• Sonuç bulunamadı

7.- 13. Uluslararası İstanbul Bienalleri Kapsamında Küreselleşmenin Türk Kültür Sanat Hayatına Etkileri

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "7.- 13. Uluslararası İstanbul Bienalleri Kapsamında Küreselleşmenin Türk Kültür Sanat Hayatına Etkileri"

Copied!
126
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)
(2)
(3)

7.-13. ULUSLARARASI İSTANBUL BİENALLERİ KAPSAMINDA

KÜRESELLEŞMENİN TÜRK KÜLTÜR SANAT HAYATINA ETKİSİ

TOLGA KINALI

YÜKSEK LİSANS TEZİ

RESİM-İŞ EĞİTİMİ ANA BİLİM DALI

GAZİ ÜNİVERSİTESİ

EĞİTİM BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ

(4)

TELİF HAKKI ve TEZ FOTOKOPİ İZİN FORMU

Bu tezin tüm hakları saklıdır. Kaynak göstermek koşuluyla tezin teslim tarihinden itibaren altı (6) ay sonra tezden fotokopi çekilebilir.

YAZARIN

Adı : Tolga Soyadı : Kınalı Bölümü : Resim-iş Eğitimi İmza : Teslim Tarihi :

TEZİN

Türkçe Adı : 7.- 13. Uluslararası İstanbul Bienalleri Kapsamında Küreselleşmenin Türk Kültür Sanat Hayatına Etkileri

İngilizce Adı : Within The Scope of 7th- 13th International Istanbul Bienals The Effect of Globalization on The Turkish Arts and The Culture Scene

(5)

ETİK İLKELERE UYGUNLUK BEYANI

Tez yazma sürecinde bilimsel ve etik ilkelere uyduğumu, yararlandığım tüm kaynakları kaynak gösterme ilkelerine uygun olarak kaynakçada belirttiğimi ve bu bölümler dışındaki tüm ifadelerin şahsıma ait olduğunu beyan ederim.

Yazar Adı Soyadı: Tolga Kınalı İmza:

(6)

JURİ ONAY SAYFASI

Tolga Kınalı tarafından hazırlanan “ 7.-13. Uluslararası İstanbul Bienalleri Kapsamında Küreselleşmenin Türk Kültür Sanat Hayatına Etkileri ” adlı tez çalışması aşağıdaki jüri tarafından oy birliği / oy çokluğu ile Gazi Üniversitesi Resim-İş Eğitimi Anabilim Dalı’nda Yüksel Lisans tezi olarak kabul edilmiştir.

Danışman : Prof. Dr. Nur Gökbulut

Resim-İş Eğitimi Ana Bilim Dalı, Gazi Üniversitesi. ………...

Başkan : Doç. Dr. Erdem Ünver

Güzel Sanatlar Tasarım ve Mimarlık Fakültesi, Atılım Üniversitesi ………...

Üye : Yrd. Doç. Dr. Güzin Ayrancıoğlu

Resim-İş Eğitimi Ana Bilim Dalı, Gazi Üniversitesi. ………...

Tez Savunma Tarihi : 22 / 07 / 2016

Bu tezin Gazi Üniversitesi Resim-İş Eğitimi Anabilim Dalı’nda Yüksek Lisans tezi olması için şartları yerine getirdiğini onaylıyorum.

Prof. Dr. Ülkü ESER ÜNALDI

(7)
(8)

TEŞEKKÜR

Çalışmam boyunca ayırdığı geniş zaman ve çözümlerle bana yardımcı olan danışmanım Prof. Nur Gökbulut hocama teşekkür ederim.

(9)

7. - 13. ULUSLARARASI İSTANBUL BİENALLERİ KAPSAMINDA

KÜRESELLEŞMENİN TÜRK KÜLTÜR SANAT HAYATINA ETKİSİ

(Yüksek Lisans Tezi)

TOLGA KINALI

GAZİ ÜNİVERSİTESİ

EĞİTİM BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ

Temmuz 2016

ÖZ

Küreselleşmenin Türk kültür sanat hayatına etkileri ve bugün hala sanat ortamımızda çokça tartışılan yerellik/evrensellik meselesi, neredeyse Tanzimat’la başlamıştır. Ancak Sovyet Rusya’nın dağılması ve özellikle 1990’lı yıllardan itibaren telekomünikasyon alanında yaşanan teknolojik gelişmeler, küreselleşme sürecini hızlandırmış, siyasi, ekonomik ve kültürel sonuçları, tüm dünyada olduğu kadar Türkiye’de de toplumsal yaşamı etkilemiştir. Yenileşme hareketleriyle başlayan ve nihayetinde Cumhuriyetle modern görünümüne kavuşan Türk sanatı, Batı’nın yayılmacı politikaları ve kültürel hegemonyasına karşı 1950’lere kadar mesafeyi korumuşsa da, 2. dünya savaşı sonrası oluşan yenidünya düzeni karşısında fazla direnemedi. Yaşanan siyasi ekonomik ve toplumsal değişimler, Türk kültür sanat ortamını da aynı oranda etkiledi. Bugünde, özellikle Uluslararası İstanbul Bienallerinde, küreselleşmenin sıklıkla altının çizildiğini; ulus bütünlüğünü sınayacak, çok kültürlülük, sınırların aşılması ve azınlık hakları gibi konuların ele alındığını; kadın, cinsel tercihler, bireysel hak ve özgürlükler, gibi konularla da toplumun kültürel yapısının, geleneklerinin masaya yatırıldığını görüyoruz. Bu araştırmada, küreselleşmenin Türk sanatına olan etkileri ve kültürel sonuçları incelenmiştir. Öncelikle küreselleşme olgusu ele alınmış, uluslararası sanat ortamını Türk sanat ortamına taşıyan etkinlikler olduğu için Bienallerin içeriği ve işlevi ile küratörlük kurumu gibi konular veriler doğrultusunda tartışmaya açılmış ve yorumlanmıştır. Çalışmanın odağında, tartışmaların yoğunlaştığı 2001-2013 yılları arasında gerçekleştirilen Uluslararası İstanbul Bienalleri yer almaktadır.

(10)

WITHIN THE SCOPE OF 7th- 13th INTERNATIONAL ISTANBUL

BIENALS THE EFFECTS OF GLOBALIZATION

ON THE TURKISH ARTS AND CULTURE SCENE

(Master Thesis)

TOLGA KINALI

GAZİ ÜNİVERSİTESİ

EĞİTİM BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ

July 2016

ABSTRACT

The effects of globalization on the Turkish arts and culture scene and the ‘local versus global’ debate continuing today almost dates back to Tanzimat. The dissolution of the Soviet Union and technological advances in telecommunications after 1990’s speeded the globalization process. The political, economic and cultural consequences of these developments have affected the Turkish public life along with the rest of the world. The innovation in Turkish arts that settled into its modern shape after the foundation of the Turkish Republic has managed to protect itself from the expansionary policies and hegemony of western culture up until the 1950s. However, it could not resist to the new world order after the Second World War and has been affected by the political, economic and cultural changes. Today, especially in biennials in Istanbul, we see an emphasis on globalization; come across frequent discussions around questioning national integrity, multi-culturalism, breaking boundaries and minority rights as well as scrutinizing traditional cultural values about women, sexual preferences, personal rights and freedoms, etc. This research paper investigated the effects of globalization on Turkish arts and the cultural results. Firstly, the concept of globalization was examined; then was followed by discussions and comments around subjects such as content and function of Biennials, as they bring together the international art scene with the Turkish scene, and the concept of curatorship in line with data. The focus of study is located in the Internatinal İstanbul Bienals concentrates of the debates that take place between the years 2001-2003.

(11)

İÇİNDEKİLER

TELİF HAKKI ve TEZ FOTOKOPİ İZİN FORMU…….…………...i

ETİK İLKELERE UYGUNLUK BEYANI……….………..…………...ii

JÜRİ ONAY SAYFASI………..…………...iii İTHAF……..………..i TEŞEKKÜR………..v ÖZ……….vi ABSTRACT……….………...vii İÇİNDEKİLER……….viii BÖLÜM I………..1 GİRİŞ…...……….1 Problem………..…….……….2 Araştırmanın Amacı……....………...3 Araştırmanın Önemi………...4 Araştırma Soruları...………...4 Varsayımlar……….………...5 Araştırmanın Sınırlılıkları……….………...6 Tanımlar……...………...6 BÖLÜM II………...………..9 KAVRAMSAL ÇERÇEVE……….…....9

Sanatın Toplumsal Yaşamdaki Yeri ve Önemi………..………..…………..9

Propaganda Aracı Olarak Sanat………..…...…….11

Kültürel Diplomasi………..………...……..…..14

Bienallerde Sanat Eğitimi ………..………..…….15

Küreselleşme ……….………...…………...………...…17

Küreselleşmenin Kültürel Alana Etkisi……….…...…19

Postmodern Sanat………..……20

(12)

BÖLÜM III……….………25 İLGİLİ ARAŞTIRMALAR………...25 BÖLÜM IV……….……….……...………27 YÖNTEM...……….……...………27 Araştırmanın Modeli…………..….…….………27 Evren ve Örneklem………..…..………...27 Verilerin Toplanması………..………….………....27 Verilerin analizi ...………..………….………...27 BÖLÜM V…..…….……….……...………29 BULGULAR VE YORUM……….……….…..………29

Uluslararası İstanbul Bienalleri………..…….………..………..30

1987-1999 Dönemi……….…………..……...……….……..31

7. Uluslararası İstanbul Bienali………..…..…….…..34

7. Uluslararası İstanbul Bienaline Katılan Sanatçılardan Bazıları…...……37

8. Uluslararası İstanbul Bienali ……..……….………….……..40

8. Uluslararası İstanbul Bienaline Katılan Sanatçılardan Bazıları…..…...……43

9. Uluslararası İstanbul Bienali ………..49

9. Uluslararası İstanbul Bienaline Katılan Sanatçılardan Bazıları……...……52

10. Uluslar arası İstanbul Bienali …….………..………...…..55

10. Uluslararası İstanbul Bienaline Katılan Sanatçılardan Bazıları……...….…57

11. Uluslar arası İstanbul Bienali ………..…………..……….….…..61

11. Uluslararası İstanbul Bienaline Katılan Sanatçılardan Bazıları……...…. 63

12. Uluslar arası İstanbul Bienali …..………..……….….…..67

12. Uluslararası İstanbul Bienaline Katılan Sanatçılardan Bazıları...…..……...70

13. Uluslar arası İstanbul Bienali ……….……..………..………73

13. Uluslararası İstanbul Bienaline Katılan Sanatçılardan Bazıları…...…74

BÖLÜM VI…..…….……….……...………79

SONUÇ VE TARTIŞMA……….…...79

KAYNAKÇA………..……….………...83

(13)

