Cihan Erdost AKIN* Türkiye Rüyası
Cenk Sidar, GOA Yayıncılık, İstanbul, 2014, 296 Sayfa.
Türkiye’de siyaset 12 Eylül sonrası bir depolitizasyon sürecinden geçerken, sosyal demokrasi hareketleri dönem dönem tıkanmalar yaşamıştır. Frankfurt Okulu’nun pozitivizm ve aydınlanma eleştirisini temel alarak Ortodoks Mark-sizm ile Sosyal Demokrasi arasında kendine has bir yol çizen Yeni Sol hare-ketleri, Avrupa’da 1970’lerden itibaren büyük yankı uyandırdı. İsmail Cem ve Deniz Baykal’ın birlikte kaleme aldığı 1992 tarihli “Yeni Sol” adlı kitap aynı isimli harekete öncülük etti. Sencer ve Ayşe Ayata’nın “The Center Left Par-ties in Turkey (Türkiye’de Merkez Sol Partileri)” adlı makalesinde de, merkez soldaki problemler bir kez daha akademik bir dille kaleme alındı. Gezi Direni-şi sonrasında solun farklı bir portre çizdiği göz önünde bulundurulduğunda, Cenk Sidar’ın “Türkiye Rüyası” ismini taşıyan kitabı, merkez solun sorunları ve izlenmesi gereken yöntemleri güncellediğinden, Türkiye siyaseti için önem arz ediyor.
Yazar, insanı temel alan, bireyin refahını ve hayat standardının yükselme-sini hedef alan, Türkiye’yi uluslararası arenada normlarıyla tanınan bir aktör haline getirmeyi amaçlayan bir “Türkiye Rüyası”nı, muhafazakâr ve neo-libe-ral siyasi erkin gerçekleştiremeyeceğine inanıyor. Gezi direnişinin Türkiye’de özellikle genç neslin politikleşmesine ve kökleşmiş siyaset yöntemlerine alter-natif getirdiğine inanan Sidar, bu ivmeyle Türkiye’ye tam demokrat ve özgür-lükçü bir sol gerektiğini söylüyor. Bu hedefi gerçekleştirmek için, AKP iktidarı ve merkez solun problemlerini ve solun izlemesi gereken yöntemleri İdeoloji, * Bilkent Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü. E-Mail: cerdostakin@gmail.com.
Zihniyet, Siyaset, İktisat, Dış Politika, Enerji ve Güvenlik başlıkları altında
in-celiyor.
İdeoloji bağlamında Sidar, 1980 sonrası hız kazanan, ideolojiden uzak dur-maya çalışan, popülist ve makro meseleler üzerinden varoluş pragmatizmi gözeten siyasi akımların, vizyon sorunları sebebiyle, Türkiye Rüyası’nı gerçek-leştirecek kapasitede olmadığını ön görüyor. Sidar’a göre ideolojik öz üzerin-den zamanın paradigmalarına göre eyleme geçecek bir siyasi hareket değişimi sırtladığı gibi, değişime yön de verebilecektir. Derin sosyo-ekonomik prob-lemlerin olduğu ülkemizde insan merkezlilik, evrensellik ve katılımcılık ilke-lerini temel alan ve Ortodoks Marksizm’in şiddet yanlısı ve elitist tavrından kurtulan bir demokratik sol, ülkenin gelişmesinde de önemli rol oynayacaktır. Bu kanılardan yola çıkan yazar, Cumhuriyet Halk Partisi’ni (CHP) köklü ve kurumsal yapısı sebebiyle yeni Türkiye’nin şekillenmesinde zemin olarak gö-rüyor. Ancak, Türkiye solunun kendini günümüz koşullarına göre tanımlaya-rak, halkı motive edebilecek sağlam bir ideolojik tabana oturmasını öğütlüyor.
Zihniyet bağlamında ise yazar, demokrasinin nihai hedef olması gerekir-ken mevcut muhafazakâr iktidarın demokrasiyi bir araç olarak gören ve uz-laşıdan uzak, kutuplaştırıcı olduğuna inandığı politikalarını eleştiriyor. Sol hareketin ise Mustafa Kemal’in yerleştirdiği Cumhuriyet değerlerini günümüz değerleri ışığında revize etme gerekliliğini ve toplumla iç içe olmak adına jako-ben tavırlardan uzak durması gerektiğini hatırlatıyor. Gelir dağılımının, fırsat eşitliğinin ve büyümenin adil olmadığı, sınıftan sınıfa olduğu gibi yöreden yö-reye de değiştiği toplumumuzda, sol bu dengeleri öyle bir şekilde değiştirmeli ki; ülkedeki her bir birey Türkiye’nin gelişimi ve uluslararası arenada tanıtımı için birer potansiyel olmalı.
