kararlar tescil ve ilân edilir (TK 26 ve müteakip). — Her iki şirket bilançosu ayn ayn ilân edilir ve borçlann şekli itfası gösterilir TK 207. Fakat borçlann