jo f ’ p
ft'tr
album_________r
+
Balaban kızkardeşi ve annesiyle. Annesi, Balaban nakışlanndan ilk etkilenip resim çizdiğinde, "keşke kız olsaydın da nakış
işi eşeydin" diye yalanmış.
A,
- - ~ nBurası Bursa cezaevinin iinr, r» j
lan vazm.«- onu< ° rada
şun-üveyikler
nİsan,n
dördü/çekleri S ' "
k° YîHaVada y,,d«
bö-, a r Z ! J t r gUZel P '"1 Plrbö-,l uçar-lar/buradak, karanlıkta y i b o c ile riBir dönem
TİP1« olan
Balaban,şair
H asan H üseyin'le... O , Anado lu'nun tasvir geleneğini Çok kişisel, özgün ve anlatım cı bir resim diliyle Çağdaşlaş tırdı. Yurt içinde ve dışında sanatı, yaşamı büyük ilgi gördü, t İlk evliliğinden iki erkek, bir kız çocuğu ve dört torunu olan İbrahim Balaban, 1986'dan bu yana Serpil Hanım'la beraber. Balaban'ın yaptığı N azım portrelerinden biri (üstte). Ustası "Bana yaptıklarını sana yapm asınlar" diye onunla fotoğraf
çektirm ediği için hiç birlikte fotoğrafları yok. Soldaki de N azım Hikm et in yaptığı Balaban portresi. Am a Balaban bunu hiç beğenm em iş. Zaten N azım da onun
ressamlığını bundan sonra farketm iş.
Nezarethanelere ve hapishanelere sık sık düşen büyük ressam
Balaban
avcı da polis de modeli oldu
İlk resmi, üç yaşlarındayken annesi nin gergefindeki nakıştan esinlendiği bir çizgiydi. O günden bu yana her yerde, her zaman çizd i; köylüler orakla buğday biçerken, babası öküz
le tarla sürerken, çengi düğünde oy narken... Tutuklandığında mahpusla rın, nezarete atıldığında polislerin, va tani görevini yaparken askerlerin, ifa desini alan savcının bile portresini yaptı. İlk resmini yaptığında resim ne dir bilmiyordu. Hapishanede Na-
zım 'la tanıştığında daha boyası bile yoktu. Dördüncü
sınıfı olmayan bir okuldan mezundu ve akademinin,
resmin, sanatçılığın ne olduğunu hep mahpus damlarında öğrendi. Dışarıda doğdu ama hapislerde büyüdü. 1953'ten bu yana yurt içi ve dışında sayısız sergi açan İbrahim Balaban'ın son sergisi "Cum huriyet Aydınlığında 50 Y ıl" İstanbul AKM 'de geçen hafta açıldı. 7 bin civarında desen, 2 binin üzerinde yağlıboya tablo ve dokuz ki taba im za atmış 80 yaşındaki Bala ban'la, bol esprili, teatral ve sık sık Na- zım 'dan mısralarla renklenen bir söy leşi yaptık. Hayatı, resimleri kadar, hayatı ve resimleri ni anlatışı da çok özel, Balaban'ın!
1921 yılında Bursa'nın Seçköy'ünde doğduğunda -ve nenesi öldürülen dedesinin ismini haykırarak, H aa İbrahim geldi, diye oynadığmda- babası yurttaki düşmanı
kovalamaktadır. İlk gördüğü şekiller odanın duvarlarındaki nakışlardır. Kendi sesini duymadan önce, birçok sesler duyar; 'Türkü, koşma, davul, zuma, ezan, Kur’an, top, tüfek" derler. Kaşığı eline aldığında, yakınlarının ellerinde, karasaban, boyunduruk, ellik, orak, nacak, diğren, yaba, bel, çapa vardır.
Ve kalemi görür; çok şaşırır, beğenir. İlk gün hiçbir şey çizemez; yanlış birşeyle başlamaktan korkar sanki. Sabah uyandığında annesini gergefin başında nakış işlerken görür. Motiflerden birini gözüne kestirir ve çizer; bir dal, bir çiçek. İlk "eseri" bu olur.
İstanbul'da küçük zabit okulunda Çerkez Ethem'le birlikte okuyan babası bir gün öküz arabasıyla tarlaya götürür onu. O karasabanla çift sürerken, küçük İbrahim karşı yamaçtaki çift süren adamın resmini çizer. Babasını çizemez, çünkü o kadar büyüktür ki babası ve öküzleri, bir türlü kağıda sığdıramaz. Bu çizimi ancak yıllar sonra yapabilir. Annesi orakla buğday biçerken, dedesi bel bellerken, ablası çapa kazarken çizer. Güttüğü öküzleri model yapar kendine (Ve sanat hayatının her döneminde olacaktır öküzler ve karasaban. Karasabana, binlerce yıldır bizi doyurduğu için put gözüyle bakacaktır. Ama traktör gelince karasaban küçülür resimlerinde).
Bir kurşun kalem ve silgiyle çizmeye başlarken, daha hiç resim görmemiş, duymamıştır. Yine de el yordamıyla gider düşlerinin peşinden. Köylüler kıpırdanırken, çiçekler açarken, kuşlar öterken, keçiler koyunlar otlarken, sadece seyre dalamaz. Sonra köydeki özel olayları çizer; mesela tahsildar gelmişse, düğün olmuşsa, çengi çağırılmışsa.
Dedesinin köye getirdiği üç sınıflık okulda okurken, öğretmen bazı hayvan resimleri gösterip çizmelerini ister. İbrahim'in başına geldiğinde "H arika" diye bağırır. Öyle korkar ki İbrahim, kaçıverir sınıftan, acaba harika ne demektir? İşte bundan sonra kağıdı kalemi düşürmez elinden. Boyalarla tanışması içinse önce mahpusa düşmesi, sonra da Nazım H ikm etle tanışması gerekecektir.
16
YAŞINDA BİR MAHPUS
16 yaşındayken, sonradan belalısı olacak olan bir köylünün ihbarıyla hint keneviri yetiştirmekten tutuklanır. Köyden ilk çıkışıdır bu. Bursa Cezaevi hayatım değiştirecek "usta"sıyla tanışacağı yerdir. Nazım H ikm etle dostlukları, evlendiği gün düğün evini basan belalısını öldürmekten hapse yeniden
düştüğünde ve dışarıda da sürecektir. (Evet, bazen söylediklerinden, bazen resimlerinden, ikide bir içeri atarlar onu. Ama "her içeri düşüşte, yüreğine öfke, aklına bilgi, eline beceri
kazandırır.")
Başlangıçta mahpusta da
çiziyordur ama, kendini avutmak için. Renkli kalemleri zeytinyağına
batırarak yarattığı 'yağlıboya'yla. Nazım Hikmet ondaki dehayı sezer ve "büyük ressam olduğunu" anlatır, ilk
boyalarım verir. Şairin
Memleketimden insan Manzaraları eserinde, köylü ressam Ali olur; akademinin çıplak insan resmi yapmak olduğunu öğrendiği için, Beethoven Hasan'ı koğuşta üç gün çırılçıplak oturtup, zatürreden ölmesine ramak bırakan... Şair ona asla komünizm dersi vermez; ama sosyoloji, ekonomi-politik ve matematik anlatır aylarca. Hayata, resme bakışım geliştirir.
Balaban, ancak "Konu bir özdür, her öz kendi kabuğunu yapar" kuramım keşfettikten soma yaptıklarım sanat kabul eder. O günden soma im zasını atar ve 1953'te ilk sergisini İstanbul'da açar.
Resimlerinde halk geleneğim çağdaş bir tabana oturtur. Önceleri köy yaşamı, karasabana tutsak üretim ilişkileri temalarım işleyen sanatçı, giderek destanlara, halk inançlarına, kahramanlarına, söylencelere, mitolojiye uzanır. Sanat hayatım Dağınık, Nakışsı, Ağn Aksak, Oyuncaksı, Tutsak, Özgürlük gibi dönemlere ayım . Giderek kente göçü, kentteki yaşam ve demokrasi
mücadelesini ele ahr. Son dönemde Anadolu Erenleri ve Bereket Analan'nı çağdaş bir halk tasvirdsi tutumuyla yorumlar. "Sanat yaşamın izdüşümüdür" der. Boyalan açık, koyu, leke endişesiyle değil,
figürlerinin özünde çakmaklaşan ışığı yakmak için kullanır.
••
O
f k e lİ v em ü d a n a s iz
16 bin lirası yok diye onu üç yıl yatı ranların, çalınmış bir tablosunun 20 milyara satılması üzerine açtığı davada "zaman aşım ı" karan vermelerine is yan eder. Şeyh Bedrettin'i, Nazım'ı çiz di diye 1969'da Adana'da resimlerim parçalayanlara "Benden başkası Şeyh Bedrettin çizemez, Nazım portresini de benden iyi kimse yapamaz, kimsenin g.tü sıkmaz, itoğluitler..." diye bağım. Bursa'da resim yaparken götürürler, 32 gün nezarethanede bir sandalye üze rinde oturturlar; O ise durmadan polis portreleri yapar. İfadesini alan savaya, "inanılmaz ilginç, resme gelir bir yüzü nüz var. Dayanamam, lütfen 10 dakika modellik yapın" der ve isteğini kabul ettirir. Cebinde 50 kuruş varken resim lerini satın almak isteyen banka müdü rüne, "Siz vergiden kaçırıyorsunuz, re simleri kömürlüğe atıyorsunuz" diye tek resim satmaz. Bir s.tir de kendisine "çoban, köylü ressam" diyenlere çeker: "Ben ressamım. Ressamın köylüsü kentlisi olmaz." Ya resim tahsili, mese la akademiye filan gitmemesinden do layı herhangi bir eksiklik hissetmiş midir? "Akademik eğitim mi? Akademiden çıkanlar benden ders al dı. Ne diyorsun sen!"
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi