• Sonuç bulunamadı

İşportacılıkla sinema kurulmaz:Şahika Tekand'la Yeşilçam'ın bugünü ve yarını üzerine

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "İşportacılıkla sinema kurulmaz:Şahika Tekand'la Yeşilçam'ın bugünü ve yarını üzerine"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

'19 KASIM 1989

TATİL âOHBE

_______________

Şahika Tekand’la Yeşilçam’ın bugünü ve yarını üzerine

ııııiiilllllıllii

J

‘ 'İşportacılıkla

B

İZ üniversitede sırça bir köşk içersindeydik. En İyi olanaklarla oyunculuğu öğrendik ve öğrettik. En modern sahneler, kulisler, mak­ yaj odaları... Oysa Yeşllçam'da bu sırça köşk yıkı- •iverdi. Kırık bir ayna ve kör bir ışıkta makyajımızı tamamladık. Şaşırdık şoke olduk. Yeşllçam’da bir İman gücü var kİ ‘yok'a karşı savaşıyor. Sonunda ister İstemez siz de yoktan var etmeye alışıveriyor- sunuz.”

Türk sinemasının 75. yıldönümü nedeniyle ko­ nuk olarak Şahika Tekand’ı seçmemizi yadırgayan­ lar olabilir. 25-30 yıldır Yeşilçam’ın içinde olan star ve yönetmenler dururken, neden çiçeği burnunda bir sanatçı eleştirisi gelebilir. Oysa bizim seçim i­ mizi etkileyen “deneyim”den öte “eğitim” oldu.

Şahika Tekand öğretim üyeliğinden, starlığa so­

yunan, “doktoralı” sanatçılarımızdan... Üstelik si­

nemanın taze kanı... En azından, yıllardır “çökün­ tüsünden söz edilen Türk sinemasında eğitimin rolünü genç bir ağızdan” duymak istedik. Gerçekle

yüzleştiklerinde “sırça köşk”leri yıkılan “mek­

teplilerin” ne ölçüde “alaylılarla” özdeşleştikleri­

ni gözlemekti amacımız...

T İY A T R O A Ş K I

— “Şahika Hanım, ben sizi Anayurt Oteli’nde ki çok kısa ama etkili rolünüzden hatırlıyorum. Blı görünüp bir kayboldunuz, ama tüm film boyunca kurgu üzerinizeydi. Bize öncelikle sinema ile iliş kinizln nerede ve nasıl oluştuğunu anlatabilir mi siniz?”

— “ Ben önce Ege Üniversitesi Tiyatro Oyuncu luk Bölüm ü’nde okumaya başladım. 1980 yıllarıy dı. 1983 yılına kadar her şey sadece tiyatro içindi Bu dönemde üniversitesinin sinema bölümü biz lerden oyuncu istemeye başladı ve ben ufak ufak sinemaya adımımı atmaya başladım. Kısa metraj lı film lerdi bunlar. Ödül kazananları oldu. Ben iş te o sıralar, acaba sinema daha mı ilginç diye dü şünmeye başladım. Ancak tiyatro aşkı yine de baş çekiyordu.”

—“Okul bitince tercihiniz ne oldu?”

— "Okul bittikten sonra bir sezon kadar Gen- co ile tiyatro yaptım. Dostlar Tiyatrosu’nda. O sı­ ralar hocam, Prof. ÖzderrHr Nutku, beni üniversi­ teye çağırdı ve oyunculuk üzerine hocalık yapma­ mı istedi. Geri döndüm ve sinema tamamen aklım­ dan çıktı.”

— "Tiyatro yerine üniversitede öğretim üyeli­ ği yapmayı mı yeğlediniz?”

— “ Evet. Master ve doktoramı yaparken, uygu­ lama hocası olarak çalışmam istenm işti. Bu bana gerçekten çok kıvanç verdiği için tercih e ttim .”

—“Ne kadar sürdü hocalığınız?”

— “ Üç yıl süreyle yanılmıyorsam..."