Üçüncü bölümde AKP’nin, yazarın deyimiyle “kutuplaştırıcı” tavrı ve kimi Atatürkçü nasyonal-sosyalist söylemler eleştirilirken, Gezi direnişine büyük bir vurgu yapılıyor. 2013 yazında gerçekleştirilen Gezi Parkı direnişinin Türk siyasi yapısını değiştirdiğine inanan Sidar, yeni yapının post-modern bir et-kiyle küreselleşme karşıtlığı, insan hakları, LGBTİ aktivizmi gibi olguları içine alan daha geniş bir yelpazeye sahip olduğunu iddia ediyor. Yazar, resmedilen özgürlükçü ve demokrat bir Türkiye için halkın siyaset içerisinde aktif olması ve çoğulcu demokrasi anlayışına sahip bir sivil toplumun yeni siyasette rol alması gerektiğini tartışıyor. Zira sosyal demokrat anlayışta siyasi hareketin toplumsallaşması gerekir. Burada dikkat çeken nokta, Gezi sırası ve sonrası uzlaşmacı ve çoğulcu yapının, yazarın solun toplumun her kesiminde yeşe-rebileceği inancını arttırması. Ancak Gezi’nin toplumun her kesimini
yansı-tıp yansıtmadığı tartışılabilir. Yazara göre bir diğer siyasi yöntem ise gündem belirlemeyi siyasi partiler tekelinden çıkararak siyasal zemini halk tabanıyla buluşturmak ki; Gezi’nin doğurduğu dayanışma platformları bu konuda bir örnek teşkil ediyor.
Bu bölümde siyasi yönteme ek olarak, Türk siyasetindeki temel problem-ler de ele alınıyor. Yazar, Kürt sorununun iktisadi ve anadil boyutlarına deği-nirken, meselenin hak ve özgürlük temelinde çözülmesi gerektiğine inanıyor. Bu yüzden de demokratik bir sola ihtiyaç var. Ancak AKP’nin çözüm sürecini eleştirirken BDP ile değil, PKK ile görüşülmesinden yakınıyor. Sidar, CHP’nin etkisini arttırması için Kürt sorununa çözüm bulması gerektiğini söylüyor. Ancak CHP tabanının BDP ile görüşülmesine sıcak bakmayacağı olası bir ih-timal. Bu durumda CHP kendini popülist bir yaklaşımla tabanı ile demokra-tik çözüm ilkeleri arasında seçim yapmak zorunda bulacak. Tabanın anadil konusundaki yaklaşımı da Sidar’ın öne çıkardığı ilkelerle CHP’nin gerçekten örtüşüp örtüşmediği sorusunu akıllara getiriyor. Din ve laiklik konularında ise başörtüsü/türban tartışmalarında öz eleştiri yapmaktan çekinmeyen yazar, mevcut ayrıştırıcı mezhepsel söylemden vazgeçilmesi gerektiğini hatırlatıyor. Azınlıklar konusunda da demokratik sola önerilen iç hesaplaşma gerekliliği, soldaki tıkanıklıkları gidermek adına yöntemsel olarak önem arz ediyor. Yargı sistemi ve adalet konusundaki sorunlara 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet soruş-turmalarını da içine alarak detaylıca değinilirken, solun bununla ilgili yapısal adımlar atması gerektiği ifade ediliyor.
Ortodoks Marksist felsefede emek-sermaye ilişkisi teorinin başlıca kısmını oluştururken, demokratik solun bu konuda biraz daha zayıf kaldığı söylenebi-lir. Yazara göre özellikle Türkiye’de iktisat sağ siyasetin neo-liberal yaklaşım-larına terk edilmiştir. Cenk Sidar, insani fayda ve optimizasyon hedefleriyle solun iktisat ile iç içe olmasını önerirken, Türkiye ölçeğinde makro ekonomik büyümenin mikro yansımaları için sol bir yönetime ihtiyaç olduğunu söylü-yor. Ayşe ve Sencer Ayata’nın belirttiği gibi, Türk siyasi tarihinde demokra-tik sol hareketlerin ekonomiye genelde uzak durduğu, ancak özelleştirme ve neo-liberal reformlara genellikle sert bir şekilde karşı çıkıldığı görülebilir. Bu Sidar’ın da gözünden kaçmamış ve solun özelleştirmenin kendisini değil, bel-li zümreler peşkeş çekilerek yürütülen süreci eleştirmesi gerektiği görüşün-de. Serbest pazar ekonomisi, Dünya Bankası ve IMF gibi küresel aktörlere olan yakın duruş, demokratik solu, onları burjuvazinin bir aracı olarak gören Marksizm’den ayırıyor. Ancak bu kurum ve olguların demokratikleşmesi ve karar alma mekanizmasının çoğulculuk ve fırsat eşitliği ilkelerine dayanma-sı da gereklilikler aradayanma-sında bulunuyor. Siyasi sorunlarla ekonomik sorunların
birbirine bağlı olduğuna inanan yazar, yoksullukla savaşı iktisat politikalarının temelinde görmek istiyor. İş ve işçi güvenliği, sosyal mobilite, eğitim ve işsiz-likle mücadeleyi mikroekonomik bazda öne çıkaran Sidar, makroekonomik istikrarın da sağlanması gerektiğini söylüyor. Ancak Merkez Bankası ve vergi sorunları detaylıca incelenirken izlenmesi gereken yöntem metodolojik olarak yüzeysel kalıyor. Küreselleşen dünyada inovasyon merkezli ekonomi vasıta-sıyla küreselleşmeden insani fayda sağlanabileceğine inanan yazar, inovasyon odaklı ekonominin ne olduğunu, finansmanını ve kuvvetli yönlerini anlaşılır ve sistematik bir şekilde tanıtıyor. Dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasına girmek olan 2023 vizyonu, yazara göre gerçekçi olmadığı gibi, bu büyümenin mikro yansımaları olmadığı sürece hiçbir anlamı yok. Bu vizyonla birlikte in-sani faydayı da gözeten hedeflerin gerçekleştirilmesi için ise inovasyon, insan kaynağı ve teknolojik ilerleme gerekli.
