Setim İLERİ
T
URŞU limon suyuyta mı yapılır, yoksasirkeyle mi?
Geçen hafta pazar sabahı televizyonda
Neşeli Günler filmini izleyenler, Orhan Ak-
soy'un yönettiği, bu unutulmaz popüler sine ma örneğine geçmiş yıllardaki kadar doya doya gülemediler. Neşeli Günler hiç eski memiş bir film. Ne var ki, baş kadın oyuncu su Adile Naşit artık bizimle birlikte değildi. Pazar Sineması sona ererken bu ünlü oyun cunun cenazesi Şişli Camii'nden kaldırılıyor du.
Neşeli Günler'i kırık bir gülümseyişle,
y a n ağlamaklı izledim, insana en şaşırtıcı gefen, Adile Naşit'in gözlerinde içlilikle se
vincin o tuhaf, sevecen, pırıltılı kaynaşması. Bir dostum, Adile Hanım'ın tıpatıp annesine benzediğini, bu benzerliğin fizik bir benzerlik değil, sadece ruhsal bir ifade özdeşliği oldu ğunu söyledi. Öyle sanıyorum ki Adile Naşit anaç bir duygunun cisimleşmiş karşılığıydı.
Bu pırıltılı, afacan gözlerin sahibi, bir sa natkâr ortamı içinde yetişir. Kendisi o günleri E.R. Olcayto'ya anlatırken babası Naşit'ten, annesi Amelya Hanım'dan, emekliye ayrıl mış Şamran Hanım'dan söz açıyor. Bir gele neğin, başka bir düzleme oturtulmuş dünya nın son izleyicilerindendir Adile Naşit. Bur han Arpad'ın eşsiz Direklerarası kitabını okuyanlar o dünyayı, o geleneği tanıma, öğ renme fırsatı bulacaklardır. Bu yapıtta Adile Hanım'la babası bir roman kahramanı gibi göz kamaştırırlar.
Geçim yüküyle yorgun düşmüş Naşit, bir neslin hiç unutamadığı ve başarısının öyküle ri bizlere kadar yansımış büyük komedyen, kızı Adile'nin tiyatro tutkusunu hemen sez miş, hissetmiştir. Çocuklar, Adile'yle Selim, bir köşk bahçesinde kendi heves ve imkânlarıyla tiyatro kurmuşlar, bir gece düzenlemişler. Gerisini Arpad'ın satırlarından dinleyelim: “Naşit Özcan, Suadiye Şenyol bahçesindeki oyun biter bitmez, makyajını silmeden, İzmir Tiyatrosu'na koştu. Son perdeye olsun yetişmek istiyordu. Köşkün bahçesine yaklaşınca biraz ağırlaştı. Kalbi küt küt atıyordu. Çamların arasına daldı, bir ağaç gövdesine
Adı ve değerinin izdüşümleri bundan sonrada yaşayacak. Bu bir görevden öte bir zorunluluk.
siper oldu. İzmir Tiyatrosu'nun sahnesini ayakta ve uzaktan uzağa seyretti. Küçük Adile, kabına sığmayan bir Sürpik Dudu ol muştu. Şamran Hanım'ın davudi sesiyle at tığı kahkahalar, ağustosböceklerinin cırcır ları, çam kokuları, uzaklarda bir şarkı otuz beş yıllık Komik-i Şehir? içten içe ürpertti. Amma yine de güldü. Gözleri yaşarmıştı. Perde alkışlar arasında kapanınca, o da ağaçiarın arkasından çıktı, sahneye doğru ilerledi. Çocuklarının yanına gitti. İkisini de kucakladı. Gündüzden satın aldığı birer altın saati verdi. Hüzünle sevincin karıştığı bir ses le: iyi oynadınız çocuklar!’ dedi. ‘Gözüm ar- kadakalmayacak'Beniunutturmayacaksınız. Fakat ne diye bu işe merak saldınız? Ne diye sizler de benim gibi olacaksınız?”