—"ilk filminiz Anayurt Otell’ydi yanılmıyor­ sam... Tabii kısa metrajlılar dışında... Bu nasıl gün­ deme geldi, özellikle hocalık yaparken?”

— “ Bir gün Ömer Kavur'dan gelen bir telefon­ la gerçekleşti... Ben de kabul ettim ..."

—“üniversiteyi bıraktınız mı?”

— “ Bir süre devam ettim , ama sinema yoğun­ laşınca bırakmak zorunda kaldım."

—"Şahika Hanım, öğretim üyesi olarak Ege Üniversitesl'ndeki deneyiminiz sizi Yeşilçam’da bir kadın sanatçı olarak farklı bir yere oturtuyor gali­ ba... Siz oyuncuları eğiten bir oyuncu oluyorsu­ nuz... Ben başka bu konumda bir sanatçıyı aklıma getiremiyorum... Var mı acaba?”

—"Bu kadar uzun süreli yok galiba.. Fakat bir sömestre kadar Zühal Olcay benim hareket hocam o lm uştu."

sinem a

kurulm az”

“ Dokuz yıl üniversitede en iyi imkânlarla öğrencilik ve

hocalık yaptım a ma Yeşilçamda makyajımı ktriK pır~5r

aynasında ve kör ışıkta yapmak zorunda kaldım. Yeşilçam^aki

insanlar yoktan varedip işleri yapıyorlar. Yeşilçam’da ‘yok’

yaşanmıyor’

“ Bir oyuncu 4Q milyon aldı deniyor. İyi ama bu 40 milyonu

alınca birkaç av film yapmayacak. Yurt dışında oyuncu bir film

geliriyle üç dört sene rahatlıkla yaşıyor. Böylece de kendini

tekrarlamaktan kurtuluyor. Bizde ise yılda yedi sekiz film”

O Z C A N E R C A N

tığım da bu oldu. Biz okulda iken bir sırça kule için­

deydik. Yeşilçam’a geldiğimde o sırça kule yıkıl­ dı. Alışmak çok güç oldu ama, bir yandan da in­ sanı şaşırtan bir şey vardı Yeşilçam'da. Biz 9 yıl en jyi imkânlarla öğrencilik ve hocalık yaptık. Ama Yeşilçam ’da makyajımı ufak bir el aynası ve kör bir ışıkta yapmak zorunda kaldım. Buna rağmen buradaki insanlar bir şeyleri yoktan var edip bu iş­ leri yapıyorlar. Yeşilçam'da ‘yok’ yaşanmıyor.”

—“ Bunu nasıl başarıyorlar?..”

— "inanılmaz bir yapma isteği var."

—“O zaman Yeşilçam’da 75’incl kuruluş yıldö­ nümüne rağmen hâlâ amatör sinemacılık yaşanı­ yor... Hele hele dünya standartlarından söz eder­ sek profesyonel sinema tanımı çok ağır gelecek gibi görünüyor...”

— “ Kesinlikle Türk sineması için ‘profesyonel’ tanımı mümkün değil. Çünkü Türk sineması sade­ ce ve sadece iman gücüyle yürüyor. Gerek set ekipleri, gerek yönetmenler, gerekse de oyuncu­ lar açısından. Bu şartlarda, bunca yokluk içinde yapılabilecek en son şey sinema bence. Çünkü gerçekten pahalı bir sanat dalı. Oldukça ticari bir yanı var. Bir endüstri haline gelebilm iş olmalıydı bugüne kadar. Hayır kesinlikle ‘profesyonel’ Türk sinemasından söz edemeyiz. Eğer edebilseydik, bugün yaşanan darboğaz söz konusu olmazdı. Za­ manında sinemadan enikonu para kazanılmış. Bu paraların nerede olduğunu sormak lazım. Sinema­ dan kazanılan paralar sİ nemaya dönseydi, sinema bugün böyle olmazdı. Ama bu paralar gayri men­ kullere yatırılmışsa tabii ki böyle olacaktı."