BÖLÜM I

GİRİŞ

Toplumların çağdaşlaşma serüvenlerine ya da büyük toplumsal hareketlere bakacak olursak, sanatın toplum üzerindeki etkisini, değişim süreçlerinde sanatın ve sanatçının ne denli etkin rol oynadığını görebiliriz. Avrupa’da yaşanan iki büyük sıçrama Rönesans ve Fransız Devrimi ile ülkemizde yaşanan Cumhuriyet Devrimi buna örnek olarak verilebilir. Hümanizm insanları Orta Çağ’ın karanlığından Rönesans’a taşımış, Sanayi Devrimi, yaşanan kentlere göç, nüfus artışı, yeni sınıfların ortaya çıkışı, tüketim alışkanlıklarının değişmesi, yeni gereksinimlerin doğması tüm bunlar entelektüel ortamın toplumsal hayatı ve sosyal sınıfları sorgulamasına neden olmuş bu da Fransız Devrimi’ne giden yolu açmıştır. Dünyadaki bu gelişmeler Türkiye’de de yenilikçi hareketleri tetiklemiş ve sanatçılar (batılı anlamda), Osmanlı’nın son dönemi ve Cumhuriyet dönemi ile özgür çalışma imkânı bulmuşlardır. Anadolu insanını, devrimleri, köy yaşamını, aile kurumunu konu alan resimler yapmışlar, gerek kent gerekse kırsalda toplumsal yaşamdaki çarpıklıkları ya da güzellikleri ortaya koymaya çalışmışlardır.

Şüphesiz devrimleri, büyük toplumsal gelişmeleri, yalnızca sanatsal faaliyetlere bağlamak yanlış olur. Amerika’nın, yeni ticaret yollarının keşfi, yeni kıtadaki savaşlar ve yağmalar Avrupa’nın zenginleşmesini sağlayan, reform hareketlerini doğuran ve Rönesans ile Sanayi Devrimi’nin yolunu açan en büyük etkendir. Ancak bugün biliyoruz ki; tek başına ekonomik açıdan iyi durumda olmak, toplumsal gelişme ve uygar bir biçimde yaşamak için yeterli değildir. Teokratik yönetimin hakim olduğu petrol zengini Ortadoğu ülkelerinin durumu ortadadır. Diğer yandan Avrupa iki büyük savaş geçirmesine rağmen tekrar toparlanabilmiş ve uygar bir düzeye erişebilmiştir.

(14)

role bağlıdır. Sanatın bu gücü batıda iyi anlaşılmıştır. Öyle ki kimi ülkeler sınırlarının da ötesine kültür ihraç ederken sanatın bu gücünden faydalanmış ve sanatı bir propaganda aracı olarak kullanmışlardır.

Problem

Soğuk savaş sonrası Sovyet Rusya’nın dağılmasıyla güç dengeleri bozulmuş ve dünyada küreselleşme rüzgarları esmeye başlamıştır.

Siyasal, ekonomik ve kültürel yönleriyle küreselleşme, felsefe olarak, ‘’tek dünya, tek ülke’’, ‘’tek din’’ gibi ütopik düşünceleri de barındıran, demokrasi, özgürlük, dünya vatandaşlığı gibi kulağa hoş gelen söylemlerle, dünya’da savaşların biteceği ve dünyaya barış geleceği gibi bir algı yaratsa da aslında temelinde zengin toprakların egemenliği üzerine kurulu kapitalist bir dayatma olduğu yönünde eleştiriler vardır. Geray (1997)’ın belirttiği üzere “Gelişmekte olan ülkeler kendilerini uluslararası hiyerarşinin üstündekilere bırakıp, onların önerdiği piyasa çıkışlı uygulamaları yaparlarsa, küreselleşmiş bir dünyada refah, özgürlük, eşitlik ve demokrasinin kendiliğinden, otomatik olarak geleceği masaldan ibaret olacaktır”(s.37- 38). Kongar küreselleşmenin siyasal ve ekonomik ayağını şu şekilde tarif ediyor;

“Küreselleşme'nin siyasal ayağı, Amerika Birleşik Devletlerinin siyasal egemenliği, ya da dünya üzerindeki siyasal jandarmalığı anlamına gelmektedir…Küreselleşmenin ekonomik ayağı, uluslararası sermayenin egemenliğine işaret etmektedir. Bu egemenlik, bütün ülkeleri, örneğin, Birleşik Amerika'yı da aşan bir biçimde gelişmiştir. Kendi mantığı içinde, sermaye ve onun simgesi olan marka bazında dünyayı, tüketiciyi ve tüm insanları yönlendirmektedir” (Kongar, 2012).

Bu yönleriyle Küreselleşme kapitalist ve emperyalist bir yapılanma olarak karşımızda durmaktadır. Bu yapılanma sosyo-kültürel yapı itibariyle doğuyla batı arasında sıkışıp kalmış ülkemizde, ulus devleti de tehdit eder niteliktedir. Toplumu bir arada tutan bağlar, yani toplumsal değerler, gelenekler, milliyetçilik gibi olgular, “dünya vatandaşlığı” gibi vaatlerle zayıflatılmaya ve değersizleştirilmeye çalışılmaktadır.

“Derin-Merkez neden ulus-devlete karşı? Çünkü neoliberal politikalara karşı direnci, ancak ulus-devlet gösterecektir. Öyleyse, ulus-devleti etkisizleştirmelidir. Bunun için de çare

(15)

Kültürel alanda ise, küresel ideoloji ve onun sanatı, yine aynı şekilde, ‘’sınırların aşılması’’, ‘’çok kültürlülük’’, ‘’dünya vatandaşlığı’’ gibi temalarla seslenmekte, uluslararası bienaller yoluyla da sesini duyurmaktadır. Bu bienallerin içeriği ve işlevi, çok sesli bir havada ancak batı ekseninde oluşu, daha çok genç kuşak sanatçıların bu güvenli ortamda bir araya gelmeleri, sanata yön verenlerin yine aynı eksende kendi pazar ve liderliklerini tehlikeye atmadan sürdürme çabaları ve bu organizasyonların aktörleri küratörlerin rolü hep tartışılan konular arasındadır.

Esen küreselleşme rüzgarları, uzun bir zamandır yüzü zaten batıya dönük sanat dünyamızın, kimlik arayışlarını ve kendi sanat geleneğini oluşturma çabalarını sekteye uğratmaktadır. Bienallerdeki, bu kolay tüketilen, geleneği ve yerel olanı yadsıyan, toplumsal meselelerde sansürlü bu postmodern anlayış gitgide zihinlerde meşruluk kazanmaktadır. Kültürel alanda yaşanan bu değişim ve dönüşümlerin, toplum üzerindeki etkileri unutulmamalı, bu yönüyle değerlendirilmelidir.

Bir diğer önemli husus; Bienal kapsamında, çocuklara yönelik yürütülen sanat eğitimi, uzun vadeli süreçte, toplumun geleceğini biçimlendirmede belirleyici olacaktır.

Araştırmanın Amacı

Araştırma, sanat dünyasında yaşananların izini sürmeyi ve küresel politikaların Türk kültür sanat ortamını nasıl etkilediğini ortaya koymayı amaçlamaktadır. Uzun vadeli süreçte, toplumun inşasına katkı sağlayacak hatta biçimlendirecek olan sanatçıların, sanat ortamına katkıları, bienaller kapsamında, ulusal ve evrensel paradigmalar çerçevesinde değerlendirilmiştir.

Küreselleşmeyle birlikte, özel sektörün büyümesi, büyük banka, şirket ve holdinglerin kültür merkezleri, müzeler, sergi ve konser salonları açarak sanata büyük yatırımlar yapması sonucunda sanat sermaye sahiplerinin kontrol ve himayesine girdi. Bu bakımdan sanat dünyamızda yaşananları iyi okumak, bu politikalar dahilinde özerkliğini yitirmiş sanat kurumlarının nasıl hareket ettiğini iyi anlamak gerekmektedir. Küresel politikaların sanat dünyasıyla, kültürel hayatın içinde nasıl yer bulduğu ve dolayısıyla toplumu da nasıl etkilediği iyi anlaşılmalıdır.

(16)

Yaşananları “kültürün özelleştirilmesi’’ olarak değerlendiren Artun (2011) şunları söylüyor: “Küratöryal yönetim, küresel korporasyonlar ağını temsil eder ve bu ağa eklemlenir. Korporasyonlar adına sanatın ve sanatçının küresel yönetimini üstlenir.”( s.128). Elbette, bu ‘’Küratöryal Yönetim’’ içinde kendi çizgisinden ödün vermeden çalışan sanatçılar da var; ancak çoğu sanatçı, büyük şirketlerce desteklenen bienaller, galeriler, müzeler ağında, bilinçli ya da bilinçsiz, belki kaybolmamak, sesini duyurabilmek adına, -belki de gönüllü!- bağımsızlıkları pahasına pazarda yerlerini almaktadır. Bu çalışma ile, sanat camiasında özellikle genç kuşak sanatçılar arasında yaşananların daha iyi okunması ve kolektif bilincin yerleşmesi adına katkı sağlamak amaçlanmaktadır.

Araştırmanın Önemi

Sanatın toplumsal yaşamdaki yeri ve önemi ortaya konmaya çalışılmıştır.

Sanatın kitleleri etkileyebilme gücü, toplumsal değişim ve dönüşümlerde ne denli etkin rol oynadığı ortaya konmuştur.

