bekçilere verilmek üzere bahşiş bile al mamıştık.
«Bedesten bir çok iğrenç hikâyelere ve gülünç vak'alara da zemin olmuş ve içinde yaşayan bir çok fırıldakçılar se nelerce, asırlarca dolabını çevirmiştir. Müşteri gelirken hemen kollarını sıvayıp abdest alacak vaziyette bulunur, dudak ları da riyâkâr m ırıltılarla dolu olduğu hâlde göstere göstere abdestini alır ve duâsını okur, müşteriyi bililtizam bek- lete beklete usandırır, sonra beşmelerle defterini açar, sermayeye zammettiği %
100'den sonra helâlinden % 20 daha zammederek malını satar; yahut gözleri yaşlı, kucağı çocuklu, koltuğunda bir bohça kıymettar şallar, kumaşlarla veya cebinde mücevheratla gelen bir yetim anasını tatlı tatlı dillerle:
«— Buyurun hanımefendi, safâ geldi niz, hoş geldiniz, Allah rahmet eylesin, ah ne kadar hukukumuz vardı!., diyerek kadını ölüsüne bir kat daha açındırdık
tan ve bu suretle şuursuz bir hâle getir dikten sonra:
«— Senin kendi kızımdan farkın yok, merak etme!.. Seni gördükçe alimallah içim sızlar, Allah bağışlasın nur topu gi bisin, elbette bir hakkında hayırlısını da ha bulacağız. Al şunu şimdilik harçlık yap da aceleye getirmeyelim, şöyle tuzu ile biberi ile satalım!., diyerek elindeki bohçayı alır, kadını savardı.
«Birkaç gün sonra 500 lira değerinde ki şalları, kumaşları türlü türlü şeyta netlerle, desiselerle, kadıncağızı kandıra rak elli liraya alır ve hâinâne: Bunların değeri otuz beş kırk liradan fazla değil se de bende hem Allah korkusu var, hem de merhum ile içtiğimiz su ayrı gitmez di!.. diyerek malların üstüne yatar ve bu suretle kadının mallarını tüketinceye ka dar kadını soyar, soğana çevirir ve hiç parasız kalınca da ahbap karşılığı, fıka- radır diye orta sandığından beş on ku ruş da alıverir ve ondan sonra tesadüf
ettiği zaman artık malı kalmayan kadını tanımaz olurdu.
«Bazıları da mal bohçasını koltuğuna alır, dükkân dükkân, mağaza mağaza gezdirir, bulduğu 150 lirayı: — Buna o- tuz lira veriyorlar ama merhumun ha tırı var, sana da para lâzım, satılmaz ama Allah yardımcımız olsun!., diyerek 40 lirayı verir ve içinden dellâllığı alma yı da unutmaz. Hâcegî Efendi bu suret le helâlından kazandığı 60 lirayı dolabı na atar iken zavallı mal sahibi de:
«— Hacı Baha'dan Allah râzı olsun, o da olmasa otuz da etmiyecekti!.. diyerek evinin yolunu tutardı.
«Bazıları da orada maskaralıklarla gü nünü gün ederdi, işte bu gibi mânevi se bepler de karışarak evlâdına mal bıra kan ünlü bedestenliler de beş on senede, bir varmış bir yokmuş hâle gelirlerdi.
«Son zamanlarda fonoğraf çıktığı sı ralarda bir zat bedestende bir dolap tu tarak ticaret etmeyi kurmuş ve tuttuğu dolaba herkesin hilâfına birkaç fonoğ raf makinesi yerleştirerek müşteriye be ğendirmek için çalmağa başlamış. Şun dan kuşkulanan bedesten hâcegîleri a- damcağızı loncaya çağırarak:
«— Burası besmele ile açılır, duâ ile kapanır bir ocaktır, burada çalgı yasak tır, derlerse de ne de olsa eskisi kadar boruları ötmediğinden dinletemezler.
«Hey'etçe zaptiye nezâretine müracaat ederler: Ticaret serbesttir, ne yapalım?! cevabı verilir.