Saraydan
Direklerarası na
Naşit tulûatçıdır, son tulûatçılardan Saray Mızıkası'nda eğitim görür. SaraydaAbdür-I
rezak bir ortaoyunu topluluğu kurmaktadır, Naşit de topluluğa katılır. Bir yandan da M. Bertrand'ın yönetimindeki pandomima kum panyasında çalışır. Onun hakkında yazmış olanlar, büyük bir mimik ve jest ustası oldu ğuna işaret etmişlerdir.
Güllü Agop'un sarayda kurmuş olduğu Dram Tiyatrosu'ndadaoynayacaktır.Şöhrete ererken epey sarp yollardan geçer. 1910'da Mabeyn çalışanları arasında görevine son verilenlerdir tiyatrocular. Naşit, Kavuklu Hamdi'nin trupuna katılır. 1911'de küçük bir varyete kumpanyası kurarak sinema ile o- yunlar verir. Balkan Savaşı sonuna kadar Direklerarası'ndadır.
Mustafa Nahit Özön'le Baha Dürder, tulû- atın yanı sıra “alafranga rollerde" de ciddi yetle çalıştığına değinirler. Bir anlamda Mı- nakyan'ın sürdürücüsü olmuş; asıl ününü güldürü ustalığına borçluyken, trajedilerde, melodramlarda rolün gerektirdiği havaya bü rünmekten asla kaçınmamıştır. Tiyatronun,
Bir zamanların hiç unutamadığı ve başarısının öyküleri bizlere kadar yansımış büyük komedyen Naşit Özcan m kendisine çekmiş iki sanatkar çocuğu:Adile ve ağabeyi Selim Naşit. İki kardeşin bir köşk bahçesinde kurdukları tiyatro büyüdü büyüdü bugünlere geldi.
Adile No$it
itin...
Adile Naşit anaç b ir duygunun
cisimleşmiş karşılığıydı. B iı
geleneğin, başka b ir düzlem?
oturtulmuş dünyanın so:
izleyicilerindendi.Sanatm
yeniyetmesi gibi alçakgönüllü,
beyacanlı b ir kim likti. Adile
Naşit’in aramızdan ayrılışıyla
tiyatro ve sinemamızda
sanatın değerlerine açık
b ir dönem daha kapanmış
bulunuyor ne yazık k İ..
Adile Naşit e lli yedi y ıl
gibisinden hayli kısa
sürmüş b ir ömre
D ireklerarası’yla
sevinciyle, acısıyla,
sineması ve tiyatrosu,
Şamram Hanım’ı ve
değişen dönemleri,
koşullan çarçabuk
sıkıştırm ış olsa gerek.
4 Hürriyet PAZARher an yeniden kimlik edinmek olduğunu bi len Naşit'i, hiç kuşkusuz, belirli kalıplarla ye tinen komiklerden ayırmak gerekir.
Adile Naşit, çocukken tiyatronun tozunu teneffüs etmeye başlar. Çok genç yaşta sah neye çıkacak, bir daha da tiyatrodan kopa- mayacaktır. Sayısız seyircide nice anılar bı rakmış bir sanatçı karşımızdaki.
Adile Hanım'ı ilk kez Muammer Karaca Tiyatrosu'nda görmüştüm. Tiyatrosever bir aile sayılırdık. Üstelik tiyatro dendi mi, ille klasikler ya da ille vodviller diye tutturmayan, geniş birperspektiften tiyatroyu izlemeyiseç- miş bir aile. Karaca'nın o yıllardaki bütün oyunlarını gördüm. Ve o yıllarda gerek Kara ca Tiyatrosu, gerekse İstanbul Tiyatrosu apayrı birer mektep gibiydi.
Muammer Karaca'nın kendine özgü star lığının yanıbaşında iki oyuncuyu bütün canlı lıklarıyla anımsıyorum: Adile Naşit ve Gülriz Sururi. Nedense Adile Hanım'ı Halide Pişki- n'le özdeşleştirirdi. Oysa o yıllar ünlü oyun cumuz çok genç bir insan. Gülriz Sururi, bir yazısında hemen hemen aynı yaşta olmala rına karşın Adile Naşit'le hep ana-kız oyna dıklarını vurgular.
Bu oyunlardan birinde, Adile Naşit'le Gül riz Sururi o sıralar bütün Türkiye'yi birbirine katmış Avare filmine gideceklerdir. Sahne deki Adile Naşit, filmin gösterilişi sırasında afiyetle yemek üzere dolma sarmaktadır. El lerinin kıpır kıpır devinimi adeta büyüleyiciy di. Komik-i Şehir dendi mi,, hiç görmediğim ustaları düşlemek için, Adile Naşit'in oyuncu luğu mutlaka bir fırsat olmuştur. O, bir gele neğin temsilcisiydi.
Karaca'nın topluluğu bir revü tiyatroşuy- du. Adile Naşit'i 1963'ten sonra Gönül Ülkü- -Gazanfer özcan Tiyatrosu'nda izlediğimde, başka bir disipline inanılmaz uyumla geçti ğini görecektim. Muammer Karaca'nın doğ maca esprilerine söz yetiştiren Adile Naşit'in yerine, tıpkı babası Naşit'in dram rollerindeki değişimini çağrıştıran, bir başka sanatçı gel mişti sanki.
Çocuğunun hastalığını da ya gazetede okumuştuk, ya da birinden işitmiştik. Düşü nülecek olursa, bütünüyle talihsiz bir ömrün insanıdır Adile Naşit. ilk eşi Ziya Keskin de, tek çocuğu da trajik ölümlerle onu yalnız bı rakırlar...
Gönül Ülkü-Gazanfer özcan Tiyatrosun daki rolleri, Adile Naşit'in çok güçlü bir kom pozisyon oyuncusu olduğunu kanıtlar. Bir an lamda, bu toplulukta da ikinci kişidir. Gönül Ülkü'yle Adile Hanım daima Gazanfer Özca- n'ın baş oyunculuğuna katkıda bulunurlar. Ne var ki, gitgide ilgi odağı haline gelecek, sahneye girişiyle birlikte alkış kopacaktır.
I
Adile Naşit
sinemada
Yakınları, dostları ondan söz açarken, dikkat ettiyseniz, insanları ne kadar çok sev diğini, herkese iyilik etmek için çırpındığını söylüyorlâr. Tıpkı sinemada çizdiği portre...
Tiyatronun deneyimli oyuncusu, sinema da Ertem Eğilmezle birlikte çalışır. Eğilmez, duygu yoğunluğu üzerine kurulu romantik filmlerle bilendikten sonra apayrı bir sine manın yordamını aranır. Bu, her şeyden önce öykünün, senaryonun dramatik yapısı na, kurgusuna önem veren bir sinema ola caktır. Yönetmen, tüm ekibiyle birlikte öy küyü kâğıt üzerinde var eder.
Arzu Film bir mektep gibidir. Genellikle duygu yönü ağır basan öyküler, güldürü öğesi öne çıkartılarak işlenmektedir. Sorun ları, acıları dile getiren, taşlamacı bir tutuma da yaslanan bir dizi film, her şeye karşın iyimser bir dünyanın sözcüsü olmayı öngöre cektir. Muammer Karaca, Gazanfer Özcan topluluklarının hayat dolu Adile Naşit'inden başka kim canlandırabilir, iyimser bakışı yansıtacak filmlerde...
Türk sineması o günlerde en parlak dö nemini yaşamaktadır. Kadın ve erkek baş oyuncular genç, güzel insanlardır. Başrolde bir kompozisyon oyuncusunun görünebile ceği kolay kolay kimsenin aklına gelmez. Ne var ki, Ertem Eğilmez'le ekibi kuralı yıkmak tan kaçınmazlar. Kimileyin Adile Naşit,
kimi-Adile Naşit caminin soğuk musalla taşında yatarken hayranları televizyon başında Neşeli Günler filmini izleyip onun kocası rolündeki Münir özkul'la yaptığı turşu kavgasını kahkahalarla izliyorlardı.(üstte) Adile Naşit yaşadığı sürece ne kuzucuklarından ne de
onların cansız taklitleri bebeklerinden vazgeçebildi (sağda)
leyin Münir özkul gibi sanatçılar bir filmi baştan sona alıp götüreceklerdir.
Araya TRT'deki görüntüsü, imajı giriyor Adile Hanım'ın. Masalın, öğüdün iç içe kay naştığı bu izlencelerde Adile Naşit, yetişmek te olan çocuğa sadece ve sadece görüntü sünden, imajından kaynaklanan sevecenlikle umut söz vermiştir. Hayatın güçlüklerine, hu zursuzluklarına, yalnızlıklarına hazırlanmak zorundaki çocuk, Adile Teyze'nin güler yüzü nü, hoşgörüsünü, bağışlayıcı tutumunu hep hatırlayacaktır.
Televizyonun sanatçıyı topluma tanıtma, benimsetme konusundaki imkânları yadsı namaz. Adile Naşit birdenbire çocukların “ iyilik perisi" olup çıkmıştır. Ziyaret ettiğim bir film setinde çevre mahallelerden gelmiş yüzlerce çocuğun onu görmek için bitmez tükenmez, sevinçli çığlıklar attıklarını gör müştüm. Bir kez, iki kez, üç kez onlara el sallayan Adile Teyze'lerinden ayrılmak iste miyorlar,çekim birtürlügerçekleştirilemiyor- du. Sonra Adile Hanım kapıya çlktı ve “ Ku zucularından” rica etti; bir dakika sonra ka pının önü bomboştu. Tek çocuğunu kaybet miş bu insan, bütün çocukların gizli dilini çözmüştü besbelli.
Adile Naşit'ten gördüğüm son filmin adı yanılmıyorsam Hayruş'tu. Ülkü Erakalın'ın yönettiği yapım, dar bir bütçenin olanaklarıy la çevrilmişti. Adile Hanım çirkin, yaşı geçkin bir kızı oynuyordu. Oyunculuğunun, yetene ğinin sınırsızlığı konusunda fikir edinmek is teyenler, bu filmi mutlaka seyretmeliler. Bi zim sinemamızda “ sevginin emek" olduğu pek çok kez söylenegelmiştir. Adile Naşit'se böyle bir şeyi söylemiyor, ama bir buçuk saat boyunca usul usul onaylattırıyordu.
Daha da ilginci, milyonlarca kişinin sevip saydığı oyuncu Adile Naşit, sanatın yeni yet mesi gibi alçakgönüllü, heyecanlı bir kimlikti. Hayruş'taki kompozisyonuna nasıl hayranlık duyduğunuzu söylediğinizde, bir çocuk gibi yüzü kızarıyordu...
Adile Naşit'in aramızdan ayrılışıyla, tiyat ro ve sinemamızda sanatın değerine açık bir dönem kapanmış bulunuyor ne yazık ki. Ye tişme koşullarını kendisinden öğrenelim:
“Çocukluğumuz, aşağı yukarı altı yaşına kadar tiyatronun üstündeki binada geçti. Bi zim daireden sofita gözükürdü. Sofitadan da sahneyi görürdük. Aşağıdaki oyunları takip ederdik...”
Bugün “sofita"nın ne anlama geldiğini bile pek çoğumuz kestiremiyoruz. Belki baş ka renkler saltanat kuruyor. Bu yüzden de Adile Naşit elli yedi yıl gibisinden hayli kısa sürmüş bir ömre Direklerarası'yla sevinciyle, acısıyla, sineması ve tiyatrosu, Şamran Ha- nım'ı ve Şan Müzikholü'yle değişen dönem leri, koşulları çarçabuk sıkıştırmış olsa gerek. Adını ve değerinin izdüşümlerini yaşat manın bir zorunluluk olduğu ayrıca söylen meli mi?
Adile Naşit insanları çok severdi, herkese iyilik etmek için çırpınırdı.Her gittiği yerde de bu sevginin karşılığını görürdü. Hayranları için bir aktris değil bir dost, bir akraba, bir teyzey di. Bir de vazgeçemediği kuzucukları vardı. Son yolculuğunda onu veda etmek için cami avlusunu bu kuzucuklar doldurmuştu. Gerçek gözyaşları arasında onu uğurluvorlardı...
Hürriyet PAZAR 5
İstanb ul Şehir Ü niversitesi Kütüphanesi Taha Toros A rşivi