Kültürel Diplomasi yoluyla emperyal güçlerin diğer ülkeler üzerinde kurmaya çalıştığı kültürel, toplumsal ve siyasal hegemonya yine bu çalışmayla ortaya konmuştur.

Bu çalışmanın; Türkiye’de sanatın, özerkliğini yitirmiş sanat kurumlarının himayesinde yol alamayacağını, doğru kültür ve sanat politikalarıyla, kendi sanat geleneğimizin üstüne kurgulanması gerektiğini görme açısından önemli olduğu düşünülmektedir.

Araştırma Soruları

7.-13. Uluslararası İstanbul Bienalleri kapsamında Küreselleşmenin Türk kültür sanat hayatına etkisi var mıdır?

Sanat bir propaganda aracı olarak kullanılmakta mıdır?

(17)

Küreselleşme emperyalist bir dayatma mıdır?

Uluslararası İstanbul Bienallerinde sürekli altı çizilen küreselleşme söylemlerinin, kapitalist sermaye sınıfının bir dayatması olduğu söylenebilir mi? Bu manada sanat kurumları ve sergiyi düzenleyen küratörler sermaye sınıfının amaçları doğrultusunda mı hareket etmektedirler?

Sanat alanında yaşanan değişimler, toplumun kültürel yapısı üzerinde ne denli etkili olabilir? Bienal konularının toplum kimyasını değiştirmeye gücü yeter mi? Bienallerde işlenen azınlıklar, bireysel hak ve özgürlükler gibi konuların ve küreselleşme vurgusunun altında ne gibi amaçlar yatabilir?

Varsayımlar

Sanat bir propaganda aracı olarak kullanılmaktadır.

Bienallerde sıkça duyduğumuz küreselleşme söylemleri, batının yayılmacı politikalarının ürünüdür.

Sanat dünyası küresel odaklarca şekillendirilmeye çalışılmaktadır. Sanat kurumları bu manada özerkliklerini yitirmişlerdir. Küratörler bu manada sermaye sınıfının sözcülüğünü yapmaktadırlar.

Bienaller ortamında, çocuğa yönelik sanat eğitimine yer ve önem verilmesi, küreselleşmenin yerleşmesi için bir basamak oluşturmaktadır.

Küresel politikalar sanat dünyasıyla topluma ulaşmayı, etki etmeyi amaçlamaktadır. Bienallerde sürekli vurgulanan küreselleşme, çok kültürlülük, sınırların aşılması, azınlık hakları, kadın, cinsel tercihler, bireysel hak ve özgürlükler gibi konular, toplumu bir arada tutan bağları ve ulus devlet yapısını zayıflatmaya yönelik egemen güçlerin dayatmasıyla tartışmaya açılan konulardır.

(18)

Araştırmanın Sınırlılıkları

Çalışma ve değerlendirmeler İstanbul’da yapılan 7.-13. Uluslararası İstanbul Bienalleriyle sınırlıdır.

Küratörlere ait bienal metinleri ve sanatçı yapıtları üzerinden değerlendirme yapılmıştır. Bu çalışmada, her Bienalden küreselleşme taraftarı ve karşıt söylemleriyle ön plana çıkan 5-15 arasında sanatçıya yer verilmiştir.

Tanımlar

Avangard Sanat: Avangard teriminin anlamı tam olarak öncü, önde giden olarak açıklanabilir…’’Avangard’’ terimi sanata verilen öncü rolü tarif etmek için ilk kez sosyalist Saint Simon ve onun cemaati tarafından kullanıldı. 19. yüzyılın ikinci yarısından başlayarak, özellikle 20. yüzyılın başında ortaya çıkan alışılmış anlatım biçimlerini dışlayıp yeni bir sanatsal dil oluşturmak peşinde olan sanatçılar ve sanat akımlarını tanımlamak için kullanılmaktadır. Aynı zamanda toplumsal, siyasal ve kültürel değişimlerin farkında olan ve buna taraf olan sanatçı tipi için de avangard terimi kullanılmaktadır. Peter Burger’e göre avangard, sanat’ın kurumlaşmasına karşı bir saldırıdır. Hedefi sanat kurumunu yok etmektir. Ancak sanat sonunda savaştığı kurumlara yenik düşmüştür. (Keser, 2005, s.57).

Bienal: Terimin Türkçe karşılığı ‘iki yılda bir’dir. Sanat alanında ise iki yılda bir düzenlenen dünyanın en büyük uluslararası avangard sanat sergisini tanımlamak için kullanılmaktadır. İlk Bienal Venedik’te 1895 yılında düzenlendi…Daha sonra birçok ülke kendi Bienalini düzenlemeye başladı…Türkiye kendi Bienalini 1987 yılından beri İstanbul’da düzenlemektedir (Keser, 2005, s.70).

Emperyalizm: Bir milletin sömürü temeline dayanarak başka bir milleti siyasi ve ekonomik egemenliği altına alıp yayılması veya yayılmayı istemesi, yayılmacılık, yayılımcılık, emperyalistlik (Türk Dil Kurumu[TDK], 2011, s.796).

(19)

materyali kapsar. Ses, video, performans, bilgisayar ve internet gibi materyallerden natürel olanlara kadar her tür materyalleri kapsar (Keser, 2005, s.120).

Kapitalizm: Anamalcılık (TDK, 2011, s.1309). Kapitalizm, üretime koşulan araç, alet, yapı ve mal stoklarının -bir kelime ile sermayenin- esas itibariyle özel ya da bireysel mülkiyet konusu olduğu bir sistemdir. (Kişisel mülkiyetin hisseler şeklinde ayrılarak farklılaşmış olduğu bir anonim şirket ya da bir ticaret ve sanayi korporasyonu şeklinde ortak-sahip olarak bir araya gelmiş kişilerin mülkiyeti de bu tanıma girer) (Dobb, 1959/1981, s.1).

Korporasyon: Korporasyon: Lonca.(TDK, 2011, s. 1484). Corporation(ing): Anonim şirket, tüzel kişi (Redhouse, 1994, s.83). Ayrıca birçok kaynakta, Kurum, kuruluş, dernek anlamlarında da kullanıldığı belirtilmektedir.

Küratör: Koleksiyon oluşturma, araştırma, sergileme ve yazma işiyle sorumlu olan kişileri tanımlamak için kullanılan terim (Kesr, 2005, s.199). Bienallerde Küratör, belli bir kavram çerçevesinde, temaya uygun sanatçıları bir araya getirerek sergiyi düzenler.

Küreselleşme: Türkçe'ye "küreselleşme" olarak çevrilen "globalizasyon" kavramı "global" kelimesiyle "toptan", "toplam", ve "küresel" anlamına gelmektedir. "Küresel" kelimesi de "dünya milletleri, ekonomi, siyaset ve iletişim bakımlarından birbirine yaklaşma ve bir bütün olma" (TDK Türkçe Sözlük, 1988, s.360-1440)

New Age: Ruhsal konulara ilişkin bireysel eklektik yaklaşımla nitelendirilen çağdaş Batı Kültüründe yirminci yüzyıl sonlarında ortaya çıkan ve sınırları ve alt gruplarıyla geniş bir uygulama ve inanç alanına işaret eden ve alternatif ruhsal hareketlerin üst başlığı ve türsel (generic) bir terimdir (Vikipedi, 2016)

Postmodernist Sanat: Postmodernizm terimi ilk kez 1917 yılında Rudolf Pannwitz tarafından Avrupa Kültürünün Bunalımı adlı kitabında kullanıldı. Daha sonra İspanyol asıllı edebiyatçı Federico De Oniz, modern ile ultra modern arasındaki bir geçiş dönemini; 1947 yılında ise Arnold Toynbee ulusal devlet anlayışından globalizme geçişi göstermek amacıyla kullandı. 1960’lı yıllarda ise geçmişin yüceltilmesi anlamında kullanıldı…

(20)

kabulü söz konusudur; bütün dönem ve tarzların elemanlarını birleştirmeye yönelik bir isteklilik söz konusudur (Keser, 2005, s.263-264).

Sosyalist Realizm: 1930’lardan 1980’lere kadar Sovyetler Birliği’nin resmi sanat tarzıydı. …Bu tarz, muhafazakâr, figüratif ve hikâyeye dayalı olmasından ötürü bütün izleyicilere ulaşabilir nitelikteydi ve Parti çizgisinden asla sapmadı. Resimde ve heykelde devleti, liderlerinin (Lenin, Stalin gibi) yüceltti ve işçi sınıfının insanlarını idealize etti (Keser, 2005, s.314).

Soyut Dışavurumculuk: Hem Avrupa hemde Amerika’da 1950’li yıllarda etkinlik göstermiş olan ve kökeni bu iki kıtaya birden dayanan ilk sanat hareketidir. Hitler rejiminden kaçıp Amerika’ya yerleşen birçok sanatçının etkisini taşır.Bu nedenle soyut dışavurumculuk, değişik teknik ve anlatım biçimlerinin bir sentezi niteliğindedir.(Keser, 2005, s.318).

Teokrasi: Dine dayalı yönetim biçimini tanımlamak için kullanılan terim. Daha doğru bir anlatımla dini otorite organlarının siyasi otorite organları yerine devlet idaresini elde tuttuğu devlet biçimidir (Vikipedi, 2016)

(21)

BÖLÜM II

KAVRAMSAL ÇERÇEVE

Bu bölümde, sanatın toplumsal yaşamdaki yeri, kitleleri etkileyebilme gücü ve iktidar(güç) sahiplerince bir propaganda aracı olarak nasıl kullanıldığı ele alınmış ve bu perspektiften küreselleşme olgusu ve Uluslararası İstanbul Bienalleri değerlendirilmeye çalışılmıştır.

Sanatın Toplumsal Yaşamdaki Yeri ve Önemi

Sanat etkinliklerinin bireyin gelişmesinde önemli bir rolü olduğu, çağdaş, dünyayla uyumlu, özgür düşünebilme yetisi ve problemler karşısında olaylara çok yönlü bakabilme yeteneği kazandırdığı psikologlar ve eğitimciler tarafından vurgulanmaktadır.