"Yeşilçam'da bir kadın sanatçının baş­ role uzanabilmesi için yapım cı ya da yönetm enle ilişkide bulunması süre­ ci aşıldı. Her işte olduğu gibi yine va r­ d ır ya salt etkili olan o değil. Şimdi görsel etkiyi ön planda tu tu yo rla r"

nırdı. Daha basit bir örnekle anlatayım: Diyelim ki bir kazak alacaksınız. Bunun ucuzu da var pahalı­ sı da. Ucuzunu bir sezon ya giyerseniz, ya giyemez­ siniz. Ama pahalısı belki 10 yıl dayanır. Biz ucuz mal alacak kadar zengin değiliz. Uzun vadeli yatı­ rım da böyle. Kaliteli film, kaliteli oyunculuk, ka üteli senaryo, kaliteli reji, kaliteli set, kamera.. Evet, masraf gerektiriyor, ilk baştan biraz sabır ge rektiriyor. Bir de, oyunculuk konusunda, reji ko nusunda insanların eğitim li ve özel bir arayış için de olmalarına dikkat etmek lazım. Bu insanların eğitim yapmayı göre alabilmeleri gerekiyor."

M A N K E N S E Ç İM İ

— “Ama Türk sinemasında eğitime pek fazla ihtiyaç duyulmuyor gibi”

— “ Evet, dediğiniz doğru, eğitime ihtiyaç duy­ muyorlar ve bunda sonuna kadar haklılar. Çünkü eğitim li olanda, o da aynı şeyi kazanıyor. Hatta ba­ zen eğitim siz olan daha fazla kazanıyor. Bir oyun­ cunun kalitesi Almanya’daki video satışına bağ­ lıysa, Almanya'daki video satışı da fuarda şarkı söylemesine bağlıysa, o insan gidip neden üniver­ sitede vakit harcasın?..’’

—“Türk sinemasında ve milyarlık TRT dizile­ rinde başrol oynamak için manken olabilmek de yeterli gibi görünüyor. Bu seçim nasıl yapılıyor acaba?”

— “ Orada oynayan insanlara, yani mankenle­ re ben hiç kabahat bulmuyorum. Onlar çok normal davranıyorlar... Ama onlar neden orada diye sorar­

"Yeşllçama ilk adım attığım da şok geçir­ dim . çok bocaladım. Bize okulda hep ol­ ması gerekeni öğrettiler. Ben de talebe­ lerime bunu öğrettim . Ancak ne yazık kİ Yeşllçam'da ancak olanı yaşıyorsunuz. Biz okulda sırça bir kule İçindeydik. Bu sırça kule Yeşllçam'da tuzla buz oldu"

—“Siz oyunculuk konusunda bir eğitmenken, birdenbire kendinizi oyuncu olarak Yeşilçam’ın or­ tasında buluverdiniz. Gözlemleriniz farklı olmalı?”

—“ Gerçekten çok farklıydı. Şok geçirdim ade­ ta. Çok fazla bocaladığımı söylemek zorunda­ yım..."

— “ Neydi sizi bunca şoka iten?”

— "Hem olum lu hem olumsuz yanlan ile söy­ leyeyim. Bize okulda hep olması gerekenler öğre­ tild i. Biz de talebelere bunu öğrettik. Ama ne ya­ zık ki Yeşilçam ’da ancak olanı yaşadık.”

—“Olması gereken neydi, siz ne yaşadınız?”

— "Sabah 7’de set dendiği zaman, 7'de orada olunması, oyun 9’da başlıyorsa 7’de orada bulun­ malı, kostüm ve makyaj hazır olmalıdır gibi. Kimi setlerde bu yaşanamıyordu ve benim en zor alış­

—“Yani siz Türkiye’de sinema sanayiinden pa­ ra kazananların sadece yatınmcılar olduğunu mu söylemek istiyorsunuz?”

—"Öyle olmalı çünkü, oyuncular da, yönet­ menler de çok komik paralara çalışıyorlar.”

—“Ama oldukça büyük rakamlardan söz edili­ yor... Özellikle starlar için!..”

—"B unlar Türkiye için büyük rakamlar. Bir oyuncu 40 milyon aldı deniyor, iyi ama bu adam 40 milyon aldığında bilmem kaç ay film yapmamak durumunda. Yurt dışında biroyuncu bir film in ge­ liriyle 3-4 sene rahatlıkla yaşıyor. Hem de hayat standardı düşmeden. O zaman ne oluyor? O sa­ natçı kendini tekrarlamaktan kurtuluyor. Bir oyun­ cuya yılda 7-8 film çektirirseniz, bu oyuncu da bo­ yacı küpü değil herhalde... O k işiliğ in yaratılabil­ mesi için bir hazırlık safhası gerekiyor, bir sindir­ me, araştırma safhası gerekiyor. Ama ne yazık ki bu Türkiye’de mümkün değil. Çünkü insanlar ge­ çinebilmek için bir film i yapıp pat ötekine geçmek zorundalar. Emin olun geçinebilmek için sadece..."

—“Şahika Hanım, Yeşllçam’ın alaylı değil mek­ tepli bir taze kanı olarak sizce neden bir türlü iki ayağı üzerinde duramıyor sinema sanayii? Bu hafta 75’inci yılını kutladık... Ama değişen hiçbir şey ol­ madığını da görüyoruz. Yine aynı sorunlar konu­ şuluyor, aynı şikâyetlerde bulunuluyor. Nedir bü­ tün bu olumsuzlukların altında yatan?”

—"Bence sorun çoğunlukla iddia edildiği gi­ bi ekonomik değil. Bana göre ana neden, anlayış... Zihniyet... Sinemaya bakış... Sanat ve kültür konu­ sunda bir zihniyet farklılığı, uzun vadeli yatırımlar söz konusu olabilseydi eğer, bu tarz darboğazlar yine yaşanırdı belki, ama farklı nedenlerden yaşa­

Uzun vadede y a tır ım

' Yeşil­

ç a m ’a u zun va d ede y a tırım yapacak b irile rin l b u lm a k lazım . Devletin des­ te k v e rm e k za te n g ö re vi. Ancak bu d estek ya ratıcılığ a sınır getirecekse h iç b ir faydası olm az. Yapılan h e r des­ te k sonunda sınırlam a geliyor çü n k ü "

İm an gü cüyle

"Tü rk sineması a m a tö r. Hele dünya standartlarından söz edil­ d iğ in d e p ro fe syo n e l’ ta n ım ın ı kullanm ak m ü m k ü n değil, ç ünk ü T ü rk sineması sa­ dece ve sadece İm an g ü c ü yle y ü rü y o r. Bu şartlarda, bunca yo k luk İçinde yapıla­ bilecek en son şey sinem a bence. Kesinlikle p ro fe syo n e llik te n söz e d e m e yiz ” sanız... Yapımcılar sadece ve sadece güzel insan

arıyorlar... Mankenlerde güzel insanlar... Seçim bu kadar basit bir yolla yapılıyor.”

—“Ama nasıl oluyor da sadece fiziği adına, sa­ nat gücü hiç denenmemiş birine bir, birbuçuk mil­ yarlık dizilerin başrolünü emanet edebiliyorlar? Hiç ölçü yok mu?”

— “ Buna ben de sizin kadar şaşırıyorum. Ben genelleme yapmaktan hoşlanmıyorum. İçlerinde bu mankenlerin, gerçekten oyunculuk potansiye­ li olanları var. Hem güzel, hem yetenekli, hem akıllı olanları var. Ayrıca bu uygulama dünyanın her ye­ rinde var. Güzel kadınlar, güzel erkekler sinema oyuncusu olmak üzere alınıyorlar... Ama en az bir yıl ya da 6 ay aktör stüdyoda yürümeyi, konuşma­ yı ve oynamayı öğreniyorlar. Kesinlikle hiçbir kim­ se bir film e eğitimden geçmeden adımını atamı­ yor. Şu ucuz Amerikan dizilerine bakın... Oynuyor insanlar. En kötüsü bile oynuyor. Çünkü mümkün değildir tiyatro eğitim inin, ya da aktör stüdyonun kenarından geçmeden sinemaya adım atsın. Oy­ sa bizde anlamak mümkün değildir, en az 10-15 Türk film inin çekilebileceği maliyetlerdeki dizile­ re yalnızca fiziği nedeniyle başrol oyuncusu ata­ nır...”

—“Nasıl 10-15 Türk filmi oluyor?.;”

—“ Şöyle; bugün 100, hatta 70 milyona bir film- çekilirken, TRT, 2 milyarlık diziler sipariş ediyor. Ve bütün bunların altında yatan da biraz önce de­ diğim gibi, zihniyet, yani sinemaya bakış yatıyor...”

İN S A N A H İT A P

—“Şahika Hanım, eskiden beri söyleniyor, özellikle de Yeşilçam için, bir kadın sanatçının baş­ role uzanabilmesi için yapımcı ya da yönetmenle kişisel İlişki içerisinde bulunması gerekiyor diye? Acaba bu tür ilişkiler mi bunlara yol açıyor?”

— “ Zannetmiyorum. O süreç aşıldı bence. Ge­ ne muhakkak etkisi vardır her işte olduğu gibi, bu işte de vardır. Ama bence artık etkili olan o değil... Sinemanın şöyle bir dezavantajı var, insanın sade­ ce kulağına, gözüne hitap etmiyor... Bütün duyu­ larına hitap eden bir sanat dalı, ilk anda algılama da görmeyle olduğundan görsel etkiyi ön planda tutuyorlar. Ama dediğim gibi, zihniyet tayin edi­ ci. Her film de de güzel insan oynayamaz. Benim stüdyomdan, geçenlerde biroyuncu istendi. Şiş­ man bir oyuncuya ihtiyaç var dendi. Eni konu tom­ bul bir oğlan lazım. Ben dehşete kapıldım. Yok böyle biri talebelerim arasında. Ama olması gere­ kir... Hadi bizde yok... Peki nerede var?.. Hiçbir yer­ de yok... Yani Yeşilçam’da şişman bir erkeği oy­ nayacak biri yok... Bu hem de başrol... Böyle bir şey olamaz. Bir skala olması lazım. Oyunculuk ska- lası. Rejisör bu skalaya göre dünyasını ifade ede­ bilmek için en iyi malzemeyi seçebilsin... Neden bu skala yok? Çünkü o skalayı oluşturacak talep gelmiyor. Nasılsa böyle şişman bir sanatçı talebi geldi ve bulunamadı. Çünkü hep güzel fizik üzeri­ ne gidildi...”

—“ Bu belki de seyircinin sinemaya bakış açı­ sından kaynaklanıyor?”

— “ Tabii, kesinlikle öyle. Hepsi birbirine bağ­ lı aslında. Diyorlar ki, video satışını yükselt, ücre­ tin de artsın. O zaman daha az film çek... Video satışını artırmanın yolu da sahneye çıkmaktan ge­

çiyor. Ya da biraz daha fazla sansasyonel şeyler yaparak gazetelere geçmek gerekiyor filan. Peki prodüktörlerin bu isteği nereden kaynaklanıyor? Seyirciden kaynaklanıyor. O yüzden bence sine­ macı, seyircisini seçmeli. Kesinlikle her film bü­ tün insanlara hitap etmek zorunda da değildir.”

—“Şu nokta da ilginç değil mi Şahika Hanım: Diyorsunuz ki prodüktörler, seyircinin beğenisini ön plana alarak, onun isteği doğrultusunda, şar­ kılı, türkülü, arabesk, acılı filmler yaptılar. Ama yine de salonları dolduramadılar. Sinema salonlarının çoğu son zamanlara kadar kapanmak zorunda bi­ le kaldı. Şimdi yeni yeni kıpırdamalar var... Sine­ maya taze bir İlgi var. Demek ki o dönem prodük­ törler seyircinin isteğini tam saptayamamışlar, bu salonlar boş kalmış.”