«Bedestenliler bu işte mağlûp avdet ettikleri sıra bedesten esnâfından Deli Mustafa isminde birisi:
«— Bu işi bana havale edin, ben onu bedestenden çıkarırım !, der.
«Ertesi günü koca bir bekçi davulu ge tirerek dolabına asar, fonoğrafının müş terisi gelip de çalmaya başlayınca Deli Mustafa da davulu omuzlar, gümbür gümbür öttürmeye başlar. Fonoğrafın sesi işitilmez olur:
«— Ne yapıyorsun Mustafa? diyenle re:
«— Ticaret serbest değil mi, davulu müzayede ediyorum!, dermiş. Birkaç gün sonra dikiş tutturamayacağını anlayan fonoğrafçı bedesteni terk edip kaçar.
«Bedestenin zevksizlik ve bilgisizliği de son dereceye gelmişti. Kırık sürahi den nargile yapar, nargile ağızlığını si gara ağızlığına çevirir, kalemtıraş sapını kaşığa, kaşık sapını kalemtıraşa geçire rek anlamıyan ecnebilere ve antikacılara satarlardı.
«Satışları da Türk'ün zevkine, seciye sine hiç uymayan bir tarzda idi; malına 100 lira isteyip 5 liraya satanlar görül müştür.
«Bir malı satıp da ucuza verdiğini an layınca hemen koşup giderek mal sahibi razı olmadı diye ağlayarak sattığını geri alanlar da çoktu.
«Bedestenin dolapçıları Sünbül-zâde Vehbî Hoca'yı da aldatmış olacaklar ki şâir:
Yok bedestanda muvafık bir ferd Çün yiğit başlarıdır en nâ-merd diye şikâyet ediyor.
«Bedestende İkinci Mahmud zamanın da yapılmış bir mescit olduğunu söyle miştim. Son zamanlarda esnafın serma yesiz takımı zaman zaman burada müez zinlik ederdi. Bir gün bunlardan birisi ezan okurken, şerefenin dibindeki do lapta birkaç kişi arasında bir malın ka patılmakta olduğunu görür:
«— Hayyâlessalâl. derken sesini kırıp aşağıya da: — Parmağım içinde hacı!, diye seslenir: Hayyâlelfelâh!.. da da — imşayım!.. diye ilâve eder. Buna şahit olan fakat meselenin ne olduğunu kes tiremeyen bir şalcı Asab bana geldi, mü teessir, müteessif: — Vallâh azîm Ezan-ı Muhammedi Bedestende başka!.. Hayyâ- lessalâ parmak içinde, Hayyâlelfelâh ¡in şâ!.. diyorlar, meşrûtiyet ezanı mı?! di ye sormuştu.»
İstanbul'un günlük hayatı üzerine Ak şam gazetesinde yıllarca pek güzel yazı lar neşretmiş olan kıymetli röportaj mu harriri merhum Cemaleddin Bildik eski
Kapalıçarşı büyük yangından sonra bu hâle gelmişti.
büyük bedestende dolaşmayı da ihmâl etmemiştir. Aşağıdaki satırlar o makale den alınmıştır:
«Bedestende bırakılan emânetlerden senede 2-4 lira arasında ücret alınırdı.
«Emanet eşya defterinden öğrendiği mize göre bugün bile 36 sandık, 5 kasa, 1 çekmece, 3 denk eşya cevahirciler çar şısında «emanet» kaydıyle beklemekte ve çok gariptir ki bu eşyalar da 1934 yı lından beri aranmamaktadır.
«Emanet servisi şefi B. Hüseyin Kayar' dan, bunların içinde ne gibi eşyalar bu lunduğunu öğrenmek istediğim zaman:
«— Malûm değildir ki, diyor, bu ka dar uzun zaman aranmayan bu eşyalar dan bir kısmı çürümeye bile yüz tuttu. Öyle sanıyoruz ki sandıklarda tapu senet leri, sair kıymetli evrak, naftalinlenmiş halı da mevcuttur.
KASA DEFTERLERİ
«Yıllardan beri bekleyen bu emânet lerin sahipleri vefat etmiş olabilir. Fakat
vereseleri tarafından aranması hususun da bir iyiliğimiz dokunur mülâhazasıyle defteri gözden geçiriyorum.
«1 — Horhor caddesinde 92 numaralı hanede mukim Yenişehirli Mâlik Efendi- zâde Kevkep Bey... Bu adreste bir yeşil sandık kayıtlıdır ki 1934 yılından beri aranmayan emanetler listesine geçmiş bulunmaktadır.
«2 — Kadıköy Osmanağa'da Karayani sokağında Hayriye tüccarlarından Hacı Ahmed Efendi-zâde Mehmed Said Bey adresine kayıtlı bir sandık da 1335 (1919) yılından beri aranmamıştır.
«Bu sandıklarda kıymetli ve bozulma mış eşyalar bulunabileceği ihtimalini işa ret eden emanet servisi şefi B. Hüseyin Kayar:
«— Belki de, diyor, vereselerini mü him bir servete sahip kılacak tapu senet leriyle para da vardır bu sandıklarda... Fakat vereselerinin haberleri yok k i...
«— Niçin birer mektupla o adreslere haber verilmedi?
İç bedestenden bir görünüş.
«— Versek de o adreste başkasının o- turduğunu görüyoruz. Bu suretle ema netlerin vereseleri haberdar edilmemiş oluyor.
«Her neyse... Defterden bir iki yap rak daha çevirelim:
«3 — Sultanahmed'de Firûzağa ma hallesi Kuyulu sokakta mülkiye etıbbâ- sından Orhan Yahya Bey... Bu adreste de 14 eylül 1321 (1905) tarihinden beri aranmayan bir sandık kayıtlıdır. 42 se neden beri aranmayan bir emanet!.. Bu sandığın 42 senede çürümemesine ihti mal vermediğim için B. Hüseyin Kayar'a: «— Gördünüz mü? dedim. Bu sandık hâlâ sapasağlam duruyor mu?
«— Orası pek rutubetli yer olmadığın dan çürümemiştir, cevabını verdi.
«Fakat rutubetli yerlerdeki eşyalar, dıştan belli olmuyor ama herhalde içten hayli zarar görmüştür.
«Bedestenin emanet kasalarından bir kısmında el'an mal vardır. Fakat eskiden 500 kasa varken şimdi bunlardan ancak
65'i faaldir. Bedesten mümessili çerçe- veci Hüseyin Kayar diyor ki:
«— Ben altmış beş kasadan 35'ine şimdi de, eskiden olduğu gibi, kuyum cular tarafından emanet bırakılmakta ve bunlar sabahleyin alınmaktadır. 30 ka sada da eşhasa ait emanetler durmak tadır.
«Eşhasa ait kasalar defterini birlikte gözden geçiriyoruz:
«Sene 1340 (1924), defter sıra nu marası 104. Çorlu kazasından merhum Hacı Mehmed Efendi-zâde İsmail Ziyâ Bey'in şahsına ait kasadır. Fakat kasa daki emanetin ne olduğu bilinmiyor. Çünkü anahtarı kendisindedir ve 23 se neden beri de açılmamıştır.
«— Sakın boş olmasın?
«— Belli olmaz k i... Böyle yıllarca aranmayan nice kasalar açıldı da için den torba torba altınlar çıktı.
«Bir misal veriyor:
«— Size dokuz on sene evvelki bir hâdiseyi anlatayım... İranlı Hüseyin Bey
adında bir manifaturacı da çarşı kasala rından birinin kiracısı idi. İşi bozuldu ve bu adam iflâs etti. Lâkin kasasını bı rakmadı. Sık sık gelir, kasasını açar, bir şeyler bırakır, yine giderdi.
«Nihayet bir gün Hüseyin Bey vefat etti. Mahkemeye müracaat ederek key fiyeti haber verdik ve burada bir kasası mevcut olduğunu, veresesinin aranması nı bildirdik.
«Mahkemenin ilânlarından sonra İran' dan bir rençber geldi. Mahkeme delâle tiyle kasa açıldı.
