• Sonuç bulunamadı

Şakir Eczacıbaşı

7. Uluslararası İstanbul Bienali, 2001 yılında, Yuko Hasegawa’nın Küratörlüğünde “EGOKAÇ(EGOFUGAL): Gelecek Oluşum için Egodan Kaçış” başlığı altında, Aya İrini Müzesi, Darphane-i Amire, Yerebatan Sarnıcı ve Beylerbeyi Sarayı’nda gerçekleştirildi. Bienal’e 22 ülkeden toplam 63 sanatçı ve sanatçı grubu katıldı. Sergileri 68.000’e yakın sanatsever ziyaret etti. 7. Uluslararası İstanbul Bienali açılışına, dünyanın çeşitli yerlerinden sanat eleştirmenleri, küratörler, galeri ve müze yöneticilerinin de bulunduğu 1200’e yakın misafir katıldı. Sergiler boyunca Bienalin ana konseptleri “Kolektif Zekâ”, ”Kolektif Bilinç”, “Birlikte Varoluş” ve “Ortak Bağımlılık” başlıkları altında dört açık oturumda gerçekleştirildi.” 7. Bienalin ana sponsorluğunu İMKB(İstanbul Menkul Kıymetler Borsası) üstlendi.

Bienale ilişkin İstanbul Kültür Sanat Vakfı yönetim kurulu başkanı Şakir Eczacıbaşı’nın kaleme aldığı Önsöz, Bienalin hareket noktasını özetler şekildedir.

“2000’li yıllara girerken, bilgi ve iletişim teknolojilerindeki atılımlarla insanlık yeni bir uygarlığa yönelmiş bulunuyor. Gelecekle ilgili varsayımlara bakarsak, 21. Yüzyıl'ın ortalarında sekiz milyarı aşacak olan dünya nüfusunun dörtte üçünün kentlerde yaşayacağı; 30 milyon kişiyi barındıran en az 50 büyük kentin ortaya çıkacağı öngörülüyor. Yeryüzünde işsiz sayısının yirmi yıl içinde iki milyara varacağı; dünyanın yüzde yirmisinin yaşadığı, ama dünya gelirinin ancak yüzde ikisini elde edebilen en yoksul 50 ülkeden, her yıl milyonlarca insanın varlıklı ülkelere doğru göç edeceği düşünülüyor.

Ulusal sınırların aşıldığı, tüm ülkelerin tek bir pazarda birleştiği dünya ekonomisinin uluslararası üst kurullar ve bütünleşmeler çerçevesinde yönetildiği yeni bir uygarlıkta, yerel kültürler, ulusal sanat ve edebiyat nasıl gelişecek? İnsan ilişkilerinde, bireylerin davranış biçimlerinde bir değişim olacak mı? Toplumların yapısında bir başkalaşma görülecek mi? Uluslar, çeşitli soylar, değişik inançlar barış içinde bir arada yaşayabilecekler mi?

Bunların yanıtlarını kestirebilmek şimdilik olanaksız... Ama kesin bildiğimiz bir şey var: Geçtiğimiz dönemlerde ekonomik, toplumsal, siyasal ve sanatsal alanlarda ortaya atılan kuramlar, başvurulan uygulamalar yeni oluşumda geçerliliğini giderek yitirecek. Yeni uygarlığın insanları ve toplumları, alışılagelenden çok başka davranışlara yönelerek, değişik ilişkiler kuracak.

Yüzyıl, "benmerkezcilik"ten kaynaklanan aşırı maddecilik, hırs, rekabet ve etnik çatışmalar gibi, çeşitli sorunları da yanı sıra getirmişti. Oysa, yeni uygarlıkta, teknoloji ve ulaşımdaki gelişmelerin yol açtığı sınırsız karşılıklı alışveriş, insanları, bencilliklerine ya da ego ya sıkı sıkıya bağlı kalmaktan kurtarıp paylaşmaya yöneltiyor; paylaşılan "kolektif bilinç" ve “kolektif zekâ" bambaşka ilişkiler arayışına ve yepyeni sanat biçimlerinin yaratılmasına yol açıyor”(İKSV, 2001, önsöz).