Kitapta dış politikanın da detaylı bir incelemesi mevcut. AKP iktidarı in-sani ve evrensel ilkeler yerine mezhepsel tercihleri gündeme yerleştirmekle eleştiriliyor. Bölgede egemen Sünni aktör olmak isteyen AKP Türkiye’si, kom-şularla sıfır sorunun aksine, kendini birçok siyasi çıkmaz ve güvenlik tehdidiy-le karşı karşıya buldu. Reelpolitik itehdidiy-le idealizmin harmanlanması gerektiğine inanan yazar, dış politikada dostu ve düşmanı iyi belirlemenin ve bu konuda tutarlı davranmanın en önemli yetilerden biri olduğunu iddia ediyor. Ancak maksimum çıkar ve değişen konjonktüre uyum sağlama amacı güden Reelpo-litik başta olmak üzere, uluslararası ilişkiler literatüründe sabit bir dost/düş-man anlayışı kendine yer bulamaz. Mezhepçi politikaların yerine önerilen ise ilkeli, demokrat ve seküler bir dış politika. Bu bağlamda Türkiye kendini ulus-lararası arenada insan hakları, demokrasi, kültürel gelişmişlik gibi normların koruyucusu ve dağıtıcısı bir “yumuşak güç” olarak görmeli. Askeri, iktisadi ve enerji kaynaklarının kontrolü gibi sert güç parametrelerinde ise dış bağımlılı-ğın azaltılması, sadece bu bölümde değil, kitap boyunca tekrarlanan bir öneri.
Yazar bu bölümde Türkiye’nin komşuları ve belli başlı önemli aktörlerle ilişkilerini değerlendiriyor. Avrupa Birliği’ni “Kantçı ideallere dayandığından”, sol perspektifle uyumlu bir proje olarak ele alıyor. İnsani değerlerin gelişimi açısından AB’nin Türkiye’ye fayda sağlayacağına inanan Sidar, Türkiye’nin AB’ye, AB’nin bir “Hristiyan kulübü” olduğu iddialarını çürüterek fayda sağ-layacağını söylüyor. Bu tespit her ne kadar doğru olsa da, Türkiye’nin AB ku-rumlarına ve ekonomisine getirebileceği yük iddiaları cevapsız kalıyor. ABD-Türkiye ilişkileri tarihine ışık tutan yazar, ABD’nin Orta Doğu’daki rolünün geleceği ile ilgili dikkat çekici analizler yapıyor. Suriye politikalarında muha-lefetin duruşunun takip edilmesi öğütlenirken, muhalefet tabanında
yerle-şen yabancı düşmanlığı da eleştirilerin hedefi oluyor. İran ve Irak konusunda güdülen mezhepçi politikalar eleştirilirken, enerji ve ticaret alanında dikkate alınması gereken tavsiyeler de bu bölümde mevcut. Rusya’yla ilişkilerde enerji bağımlılığı üzerine yazılanların dikkate alınması gerekiyor; ancak ilişkilerde Türkiye’nin, Rusya’nın AB üyeliğine katkıda bulunması tavsiyesi derine inil-meden anlatıldığından, yüzeysel ve fazla iyimser kalıyor. Bu bölümde ABD gibi Çin’in de Orta Doğu’da gelecekte üstleneceği roller üzerine tahminler var. Artık her platformda tekrarlanan “yeni aktörlerle ittifak” önerilerini yazar ke-sinlikle reddediyor ve Batı ülkelerini ittifak merkezi olarak gösteriyor. Afrika ve Latin Amerika’nın ise büyüyen bir pazar olarak görülmesi gerektiğini söy-lüyor.