«— Osmanlı, Fransız ve İngiliz olmak üzere 150 bin altın çıktı.
«Bu konuşmamız esnasında yanımız da bulunan çarşının yaşlılarından B. Os man Boztepe hâtıralarını naklederek di yor ki:
«— Bu çarşının 47 senelik esnafıyım. Kasa kiralayan öyle insanlar vardı ki hâllerinden zengin olduklarını anlamak mümkün değildi. Fakat alış verişe ge len müşterilerden kimlerin zengin oldu ğunu anlardık. Zengin hanımların arka sında behemehal bir zenci kızı yürürdü. Malûm ya o vakit onar Osmanlı lirasına zenci kızları satılırdı ve bunları da zen gin, han, hamam, konak sahipleri alır lardı. Bu hanımların arkalarında yavaş yavaş yürüyen zenci kızları ile çarşıya çıkmaları âdetâ bir moda gibi idi. Böy- lelerini gördüğümüz zaman anlardık ki karşımızda zengin bir müşteri var.
AYNADAN İLÂÇ
«Çarşı mümessili Hüseyin Bey entere san bir noktaya temas ederek bir an'a- neyi anlattı:
«— Çarşının, dedi, el'an muhafaza et tiğimiz iki çelik aynası vardır ki, bunlar o zamanın en kıymetli eşyası, hattâ eş yası değil de ilâcıydı. Talep üzerine ke faletle verilen bu çelik aynalardan biri kol, bacak ve bellerindeki çeşitli roma tizma ağrılarını giderir, diğeri de ağız, burun çarpılmalarına, göz kaymalarına iyi gelirmiş.
«Pek merak ettim ve Hüseyin Bey git ti, az sonra bir kadife torba ile geldi. 15 santim kutrunda iki çelik daire çıkardı. Bunların tıpkı eski zamanın tuvalet ay naları gibi sapları yüzü muhtelif arapça yazılar ve çiçeklerle süslü, diğer yüzleri ise düz...
«Romatizmadan muzdarip olan insan bu aynayı alır sancı yerine koyarak bir müddet tutarmış. Bunu birkaç defa tek rar edince sancıdan eser kalmazmış. Çar pılmalara iyi gelen ayna da ele alınır ve bir müddet ona bakılırmış. Bu ameliye birkaç defa tekrar edildi mi çarpılan a- ğız, kayan göz yerine gelirmiş.
«— Bunları şimdi de kullanan var mı? «— Kullanan yok şimdi bunları. Fa kat bu aynaların burada olduğunu bilen bir kuyumcu geçenlerde bacağındaki sancıdan muzdarip olduğunu söyleyerek istedi, verdik. Aynayı bize iade ederken:
«— Nasıl iyi geldi mi? diye sorduk. «— Görmüyor musunuz? Yürüyemi- yecek hâldeydim. Hiç bir şeyim kalmadı cevabını verdi.
«— Kaç paraya veriyorsunuz bu ay nayı?
«— Para ile değil... İnananlara para sız veriyoruz ve sadece bir kefil göster mesini rica ediyoruz. Aynanın tarihî bir kıymeti vardır. Kaybolmasını istemiyo ruz da onun için bir kefil arıyoruz».
SANDAL BEDESTENİ
Sandal, eski, ağır ve lüks bir ipekli kumaşın adıdır; bu ve diğer kıymetli ku maşların satıldığı bir bedesten olup za manımızda başka mücevherat vesair kıy metli eşya, Belediye'nin müzayede ile sa tış yeridir. Aşağıdaki satırları yüksek mîmâr ve mühendis Ekrem Hakkı Ay- verdi'nin «Fâtih Devri Mîmârîsi» adın daki eserinden alıyoruz.
« ... Fâtih devrinin defterlerine naza ran üç tarafı tarîk-ı âm (halka açık so kak) bir tarafı bodrum kervansarayı imiş, Küçük Bezzâzistân deniyormuş.