Sanat “ Kişiyi çok yönlü yapar. Kişiye çok boyutlu düşünmeyi öğretir. Olayları bu çok yönlülük ve boyutluluk içinde değerlendirir. Böylece kişi, yeniliklere açık, yeni gelişmelere yatkın duruma gelir. Dinamik bir kişilik, bu yoldan gelişir, böylece içinde bulunduğu toplum ve çağdaş dünyayı değerlendirebilir” (Tezcan, 2003, s.34).

Sanat bireysel kazanımların yanında toplumun gelişmesinde de önemli bir yere sahiptir. Bakıldığında kültürel yönden zengin olan milletlerin ilerleme kabiliyetlerinin çok daha üstün olduğu görülmektedir. Daha önce de değinildiği gibi Avrupa’da yaşanan Rönesans ve reform hareketleri, Fransız devrimi, 2. dünya savaşı sonrası kısa sürede ayağa kalkabilmiş Almanya ve Japonya bunun en güzel örneğini vermiştir.

“Sanatsal, eleştirel, demokratik düşünce, yaratıcılık, humanizma, yurttaşlık bilinci, kişilik (entelektüel) gelişimi, özgünlük, özgürlük ve kendini ifade etme gibi sanat ve sanat

(22)

eğitimiyle birebir örtüşen bu kavramlar toplumsal değişimin, gelişimin gerçekleşmesinde belirleyici bir role sahiptir” (Artut, 2010, s.11).

Ulusların, dünyanın saygın ülkeleri arasında yer bulabilmeleri kültürel zenginliklerinin birikimlerine bağlıdır. Ülkelerin sanat çalışmalarına verdikleri önem, sosyo-kültürel kalkınmayı, çağdaşlaşmayı beraberinde getirir. Batı’da bunu ilk fark eden Rönesans kültürünün yayılmasında ve Batı sanatının kurumlaşmasında rol oynayan Medici ailesi olmuştur. Şaşırtıcı olan Medicilerin, aristokrat bir aile olmamalarıdır. Taşralıdırlar ama zamanla tüm Avrupa’da nüfuz ve itibar sahibi olurlar. “Gombrich’e göre, bu saltanat sanat sayesinde kurulmuş. Mediciler, soylu olmamalarının açığını modern müze ve koleksiyon çığırını açan girişimleriyle açıyorlar. Bütün Avrupa saraylarında “sonradan görme” olarak horlanmalarına rağmen, İspanya, Almanya, Avusturya saraylarına nüfuz ediyorlar ve iki Fransız kraliçesi çıkarıyorlar” (Artun 2011 s:8-9).

Sanatın bu gücü, günümüzde Batı kadar Doğu’da da kimi zengin ülkelerin dikkatini çekmiştir. Özellikle Katar, Birleşik Arap Emirlikleri’ndeki şeyhler, dev projeler için oldukça büyük paralar harcamaktadır. Bu projeler arasında, Abu Dabi de kültür şehri olarak kurulması planlanan, 27 kilometrekarelik alanı kaplayacak olan Saadet adası başı çekmektedir. 2018’de bitmesi planlanan bu kültür şehri içinde tiyatrolar, konser salonları, opera ve müzelerin kurulması planlanmaktadır. Bunlardan biri Guggenheim müzesidir. Bir diğeri ise, Fransız sanat ortamında ve aydınlar arasında büyük tepkilere yol açan Louvre müzesinin Abu Dabi’ye getirilmesi projesidir.

Artun, bölgedeki küresel kültür endüstrisi girişiminin, sanat ve bilgi ağının hangi boyutlara eriştiğine dikkat çekiyor; “Emirlikler’de küresel şirketler ile yerel şeyhlerin el ele yürüttükleri Rönesans hareketinde müzelerin açılışını, üniversitelerinki izliyor. Bu bakımdan en iddaalı projelerden biri, 1000 hektar kaplayan, Katar’daki Eğitim Şehri. -Bu şehirlerde birçok Amerikan üniversitesinin uydu kampüsleri yer almaktadır” (Artun 2011, s: 17). Bu yönüyle sanat, günümüzde bir sektöre dönüşüyor ve tamamiyle siyasal ve sosyal bir güç gösterisi halini alıyor.

(23)

Sanatın önemi ve kitleleri etkileme kabiliyeti, iktidar sahiplerince iyi anlaşılmış, güç sahipleri sanatı bir propaganda aracı olarak kullanmışlardır.

Propaganda Aracı Olarak Sanat

Sanat, tarihin değişik dönemlerinde farklı işlevsellikler kazanmış, farklı amaçlara hizmet etmiştir. Bir propaganda aracı olarak ilk defa karşımıza çıkışı, Hıristiyanlığın ilk dönemlerinde, Hıristiyanlığı yaymak için resmin kullanılmasıyla başlamıştır. Gombrich, Sanatın Öyküsü’nde, resmin okuma yazma bilmeyenler için Hıristiyanlık öğretilerinin yayılmasında nasıl etkin rol aldığını anlatır ve dönemin etkili isimlerinden Papa G. Magnus’un şu sözlerine yer verir: ‘’Yazılar okuma yazma bilenler için ne ise, resimler de okuma yazma bilmeyenler için aynı şeydir ’’ (Gombrich 1997, s.135).

Örneğin; 1622 yılında Papa XV. Gregory, yapılan din savaşlarının yalnızca silah yoluyla kazanılamayacağına inanıyor. Bu yüzden, Hristiyanlık öğretilerinin yayılması amacıyla; Sacra Congregatio Christiana Nomini Propaganda; yada bugün daha çok hatırlanan adıyla, Sacra Congregatio de Propaganda Fide kuruldu. Bu kuruluş Roma Katolik Kilisesinin resmi bir organı oldu ve Katolik Kilisesinin inanç ve imanını yeni dünyaya yaymak, aynı zamanda eski dünyada da Roma Kilisesinin din anlayışını pekiştirmek ve yeniden güçlendirmekle görevlendirildi. (Qualter, 1980, s.255)

Aslında propaganda ve sanatın kullanılması insanlık tarihi boyunca varoldu. En ilkel kabilelerin düşmana korku salan masklarından, kent kapılarındaki heybetli yarı insan yarı hayvan mitolojik tanrılara kadar, savaşlarda kazanılan zaferlerden imparatorların görkemli heykellerine kadar sanat daima kullanılmıştır. “Sanatın propaganda ve ikna gücünü fark eden hükümdarlar, onu kendi mefaatleri için her zaman kullanmışlardır. Tarih, sanatın kitleleri kandırma ya da yönlendirme aracı olarak kullanılageldiğinin örnekleriyle doludur” (Erbay, 2007, s.72)

Propagandanın önemi sonraki yıllarda iyi anlaşılmıştır. I. Dünya savaşında propagandalar büyük rol oynamıştır.

(24)

“Hitler “Mein Kampf”da Almanya’nın savaşı, propaganda savaşını başaramadığı için kaybettiğini yazmıştır”(Altun, 2004, s:26). Birinci Dünya Savaşı’nda müttefiklerin yaptığı propagandanın gücünden çok etkilenmiş, 1918 senesinde deniz kuvvetleri ile cephede çıkan isyanların ana sebebinin de bu olduğuna inanmıştır. Britanya ve Amerikan propagandasıyla baş edemeyen Almanlar İkinci Dünya Savaşı’nda bunu başarırlar.

II. Dünya savaşında, gerek Rusya, gerek Nazi Almanya’sı, sinemayı etkili bir propaganda aracı olarak kullanmışlardır. Hitler, propagandayı savaşın kazanılmasında vazgeçilmez unsurlardan biri olarak görmüştür. İnancın Zaferi (1933), İradenin Zaferi (1934) ve Özgürlük Günü: Ordumuz (1935) dönemin propaganda aracı olarak üretilen belgesel türde filmler, Alman halkını Nazi ülküleri etrafında birleştirecek ve zafer yolunda diri kalmalarında etkili rol oynayacaktır.

“II. Dünya Savaşı, Kitle Haberleşme Teorilerinde büyük gelişmelere yol açmıştır. Uygulamanın teoriye ön-geldiği bu dönem sonunda, özellikle, uluslar arası propaganda da çok şeyler değişmiştir. Goebbels ise, bu gelişmelerin baş yaratıcısı olmuştur. Amerikan bilim adamları o’na çok şeyler borçludur. Goebbels’in uygulaması ve bu günlüğünde not ettirdiği düşünceleri sonraları sınanmış ve çoğu doğru çıkmıştır”( DOOB, L. W., 1968, s.337).

Ellul propaganda teknikleriyle bireylerin farkında olmadan kuşatıldıklarını şu sözlerle ortaya koyar:

“Vatandaş, sokakta posterlerle, hoparlörlerle, törenlerle, toplantılarla karşı karşıyadır. İşte el ilanlarıyla ve endüstriyel seferberlikle; eğlenirken filmlerle ve teatral propagandayla; evde gazete ve radyo propagandasıyla…” (Ellul, 2003, s.382).

II. Dünya Savaşı’nın ardından bu kez Amerika çok daha güçlenmiş şekilde tarih sahnesine çıkacak ve süper güç olma yolunda tüm enstrümanlarını kullanacaktır. Özellikle soğuk savaş döneminde Rusya ile yapılan kültür değişim anlaşmalarının, sanatın silahtan çok daha etkili olduğunu, kültür ihraç ederken toplumları zihinlerde fethettiğini göstermiştir.