Dış politika ve iktisat bölümlerinde, enerji ve Türkiye’nin enerji bağımlılığı sıkça dile getiriliyor. Sidar, enerjiye ayrı bir bölüm ayırıyor ve enerji kaynakla-rını tek tek ele alıyor. Enerji ithalatı ile cari açık arasındaki ilişki de bu bölüm-de inceleniyor. Güvenlik ve iktisadi problemlerin yanında çevresel faktörlere de geniş bir yer ayırması, demokratik sol ilkelerine oldukça uyumlu. Yazar, yenilenebilir kaynaklar ile ilgili yöntemlerden söz ederken, nükleer enerji-nin avantajları ve dezavantajlarını açıkça ortaya koyuyor. Bu bölümde Orta Doğu’daki mezhep çatışmasının büyümesi durumunda Irak’ın doğal kaynak-larından faydalanamayacağı teorisi, bugün IŞİD’in Musul’u ele geçirmesiyle çoktan gerçekleşti. Türkiye’nin enerji politikası konusunda izlemesi gereken enerji bağımlılığını minimuma indirme, kaynakları çeşitlendirme, iç piyasaları kuvvetlendirme, teknolojiye yatırım gibi yol haritaları, iktisat ve dış politika bölümlerine kıyasla daha az değişkene dayanan, bu sebeple solu daha iyi yön-lendiren bir yapıya sahip.
Güvenlik konusunda TSK ve MİT’in teknoloji ve istihbarat donanımla-rıyla birlikte, ordunun caydırıcı etkisinin arttırılması da öğütleniyor. İlk ba-kışta bu durum sol değerlerle çelişiyor gibi görünse de, Sidar’a göre realist anlayışın egemen olduğu bir düzende, barış için kuvvetli bir orduya ihtiyaç var. MİT yapılanmasının reform edilerek iç dinamiklerde bir araç olarak kul-lanılması geleneğine son verilmesi söylemi, iddia edilenler ile sol değerlerin uyumu açısından önem teşkil ediyor. Katılımcılık ve işbirliği demokratik sol ideolojinin temelleri olması sebebiyle, NATO ile küresel işbirliği ve NATO’ya verilen desteğin artması öneriler arasında bulunuyor. Türk solunun NATO eleştirilerinde kimi zaman şovenist tavırlar izlemesi eleştirilen noktalar ara-sında. Cenk Sidar’ın bu noktayı kaçırmaması ve solun zamanın gerisinde kal-maması gerektiği düşüncesi yaptığı analizi derinleştiriyor. NATO’ya alternatif olarak gösterilen Şanghay İşbirliği Örgütü’nün üyelerinin otoriter kimliği ve
insan hakları konusundaki zayıf karneleri göz önünde bulundurulduğunda, Türkiye’yi ileri taşıyamayacağı dile getiriliyor.
Sonuç olarak yazar, Türkiye’nin ekonomik olarak gelişmiş, demokratik ve uluslararası arenada etkili bir aktör olabilmesi ve bu gelişimin insan merkezli gerçekleşebilmesi için yol haritası çizerken, yapılan hatalara da eleştiri sunu-yor. Kolay okunan bir dile sahip olan kitap, sadece mevcut iktidarın değil, de-mokratik sol hareketlerin de eleştirisini sunduğundan, ezber bozan bir yapıya sahip. Ancak bu eleştirilerin yeterli olup olmadığı okuyucunun duruşuna göre tartışma konusu olabilir. Yazar kitapta; demokratikleşme, ekonomi, dış poli-tika, enerji, güvenlik ve ideolojinin birbirinden ayrı değerlendirilemeyeceğini defalarca vurguluyor. Bu konuların alt başlıklarının da oldukça geniş olması, konu hakkında detaylı bilgiye sahip olmayan okuyucular için aydınlatıcı olsa da, çoğu konunun yeterince derine inilmeden yüzeysel bir şekilde incelenme-sine yol açmış.
Sonuç olarak kitap, geniş bir konu yelpazesinden oluşan, metodolojik ek-siklere rağmen -özellikle yeni bir tartışma yaratmak gayesi göz önünde bulun-durulduğunda- başarılı bir yapıt. Eleştiriler ve öğütler sadece demokratik solu değil, insanı merkeze alan; sadece Türkiye için değil, dünya halkları için daha eşit, adil ve özgür bir hayat yaratma gayesinde olan herkes tarafından dikkate alınmalı. Böylece Türkiye Rüyası ulaşılabilir olacaktır.