Ev-liyâ Çelebî'nin de: «Bu da Fâtih Sultan Mehmed Hân'ın binasıdır, eski Bedes- tân'a yüz adım karibdir, bunun da şekil ve biriâsı hemen eski Bedestân gibidir» diye zikrettiği bu bina diğerinden bir sı ra fazlası ile, 20 kubbeli, dört kapılı, yüksek ve mütenasip bir binadır. İç eb'a- dı yuvarlak rakam ile 40 x 32 = 1280 metre murabbaı olup büyük bedestenden az ufaktır.
«Kapılardan şark ve garpta olanları düzayaktır, cenuptakine merdivenle ini lir, şimaldekine çıkılır vaz'iyyettedir. Bi nada mahzen yoktur. Yalnız duvarların dış yüzüne yaslanmış 46 dükkân ve köşe- lerdekilerde kutrânî bölmeler vardır. İn şaat hemen tamamen eski bedesten gibi- Ayaklar kesme taştan, duvarlar mo lozdan, kemer ve kubbeler tuğladandır. Kubbe kasnakları alçak ve sağırdır. Pen cereler dükkân seviyesinden sonra yük selen duvar kısmına açılmıştır. Aynı şe kilde demir kanallar medhallerî örter. Bina 1915 senelerinde tâmir görmüş ve Belediye Mezat Salonu hâline ifrağ edil miştir.
«Malzemeleri olmadığından pek kıy mettar malların saklanmasına müsait de ğildir. Esasında burada sandal denilen bir kumaş satıldığı için bu ismi almış tır.»
Sandal bedesteni hakkında Nureddin Rüşdü Büngül «Eski Eserler Ansiklope d isin d e şunları yazıyor:
« ... Bir zamanlar Hindistan'dan meb- zûlen gelen sandal ağacından mâmul eş yaların burada satış mahalli varmış (bu eserin orada rastlanan fâhiş hataların- dandır); bir rivayetle de (rivayet değil ayni hakikat) sandal diye bir tezgâhtan çıkan kumaşların satış yeri imiş. İkinci Mahmud zamanında kapanarak depo hâ linde kalmış, bilâhare şehremâneti tara fından aksâm-ı dâhiliyesi tanzim ve tah vil edilerek müzayede mahalli buraya kaldırılm ıştır. Elyevm resmî mezadlar burada icra edilmektedir. Yalnız tamir esnasında iç kapının üzerindeki kitâbe
bilgisizce kapatılmış olduğundan (mey dana çıkarılması gerektir)».
«Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimle ri» adındaki kıymetli eser. Sandal Bedes- teni'ni kaydederken de N. R. Büngül'ün adını söylemeden yukarıdaki;satırları ay nen almış ve müellifinin hazine-i malû matına maletmiştir.
EVLİYÂ ÇELEBÎ'YE GÖRE
Sandal Bedesteni için Evliyâ Çelebî de şunları yazıyor:
«Esnâf-ı Cemâat-i Bedestân-ı Cedîd
— Bu da Fâtih Sultan Mehmed Han'ın binasıdır. Eski bedestene yüz adım kadar karibtir. Bunun da şekil ve binası he men eski bedestân gibidir. Ancak şimal cânibinde zindancılar kapısına altı kade me taş merdivenle çıkılır. Garba Hak- kâkler Kapısı, cenuba Çadırcılar Kapısı, şarka Telciler Kapısı açılır, merdivensiz kapılardır. Serâpâ kurşunlu kubbedir.
«İçinde cümle 600 dellâl, cümle 1000 adet neferattır. Amma bunda Bedestân-ı atıyk gibi zi-kıymet cevahir makulesi eş ya satılmaz. Cümle harîre ve elbise-i fâ- hireye müteallik meta'lar bey'olunur.
«Esnâf-ı Hâcegîyân-ı Bedestân: 1000
nefer. Mâl-i Kaarun'a mâlik tüccar var dır ki mallarının hesabı lâyuaddır. Am ma gaayet sulehâ-i ümmetten kimseler dir.
«Dellâllan-ı Bedestân-ı Cedîd — Adet
70. Pirleri Ebünnidâ'dır. Bu dellâllarına makîs olmayub müsellâh ve müzeyyen ve zîkıymet âriyetî esvaplar ile alaya işti rak ederler ki cümle temâşacılar hayret te kalırlar.