(25)

Amerika’nın ‘’kültürel diplomasi’’ yoluyla sanatı bir propaganda aracı olarak nasıl kullandığı The Independent’ın ‘Modern art was CIA 'weapon'’’ başlıklı haberinde şu şekilde yer aldı;

Sanat çevrelerinde onlarca yıldır söylenir yahut şakası yapılırdı, ama artık gerçekliği teyit edildi. Merkezi Haber alma Örgütü (CIA), -içinde Jackson Pollock, Robert Motherwell, Willem de Kooning ve Mark Rothko gibi sanatçıların eserlerinin yer aldığı- Amerikan modern sanatını Soğuk Savaş'ta bir silah olarak kullanmış. CIA, -gizli hareket etmesi hariç- bir rönesans prensi tutumuyla, 20 yıldan fazla dünyanın her yerinde Amerikan Soyut Expresyonist resmini destekleyip özendirmiş….Bu yeni sanat hareketi, Sovyetler Birliği'ne karşı propaganda savaşında yaratıcılığın, entelektüel özgürlüğün ve ABD'nin kültür gücünün kanıtı olarak iş görebilirdi. Rus sanatı da komünist ideolojinin deli gömleği içinde yarış edemeyecekti. Uzun yıllar söylentisi ve tartışması yapılan bu politikanın varlığı, artık eski CIA görevlilerince de teyit edildi (Saunders, 1995/2012). denmektedir.

Amerika, bir yandan soyut dışavurumculuk’la Rusya’da yükselen sosyalist realizm’le çarpışırken (–ki sosyalist realizmde rejim ve yöneticilerini yücelten bir anlayışla yol aldı), diğer yandan da postmedernizm’le kendi sanat geleneğini kurgulamaya çalıştı. Öte yandan zaten II. Dünya Savaşı ile birlikte hızla sanayileşen ve zenginleşen ülke (önce kendi coğrafyası olmak üzere ve sonrada tüm dünyayı etkileyecek şekilde) yeni bir toplumun; tüketim toplumunun da doğmasına öncülük etti. Bu zenginlik Amerikan toplumunun sosyo-kültürel yapısını ve sanat ortamını aynı oranda etkiledi. Ve yeni sanat fikirleri oluştu.

Bu sanatsal arayışlar içinde önce; “yüksek sanat” ve geleneksel düşünceye alaycı eleştirileriyle Duchamp (EK 1, Resim 1 ve 2) sivrildi. Ve pop-art gibi, Kavramsal Sanat gibi akımların temellerinin atılmasında etkili oldu.Sonra; 1950’lerde özellikle Amerika ve İngiltere’deki sanatçıların çalışmalarıyla sanat dünyasında yer bulan pop art akımının önemli temsilcilerinden Andy Warhol (EK 2, Resim 3), eserlerinde seri üretim nesnelerini kullanarak fabrikalarla çevrili endüstriyelleşmiş bir toplumun yeni sanat anlayışını ortaya koydu. Kompozisyon, renk, stil gibi klasik anlamda bir ustalık çabası göstermeden, çağın tüketim alışkanlıklarıyla uyumlu işler üretti. Her türden malzemenin kullanılabildiği, görselliğin değil de fikrin ön planda tutulduğu Kavramsal sanat’la birlikte, geleneklerden ve alışılagelmiş estetik normlardan büyük oranda kopuldu. Ve nihayetinde tüm bu gelişmeler, Çağdaş Sanatın yeni sanat anlayışını biçimlendirdi.

(26)

Bununla birlikte, bugün artık biliyoruz ki; görsel sanatlar başta olmak üzere tüm sanat türleri propaganda amaçlı olarak kullanılmakta, fikirler, ideolojiler, kitle iletişim araçlarının da yardımıyla dünyanın dört bir yanına hızla ulaşmaktadır. Bugün Amerika, sanatın tüm dallarını en etkili biçimde kullanmaktadır. Sanat yoluyla Amerikan kültürünü dünyaya yaymakta, kurduğu kültürel hegemonya sayesinde, insanların ne giyeceğinden ne yiyeceğine kadar neredeyse tüm dünyayı etkilemektedir. Bu dev şirketlerin dolayısıyla Amerikan ekonomisinin de ayakta kalmasının en önemli nedenlerinden biridir.

Kültürel Diplomasi

Afrika, Asya ve Ortadoğu ülkelerinin çok yakından tanıdığı bir kelime kültürel diplomasi... Büyük devletlerin yayılmacı politikaları, yeni pazar arayışları, dünya genelinde kurmaya çalıştıkları siyasi, ekonomik ve kültürel hegemonya, birçok alanda olduğu gibi sanat ortamında da güç mücadelelerine sahne olmuş ve önemli sonuçlar doğurmuştur. İlkan(2009) “Soğuk Savaş Döneminde ABD-SSCB Kültürel Politikalarının Sanata Yansıması: Soyut Dışavurumculuk ve Sosyalist Realizm” adlı çalışmasında Amerika ve Rusya arasında imzalanan kültürel değişim anlaşması ve sonuçlarına şu şekilde değiniyor:

Kültürel değişim anlaşmasının 1958 yılında imzalanmasından 1988 yılına kadar 50.000 kadar Rus akademisyen, öğrenci, yazar, bilim adamı, mühendis, sanatçı, gazeteci, müzisyen, sporcu ABD’yi ziyaret etmiştir. 1950’lerin ortalarından itibaren ABD ve SSCB birbirlerinin ülkelerine en başarılı müzik, dans, opera ve bale topluluklarını göndermişlerdir. Kültürel alışveriş bilgi akışına olanak sağlamış, bu durum Sovyet vatandaşlarının kıyaslamalar yapmasına olanak sağlamıştır. Batı’daki lüks tüketim mallarının çeşitliliği ve erişebilirliği, yüksek hayat standardı karşısında yıllardır yanıltıldıklarını düşünen Sovyet vatandaşlarının sayısı artmış, Komünist ideallere olan inançları derinden sarsılmıştır. ABD’nin eğlence endüstrisi bu konuda çok etkili olmuştur. Sovyet gençlerinin caz müziğine, swing, twist’e ve Hollywood filmlerine olan ilgilerine Komünist Parti bile engel olamamıştır.

Kuşkusuz sanat sergilerinin tek başına Soğuk Savaşın sona ermesinde etkili olduğunu söylemek yanıltıcı olacaktır. Ancak 1990’da Sovyetler Birliği’nin dağılması ve komünist sistemin ortadan kalkmasında kültürel temasların kilit rol oynadığını söylemek mümkündür. Kültürel temasların çok yönlü değerlendirilmesi, bu temasların doğurduğu etki ve tepkilerin 30 yıl kadar bir süreye yayıldığını göz önünde bulundurmak gerekir ( s. 142-143).

(27)

Kültürel değişim anlaşması, kültürel diplomasinin ne denli önemli olduğunu, ülkeleri fethederken sanatın ne denli etkin rol oynadığının acı ama en güzel örneğini vermektedir. Uluslararası İstanbul Bienallerinin önemi işte bu çerçevede değerlendirilmeli ve kültürel etkileri bakımından toplumu nasıl etkileyeceği, ne gibi sonuçlar doğuracağı iyi hesaplanmalıdır.

Bienallerde Sanat Eğitimi

Okullarımızda yürütülen milli eğitim programımızın temel amacı, ulusal hedefler doğrultusunda, bilimsel düşünme pratiği kazanmış, sorgulayan, problemleri çözen, gelişmeye açık ve yaratıcı bireyler yetiştirmek ve topluma kazandırmaktır. Toplumu şekillendirecek olan gelecek kuşakların aldıkları sanat eğitimi, bu temel hedefler doğrultusunda gerçekleştirilmelidir. Bu bakımdan Uluslararası İstanbul Bienalleri kapsamında sürdürülen çocuklara yönelik sanat etkinliklerinin içeriği ve işlevi oldukça önemlidir.

Bienaller ortamında, çocuklara yönelik sanat eğitimine yer ve önem verilmesi, küreselleşmenin yerleşmesi için bir basamak oluşturmaktadır. Toplumsal ve kültürel yabancılaşma, toplumsal tabakalar arasında bağların zayıflaması, uçurumun açılması gibi tehlikeler barındıran bu gibi konulara; Atatürk’ün önemle üzerinde durduğu ve kanunlaştırdığı gibi(Tevhid-i Tedrisat Kanunu) öğretimde birlik esası çerçevesinden bakılmalı! Bu perspektiften değerlendirilmelidir.

Bienaller kapsamında yürütülen bu etkinlikler, 10. bienalden itibaren her iki yılda bir çeşitli yaş gruplarından binlerce çocuğun katılımıyla gerçekleştirilmektedir.

10. Uluslararası İstanbul Bienali çocuklara yönelik eğitim programları ilk olarak 2010 yılında Pace Çocuk Sanat Merkezi ile birlikte ortaklaşa yürütülerek başladı. 6-7, 8-11 ve 12-14 yaş grubu çocuklar izledikleri eserlerden esinlenerek atölye çalışmalarında kendi çalışmalarını sergilediler. Ayrıca gruplar şu şekilde ayrıldı:

(28)

Tanışalım-Tanıyalım-Hazırlanalım: Sanatçı eğitmen ve ekibi çocuklarla tanışıyor, çocuklar bienal hakkında bilgi ediniyor ve eğlenceli bir mini ön hazırlık yapıyorlar.

Gez-Gör-Keşfet: Çocuklar, sanatçı eğitmen ve ekibinin Bienal sergisinden seçtiği yapıtlar üzerinde konuşarak beraberce çalışmaları keşfediyor.

Haydi Biz de Yapalım-Yaratalım: Antrepo No.3'te hazırlanan atölyede, çocuklar keşfettiklerinden esinlenerek özgürce yaratma şansını yakalıyorlar. Seçilen sanat aktiviteleri üç değişik yaş grubuna uygun olacak şekilde farklılık gösteriyor.

Bienal Albümü: Eğitim programına katılan her çocuk, Bienal'e yönelik duygu, düşünce ve deneyimlerini mini bir resim/amblem/simge olarak gerçekleştiriyor.

11. Uluslararası İstanbul Bienali yine çocuk eğitim programı PACE Sanat Merkezi işbirliğiyle düzenlenmiş ve programa yaşları 6–14 arasında 1.000'i aşkın çocuk katılmıştır. Vehbi Koç Vakfı'nın katkılarıyla, bu yıl ilk defa sanat öğretmenleri için özel olarak hazırlanmış bir eğitim programı gerçekleştirildi. Çağdaş sanata ilgiyi artırmak ve öğretmenlerin vizyonlarının genişlemesine katkıda bulunmak amacıyla gerçekleştirilen ve eğitmenliğini arkeolog ve müzeolog Mine Küçük'ün üstlendiği Sanat Öğretmenleri İçin Eğitim Programı'na İstanbul'daki ilköğretim okullarında, meslek liselerinde ve liselerde görev yapan 100'den fazla sanat öğretmeni katıldı. Programa katılan öğretmenler daha sonra Mine Küçük ve rehber eşliğinde sergi mekânlarını gezdi (İKSV, 2009).