“Egofugal, hayatın çeşitli alanlarında olup bitenlerin etkisiyle kendiliğinden türemiş bir kavram” (Hasegawa, İKSV, 2001, s.8). Ego ve merkezden uzaklaşmayı ifade eden Latince kökenli fugal kelimelerinin birleşmesinden meydana geliyor. Ego’dan uzaklaşmayı tarif eden terim, içinde metafizik anlamlar barındırıyor ve ona göre özdenetimimizi yitirdiğimiz anlar “benmerkezcilik”ten en çok uzaklaştığımız anlar. “Semazenlerin dönerek yaptıkları ayinde transa geçmeleri gibi benlikten uzaklaşılan merkezkaç kuvvetine farklı yollardan erişilebilir” (Hasegawa, İKSV, 2001, s.36). ya da “Uyku, dua ve meditasyon gibi bilincin askıya alındığı” hallerde.

Hasegawa’ya göre; çevresel yıkımlar, dünya nüfus patlaması, etnik çatışmalar ve ekonominin küreselleşmesi, toplumsal buhranı derinleştirdi. Bireysel ego ve benmerkezciliğin yol açtığı aşırı maddecilik, hırs, rekabet ve etnik çatışma gibi çeşitli sorunları da beraberinde getirdi. O’na göre insanlık, çok büyük değişim ve dönüşümün eşiğinde ve bu kaos ortamı yepyeni bir çağın kapısını aralıyor aslında.

“Geçmişteki biyolojik evrim sürecinde bir dizi temel oluşum meydana geldi....Örneğin, canlı organizmalar cansız maddelerden türerler. Bu oluşumlar, "kaos kıyısı” denilen bir alanda gerçekleşir. Bu hassas ve kırılgan alanda olup bitenler son derece karmaşıktır. Oluşumun gerçekleşmesi için temel şart çeşitliliktir…

Çeşitlilik, post-kolonyal ve çok-kültürlü toplumların mevcut durumunda giderek daha da açık bir şekilde kendini gösteriyor. Göçün değişken mekan ve zaman çerçevesinin, önceden kestirilemeyen sosyal ve siyasal durumların, kolay incinebilirlik ve risklerle birleştiği günümüz koşulları, oluşumun meydana geldiği kaos kıyısına benzetilebilir” (Hasegawa, İKSV, 2001, s.12).

O’na göre bugün toplumsal buhranların temelinde, maddecilik yatmaktadır ve toplumsal sorunları çözmenin anahtarı bireyin tinsel olanı keşfetmesiyle başlayacaktır. Yalnız bu “Budist özgecilikten, dinsel adanmışlıktan, kendini kurban etmekten veya Asyalı kitle zihniyetinden farklı bir şey” (Hasegawa, İKSV, 2001, s.36). Daha çok Matrix filminde olduğu gibi insanların madde dünyasından uyanıp, gerçekliğe göz açtıkları ve son bölümünde de büyük bir topluluk oluşturdukları gibi. Ve insanlar buna hazırdır da.“Egofugallik evrimci bir öneridir....Bilginin bütünleşmiş bir formu olan bilincin ya da

insan beyninin gelişmişlik düzeyi çok yüksek. Beynin evrimi artık sınırına ulaştı…” (Hasegawa, İKSV, 2001, s.36).

Toplumsal barış ve huzur için siyasi ya da sosyolojik önermelerin bu güne dek kökten bir çözüm sağlayamadığı, bunun için bireyin bilincine yönelinmesi, keşfedilmesi gerekmektedir.

O’na göre; bir dizi hızlı ideolojik iflas değerlerimizi sarstı: komünizm, Nazizm, varoluşçuluk, Marksizm, sosyalizm, kapitalizm, tüketicilik, Freudçuluk, Yeni Sol, Tatcherizm. Reaganizm. hippiler ve yuppie’ler. küreselleşmenin temel meselesi bilinçtir ve siyasi olmak yerine psikolojik bakış açısıyla değerlendirilmesini gerektiren yönleri vardır (Hasegawa, İKSV, 2001, s.14).

Hasegawa “21. yüzyılda hayatta kalabilmek için çeşitli vizyonlar ve stratejiler öneriyor.” kolektif bilinç, kolektif zeka ve birlikte varoluş…

Bir bayrak ya da bir amaç etrafında birleşmiş insanların(sivil toplum örgütleri gibi) çabaları şimdiye kadar yeterli olmamış ki!; Hasegawa bunun için, çok daha büyük bir coğrafyada “tinsel” bir sosyal örgütlenmeyi işaret ediyor.

“Eğer kolektif zeka sürecine kendimizi adarsak, bir grup olarak düşünmemizi sağlayacak teknolojileri, işaret sistemlerini, sosyal örgütlenme ve işletim biçimlerini zamanla yaratır, entelektüel ve tinsel güçlerimizi birleştirir, kaçınılmaz olarak karşılaşacağımız karmaşık sorunlara gerçek-zamanlı pratik çözümlen tartışarak buluruz” (Lévy, 1994’den, Hasegawa, İKSV, 2001, s.14).

“18.yüzyılın algılar ve mantık anlayışından uzaklaşarak, dünyayı beş duyu dahil tüm duyu sistemleriyle algıladığımız bir “zeka” çağına doğru ilerliyoruz”(Hasegawa, İKSV, 2001, s.14).

Yeni bir çağın kapısı aralandı mı bilinmez ama, her zaman insanların ayakta kalabilmek için manevi arayışlara girdikleri, dinlerin gücünü yitirdiği şu son birkaç yüzyılda

bu kadar popüler olmasının sebeplerinden biriside budur. Bunların insanları gerçekçi kararlar ve önlemler almaktan da alıkoyduğu bir gerçektir. Toplumsal meselelerin kaynağı elbette bireydir. Ancak bu meseleleri ütopik gerçekleşmesini hayal ettiğimiz şekliyle değil, gerçekçi çözümlerle aşmamız gerektiği de açıktır. Bu tarz önermelerin samimiyeti ve amacı tartışılır. Temel toplumsal meselelerin ve sisteme dair çözümlenmeyi bekleyen asıl problemlerin, rasyonel önlemlerle, kitlesel, bilinçli, politik örgütlenmelerle aşılabileceği unutulmamalıdır.

7.Uluslararası İstanbul Bienalinin ardından Kahraman’ın görüşleri şöyle;

Bazı sanatçılar Post-modern’den beri sadece “kendi bireysel meselelerinden bahsetmek’’le kalmayıp batı sanat sisteminin ideolojik merkezleri tarafından sözde “toplumsal meselelere” yöneltilmiş gözükmekle birlikte aksine dişe dokunur, temel belirleyici noktalardan özenle uzak durur hale getirildiler. Dahası, bilinçli ya da bilinçsiz bu yola düşen sanatçıların önemli bir bölümü uluslararası “global” güçlerin ideolojik programları içerisinde “kullanılarak” bambaşka bir ufka doğru sürüklendiler. Bu durum, bizim gibi “global” olana zaafları, kompleksleri olan toplumlarda daha da belirgin bir biçimde tecelli etti-ediyor, trajikomik sonuçlara yol açıyor. Bu grup post-modern sanatçılar, küratörlerin “siparişleri” üzerine özellikle ülke sınırları içindeki siyasi, sosyal, stratejik kavramları ele alıyorlar, ulusal devletin, alt ulusal, bağımsız ve girişimci platformların özgün tavırlarına ve “sistem”e karşı çıkıyorlar, fakat uluslararası sisteme, global ideoloji ve barbarlığa sıra gelince dut yemiş bülbüle dönüyorlar.(Kahraman,2001, s.23).

Benzer Belgeler