«Pâsbânân-ı Bedestân-ı Cedîd — 50
nefer. Pirleri Gafîr Hindî'dir, denilmiş ti. Ellerinde balta ve harbe, bellerinde şemşîr-i âteştâb ile önlerinde musanna' fânuslar yanub: «Âsa dur â!.. dur â!..» diye feryâd iderek ubûr iderler.
«Hammâlân-ı Bedestân-ı Cedîd — 300
nefer. Pirleri Peygam Ali'dir. Bunlar ar kalarında bedestân sandıklarını götüre rek bir hâyi huy ile ubûr iderler.
Kapalıçarşı'dan bir kö>e.
«Esnâf-ı Dellâlân-ı Bedestân-ı Bîrûn —
Pirleri Ebünnidâ'dır. Omuzlarında nice bin kuruşluk zîkıymet elbiselerle tayy-ı merâhil ¡derler.»
BEDESTENDE BİR ÎDAM
Vâsıf tarihinde sandal bedesteninde bir hırsızlık vak'ası kaydedilmiştir. E- hemmiyetli zincirleme kefalete bağlı bek çilerle korunan bu çarşıda kuruluşundan kapandığı tarihe kadar bu yolda bir tek vak'a oluşudur; şöyle ki:
1754 yılı ağustosunun (1167 Zilkade sinin ilk haftası) sonlan içinde idi, ge ce sandal bedesteni bekçileri derinden gelen boğuk kazma sesleri işittiler; dük kânlardan birinden şüphe ettiler, kapısı nı kırınca da elindeki kazmasıyie kubbe yi delip girmiş bir hırsızla karşılaştılar. Tuvânâ ve çâlâk bir delikanlı olan bu hırsız, Mimar Sinan mahallesi halkından idi; ertesi sabah Dîvân-ı Hümâyûn'da su çunu itiraf etti; Dîvân da idam cezasını verdi; delikanlı hırsızlık âleti olan kaz
ma da boynuna bağlanarak Sandal Be- desteni'nde hırsızlık kasdiyle girdiği dük kân kapısında asıldı.
GALATA BEDESTENİ
Aşağıdaki satırları Ekrem Hakkı Ay- verdi'nin «Fâtih Devr-i Mîmârîsi» adında ki büyük eserinden alıyoruz:
«Evliyâ Çelebî'nîn Fâtih devri eseri olarak kaydettiği bu bedesten bizim tet kik ettiğimiz Fâtih vakfiyelerindeki mü sakkafât meyânında bulunmadığı gibi Ayasofya tahrir defterinde de bedesten namı altında tesadüf etmedik. Ya başka bir hayrâta vakfedilmiş veya bedestân- dan başka bir unvanla kaydedilmiştir ki bizi şaşırtmaktadır.
«Evliyâ Çelebî'nin kaydının yanında binanın inşâ tekniği ve diğer bedestanla- nn planına uygun olması Fâtih devrinden bulunduğuna şüphe bırakmaz. Galata gi bi mühim bir beldenin Fâtih devrinde be- destensiz bırakılacağına ihtimal verile mez.
«Bina 20,5 x 20,5 = 420,25 metre murabbaında ve dört ayağa müstenit kasnaksız 9 kubbe ile mesturdur. X V . asırdaki tertibe sadık kalınarak etrafın da dükkânlar sıralanmıştır; yerin mü- saadesizliğinden dolayı dükkânlar üç ta rafında muhtelif eb'addadır. Dördüncü tarafındakiler yıkılm ış, yalnız duvarları nın beden üzerinde izleri kalmıştır. Dük kânlarda bir ara merdiven ile çıkılan bir asma kat vardır. Evvelce bu katta lonca mahkemesi icrâ-i kazâ edermiş. Dört ka pısından üçü elyevm muattaldır ve bi na tüccar ardiyesi olarak kullanılmakta dır. Tersâne caddesi üzerindeki esas ka pısının içinden bir merdivenle üstünde binayı dahilen çepçevre dolaşan gezinti yerine çıkılmaktadır. Diğer bedestenler de gezinti yeri varsa da böyle bir merdi vene rastlanmadı.