12. Uluslararası İstanbul Bienali kapsamında, Vehbi Koç Vakfı’nın katkılarıyla, sanat öğretmenleri için özel olarak hazırlanmış bir eğitim programı gerçekleştirildi. Güncel sanata ilgiyi artırmak ve öğretmenlerin vizyonlarının genişlemesine katkıda bulunmak amacıyla gerçekleştirilen ve eğitmenliğini arkeolog ve müzeolog Mine Küçük’ün üstlendiği Sanat Öğretmenleri İçin Eğitim Programı’na İstanbul’daki ilköğretim okullarında, meslek liselerinde ve liselerde görev yapan 100’den fazla sanat öğretmeni katıldı. Programa katılan öğretmenler daha sonra Mine Küçük ve rehber eşliğinde sergi mekânlarını gezdi.

13. Uluslararası İstanbul Bienali kapsamında İKSV ve PACE Çocuk Sanat Merkezi işbirliğinde, Koç Holding’in desteğiyle düzenlenen eğitim programları, bienal süresince

(29)

8-18 yaş grupları arasındaki çocuklarla yapıldı. Eğitimlere bu yıl yaklaşık 3.000 öğrenci katıldı. Eğitim Programı ücretsiz gerçekleştirildi ve okul grupları programa katılabildi.

Küreselleşme

Toplum bilimcilere göre yepyeni bir çağın kapısındayız. Küreselleşme; “dünyanın yaşadığı, tarım ve endüstri devrimlerinden sonra ortaya çıkan, üçüncü büyük devrimin, açıkça iletişim ve bilişim devriminin görüntülerinden birisi” (Kongar, 2002, s. 23). Küreselleşme, bu büyük devrimin kaçınılmaz, “kendiliğinden” sonuçlarından biri gibi… Fakat bir çok görüşe göre kapitalist sistemin bir dayatması.

Küreselleşme Sovyet Rusya’nın dağılmasını izleyen dönemde özellikle 1990’dan sonra adını sıklıkla duymaya başladığımız bir kavram. Küreselleşme sözcüğü, günümüzde iklim değişikliklerinden ticaret ya da ekonomi’ye kadar, eğitimden sağlığa kadar bir çok alanda kullanılmaktadır. Alanın genişliği ve kavrama ilişkin görüş farklılıkları Küreselleşmenin net bir tanımını yapmayı güçleştirir.

“Küreselleşme” teriminin ilk ortaya çıktığı 1960’lardan bu yana, çeşitli disiplinlerde süreci, durumu, sistemi ve gücü tarif etmek için kullanılmıştır. “Küresel” kavramı ilk defa, Marshall Meluha’nın 1960 yılında yayınlanan “Kominikasyonda patlamalar” adlı kitabında, bu yeni süreç için “Global Village” (küresel köy) terimini kullanmasıyla literatüre girmiştir (Tutar, 2000, s. 21).

Batı’nın dışında kalan dünyada da Batı’daki yasam biçiminin yaygınlaştığı, tüketim anlayışının giderek Batı’yla entegre hâle geldiği, iletişimdeki yayılma ve uluslarası şirketlerin ve uluslar üstü örgütlerin etki alanlarının genişlediği bir dönemi nitelemek için yaygın olarak “küreselleşme” kavramının kullanıldığı görülmektedir (Altun, 2004, s.45). Bununla birlikte Küreselleşmeyi karşılıklı bağımlılık, entegrasyon, evrenselcilik ve birleşme gibi kavramlarla anlatmanın kimi tehlikeleri de vardır. “Karşılıklı bağımlılık” kavramı toplumsal veya politik oyuncular arasında simetrik bir güç ilişkisi var sayarken,

(30)

Küreselleşme kavramı hiyerarşiye ve eşitsizliğe de açık kapı bırakmaktadır (Sungur, 2007, s. 25).

Aynı zamanda, farklı toplumsal kültürlerin ve inançların daha yakından tanınması, ülkeler arasındaki her türlü ilişkinin yaygınlaşması ve yoğunlaşması, ideolojik ayrımlara dayalı kutupların ortadan kalkması sonucunu doğuran kaçınılmaz bir süreçtir (Erbay, Y., 1997, s. 148).

Küreselleşmeyi, “çağdaş emperyalizmin 1980’lerden itibaren yaygınlaşan ve Sovyet sisteminin çöküşünden sonra tek ve kaçınılmaz bir olgu olarak dünyaya sunulan yeni adı ” olarak tanımlayan (Timur, 1996, s. 69), küreselleşmeyi kapitalist sermaye birikiminin yeni bir aşaması olarak ifade etmektedir.

“Liberal” görüşte olanlarca da küreselleşmenin temel hedefleri, izlediği politika açıklıkla dile getirilirken iyimser bir tablo çizilmektedir.

Neo-liberal iktisatçılar küreselleşmeyi, yeni dünya düzeninin delilleri ve ulus devletin ölümü olarak yorumlamaktadırlar. Bu bakımdan küreselleşme, tek dünya düzeni veya bütünleşme olarak nitelendirilen bir eğilimi ifade etmektedir. … Dışa açıklık, entegrasyon ve karşılıklı bağımlılık gibi kavramları da bünyesine alan küreselleşme konusunda en yaygın görüş, bu sürecin hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde yaşam standardını yükselteceği yönündedir”(Kutlu, 1998, s. 365).

Küreselleşme süreciyle birlikte, bilgi ve iletişim teknolojilerinin kültürel ve toplumsal yapıya etkileri de artmış, “sanayi toplumu” sonrasında oluşan yeni bir toplumsal yapıyı tanımlamak için “enformasyon toplumu” kavramı kullanılmaya başlanmıştır (Zeren, 2006, s.641).

Küreselleşme olgusu insanlık tarihi boyunca varolmuş ve bu süreç kaçınılmaz olarak teknolojik yeniliklerinde yardımıyla hızlanmıştır. Küreselleşme temel olarak siyasal, ekonomik ve kültürel boyutlarıyla incelenmekte ve tartışılmaktadır.

(31)

Küreselleşmenin Kültürel Alana Etkisi

Her ne kadar küreselleşme ekonomik bir kavram olarak gündeme gelse de, kültürel alana etkileri bakımından oldukça önemli sonuçları vardır. Küreselleşmenin kültürel alana etkilerini inceleyen Waters’ a göre; “Kültürel alandaki küreselleşmenin boyutu ekonomik ve siyasi alanda yaşanandan daha büyüktür”( Tomlinson, 2004’den, Zeren, 2006, s.640 ). Modern kültürün merkezinde küreselleşme, küreselleşmenin merkezinde de kültürel pratikler yatar. (Tomlinson 2004, s.11)

Bugün, düzenlenen uluslararası sanat etkinliklerine baktığımızda, açılan sergilerin, festivallerin, bienallerin batı ekseninden şaşmadığını ve küresel değerlerin gözetildiğini görüyoruz. (Artun, 2011, s.129) bunu ‘’kolonyalist kültürün meşrulaştırılarak evrensel bir gerçeklik kazanması’’ olarak nitelemektedir.

Stallabrass(2010) bienallerde rastladığımız işlerin profiliyle ilgili; “ bu sanat formaları hem küreseli hem de yereli ifade edecek, iktidarın temelini oluşturan homojen blokların -her şeyden önce ulus devletin- altını oyan ara alanlar yaratarak bunlara yerleşecektir” ( s.12). demektedir.

Bienallerde sıkça sınırların aşılması gerekliliği, kültürel farklılıklar vurgulanmaktadır. ‘’…Örneğin, ‘sınırlar’ sorgulanıyor fakat asıl büyük sınır IMF, Dünya Bankası, ABD vb. küresel taarruzlar hiç hatırlanmıyor, görülmek istenmiyor bile. Son yıllarda Türkiye’de açılan küratörlü sergilere (bienal de dahil) bakıldığında bütün iyi niyetliliklerine karşın bu tutum daha açık bir biçimde görülebiliyor’’ Kahraman (2001, s.23).

Appignanesi’nin kehanetine göre; 2015’e kadarki sürecin sonunda, sanat, çok büyük olasılıkla, neredeyse tümüyle araçsallaştırılmış, Batılı ulusların çıkarlarına hizmet eden, son derecede yüksek kârlar getiren bir yatırım alanı, yeni yaratıcı istihdam olanakları sağlayarak bölgesel gelişmenin sağlayıcısı ve etnik toplulukların hoş karşılanmayan eğilimlerinin ehlileştirici gücü olarak, katkılı eğitimci kimliği ile bir kitle eğlence endüstrisine dönüşmüş/dönüştürülmüş olacaktır. (Appignanesi, 2007’den aktaran, Akbulut, 2012, s.408 ).

(32)

“Sanat eseri, küreselleşen dünyada, kapitalist sermayenin tutuculuğu ve bağlayıcılığı içinde, bir propaganda nesnesine dönüşmekte, özgür iradeden yoksun bırakılmaktadır” (Baltacıgil, 2007, s.58).

Baykam düzenlenen uluslararası sergiler ve bienaller’e ilişkin şunları söylüyor:‘’Bir yerde bizlerin katılıyor gösterildikleri bu ortamlar göndere daha fazla bayrak çekip, bakın biz çok daha geniş bir alanın şampiyonuyuz demeye yaramış oluyor. Yani gerçek anlamda bağımsız devlet, bağımsız Kolombiyalı, Türk, Kazak sanatçı ortaya çıkarma, onlara gerçek anlamda alan, diyalog, yetki, değer açma çabası göstermiyor.’’(İhtiyar, 2005, s.16)

Madra “Aslında Bienaller artık yoğun bir şekilde eleştiriliyor. Yani tam olarak bienal demeyelim de, bienal tarzı sergilemeler; yani çok farklı sanatçıların, farklı ülkelerin yan yana gelip, kısa bir süre içinde belli bir ortamda sergi yapmalarını doğrudan doğruya kültür sanayinin ve küresel kapitalizmin bir parçası olduğu düşünülüyor. Yani bienaller gerçek anlamda bir iş kolu konumundalar” (Madra, 2007, Şubat).

Sanat kurumları, küresel sermayenin, büyük şirketlerin himayesinde bağımsız konumlarını kaybediyorlar. Artun (2006) şunları söylüyor; “İstanbul’un, büyük şirketlerin denetimine giren küresel kapitalizme eklemlenmesinde bienallerin başarılı olmasının sanat adına övünülecek bir dava olduğuna inanmıyorum ben. İktidar çevrelerinin pazarlamak için can attıkları İstanbul’la küresel sermaye tabii ki ilgilenecek, tabii ki İstanbul küresel sermaye ağının içerisine girecek. Bütün dünyada görüldüğü gibi, buradaki gösteri kültürü de bu ağa eklemlenecek” (s.73).

Postmodern Sanat

Bugünün sanat ortamını değerlendirebilmek için, postmodern sanatın anlattıklarına ve küreselleşmeyle olan yakınlığına bakmak gerekir.

“Postmodernizm terimi ilk kez 1917 yılında Rudolf Pannwitz tarafından Avrupa Kültürünün Bunalımı adlı kitabında kullanıldı…1947 yılında ise Arnold Toynbee ulusal

(33)

devlet anlayışından globalizme geçişi göstermek amacıyla kullandı. 1960’lı yıllarda ise geçmişin yüceltilmesi anlamında kullanıldı.” (Keser, 2005, s.263)

Postmodern üslup önce edebiyat, mimari, felsefe ve görsel sanatlarda görülmüş sonra diğer alanlara da yayılmıştır.

İlgili alanların genişliği, Postmodernizm’in net bir tanımını yapmayı güçleştirir. Ancak Mimari, üslubu gözle görünür kıldığından bu karmaşıklığı büyük ölçüde giderir ve ortak ülkünün ne olduğu konusunda ipuçlarını verir.

Görsel sanatlar alanında kelimenin ilk kez karşımıza çıkışı mimariyle olmuştur. Modern sonrası anlamına gelir. Modern’in donuk , ‘’sadece işlevsel’’ yaklaşımına bir tepki olarak doğmuştur. (postmodern yapılar ise, yalın ve sadelikten yana olanlarca da eklektik, devşirme ya da ışırı süslü bulunacaktır.)

Ancak Postmodern sadece modern sonrası anlamına gelmez. Geçmişe öykünme anlamını da taşır. Postmodern ile Avrupa coğrafyası kültürel geçmişine atıfta bulunur ve yüceltir. Fransa’nın Strazburg kentindeki Avrupa Birliği binası herhalde postmodern yapıların en önemli örneklerinden bir tanesidir. Bu bina Roma dönemine ait kolezyum’dan esinlenerek yapılmıştır.(EK 2, Resim 4-5). Kuşkusuz önemli bir yapıdır. Avrupa’nın kültürel geçmişine atıfta bulunması da anormal karşılanamaz. Ancak Avrupa Birliği binası için, onca tarihi yapı arasında, içinde; imparatoru ve roma halkını eğlendirmek amacıyla, tarihi savaşların yeniden canlandırıldığı, infazların yapıldığı, genellikle savaş esirleri ve kölelerden oluşan gladyatörlerin! birbiriyle ve bazen de hayvanlarla dövüştürüldüğü bir yapıdan esinlenilmiş olması, manidar bir seçimdir.

Amerika’da, Avrupa kadar antik dünyanın mirasına sahip çıkmaktadır. Kendini, felsefesiyle, sanatıyla, kültürüyle ve “Demokrasi”siyle zamanın görkemli imparatorluğu Roma’nın varisi sayan Amerika postmodern sanatı desteklemiş ve teşvik etmiştir.

(34)

Küratörlük

Küratör Nedir, Kimdir? Vasıfları Ne Olmalıdır? Günümüz sanat ortamında yoğun bir biçimde tartışılmaktadır.

“Küratör” Çağdaş Sanat sergilerinde, sergi düzenleyicisi anlamında kullanılmaktadır. Örneğin Bienallerde Küratörler belirledikleri “kavramsal çerçeve”ye uygun çalışan sanatçıları bir araya getirerek sergiyi gerçekleştirirler. Ayrıca galeri kütüphane, müze yöneticileri içinde kullanılır. “Koleksiyon oluşturma, araştırma, sergileme ve yazma işiyle sorumlu olan kimseleri tanımlamak için kullanılan terim. Küratörler genellikle bir grubun ilgi ve ihtiyaçlarını belirlemeye çalışırlar. Bir küratör uzman ve bilgili olmanın yanında, halkı yeni kazanımların önemine inandırabilmek, tavsiye vermek gibi nitelik ve sorumluluklara sahip olmalıdır”(Keser, 2005, s.199).

Tüm dünya da olduğu gibi ülkemizde de; Kimler küratörlük yapabilir? Nitelikleri ne olmalıdır? Nasıl yapılmalıdır?’’ soruları sorulmaktadır. Bu’da dünyanın çeşitli üniversitelerinde ‘’küratörlük uygulamaları’’ derslerinin konmasını beraberinde getirmiştir. Hiç eline fırça almamış bir sanat tarihçisi küratörlük yapabilir mi? Bunlar sanat ortamlarında tartışılan konular arasındadır. Vasıfları ne olmalı, iş yükü nedir, neler yapar Ellialtı (2005) şu şekilde anlatıyor; “Dünya sanat tarihini iyi derecede bilmek, güzel sanatlara hakim olup. entelektüel açıdan eleştirebilmek için, dünyadaki değişen dengeleri çok iyi takip etmek gerekiyor. Güzel Sanatlar Fakültesi'nin; Resim, Sanat Tarihi. Lisans programlarını tamamlamış öğrencilerin Uluslararası ilişkiler, Sosyoloji, Sanatta Teori, Video Prodüksiyon, Müzecilik. Sanat Yönetimi gibi alanlarda uzmanlaşması gerekir” (.30-31).

Küratörlük kurumuyla ilgili en önemli eleştiriler, küresel politikalar dahilinde özerkliğini yitirmiş sanat kurumlarının küresel şirketler ağının sözcüsü konumunda olmaları, gerçekleştirilen sergilerin ise Batı’ ekseninde Batı’nın yayılmacı politikalarının bir ürünü olduğu yönündedir. Bir diğer eleştiri ise, bienallerde ele alınan konuların Ulus devlet yapısının altını oyduğu bunun siyasi ve toplumsal sonuçlarının olacağı yönündedir.

(35)

Küratörlerle ilgili en önemli tartışma konusu; bienallerde ele aldıkları konular yani kavramsal çerçeve. Örneğin Akay’ın düzenlediği sergiler arasında, tamda eleştirildiği gibi! “Devlet Sefalet”, “Şiddet”, “Azınlık”, “Cumhuriyet Tasavvuru” gibi sergiler var. Akay yazısında kendini sosyoloji ve sanat arasında konumlandırıyor ve sergilere ilişkin şunları söylüyor:

Benim yaptığım sergilerin çoğu sosyal ve siyasi alanın konularıyla ilgilidir, örnek vermek gerekirse Devlet Sefalet Şiddet sergisi (1995) sosyal bilimlerdeki sivil toplum, liberalizm ve devlet konularının tartışmalarına odaklanmakta, eğilmekteydi. Azınlık sergisi (Kıbrıs, 1996) yine bir azınlık meselesini ele alıyordu ve bundan bir olumluluk meydana getirmeye çalışıyordu. Bu; yine daha sonra, Minör Politika (Bağlam, 2000) adlı kitabımın konusu olacaktı. Ekoloji ve Peri/eri (Floransa, 1998) adı üstünde, doğal ve sosyal kirlenmeyi sorunsallaştırmaktaydı. Cumhuriyetin Tasavvuru (1988) siyasi olarak "cumhuriyet" kavramını ve pratiğini sanatçılarla birlikte düşünüyordu. (Akay, A. 2002, s.82)

Akay’ın yazısında ve gerçekleştirmiş olduğu sergilerde açıkça görüldüğü gibi, siyasi konular, devlet, rejim, azınlık meseleleri sergilerin konusu olabiliyor ve tartışmaya açılıyor. Eleştirilerde bu noktada başlıyor.

Tanyeli (2005), Küratörleri ‘’Güç tarafından organize edilmiş ve programlanmış, postmodern bir taşerondur’’ ( s.19), diye niteliyor.

O halde “Küratörler emperyal kültürün misyonerleri midir?” Bu soru, çağdaş sanat ortamında en çok sorulan sorulardan biri. Baykam’la yaptığı söyleşide, İhtiyar(2005) bu soruya yanıt arıyor;

İhtiyar: Uluslararası alanda küratör olarak ön plana çıkan isimler özellikle son dönemde globalleşme söylemiyle çok uluslu tekellerin desteğini alan emperyal kültürün misyonerlerine mi dönüşüyor? örneğin Avrupa'da yapılan bazı sergiler fazlaca Avrupa kültürünü yansıtma ya da övme derdinde. Üstelik bu sergileri yapan küratörlerin bazıları Avrupalı da değil.

Baykam: Nasıl güçlü ulus devletler istenmiyorsa güçlü bağımsız sanatçılar da istenmiyor. Uluslararası şirketlerin sponsorluğunda, onların kontrolünde bu globalizmi iyi taşıyacak ve genel çorbada iyi eriyecek bienaller ve sergiler yapılıyor. Onun için belirli ölçüde bu değindiğiniz hava var. Yani bu sanatın uluslararasılaşması belirli ölçüde gerçekleşti. Bunlar benim yıllardır savunduğum, Maymunların Resim Yapma Hakkı kitabında dile getirdiğim ve bu sene Bilgi üniversitesi'nde 20. yılı dolayısıyla sempozyumunu yaptığım, 20 yıl önce yazdığım San Francisco Manifestosu'nda dile getirdiğim sanatın uluslararasılaşması, sanatın gelişmesi, sanatın artık Batı tekelinden, baskıcı, dayatmacı oldu bitti- sinden çıkması açısından iyi adımlar. Ama biz bunu o ulusun kendisine, sanatçılarına ve tekil kimliklerine bir saygı olarak istedik, illa genel çorbada kimyon, kekik ve biraz karabiber serpme olarak istemedik (s.20).

(36)

“Sergi yapımcıları kapitalizm’in hızı ve sermayenin akışkanlığı içinde sergiler gerçekleştirdiler” (Akay, 2002, s.84). Bununla beraber sanatçılarımız bu curcunaya öyle kapıldılar ve küratör kelimesi öyle moda oldu ki; artık günümüzde, birkaç sanatçı bir araya gelip yapıtların niteliğine, fikir birlikteliğine yahut ortak bir çerçevede mi bir araya gelindi bakılmaksızın aralarından birini küratör olarak belirleyip sergiler gerçekleştirebilmektedirler.

(37)

BÖLÜM III

İLGİLİ ARAŞTIRMALAR

Çalışmanın sosyolojik boyutunu değerlendirmek, toplumsal ve siyasal olayların sanata olan etkilerini ortaya koymak için aşağıdaki araştırmalara yer verilmiştir. Bienallere ilişkin sunulan argümanlar bu bilgiler ışığında daha iyi değerlendirilecektir.

Tüzünoğlu(2007)’nun, “Sosyoloji Paradigmasında 1990’larda Türkiye’de Güncel Sanatın Dönüşümü (1990-1999)” adlı çalışmasında belirttiği gibi; “1980’ler, dünyada kapitalizm, “ulusal kapitalizmin eklemlendiği” bir düzenden, ‘’ulusötesi’’ oyuncuların öne çıktığı ve önem kazandıkları bir düzene doğru geçiyordu. Teknik alandaki dönüşümler, ve bu gelişmelere bağlı olarak, kültürel alanda meydana gelen önemli değişimler bu dönemde yaşanmaya başlamıştır” (s.27).

1980’li yıllar, Türk siyasi tarihinde önemli bir kırılma noktası oldu. Bu tarihten itibaren Ülkede Amerikan varlığı daha da arttı. Kapitalist sistemin yerleşmesi ve liberal ekonomiye geçiş, kendi kültürel yapılanmasını da beraberinde getirdi. Esen küreselleşme rüzgârları hemen hemen tüm alanlarda olduğu gibi sanat ortamında da hissedildi.

Küreselleşmeye bağlantılı olarak 1980’li yıllarda izlenen dışa açılma politikasına koşut olarak sanat ortamında da yapılanma yaşandığını belirten Boyacı (2009) “Çağdaş Türk Sanatında Küratörlük Olgusu: Beral Madra” adlı tez çalışmasında bienallerde odaklanılan başlıca konuları ““küreselleşme/ileri kapitalist toplum ve toplumsal-bireysel uzamları”, “kimlik ve kimliksizleşme”, “Cumhuriyet ideolojisi, kimliği ve yansımaları’’, “yersiz yurtsuzlaşma’’, “popüler kültür- sanat’’, “modernizm ve postmodernizm, sanat tarihinin biçim ve tekniklerinin (desen- temsil vb.), (manzara-doğa vb. ) postmodernizmin süreci içindeki dönüşümü’’”(s. 43), olarak sıralıyor.

(38)

Toplumsal meselelerin masaya yatırılması, gelenekler, “kimlik”, azınlık hakları, Cumhuriyet ideolojisi, yersiz yurtsuzluk gibi konuların ele alınması Bienallerin içeriğine ve işlevine ilişkin tartışmaları alevlendirmiştir. Gün(2011)’ün “Uluslararası İstanbul Bienali Tarihçesi” adlı tez çalışmasında da değindiği gibi bu tartışmaların; “görevlendirilen küratörler, küratörlük kurumu ve sponsorluk konuları ile ilgili olduğu görülmekte; son iki bienalde ise tartışma konularının politikaya yaklaştığı gözlenmektedir. Ve ayrıca Bienale on yıl boyunca sponsor olacak olan Koç Holding, bu girişimi ile sanat çevrelerince sanatın özerkliğini kaybettiği ve kapitalist sistemin içerisinde bir tüketim nesnesi haline dönüştüğü tartışmalarına maruz kalmıştır”( s.i).

Bu ortamda “Sanat eseri, küreselleşen dünyada, kapitalist sermayenin tutuculuğu ve bağlayıcılığı içinde, bir propaganda nesnesine dönüşmekte, özgür iradeden yoksun bırakılmaktadır” (Baltacıgil, 2007, s.58). Kapitalist sermaye sınıfının yeni kaynaklar ve yeni pazarlar için dayattığı, kurmaya çalıştığı kültürel hegemonyasının bir sonucu olarak… Aslında Türk sanatı, Batı’nın yayılmacı politikaları ve kültürel hegemonyasına karşı 1950’lere kadar mesafeyi korumuşsa da, 2. dünya savaşı sonrası oluşan yenidünya düzeni karşısında fazla direnemedi. Yaşanan siyasi ekonomik ve toplumsal değişimler Türk kültür sanat ortamını da aynı oranda etkiledi.

1950-1980 yılları arasında aydınlar ve sanatçılar arasında sosyalist düşüncenin yükselişi, yaşanan sosyo – kültürel, siyasi ve sanatsal oluşumlar “Sanatta “yerellik / evrensellik” tartışmalarının yeniden gündeme gelmesinde etkili olmuş Batı’nın hegemonyasından çıkma, özgün bir kimliğe sahip olma, kültür ve sanatta halka inme düşüncesi bu dönemde ağırlık kazanmaya başlamıştır (Bek. 2007. s.33). Bu yıllar arasında sanat ortamımızın gündemini genel olarak; soyut sanat ve ulusallık/evrensellik tartışmalarının oluşturduğunu, bunun yanında toplumsal gerçekçi ya da sosyalist gerçekçi resmin bir kez daha önem kazanmaya başladığını ve Doğu- Batı sentezinin arandığını görüyoruz.

Türkiye’de kültür sanat ortamının atmosferi 1950’li yıllardan itibaren yaşanan siyasi çalkantılardan, toplumsal buhranlardan büyük ölçüde etkilenmiştir. Bu yıllarda iç dinamikler her ne kadar sol görüşlü bir sanat anlayışını beslese de, zaman içinde dış tesirler

(39)

BÖLÜM IV

YÖNTEM

Araştırmanın Modeli

Bu araştırma nitel bir araştırmadır. Araştırmanın gerçekleştirilebilmesi için kaynak tarama ve sentez yöntemlerinden de yararlanılmıştır. Elde edilen veriler Betimsel yöntemlerle hazırlanmıştır. Konuyla ilgili, akademik tez çalışmalarından, güncel yayınlardan, kitaplardan ve makalelerden yararlanılmıştır. Literatür taraması yapılarak kitaplar ve süreli yayınlar araştırılmıştır.

Evren ve Örneklem

Bu araştırmanın evreni, 2001-2013 yılları arasında Türkiye’de görsel sanatlar alanında gerçekleştirilen eserler ve yapılan sanatsal etkinliklerdir.

Örneklem ise, 2001-2013 yılları arasında gerçekleştirilen 7.(2001) - 8.(2003)- 9.(2005)- 10.(2007) - 11.(2009)-12.(2011) ve 13.(2013) Uluslararası İstanbul Bianelleri’ne katılan sanatçıların eserleri olarak belirlenmiştir.

Verilerin Toplanması

Konuyla ilgili görsel envanter çıkarılarak, kitap, dergi, katalog, tez ve makaleler araştırılmış, bienale katılan sanatçıların eserleri incelenmiştir.

Verilerin Analizi

(40)

haber ve makalelerin derlenmesini ve analizini içerir. Çalışma bu veriler ışığında sürdürülmüştür. İstatistiki bir sınıflandırma ve ölçmeyi gerektirecek herhangi yöntem kullanılmamıştır. Çalışmanın odağında son on yılda İstanbul’da gerçekleştirilen Bienaller yer almaktadır. Çalışmada, Bienallerde küresel söylemleriyle ön plana çıkan sanatçıların eserlerine yer verilmiştir. Bienallerin amacı, içeriği ve küratörlük kurumu ele alınarak Türk kültür sanat hayatına etkileri değerlendirilmiştir.

Referanslar

Benzer Belgeler

V., Barthold, Pabotı Po İstorii i Filologii Tyurkskih i Mongol’skih Narodov V, İzadatel’stvo “Nauka”, Moskova 1968, s.. Danişmend, Türk Irkı Niçin

Üstelik, ısıtma oranı arttıkça kompleks karışımın faz geçiş sıcaklık ve entalpi değişim değerleri artmıştır, ve hesaplanan aktivasyon enerjisi yeni

Genel görünüşü camsı volkanik kayaç olan obsidyene oldukça benzer olup dış yüzeyinde ergimenin etkisiyle gelişmiş çeşitli camsı akma yapıları ve içinde çeşitli

Agaoglu is at the same time a person who has turned an investigative eye on the city a n d urban life.. “Tanpmar's city, ” says the writer, “is a symbol o f rupture in

Öz: Bu çalışma, Fibonacci, Pascal, Stirling ve Bell sayıları gibi özel sayı dizilerini tanıtmak, bu sayı dizilerinin elemanları kullanılarak oluşturulan matrisleri

Nadir bir Endoskopik Bulgu: Rektum Kanserli Hastada Çift Pilor* Mehmet Suat YALÇIN 1,a , Şehmus ÖLMEZ 2 , Adnan TAŞ 2.. 1 Aksaray Eğitim ve Araştırma Hastanesi,

İkinci ölçüt olan katkı payı sınıfı ise; her menü grubu için ayrı ayrı bulunan katkı payı sınırının katkı payı sınıfı ile karşılaştırılması ve bundan

Bu tip örneklere bakılarak, soyunma mahalli beşik veya sivri bir tonozla örtül­ müş hamamlarda aydınlık fenerinin bulun­ madığı, bu mahallin aydınlatılmasının, to­