—“ Bakın, eski sinemanın üzerinden geçen ka­ çıncı jenerasyonu yaşıyoruz. Artık seyirci kaliteli film istiyor ve istediği film geldiğinde de sinema­ yı dolduruyor. Özellikle bu nesil gençler. Artık ya­ bancı filmleri günü gününe seyredebilir şekilde bü­ yüdüler. Benim lise çağımda bile bir film yapıldık­ tan bir yıl sonra Türkiye'ye gelirdi. Şimdi ne olu­ yor? Angels Heart Ingiltere'de vizyona girdikten 3 hafta sonra Türkiye’ye geliyor. Seyircinin bu an­ lamda bir talep farkı oldu tabii. Çünkü insanlar dün­ yadaki diğer insanlarla birlikte bunları İzlerken bir doyum noktasına ulaşıyorlar. Sizin de dediğiniz gi­ bi, seyirci için yapılan film ler salonları doldurama­ dığı için Yeşilçam’ı da kurtaramadı. Çünkü Türk seyircisi de işporta malı film leri istemiyor. İşpor­ tacılıkla bir sanayi kurulamaz. Aslında öncelikle bu soruların yanıtlarını aramak lazım. Uzun vadeli yatırım kaçınılmaz. Ama bunu göze alacak insan lazım ki, bunu bulmak da oldukça güç.”

—“ Neden güç?”

—“ Çünkü onlara bu yatırımı yapacak güveni vermesi lazım Yeşilçam’ın. O güven de sadece ka­ lite ile verilebilir. Ben iyi iş yaparım, az yaparım ama sen benden para kazanırsın. Kimse amme hiz­ meti yapmak istemez.”

—“Sizce bu yatırımcı devlet mİ olmalı, yoksa özel sektör mü?”

—“ Eğer devletten gelen destek yaratıcılığa sı­ nır getirecekse hiçbir faydası yok.”

"Bizde sanatçıiareğltlm elhtlyaçduym u- yorlar. Bunda da yerden göğe haklılar.l çünküeğltlm iloiandaodaaynışeylkaza-1 nıyor. Bir oyuncunun kalitesi Almanya'da-I ki video satışına Dağlıysa, o satış da Fuar -I da şarkıcı olmasına dayanıyorsa, o insanı neden gidip üniversitede vakitharcasın?"1

—“Öyle bir kuşku ya da işaret mi var?”

—“ Bence olacaktır. Bugüne kadar olan tecrü­ belerden söylüyorum. Her şeye yapılan desteğin sonucunda bir sınırlama da geldi.”

—“ Nasıl bir sınırlama?”

— “ Aklınıza gelecek her türlü şey... Etliye süt­ lüye dokunmayan işler yapılması isteniyor. Bunu sadece politik film anlamında söylemiyorum. Ne olursa olsun insanların yaratıcılıklarına sınır gel­ memesi kanısındayım. O işi yapan kişi bir ifade yolu bulmuştur. En mükemmel eserine de o ifade sonunda varabilecektir. Buna sınırlama getirdiği­ niz anda iş baştan fire veriyor. Bu engelleme ya-) pılmayacaksa tabii ki devlet destek vermelidir. Za­ ten devletin birsinem a politikası da olmak zorun­ dadır. Biz istiyoruz diye değil, devlet bunu yapmak zorundadır. Bu yoksa, devlet görevini yerine ge­ tirm iyor demektir.”

—“Ya özel sektör?”

— “ Bence daha fazla özel sektöre yönelmek ge­ rekir. Çünkü özel sektörün kültüre bir yakınlığı var. En azından sırt çevirmişliği yok. Sonuç vereceği­ ne inandığı yerde kesinlikle yatırım yapıyor. Ama demek ki sinema özel sektöre bu güveni vereme­ di. Bunu sağlamak lazım. Bu da yine tekrarlıyorum. Uzun vadeli yatırım lazım. Kaliteye ancak böyle ula­ şabiliriz.”

İY İ FİLM

—“ Biraz önce değindik. Sinema salonları dol­ maya başladı diye. Haftalık seyirci sayısı 4.5 mil­ yona ulaşmış. Az buz bir rakam değil. Ama seyir­ ci daha çok Batı ile aynı anda vizyona giren yaban­ cı filmlere koşuyor. Görülüyor ki bu talepten Türk sineması değil de bu işi başlatan ünlü uluslarara­ sı film şirketleri yararlanıyor. Sizce bu Türk sine­ ması için başka bir tehlike oluşturmuyor mu?”

— “ Belki ekonomik açıdan evet. Türk sinema­ sı işletmesi adına kötü. Ama iyi film yaparsanız Türk film ine de geliyorlar. Örneğin Sis hasılat re­ korları kırıyor.”

—“Şahika Hanım, şimdi bizde de yeni akım­ lar gözleniyor. Bazı yönetmenler ‘uçuk’ diye adlan­ dırılan filmlere imza atmayı yeğliyorlar. Acaba siz­ ce seyircinin arzuladığı yönde filmler bunlar mı?”

—“ Hayır ne yazık ki seyirci bu film lere tepki duydu. Seyirci pıtır pıtır Amerikan filmi seyrştmeye alışmış. Ya da bizim Türk film lerine alışmış. Ama bunların hepsinden bir parça alarak oluşturulmuş bu film leri karmakarışık buldular. Böyle kulağını dolaşarak gösteren, ağır ritm li filmlerden hoşlan­ madı seyirci. Bence son derece de haklı. Son de­ rece doğal olabilecek, doğal olarak anlatılabilecek şeyler bu film lerde ağdalı bir ağırlık haline g e tiril­ di. Bu ritm düşüklüğü bence düşünce ritminin dü­ şüklüğü. Ve seyirci sıkıldı ve sinemaya gitmedi. Aslında bu film le r çok iyi niyetle yapılmış film ler­ di. Ama yanlış bir anlatım yolu seçtikleri için se­ yirciye ulaşamadılar.”

—“Sinema ürünlerini sınırlayan anlatım yolun­ daki yanlışlar mı yalnızca, bir başka deyişle aca­ ba yönetmenlerimiz doğru anlatım dilini bulmada kendilerine yardımcı olacak ölçüde okuyor, film seyrediyor, gelişmeleri izliyorlar mı?”

— “ Bu konuda, yani kendini geliştirm e konu­ sunda, bir eksiklik yaşandığı kesin. Ama benim ta­ nıdığım birkaç yönetmen var ki her şeyi çok yakın­ dan izliyor ve hazmetmeye çalışıyor. Ama kendi­ ni geliştirm eyle h’iç ilgilenmeyen yönetmenlerin olduğu da kesin.”

Referanslar

Benzer Belgeler

Sayılı dosyasına ait karar örneği ile sanık ve arkadaşları hakkında bu dosyada iddia olunan eylem ve müteakip eylemler nedeniyle yapılan yargılama sonucu sanık hakkında

Uzay aracının arkasındaki roketler yere temastan yaklaşık 1 saniye önce ateşlenerek daha yumuşak bir iniş gerçekleştirilmesini sağlıyor.. O anın yakalandığı

Devrim Memo’ya doğru atılır ve kamera Cemal’e doğru yavaş yavaş hareket eder, Cemal eliyle sildiği kanlarından utanıyor , ses olarak Memo ve Devrim’in

Teknik Gelişim: İleri Düzey Etüdler; İleri Düzey Konser Etüdleri; Polifonik Gelişim: Prelüd-fügler, Partitalar, İngiliz süitleri, Kon çertolar; Klasik Dönem:

tamamladıktan sonra Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı’nda öğretim gürevlisi olarak

Geliştirilen yazılımda tek değiş- kenli normal dağılıma uygunluk için Shapiro-Wilk ve Anderson-Darling testleri, çok değişkenli normal dağılıma uygunluk için ise

Mustafa bin Muhammed’in aynı eserini mukaddime ve muhtevasında bazı değişikliklerle farklı beylere sunması gibi Aydınoğlu Mehmet Bey’e sunulan Tezkiretü’l-evliyâ

Buraya kadar araĢtırdığımız ve incelediğimiz konular düĢünüldüğünde Türk sanat müziği türkü formu veya Türk halk müziği türkü formunun Türk sanat müziği