BİNANIN USLÛBU
«Bina inşaatı Fâtih devrinin uslûlüne uyularak, bir taş, bir tuğla sırası ile ve taşlar arasında şâkûlî tuğlalar sıkıştırı larak yapılmıştır.
«Galata bedesteni oldukça haraptır. Bilhassa ahşap ilâveler çirkin bir man zara göstermekte ve dökmecilerin du manları ile simsiyah bir hâle gelmiştir.»
Ekrem Hakkı'nın Galata Bedesteni için «bizi şaşırtmaktadır» dediği meseleyi ay dınlatmış bulunuyoruz; şöyle ki hicrî 993, milâdî 1585 yılına kadar (Fâtih Sul tan Mehmed'den III. Sultan Murad devri ne kadar) Galata'da bedesten yoktur. 1585'ten zamanımıza kadar Galata Be desteni adını taşıyacak olan ve E. H. Ay- verdi'nin bir Fâtih yapısı olduğunu ay dın olarak tarif ettiği bina, Ayasofya va kıfları arasındadır ve bazı gayrimüslim- ler'e kiralanmış bulunmaktadır; ki depo olarak kullanılmaktadır; 1585 yılında III. Sultan Murad'ın bir fermanı ile be desten hâline ifrağ edilmiştir. Fermanın sureti şudur:
«Galata Kadısına ve Ayasofya Müte vellisine hüküm ki;
«Sen ki kadısın, mektup gönderip der- gâh-ı muallâm çavuşlarından Süleyman Çavuş ile, sen ki mütevellisin, Galata a- hâlisi ile dergâhı muallâma gelüb mah- mîye-i Galata eşedd-i ihtiyaç ile Bezâzis- tân'a muhtaç olup dahilî Galata'da Lon- ca'da (Lonca denilen semtde) vâkıy olub Ayasofya'daki Kebîr evkafından hâlen ayda elli akça ile bazı kefere ¡çâresinde hâli üzere Bezâzistan olmağa kaabil yir mi adet kubbeli kâfiri ( ? ) azîm bina vardır, Bezâzistan olmak rica ideriz de diklerinde üzerine varılub görülüb haki- kat-i hâl vukuu üzere ilân oluna deyu ferman olunub dediklerinde hassa mi marlardan üstâd Câfer ve Müslümanlar- dan cemaat-i kesîre ile üzerlerine varılub görülmekde filvâkî zikrolunan bina tûlen yirmi ve arzen yirmi beş zirâ olup demir kirişleri ile on altı mermer direk üstün de yirmi adet kubbe ki içerisinde elli beş dolap olmağa kaabil hâli üzere Bezâzis tan olmağa muhtemel üç yerden kapı yerleri hazır olup heman kapulara muh taç, kadîmden Bezazistân imiş deyu ha ber verdiklerin arzeylediğim ecilden bu yurdum k i... Vüsul buldukda arzolundu- ğu üzere mahall-i mezkûru veçhi müna sip olduğuna göre Bezâzistan yeri olma- ğıçün tahliye idüp talip olanlara verüp sen ki mütevellisin ¡çarelerin vakıf için alıp kabz eyleyesin (bâ hatt-ı hümâ yûn). Fî 29 zilhicce 993».
«KÂFİRİ BİNA»
Fermânda «kâfirî binâ» tâbiri ehem miyetli değildir. Bu kayıt Dîvân-ı Hümâ- yûn'a arzedilen talepnâmeden alınmış o- lacağına göre, bu talepnâmeyi yazanların yapı san'atının şahsiyetini tefrika kaadir oldukları aslâ iddia edilemez. Galata'da bulunması da bu tâbirin düşünülmeden kullanılması için kâfidir. Fakat bugünkü binanın 9 kubbeli oluşu, Galata Bedes teni için Evliyâ'nın 12 kubbe, bu ferma nın da 20 kubbeden bahsetmesi üzerinde durulacak noktalardır.
SON
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi