Osman
Hamdi Bey
ULUSLARARASI değerde bir ressam, arkeolog ve müzecidir. İstanbul'da doğdu. Sadrâzam Etherri Paşa’mn oğlu, Halil Ethem Eldem'in ağabeyidir. Hukuk tahsili için gönderildiği Paris’te güzel sa natlar, arkeoloji ve resim ile uğraştı. Memlekete döndükten sonra aldığı tüm görevlerde büyük ba şarı sağladı. İstanbul Arkeoloji Müzesi'ni, Güzel Sanatlar Akademisini kurdu
,
yıllarca müdürlüğü nü yaptı. Mezarı Gebze'ye bağlı Eskihisar'dadır.A
I L M A N İm paratoru I. W ilhelm , İstan b u l'u zi yareti sırasında g e z d iğ i A rke oloji M ü z e s i'n e ; hele bu m ü zed eki bir tarih ve sanat şaheseri olan « İsk e n d er lâhdi »ne hayran kalmıştı. K ayzer W ilh e lm bu lâhdi ö yle sin e b eğenm işti ki; «Siz b u n u n kıym etini bilem ezsiniz, on u ge re ktiği gib i m uhafaza ede m e z siniz, verin o n u biz saklıyalım .» dem ekten kendini alam adığı gib i bu lâhdi alabilm ek için ayrıca b ü y ü k bir para da teklif etmişti. Bereket versin Sultan A b - dülham it bu kon u d a basiret gösterm iş, ihtisasına ve b ilg isin e sa y gı d u y d u ğ u M ü z e M ü d ü rü O sm a n H a m di B e y 'in fikrini alm ak istemişti. O sm a n H am di Bey, b u tarih ve sanat şaheserini toprak altından binb ir em ekle çıkartan şahıstı. Lâhdi İstan bu l'a ge m i ile g e tirirken köh n e teknenin kaptanı bu çok ağır h a m u leyi ge m isin e alm ayı tehlikeli bulunca, k en d isin i bu eşsiz lâhide telle bağlatarak ge m iye o şekilde b in d irm iş ve yol b oyu n ca da bu tarih ve sanat şa h e se rinin ya n ın d a n bir an olsun ayrılm am ıştı, O sm a n H am di Bey, A lm a n K a y z e ri'n in bu niyetini ö ğ re n d i ği zam an b ü y ü k bir hiddetle «Bu lâhit ancak benîm cesedim in üzerinden geçirilerek bu kapıdan dışarı çıkabilir!» d iye bağırm ıştı V e lâhit böylece yerinde kalmıştı.
1887-1888 yıllarında Sayda Krallar N e k ro p o lü ' nü keşfi ve b u n u g ü n ışığına çıkartm ası ile d ü n y a çapında bir ün yapan O sm a n Ham di Bey, 1882 y ı lında hazırladığı «Â sa r-ı Atika N izâm n âm e si» ile e s ki eserlerin yurt dışına çıkarılm asına set çeken ş a hıs olm ası b akım ın da n da Türk arkeolojisi ve m ü ze ciliğinin en b ü y ü k bir ismi oldu. 1898 yılında Atina Fransız Enstitüsü, 19 0 4 'd e «Berlin Keiser Friedrich M u se u m » , 1 9 0 8 'd e «İsp an ya O v id e o M ü z e si» k e n d i sini m adalyalarla taltif ettiler. Institut de France, Ber lin, Londra, Viyana, Philadelphia ve Boston Arkeoloji Enstitüleri ken d isin i şeref ü y e liğin e seçtiler. A lm a n y a 'd a k i Bonn, H eid elb erg ve Leipzig Üniversiteleri ile In g ilte re 'd e k i A b e rd e e n Üniversitesi ona fahrî d oktorluk u n va n ın ı verdiler.
O sm a n H am di Bey, eserleri V iy a n a ve Paris'te se rgilen m iş ve oralarda da takdir kazanm ış çok d e ğerli bir ressam dı da. «Sanayi-i N e fise -i Şahane» adı altında k u rd u ğ u G ü zel Sanatlar A k a d e m isi'n e hem m ü d ü rlü k yapm ış, hem de öğretm en olarak pek çok
talebe yetiştirmişti. Türk resim sanatının ün lü isim lerinden A h m e t Ziya A k b u lu t o n u n öğren cile rin d e n- di ve bu ok u ld a im tihan ka y b e d e n ilk talebe o lm u ş tu. H am di B e y son derece titiz bir öğretm end i; b i tirme öd e vi olarak A h m e t Z iy a 'y a «Sultanahm et Ca- m ii»ni verm işti. A h m e t Ziya, gü n le rce «Defter-i Hâ- kani» d enilen b u g ü n k ü Tapu D a ire si'n in c ivarın d a ki kah ve le rd e otu ru p çalıştı. P erspektif kurallarına son derece bağlı bir gerçekçi g ö z ü y le ö d e vin i h a zırlam aya k o y u lğ u . O sm a n H am di B e y olsaydı, cami kapısına m u h a k k a k birkaç insan koyardı, b u nlar er kekse, m u h a k k a k yü zlerin i kendi portresi olarak yapardı, bu o n u n resim sanatındaki bir öze lliği idi. İstan bu l'u, bir batılının, bir Pierre Loti'n in g ö rd ü ğ ü g ö zle görür, çevresine ö y le bakardı. Paris'te iken ders ald ığı B o u la n g e r ve G e rom e gib i hocaların renk anlayışı, n e snel gerçekçiliği ona çok tesir etmişti. A m m a aradan hayli zam an ge çm iş ve A h m e t Ziya g ib i gençler, k o m p o z isy o n k o n u su n d a ken d ilerin e ö z g ü gö rü şle re sah ip olm uşlardı; olaylara daha b a ş ka gö zle bakıyorlardı. N ite kim A h m e t Ziya, yaptığı tabloda cam iin d ış avlu kapısı üzerinde fazlaca b o ş luk kald ığ ın ı görünce, b u n u so lu n d a k i kafesli p e n cerelere uyacak şekilde bir cum ba ile sü slem ek vs- d oldurm akta sakınca görm edi, böylece resim deki d e n g e y i daha sağlam hale getirdi.
O sm a n H am di Bey, öğren cile rin in m ezuniyet tablolarını incelem eye başladı. Sıra «Sultanahm et Ca- m ii»ne g e ld iğ i zaman, kaşlarını çattı, siyah şerit kurdeleli kelebek g ö z lü ğ ü n ü düzeltti. Çatık kaşlarla biraz daha baktı tabloya. H am di B e y 'in «Şehzade C a m ii'n d e K adınlar» ve d iğ e r eserlerini bilenler, o n u n ge rçe ğe ne kadar bağlı o ld u ğ u n u ga ye t iyi bilirler di. İsta n b u l'u n bütün cam ilerini ge re k bir müzeci, ge re k bir ressam olarak incelemişti, b ütün d etayla rını gaye t iyi bilirdi.
«— Sultanahm et C a m ii'n d e b öyle bir cih an n ü - mâ yoktur!» d iye söylendi. V e A h m e t Z iy a 'n ın ese rini, «G üzel işlenm iş o ld u ğ u n u » bild iği halde, sırf gerçeklere ayk ırılığı y ü zü n d e n başarılı saym ad ı, Gerçi A h m e t Ziya e n in d e so n u n d a y in e o k u lu bitir di. Ç ü n k ü San ayi-i N e fise 'd e son sınıfa g e ld iğ i h al de d ö n m e k v e m ezun olam am ak n a h o ş bir d u ru m du; A h m e t Ziya bu d u ru m d a n g ü ç kurtuldu.